Top Banner
BÜMED BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ AYLIK YAYINI OCAK 2016 SAYI 213 OĞAZİÇİ Çok Yönlülük Antropoloji- Tıp- Sosyoloji Birlikteliği Akademik Üretimler ve Entelektüel Faaliyetler Arasında Doğu ve Batı’nın Müzikle Buluşması
100

boğaziçi 50

Jan 21, 2017

Download

Documents

buiduong
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: boğaziçi 50

BO

ĞA

ZİÇİ BÜ

MED

BO

ĞA

ZİÇİ Ü

NİVER

SİTESİ MEZU

NLA

R D

ERN

EĞİ A

YLIK YA

YINI O

CAK

2016 SAYI 213

BÜMED BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİMEZUNLAR DERNEĞİ AYLIK YAYINI

OCAK 2016 SAYI 213 OĞAZİÇİ

Çok Yönlülük

Antropoloji- Tıp- Sosyoloji Birlikteliği

Akademik Üretimler ve Entelektüel

Faaliyetler Arasında

Doğu ve Batı’nın Müzikle Buluşması

JAZZMASTER DAY DATEAUTOMATIC SWISS MADE

Page 2: boğaziçi 50
Page 3: boğaziçi 50
Page 4: boğaziçi 50
Page 5: boğaziçi 50
Page 6: boğaziçi 50

BOĞAZİÇİ

50

Boğaziçili olmak ile bağdaştırılan en önemli özelliklerden biri kişinin farklı ilgi alanlarına sahip olması, zaman zaman sahip olduğu mesleğin dışına çıkarak bambaşka sahalarda faaliyet göstermesi, yani çok yönlü olması.

Değişik yan uğraşlar, disiplinlerarası çalışmalar, gerek iş dünyasında gerek akademik alandaki başka başka konuların birliktelikleri, dünyayı anlamakta, insanı zenginleştirmekte rol oynayan önemli faktörlerden. Yılın ilk sayısında bu hayat görüşüyle hareket ederek yaşamlarını sürdüren, mesleklerini icra eden değerli konuklarımızı ağırlıyoruz.

Farklı tatların birleşimini, Doğu ve Batı'nın yaklaşımlarıyla bezenmiş müzikleri, antropoloji, sosyoloji birlikteliğini, farklı rotaları, dünyanın değişik köşelerinin gezgin bakış

açısıyla keşfini ve tüm bu birlikteliklerin insanı ne yönde zenginleştirdiğini bu sayımız vesilesi ile ele almaya çalıştık. Çok yönlülük gerek iş dünyasında gerek sosyal yaşamda önem arz eden bir hayat duruşu. Kazanılması güç, farklı alanların arasındaki dengeyi ayarlayabilmek ve koruyabilmek de kolay değil. Okulumuz, kişinin kendini keşfinde, hangi alanlarda ne kadar mutlu ve başarılı olabileceğine dair bir pencere açmakta çok önemli bir rol oynuyor. En azından, sohbet ettiğimiz, ağırladığımız konukların aktardıkları, gözlemleri buna işaret ediyor.

Yeni bir yıla adım atarken farklı rotaları, müzikleri, tatları deneyimlemek iyi bir fikir olabilir.

Zengin yaşantılarla dolu bir dönem dilerim.

Aylin Buran' 02

40FARKLI TATLAR, FARKLI MÜZİKLER, FARKLI ROTALAR

B4

Page 7: boğaziçi 50

B5

TEŞVİK EDİLMESİ GEREKEN BİR SEKTÖR: TARIM VE HAYVANCILIKÜniversitemiz İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunlarından ve BÜMED’de Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapmış Sayın Musa Galip Eroğlu ’78 ve okulumuzun Makina Mühendisliği Bölümü mezunu olan oğlu Sayın Ozan Eroğlu ’01 ile 2011 yılında kurdukları Arya Çiftliği hakkında konuştuk. Bunun yanı sıra ülkemiz için tarım ve hayvancılığın önemi, bu konuda neler yapılabileceği ve sektörün dünyadaki durumu hakkında sohbet ettik.

50

36TATLARIN VE KÜLTÜRLERİN BULUŞTUĞU BİR MEKÂNAsmalımescit’te Anadolu yemeklerinin sunulduğu bir restoran var: Sahrap. Türkiye sınırları içerisindeki pek çok kültürü bir mutfakta buluşturmak adına 2015 yılında bu restoranı açan Sayın Sahrap Soysal ve oğlu Mehmet Soysal ’11 ile birlikte yemekleri ve yeni girişimleri üzerine çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

''BUgezi'NİN EN BÜYÜK HEDEFİ, 'BOĞAZİÇİ STYLE TRAVEL' OLGUSUNU OLUŞTURMAK OLMALI''BUgezi’nin pek çok organizasyonunda bizlere rehberlik eden Sayın Mert Taner ‘96 ile BÜMED ile gerçekleştirdiği işbirliği, ileriye dönük projeleri, Türkiye ve yurtdışındaki favori destinasyonları hakkında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Türkiye’nin tarihi ve kültürel zenginliğine işaret eden Taner’den yeni noktalar öğrenme fırsatı da yakaladık. Röportajımızı beğenerek okumanızı diliyoruz.

54''MUTLU VE ÖZGÜR BİR HAYATIN SIRRI İNSANIN İSTEDİKLERİNİ YAPABİLMESİNDEN GEÇİYOR''Yaz döneminde dergimizde yer alan MasterGames dosyasında DREAMTEAM Kız Basketbol Takımı’nın üyeleriyle görüşme fırsatımız olmuştu. Bu takımın basketbolcularından Turizm Bölümü mezunumuz Sayın Işıl Agaçe ’82 ile de bu sayımız için bir araya geldik. Işıl Agaçe, sporcu olmasının yanı sıra fotoğrafçılığı, seramik eserleri ve organize ettiği seyahatleriyle de çok yönlü ve renkli bir mezunumuz. Kendisiyle okul anıları ve yaşama bakışına dair gerçekleştirdiğimiz röportajımızı sizinle paylaşıyoruz.

46ÇOK KATMANLI VE ÇOK BOYUTLU BİR MÜZİKMüzik çalışmalarını hem besteci hem de icracı olarak yürüten, Doğu ve Batı enstrümanlarını bir arada kullanarak çok katmanlı bir müziğe imza atan Sayın Mehmet Ali Sanlıkol BÜYEM'in İkinci Bahar Programı kapsamında ziyaret edilen Harvard Üniversitesi'nde konser vermişti. Dreams and Prayers albümüyle, A Far Cry orkestrasıyla beraber Grammy'de ilk beşe kalan Sanlıkol ile Klasik Türk Müziği ile cazı birleştirdiği çalışmalarını ve hedeflerini konuştuk.

BOĞAZİÇİ DERGİSİ, BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ (BÜMED) TARAFINDAN YAYIMLANAN AYLIK, ÜCRETSİZ BİR YAYINDIR. OCAK 2016 SAYI 213YÖNETİM KURULU ADINA SAHİBİ: HAKAN ZİHNİOĞLU-BÜMED YÖNETİM KURULU BAŞKANIYAYIN YÖNETMENİ VE SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: AYLİN BURAN [email protected] KURULU: TUNÇEL GÜLSOY, MURAT ÖNGÖR, MUSTAFA UYAL, SAVAŞ YAŞARİÇERİK HAZIRLIK: PS MEDYA YAYINCILIK VE PAZARLAMA SERVİSLERİ LTD. ŞTİ.EDİTÖRLER: ŞENAY ÇINAR, YASEMİN DUTYAZI KURULU: GÜNEŞ BAŞAT, CÜNEYT BAYRAKTAR, METİN BİTİK, DUYGU CANKILIÇ, YASEMİN DUT, AYŞEGÜL GÜNDÜZ, EMRE KAZANCIOĞLU, ECE KAVLAK, TANSU OSKAY, SEMİH TEKTEN, PINAR TÜRENKATKIDA BULUNANLAR: MURAT GÜLSOY, EVİN İLYASOĞLU, BARIŞ MÜSTECAPLIOĞLU, NALAN YENİGÜN, BURCU ÜNLÜTABAK

FOTOĞRAFLAR: YAŞAR ARİF KARAGÜLLE, AHMET KIRAN, FATİH ÖZTÜRKTEŞEKKÜR EDERİZ: ÖNDER BAHAR, SEFA COŞKUN, HÜSEYİN ÇETİN, HAZAL ÖKTEMBAHADIR OTMANLI, EYLEM TAŞDEMİR, DEMET ALTUN, TUĞBA KARATASARIM: EMRE SENAN TASARIM VE DANIŞMANLIK [email protected] REKLAM SATIŞ VE SPONSORLUK: TUĞBA ALARSLAN [email protected]  0212 359 58 16 YÖNETİM YERİ: BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ, LOJMAN KAPI YANI 34342 BEBEK-İSTANBULTEL: (0212) 359 58 00 FAKS: (0212) 257 35 68BASKI: MAS MATBAACILIK SAN. VE TİC. A.Ş.KAĞITHANE BİNASI, HAMİDİYE MAHALLESİ, SOĞUKSU CAD. NO:3KAĞITHANE-İSTANBUL TEL: 0212 294 10 00 FAKS: 0212 294 90 80 SERTİFİKA NO: 12055www.masmat.com.tr

Page 8: boğaziçi 50

6

yönetim kurulundan

Hakan Zihnioğlu '91

14. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı

2016 ”Sevmek için 'yürek'Sürdürmek için ‘emek’ gerek...Sevgi ne boğazda, ne mum ışığında yemek yemekNe de pahalı bir pırlanta demek...Sevgi, bir lokmada iki mutlu insan demek...” Üstat Nâzım Hikmet’in dizeleri ile mutluluğu tarif etmek kolay, zor olan onu bulmak ve yaşamak. Hepimize huzurlu, keyifli bir yıl diliyorum. Saygılarımla

B6

Page 9: boğaziçi 50
Page 10: boğaziçi 50

8

camiadan haberler

PREP, ÖĞRENME VE ÖĞRETME MERKEZI

Üniversitemizin Yabancı Diller Yüksek Okulu'nda 1986-2015 yılları arasında öğretim görevlisi olarak çalışan ve idari ve akademik görevlerde bulunan, halen mezun olduğu Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nde yarı zamanlı ders veren Pınar Ergen Pekel, hayalini gerçekleştirerek bir Eğitim Danışmanlık merkezi açtı. PREP, Öğrenme ve Öğretme Merkezi’nde üniversiteler için İngilizce Yeterlilik (Proficiency) sınavları, yurtdışı eğitim için gerekli olan sınavlara hazırlık, kişiye özel ve kurumsal İngilizce ve sunum teknikleri içeren programlar ve projeler hayata geçirilmektedir. Detaylı bilgiye www.prepbypinarpekel.com adresinden ulaşabilirsiniz.

“VANGELIS KECHRIOTIS PERŞEMBE KONUŞMALARI”

Geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz Tarih Bölümü’nün değerli hocalarından Vangelis Kechriotis adına Tarih Vakfı’nın düzenlediği “Vangelis Kechriotis Perşembe Konuşmaları” 2015 Sonbahar sezonunda kaldığı yerden devam ediyor. Bu sezonun, “Tarihin Sesi: Müzik Kültürüne

Yaklaşımlar” başlıklı konuşma dizisi 26 Kasım Perşembe günü gerçekleşti. Müzik tarihinden çeşitli konulara dair farklı disiplinlerden araştırmacıların yaklaşımlarını içeren bu dizide, birbirinden farklı müzik kültürlerine odaklanıldı. Müziğin tarihle ilişkisi başta olmak üzere, sosyal bilimlerin pek çok dalıyla kurduğu ilişkinin yeniden gözden geçirildiği konuşmalarda, yaşadığımız coğrafyanın tarihinde müzik kültürlerinin yeri incelendi. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geniş bir zaman aralığında ele alınan konular, aynı zamanda çeşitli müzik icralarının çalınması ve/veya izletilmesiyle desteklendi.

SAVAŞ ISTEMIYORUZ! ÇOCUKLARI ÖLDÜRMENIZI ISTEMIYORUZ!

Mezunumuz Yasemin Dut'un da ('10) ekibinde yer aldığı Hümanist Büro tarafından Savaş İstemiyoruz! Çocukları Öldürmenizi İstemiyoruz! Girişimi için hazırlanan "Silahlı Çatışmanın Olduğu İllerde Çocukların Durumu Raporu" yayınlandı. Raporun amacı; 26.7.2015 tarihinde Diyarbakır’da bir gösteriye müdahale eden polislerden kaçarken saklandığı binanın yedinci katından düşen Beytullah Aydın’ın hayatını kaybetmesinden bugüne kadar geçen sürede hayatını kaybeden, yaralanan çocukların ve onların başına bu sonuçların gelmesine neden olan olayların görülmesini sağlamak. Raporda, B.M. Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi'nin, devletlere, silahlı çatışma ortamlarında çocukları bu tür zararlardan koruma ve haklarını güvence altına alma yükümlülüğü verdiği hatırlatılırken, çatışmanın durdurulması ve akabinde barışın tesis edilmesi için ne tür önlemler alındığının kamuoyu ile paylaşılması ve çocukların bu süreçte gördüğü zararların giderilmesi yükümlülüğü kapsamında dosyada yer alan takibi gereken soruların yanıtlarının oluşturulması ve çözümlerinin hızla uygulamaya geçirilmesi talep edilmekte. Raporun tam metnine girişimin Facebook sayfasından ya da [email protected] adresinden ulaşabilirsiniz.

B8

Page 11: boğaziçi 50
Page 12: boğaziçi 50

10

camiadan haberler

ABLUKA FILMININ YÖNETMENI EMIN ALPER SINEMAYA ILK ADIMINI ATTIĞI BOĞAZIÇI'NDEYDI

2000 sonrası yeni dönem Türk sinemasının temsilcilerinden yönetmen Emin Alper 17 Aralık Perşembe akşamı söyleşi için Boğaziçi’ndeydi. Sinema yazarı Şenay Aydemir’le Mithat Alam Film Merkezi’nde yönetmenin sinema yolculuğu ve filmleri üzerine gerçekleştirilen söyleşi katılımcıların yoğun ilgisiyle karşılaştı. Boğaziçi Üniversitesi mezunu yönetmenlerden olan Alper söyleşide üniversite yıllarında başlayan sinema yolculuğunu ve filmlerinin arka planlarını katılımcılarla paylaştı.2012 yılında gösterime giren Tepenin Ardı filmiyle bir hayli ses getiren ve ikinci filmi Abluka ile bu seneki Venedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne layık görülmesiyle sinema dünyasının dikkatlerini üzerine çeken yönetmen ve senarist Emin Alper söyleşide yaptığı işleri ve yeni dönem Türkiye sinemasını değerlendirdi. “Benim yönetmen olmamdaki ilk motivasyon 16-17 yaşlarında izlediğim Kusturica’nın Çingeneler Zamanı filmi oldu, bu filmi izlediğimde sinemanın büyüsüne kapıldım,” diyen yönetmen, Ankara Fen Lisesi’nden mezun olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde mühendislik eğitimine başladığını belirterek “O zamanlar sanata dair etkinliklerle uğraşanlar genelde sosyal bilimlerde okuyan

insanlardı, benim gibi sayısal bölümde okuyan insanlar sanat konusunda daha çok tüketici konumundalardı. Bense lisede de sanatla ilgiliydim, çok fazla edebi okuma yapardım, üniversitedeki ilk senemde tiyatro kulübündeydim ve sonra sinema kulübüne dâhil oldum,” diyerek sinemaya nasıl başladığını aktardı.

NILIPEK'IN ILK MÜZIKALBÜMÜ ÇIKTI

Üniversitemiz Eğitim Bilimleri Bölümü Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Programı mezunlarından Nilipek'in ('10) ilk müzik albümü "Sabah" Kasım ayında çıktı. Mezunumuzu tebrik ediyor, başarılı çalışmalarının devamını diliyoruz.

HABERLERINIZI BEKLIYORUZ

Camiadan Haberler köşemizde mezunlarımızın kariyerleri, değişik alanlarda yürüttükleri faaliyetler hakkında haberleri, hayatlarındaki önemli gelişmeleri her ay sizlerle paylaşıyoruz. Böylece hem mezunlarımızın şu anda neler başardıklarından haberdar oluyor hem de aramızdaki bağın sürekliliğini sağlamış oluyoruz.Camiadan Haberler köşemiz için siz değerli mezunlarımızın haberlerini bekliyoruz. Katkılarınız sayesinde birbirimizle olan

iletişimimizin artacağına inanıyoruz. Dergimizde yayımlanmasını istediğiniz haberlerinizi ve duyurularınızı [email protected] adresine gönderebilirsiniz.

ATAMALAR

İktisat Bölümü mezunumuz Özge Pala '99, Aksigorta A.Ş.'ye İK Genel Müdür Yardımcısı olarak atandı.

İşletme Bölümü mezunumuz Aytekin Yıldız ’97, Bel Karper Gıda San. A.Ş.'ye Türkiye, Malta, Kıbrıs ve Filistin'den Sorumlu Genel Müdür olarak atandı.

Kimya Mühendisliği Bölümü Gül Yavuz Eroğlu ’94, Provel Tüketim Ürün. San. ve Tic. A.Ş.'ye Pazarlama Müdürü olarak atandı.

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunumuz Arzum Üstün '93, Novartis Sağlık Gıda ve Tarım Ürünleri San. ve Tic. A.Ş.'ye Ülke İletişim ve Hasta İlişkileri Direktörü olarak atandı.

Makina Mühendisliği Bölümü mezunumuz Samim Hatipoğlu '90, Nurol Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş.'ye Genel Müdür olarak atandı.

VEFAT

Değerli mezunumuz ve derneğimizin kuruluşunda büyük emekleri geçen kurucu üyemiz, Sayın Dr. Yılmaz Argüden’in (’80) saygıdeğer babası H. Orhan Argüden Beyefendi’nin vefatını derin bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz. BÜMED Ailesi olarak merhuma Allah'tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyoruz.

Değerli Üyemiz Sayın Oya Özemir’in ('94) vefatını derin bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz. BÜMED ailesi olarak merhumeye Allah'tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyoruz.

NOMOS Glashütte saatlerini Türkiye’de Tevfi k Aydın Saat: Tel: 0212 353 04 38, www.tevfi kaydin.com ‘da bulabilirsiniz.

neomatik 1st edition: Introducing ten new watches from NOMOS Glashütte, powered by DUW 3001, the next generation automatic movement. Ultra-thin and extremely precise. More information: nomos-neomatik.com

AD_Tevfik_Aydin_NOMOS-Minimatik_champagner_alumni-magazine_21122015.indd 1 21.12.15 13:46

B10

Page 13: boğaziçi 50

B11

NOMOS Glashütte saatlerini Türkiye’de Tevfi k Aydın Saat: Tel: 0212 353 04 38, www.tevfi kaydin.com ‘da bulabilirsiniz.

neomatik 1st edition: Introducing ten new watches from NOMOS Glashütte, powered by DUW 3001, the next generation automatic movement. Ultra-thin and extremely precise. More information: nomos-neomatik.com

AD_Tevfik_Aydin_NOMOS-Minimatik_champagner_alumni-magazine_21122015.indd 1 21.12.15 13:46

Page 14: boğaziçi 50

12

HOŞ GELDIN MERT BEBEK

BURCStore’da görevli değerli çalışma arkadaşımız Hande Şafak ve eşi Halil Şafak’ın bebekleri Mert dünyaya geldi. Çifti tebrik ediyor, Mert bebeğe sağlıklı bir yaşam diliyoruz.

BÜMED, IŞKUR-ÜNIVERSITE IŞBIRLIĞI ÇALIŞTAYI’NDAYDI

15-16 Aralık 2015 tarihlerinde İŞKUR’un ev sahipliğinde “İŞKUR-Üniversite İşbirliği Çalıştayı” düzenlendi. İŞKUR ve YÖK temsilcilerinin yanı sıra 18 farklı üniversiteden Kariyer Merkezi yöneticileri ile akademisyenlerden oluşan yaklaşık 60 kişinin buluştuğu toplantıya Boğaziçi Üniversitesi’ni temsilen BÜMED Boğaziçi Network Yöneticisi Melek Ülkü Arısoy '07 katıldı. Arısoy, “Değişen Nesil ve Takibi Zor Trendler'' ile ''Kariyer Merkezi'nin Network'e Dönüşümü” başlıklı sunumu gerçekleştirirken, ayrıca grup

çalışmalarında da moderatör görevini üstlendi. Kariyer merkezlerinin hizmetleri, kariyer günleri, İŞKUR’un rolü, mezun derneklerinin faaliyetleri gibi başlıkların tartışıldığı atölye çalışmalarının ardından, ortaya çıkan öneriler ve sonuçlar katılımcılarla paylaşıldı. BÜMED’in toplantıda yer alan tek dernek olma sıfatıyla öne çıktığı çalıştayda, üniversite öğrencilerine sunulan kariyer rehberliği, iş hayatına hazırlanma, işbaşı eğitim/staj programları, girişimcilik programları ve işgücü piyasası bilgilerine ulaşma gibi hizmetlere standart geliştirilmesine yönelik çıktılar elde edildi.

ÖTK VE BÜMED YÖNETICILERI BULUŞTU

BÜMED yönetimi Boğaziçi Üniversitesi öğrenci temsilcileri ile 22 Aralık Salı günü bir araya geldi. Öğrenciler ile dernek arasındaki bağı güçlendiren bu etkinlikte, birlikte hangi çalışmaların yürütülebileceği, ne gibi projelere imza atılabileceği konuşuldu. Öğrenci Temsilcileri Kurulu ile gerçekleştirilen bu görüşme her iki taraf için de oldukça verimli geçti.

SociaLINK VOL. 29

9 Aralık Çarşamba günü Karaköy’ün yeni mekânlarından Madeo’da buluşan BÜMEDliler arkadaşlarıyla güzel bir akşam geçirirken yeni arkadaşlıklar kurma imkânı da yakaladılar. Katılımın yoğun olduğu gece oldukça keyifli geçti. BÜMEDliler bir sonraki SociaLINK etkinliğinde buluşma sözüyle geceyi sonlandırdılar. SociaLINK buluşmalarını takip etmek için sadece Boğaziçililere özel Facebook grubuna üye olabilirsiniz: Facebook.com/groups/bumedsocialink

34 BU 1863

VEFAT

BÜMED Bistro Erguvan'ın değerli çalışanlarından Oğuzhan Karaca'nın dedesi Seyit Karaca’nın vefat haberini üzüntüyle öğrendik. Merhuma Allah'tan rahmet, ailesine sabır dileriz.

B12

Page 15: boğaziçi 50
Page 16: boğaziçi 50

GEZMEK GÜZEL ŞEY...

Gülen Canol Tütüncü ‘04

Mark Twain demiş ki : “Bundan 20 yıl sonra yapamadığın şeyler seni yaptıklarına nazaran daha çok üzecek. O yüzden çöz halatları. Güvenli limanlardan uzaklara yelken aç. Rüzgârı yakala. Araştır. Hayal et. Keşfet!”

Bu sözün peşine düşüp 2010 yılında eşim Murat Tütüncü ve ben işlerimizden ayrılıp altı aylığına Güney Amerika’ya seyahate gitmiştik. Aslında Güney Amerika’ya birkaç ay diye gitmiştik; ama altı ay sürdü. Bu altı ayda gayzerler, glacierler, muhteşem göller, harika plajlar ve bir sürü bilmediğimiz hayvanı görme şansımız oldu. Seyahatimiz süresince gezdiğimiz yerlerdeki insanların evlerinde konakladığımız için dünyanın değişik yerlerinden birçok dost edindik.

Eşim de ben de endüstri mühendisiyiz. Gezi sonrasında İzmir’e yerleştik ve mühendislik hayatımıza kaldığımız yerden devam ettik; ama seyahat heyecanı bizi hep takip etti. Bu beş senede yıllık izinlerimizde, hafta sonlarında bol bol seyahat ettik. İlk büyük seyahatimizden bir süre sonra ofislerimizden ve evimizden çok başka coğrafyalarda olmamız

gerektiğini hissetmeye başladık ve zihnimizdeki bu seslere karşı koyamaz duruma geldik.

Bu sefer tek yön bir biletle seyahate başladık ve dönüş için bir hedef koymuyoruz. Eylül ortasında Tayland ile seyahatimize başladık. Bir ay Tayland, bir ay Malezya, birkaç gün de Singapur’da gezdikten sonra şimdi yine Tayland’dayız. Bu sefer Tayland’ın kuzeyini gezeceğiz. Net bir rotamız yok, biraz da yolda karar vereceğiz ve yerlilerin tavsiyelerini dinleyerek ve muson yağmurlarından kaçarak rota oluşturacağız. Gideceğimiz yerlere haftalar, aylar öncesinden karar vermemiz gerekmiyor. En çok birkaç gün içinde sonraki durağa karar verip harekete geçebiliyoruz, bu konuda oldukça esnek davranabiliyoruz. Rotamız net değil dedik ama tabii ki Güneydoğu Asya’yı kapsamlı bir şekilde görmek istiyoruz.

Yaptığımız seyahatlerin hep başkalarına da ilham vermesini istiyoruz. Hayat çok kısa, dünya çok büyük. Sizler de alın çantanızı, çıkın yola. Herkesin gezmek için işini bırakması gerekmiyor, herkesin tarzı farklıdır. Kimisi üç günde evini

özler mesela. Dolayısıyla zaman en büyük kısıt değil, yıllık izinler bile iyi planlanınca çok üretken geziler çıkarabilir. Para da çok önemli bir kısıt değil, düşük bütçelerle gezmek veya geziyi becerilerinle veya gezerken çalışarak desteklemek de mümkün. Sonuçta paranın miktarı değil, öncelikli olarak nelere harcanacağı önemli. Kafaya koyduktan sonra bunların küçük engeller olduğu anlaşılıyor. Başlamadan önce sizi vazgeçirmek isteyen, olumsuz yaklaşan kişiler olacaktır, onlara kulak asmayın. İşiniz, kariyeriniz, eviniz tekrar elde edilebilecek şeyler. Ama imkân varken ve sağlıklıyken gezme şansı her zaman orada durmayabilir.

Seyahat anılarımızı paylaştığımız bir blogumuz ve sosyal medya hesaplarımız var. Gezip gördükçe anlatmayı, paylaşmayı seviyoruz. Bu şekilde daha çok keyif alıyoruz.

Bağlantılar şu şekilde : Blogumuz: www.bigezipgelelim.bizFacebook: ”Bi Gezip Gelelim Biz”Twitter: @BiGezipGelelimInstagram: BiGezipGelelimBiz

35 BU 1863BÜMED İzmir

B14

Page 17: boğaziçi 50
Page 18: boğaziçi 50

B16

üniversiteden haberler

ÜNLÜ SENARIST SAM JOHNSON PROJELERINI BOĞAZIÇI’NDE ANLATTI

“Frasier”, “How I Met Your Mother”, “Hot in Cleveland” gibi pek çok dünyaca ünlü dizinin senaristliğini üstlenmiş olan Sam Johnson, 27 Kasım Cuma günü Mithat Alam Film Merkezi’nin konuğu oldu. Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Arzu Öztürkmen’in moderatörlüğünde gerçekleştirilen söyleşide Johnson, Amerika’daki dizi sektörünün dinamiklerine dair birçok soruyu yanıtladı ve bu zamana kadar yaptığı işler ile yakın gelecekte hayata geçirmeyi planladığı projelerinden bahsetti.Amerika’da dizi sektöründe çalışanların günlük hayatlarına dair içgörüleri aktaran Johnson, “Bir senarist olarak benim de bir parçası olduğum ve geçmişi 1930’lara dayanan Screen Writers Guild gibi oluşumlar, Holywood çalışanlarının sosyal haklarının sağlanmasının yanı sıra telif hakkı gibi meselelerde de sektörün kurallarını belirleyici konumda bulunuyor,” diyerek dizi emekçilerinin örgütlenişlerinden ve bu örgütlenişin çalışanların haklarını koruma açısından ne gibi kazanımlara yol açtığını aktardı. Johnson, katılımcılara kendi çalışma ortamını da ana hatlarıyla anlattıktan sonra yaptığı işte ekip çalışmasının ve profesyonel yaklaşımın olmazsa olmaz olduğunu vurguladı.Mithat Alam Film Merkezi’ndeki söyleşinin sonuna doğru kendi yaptığı işlerden, bu işlerde karakterlerini yaratırken nerelerden ilham aldığından

esprili bir dille bahseden Johnson, yakın zamanda çekimlerine başlanacak olan yeni dizisi için, Amerika’da şu anda sosyolojik bir olgu olan üniversiteyi bitirdikten sonra iş bulamayınca ailelerinin yanına dönen gençlerden yola çıkarak bir senaryo yazdığını söyledi. Yeni nesillerin dizileri artık internet üzerinden izlemeye başladığını ve dolayısıyla da bunun televizyon yapımcılarını para kazanabilmek adına yeni mecra ve yöntem arayışlarına ittiğini belirten Johnson, söyleşinin ardından katılımcıların hem sektöre hem de yaptığı işlere dair sorularını içtenlikle yanıtladı.

KUŞLAR MECLISI 8 ARALIK’TA BOĞAZIÇI’NDEYDI

Boğaziçi Üniversitesi, BÜ+ etkinlikleri çerçevesinde gerçekleşen “Kennedy Caz” ve “Çoğalan Sesler” etkinlik serilerinin yanı sıra “Boğaziçi’nde Performans” başlıklı yeni bir etkinlik serisi başlatıyor. BÜ+ Boğaziçi’nde Performans'ın ilk konuğu 8 Aralık’ta 19.30’da sergiledikleri “Kuşlar Meclisi” oyunu ile Sahnesizler Grubu oldu. Oyunun prodüksiyon

koordinatörlüğünü, Türkiye’de modern dansın öncülüğünü ve bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne bağlı olan Devlet Konservatuarı Bale Bölümü’nün kuruculuğunu yapan Şebnem Selışık Aksan üstlendi. BÜ+ Performans Gösterileri; 11 Şubat’ta Stüdyo Oyuncuları/Karanlık Korkusu, 29 Mart’ta İlyas Odman & Çağlar Yiğitoğulları / Cam Adımlar, 3 Mayıs’ta Çıplak Ayaklar Kumpanyası/Sen Balık Değilsin Ki ile devam edecek.

2015 YILI FABED ESER TÜMEN ARAŞTIRMA ÖDÜLÜ BERAT ZEKI HAZNEDAROĞLU’NA VERILDI

Boğaziçi Üniversitesi, Çevre Bilimleri Enstitüsü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmakta olan Yrd. Doç. Dr. Berat Zeki Haznedaroğlu, doğa bilimleri alanında çevre bilim dalında, “Mikroalga ve Siyanobakterilerde Fotoototrofik Hidrojen Üretiminin Sistem Seviyesinde Karakterizasyonu” konulu bilimsel çalışmayı gerçekleştirmek üzere 2015 yılı Feyzi Akkaya Bilimsel Etkinlikleri Destekleme Fonu (FABED) Eser Tümen Araştırma Ödülü’nü almaya hak kazandı.Eser Tümen Araştırma Ödülü, bilimsel etkinlikleri ile üstün nitelikte oldukları kanıtlanmış genç bilim insanlarının yürütmeyi öngördükleri bilimsel araştırmalarını destekliyor. Ödüle başvuru tarihi itibarı ile 40 yaşını doldurmamış, yapı bilimleri (yapı malzemesi, yapı ve deprem, geoteknik, su yapıları ve yapı işletmesi) ve doğa bilimleri (fizik, kimya, biyoloji, çevre) alanlarında çalışan genç bilim insanlarını kapsayan ödül programı Feyzi Akkaya Bilimsel Etkinlikleri Destekleme Fonu (FABED) Bilim Kurulu tarafından yürütülüyor.

B16

Page 19: boğaziçi 50

B17

Page 20: boğaziçi 50

üniversiteden haberler

OSMANLI KÜLTÜR EVRENINE GÖSTERI SANATLARINDAN BIR PENCERE

Osmanlı İmparatorluğu döneminde eğlence ve tiyatro dünyasını tarihsel ve kültürel bağlamıyla derinlikli biçimde inceleyen 24 makaleyi bir araya getiren “Celebration, Entertainment and Theatre in the Ottoman World”, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Arzu Öztürkmen ve Osmanlı tarihçisi-akademisyen Suraiya Faroqhi imzasıyla yayımlandı.Seagull Books tarafından yayımlanan kitap, Osmanlı döneminin eğlence kültürüne dair yetkin kalemlerden detaylı bir okuma sunuyor. Ayrıca imparatorluğun son döneminde İstanbul’da kurulan ilk batılı tiyatrolara uzanan süreçte eğlence ve kutlama kültürünü tarihsel boyutuyla ele alıyor.Osmanlı toplumunu oluşturan farklı unsurların dini, etnik ve kültürel farklılıklarına rağmen Hıdırellez gibi bayramları birlikte kutlayarak ortak ritüellerde buluştuğuna dair detay bilgiler de sunan kitap, imparatorluk dönemi gösteri sanatları ve ritüellerinin seyrini İstanbul’un kamusal alanlarından, Anadolu kasabalarına uzanan bir bağlamda incelemeye imkân veriyor.

MAKAM VE USULLERI BILGISAYARLA TANIYAN TEKNOLOJI

Büyük veri madenciliği ve yapay öğrenme metotları alanında çalışmalar

yürüten Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Taylan Cemgil aynı zamanda uzun yıllardır müzik alanında araştırmalarıyla da tanınıyor. Cemgil’in doktora sonrası araştırmacı Andre Holzapfel ve öğrencileri ile geliştirdiği son çalışmalardan biri de Türk sanat müziğinin melodik ve ritmik yapılarını otomatik olarak tanıyan bir uygulama.Doç. Dr. Cemgil makamlar ve karmaşık ritimlerin arasındaki ilişkileri de içinde barındıran metodolojisiyle bir ilk örnek oluşturan projeye dair şu bilgileri verdi: “Marie Curie projesi çerçevesinde bir doktora sonrası program kapsamında Türk müziğinin analiz edilerek makamların, usullerin bulunması ve otomatik olarak çıkarılmasıyla ilgili çalışma yaptık, halen de devam ediyoruz. Örnek olarak vermek gerekirse projede “Bu Ferahfeza makamında çalan bir eserdir’’ bilgisinin otomatik olarak çıkartılmasını hedefledik. Buna ‘Music Information Retrival’ (Müzikten Bilgi Çıkarımı) denilebilir.”Projenin 2013’te başlayıp 2015’te sona erdiğini belirten Holzapfel ve Cemgil’in de katıldığı çalışmalar dünya müzik envanteri konusunda yapılan çalışmalara Türk müziği makam ve usullerini içermesi açısından yeni bir katkı sunmuş oldu.

MÜZIK VE PSIKOLOJI ILIŞKISI TÜM BOYUTLARIYLA TARTIŞILDI

Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Topluluğu’nun düzenlediği 2. Psikoloji Günleri: Müzik ve Psikoloji temalı etkinlikte psikoloji ve müzik arasındaki ilişkinin doğası farklı alanlarda çalışan uzmanların katkılarıyla tartışıldı.Psikoloji Bölümü hocalarından Doç. Dr. Esra Mungan'ın açılış konuşmasıyla başlayan etkinlikte bir konuşma yapan Suzi Amado

müziğin terapideki yerinden ve sanat terapisinin farklı ekollerden nasıl etkilendiğinden bahsetti. Amado müziğin; tanık olmak, empati kurmak, aynalamak, deneyimi tutmak, deneyimi derinleştirmek ve terapötik etkileşim amaçlarıyla kullanıldığını anlattı. İkinci konuşmacı Doç. Dr. Gülden Teztel ise kaygı ve heyecan sözcüklerinin terminolojisinden bahsetti. Teztel’in konuşması müzisyenlerin sahneye çıkmadan önce veya sahnede yaşadıkları birtakım zorluklar ile kaygılarının psikolojik temelleri üzerineydi. Etkinliğin misafir konuşmacılarından DJ Psikolog Cenk Erdem, müziğin psikolojideki rolü hakkında konuştu. Müzik tercihlerinin; benlik kavramıyla, değerler ve inançlarla, bağımlılık-bağımsızlık meseleleriyle, özdeşleşme ve benlik algısı ile ilişkili olduğunu vurguladı.Psikoloji Bölümü hocalarından Yrd. Doç. Dr. Gaye Soley ise müzik algısının evrensel olup olmadığını araştıran birçok deney anlattı. Basit ritim, Balkan ritmi ve Karmaşık ritimlere farklı kültürlerden gelen bebeklerin nasıl tepki verdiğinden ve zaman geçtikçe bu ritimlerdeki farklılıkları ne derece fark edebildiklerinden araştırmalardan örnekler vererek bahsetti. Özgür Salur’un müzik terapisi hakkında bilgi verdiği etkinlikte aynı zamanda müzik terapisi konulu atölye çalışması da gerçekleştirildi. Danny Lundmark’ın atölyesinde ise ritim kullanımıyla müzik terapisinin nasıl yapılabileceğine dair örnekler sergilendi.

*Üniversiteden Haberler bölümünde yer alan haberlerin derlenme aşamasında okulumuzun sosyal medya kanallarından destek alınmaktadır.

B18

Page 21: boğaziçi 50
Page 22: boğaziçi 50

Oda Bağışı 12.000 TLTuğla Bağışı 3.000 TL

□ TEK SEFERDE □ 3 TAKSİT □ 6 TAKSİT

□ TEK SEFERDE □ 3 TAKSİT □ 6 TAKSİT

Oda Bağışı 12.000 TLTuğla Bağışı 3.000 TL

□ TEK SEFERDE □ 3 TAKSİT □ 6 TAKSİT

□ TEK SEFERDE □ 3 TAKSİT □ 6 TAKSİT

Page 23: boğaziçi 50
Page 24: boğaziçi 50

30. Kuruluş Yıldönümü’nü kutladığımız 2015 senesi boyunca, BÜMED’e ve dolayısıyla camiamıza kazandırdığımız yepyeni markalar arasında öne çıkanlardan birisi de BUgezi oldu. Gezmeyi, eğlenmeyi, farklı ve keyifli atmosferlerde, aynı sosyoekonomik yapıya ve kültüre sahip dostlarla birlikte seyahat etmeyi sevenleri hedeflediğimiz BUgezi, bir sene içerisinde kendini aşıp başlı başına bir faaliyet alanı olarak BÜMED içerisinde yerini aldı. BUgezi’yi hayata geçirirken, dünya turizm sektöründe önemli bir pay sahibi olan “Mezun Gezileri” konseptinin, camiamız içerisinde olduğu kadar ülkemizde de öncülüğünü yapmayı hedefledik ve emin adımlarla da bu hedefimize doğru ilerlemeye devam ediyoruz. Geçtiğimiz ay dergimizle paylaştığımız BUgezi 2016 Kataloğu, bu yöndeki çalışmalarımızın bir başka adımı olarak sizlere ulaştı.

Geçtiğimiz yılın ilklerinden bir tanesi de, BUgezi Küba ile birlikte BUgezi’nin en iddialı ve zorlu hedeflerinden birisi olan, Harvard, MIT, Yale, Columbia ve NYU kampus ziyaretlerini de içeren bir haftalık Boston, New Haven ve New York gezimizdi. 2016 BUgezi takvimimizi oluştururken, hiç düşünmeden ve ilk programa aldığımız gezimiz, yine BUgezi ile Amerika Kampus Turu oldu. Geçtiğimiz yıldan edindiğimiz tecrübeleri de üzerine katarak, bu sene daha da çok beğeneceğinize inandığımız, uygun maliyetlerin yanında, kaliteden de ödün vermeyecek bir program hazırladık.

BUgezi Amerika ile Boston ve New York’un en güzel mevsiminde, 12-19 Haziran tarihleri arasında, dünyanın en önde gelen beş üniversitesinin kampuslarını tek tek dolaşacak, büyüleyici atmosferlerini soluyacağız. Harvard, MIT, Yale, Columbia ve NYU Üniversiteleri Mezun Dernekleri ile sürdürdüğümüz işbirliği çerçevesinde ortaya çıkan bu eşsiz geziye,

geçen sene olduğu gibi yine sınırlı kontenjanlarımız sebebiyle, sadece 16 şanslı BUgezi takipçisi katılabilecek.

12 Haziran Pazar günü, direkt Boston uçuşu ile başlayacak seyahatimizin ilk ayağında, geçen seneden farklı olarak iki değil üç gece Boston konaklaması olacak. Bu sene, ilk gezimizden aldığımız geri dönüşler sonucunda, New Haven konaklamasını iptal ederek onun yerine Boston konaklamasını bir gece artırdık. Böylece gezimize katılacaklar, Boston’ın tadını daha fazla çıkarma imkânına sahip olacaklar.

MIT’nin “Sonsuz Koridorları”nda yürümek, Kubbe’sinin içine girmek, Harvard Square etrafında Harvard havasını solumak, Facebook’un kuruluşuna ev sahipliği yapan Kirkland House’un avlusunda gezinmek, Cambridge bölgesinin ikonik mekânlarından John Harvard’s’ta bir akşam geçirmek Cambridge yakasının olmazsa olmazları. Boston’ın diğer yüzünde ise, Boston Common’dan başlayarak, Amerikan Devrimi’nin köklerini

en iyi soluyabileceğiniz Freedom Trail’in yere renkli tuğlalar ile çizilmiş rotasını takip etmek, bu rota üzerinde Amerikan tarihinin ilk hükümet binası Massachusetts State House, 250 yıllık ticaret merkezi Faneuil Hall Marketplace, 17. yy.’dan kalma, Boston’ın en eski evi Paul Revere Evi, mezarının bulunduğu Granary Mezarlığı, İtalyan Mahallesi'nin yer aldığı tarihi evleri ile North End, Boston ile ilgili sayabileceğimiz noktalardan sadece birkaçı.Şehrin tam ortasından geçen ve aynı İstanbul’da Boğaz'ın yaptığı gibi Boston’ı iki farklı yakaya ayıran Charles Nehri Boston'ın en önemli simgelerinden birisi. Konaklayacağımız otelin de kıyısında yer aldığı ve her sabah ve akşamüstü binlerce Bostonlının spor yapmak için akın ettiği nehrin kıyısında keyifli yürüyüşler yapmak için de bol bol vaktimiz olacak.

15 Haziran sabahı, gezimizin Boston ayağı sona erecek ve New York’a varmadan önce uğrayacağımız, Yale Üniversitesi’nin şehri olarak da bilinen New Haven’a doğru yola çıkacağız. Özel aracımızla

’16 İLE YENİDEN AMERİKA YOLLARINDAYIZ...

Emre Kazancıoğlu ’95

B22

Page 25: boğaziçi 50

yapacağımız 1,5 saatlik yolculuk sonrası varacağımız New Haven’da, kampus turumuz öncesi ilk olarak, Rose Alumni Center’da yer alan Yale Mezunlar Derneği – AYA’nın tarihi ve enteresan atmosferinde bilgilendirme toplantısına katılıyor olacağız. Burada tüm misafirlerimiz, Yale ve New Haven hakkında merak ettikleri soruları sorma ve bilgi alma şansı elde edecekler. Rose Alumni’daki bilgilendirme toplantısının ardından, Yale Visitor Center önünden, bizi kampus boyunca dolaştırarak hatıra alışverişlerimizi yapacağımız Yale Bookstore önünde sona erecek kampus turuna başlıyor olacağız.

New Haven’daki Yale ziyareti sonrası tekrar aracımıza binerek, rotamızı son üç gecemizi geçireceğimiz New York’a çevireceğiz. Keyifli ve bol

B23

Page 26: boğaziçi 50

sohbetli bir yolculuğun ardından, akşamüstü varacağımız New York’ta geçireceğimiz ilk gece öncesi odalarımıza yerleşecek ve biraz enerji toplayacağız.

16 Haziran Perşembe ve 17 Haziran Cuma günleri, öğlene kadar gerçekleştireceğimiz Columbia ve NYU kampus ziyaretleri sonrası, bol bol gezecek ve alışveriş yapacak vaktimiz de olacak.Harvard Üniversitesi'nin ardından, dünyanın en düşük kabul oranına sahip ve girmesi en zor ikinci üniversitesi olan Columbia Üniversitesi, Central Park’ın Batı yakasında, Manhattan’ın üst kısımlarında yer alıyor. Bu bakımdan Columbia ziyaretimizin olduğu günü, çok yakındaki Central Park’tan başlayarak, -ki gerçekten başlı başına bir gün gerektiriyor- Metropolitan ve/veya Doğa Tarih Müzesi ziyaretleri, son dönem 5. Cadde’nin tahtını sallamaya başlayan, süper mağazaları ile Madison Avenue, Columbus Meydanı, 5. Cadde ve tabii ki daha aşağılarda Times Meydanı ziyaretlerine ayırarak, değerlendirebilirsiniz.Manhattan’ın Down Town bölgesinde, Washington Meydanı’nı çepeçevre sarmalayan ve şehirle tamamen iç içe geçmiş NYU Kampusu’nu ziyaret edeceğimiz günü ise, Greenwich Village, SoHo, Little Italy, Chinatown, Financial District, 9/11 Anıtı, Battery

Park,Özgürlük Heykeli ve Ellis Adası gezilerine ayırabilirsiniz.18 Haziran Cumartesi günü, yedi gün sürecek yoğun ama bir o kadar da renkli programımızın sonuna gelmiş olacağız. Geçtiğimiz sene olduğu gibi, bazı misafirlerimizin seyahatlerini uzatma ihtimali olsa da, bizler için BUgezi Amerika 2016 sona erecek.

Hiçbir tur operatörünün, mevcut hiçbir takviminde asla bir benzerini bulamayacağınız bu iddialı BUgezi programına gitmeyi düşünürseniz,

gecikmeden bizimle temasa geçmenizi öneriyorum. Yukarıda da yazdığım gibi, kısıtlı bir kontenjanla gerçekleştireceğimiz “BUgezi”mize katılmak ve avantajlı ödeme koşullarından faydalanmak için acele edin.

Her zaman yaptığım gibi sizleri, çok özel yurtiçi ve yurtdışı BUgezi faaliyetlerimizi yakından takip etmeye ve katılmaya davet ediyorum.Yine hepinizi, son dönemde hayata geçirdiğimiz BUtarım, BUgayrimenkul, BUBA ve daha birçok yeni platform ile birlikte, tüm amacı Boğaziçi markasını daha da yukarılara taşımak olan BÜMED faaliyetlerinde daha fazla görmek istiyoruz.

Gezi faaliyetlerimizle ilgili olarak, ayrıntılı bilgi ve ön rezervasyonlar için:0212 359 58 13 [email protected]

Bi lg i ve Önkay ı t i ç in : 212 - 359 5813 / bugez [email protected] . t r

Tarih:

işbirliği ile

BU gezi &

12 - 19 Haziran 2016 • 13 - 14 Haziran Boston ( HARVARD & M.I.T. )• 15 Haziran New Haven ( YALE )• 16 - 18 Haziran New York ( COLUMBIA & NYU )

Katılım Bedeli:18 Mart 2016’ya kadar geçerli Üye: 2.975 $ (İki kişilik odada kişibaşı)Misafir: 3.375 $ (İki kişilik odada kişibaşı)Tek Kişilik Oda Farkı: 1.100 $

6 Gece / 7 Gün

BÜMED, Harvard ve MIT Alumni, Association of Yale Alumni, Columbia ve NYU Alumni Association işbirliği ile

Rüya gibi 3 şehirle birlikte, Amerika’nın en iyi 5 üniversitesini birden dolaşıyoruz...

www.bumed.org.tr

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumed

HARVARD / M.I.T. / YALE / COLUMBIA / NYUkampüslerini keşfediyoruz.

HARVARD / M.I.T. / YALE / COLUMBIA / NYUkampüslerini keşfediyoruz.

B24

Page 27: boğaziçi 50

Bi lg i ve Önkay ı t i ç in : 212 - 359 5813 / bugez [email protected] . t r

Tarih:

işbirliği ile

BU gezi &

12 - 19 Haziran 2016 • 13 - 14 Haziran Boston ( HARVARD & M.I.T. )• 15 Haziran New Haven ( YALE )• 16 - 18 Haziran New York ( COLUMBIA & NYU )

Katılım Bedeli:18 Mart 2016’ya kadar geçerli Üye: 2.975 $ (İki kişilik odada kişibaşı)Misafir: 3.375 $ (İki kişilik odada kişibaşı)Tek Kişilik Oda Farkı: 1.100 $

6 Gece / 7 Gün

BÜMED, Harvard ve MIT Alumni, Association of Yale Alumni, Columbia ve NYU Alumni Association işbirliği ile

Rüya gibi 3 şehirle birlikte, Amerika’nın en iyi 5 üniversitesini birden dolaşıyoruz...

www.bumed.org.tr

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumed

HARVARD / M.I.T. / YALE / COLUMBIA / NYUkampüslerini keşfediyoruz.

HARVARD / M.I.T. / YALE / COLUMBIA / NYUkampüslerini keşfediyoruz.

Page 28: boğaziçi 50

BÜMED’in ev sahipliğinde Güney Kore, Japonya ve Çin’in en önemli merkezleri, yaşam tarzları ve geleneklerinin profesyonel rehberler tarafından anlatıldığı söyleşi 27 Kasım 2015 tarihinde BÜMED Mustafa Kemal Atatürk Salonu’nda gerçekleştirildi. İlk olarak, 19 senedir Türkiye’de yaşayan Hyun Chul Kim, Güney Kore’yi katılımcılara anlattı. Türkiye’de Ege ismini kullandığını belirterek sözlerine başlayan Kim, Güney Kore’nin coğrafi konumundan başlayarak tanıtımını yaptı. 52 milyon nüfuslu ülkenin Samsung, LG, Hyundai ve Kia gibi dev markalara sahip olduğunu vurgulayan Kim, Güney Kore’nin dünya ekonomisindeki yerine değindi. Konuşmasında tarih, Türkiye-Güney Kore ilişkileri, Kore Savaşı gibi başlıklara da yer veren Kim, Türkiye’nin Güney Kore için kardeş olarak nitelenebilecek yerini dile getirdi. Söyleşide yemek kültürüne dair ilginç detaylar da vardı. İlgili restoranlarda her masada bir mangal sistemi olması, etin makasla kesilmesi, ekmek olmaması, çatal kullanılmaması, içkinin hep başkası tarafından koyulması bu detaylardan birkaçıydı.

Kore’yi bir turizm destinasyonu olarak tanıtmayı amaçlayan Kore Turizm Organizasyonu adına da Sayın

Doğa Konukman görüşlerini şöyle aktardı: “Koreliler ile ilgili en çok ilgimi çeken yönleri paylaşımcı olmaları. Yemek yerken siparişler masanın ortasına gelir ve herkes paylaşır. Bireysel porsiyonlar yok. Paylaşım kültürü hayatlarında çok önemli bir yer tutuyor. Bir de çok büyük bir otel zinciri var ve otel odalarında Goethe’nin Genç Werther’in Acıları kitabı bulunuyor. Bu zincirin adı Lotte. Sanata çok önem veren bir ülke Güney Kore. Beni en çok etkileyen ise Kore’de ihtişamın içinde sadeliğin

olması.” Kore Havayolları adına Sayın Erdal Yazıcı ‘nın servis, filo ve uçaklarla ilgili kısa bilgilendirmesinin ardından katılımcılar hem Güney Kore hakkında hem de nasıl seyahat edileceği konusunda detaylı bilgi edinmiş oldular.

Etkinlikte Güney Kore sunumlarının ardından Teoman Cimit ’89 Japonya sunumunu gerçekleştirdi. Japonya’nın dünya tarihi içerisindeki yerini anlatarak sunumuna başlayan Cimit, ülkedeki sanayi ve ticaretin gelişimine de değindi. Öğrencilik yıllarından itibaren fotoğraf çektiğini belirten Cimit, Japonya anlatımına kendi fotoğraflarını açıklayarak devam etti. Tokyo, Osaka, Kyoto gibi şehirlerdeki insanları, çalışma yaşamını, kültürü, festivalleri, hayvanseverliği, turistik yerleri, bitki çeşitlerini ve yemekleri fotoğraflar eşliğinde dinleyen katılımcılar, Japonya hakkında detaylı bilgi edinme şansı yakaladılar.

Uzakdoğu rotalarının sonuncusu ise Çin oldu. Can Yolaç’ın keyifli anlatımıyla başlayan sunumda misafirler hem tarihsel hem turistik hem de sosyal açılardan Çin hakkında bilgi edindiler. Dünya’daki en kalabalık ülke olması, dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olması ve dünyanın en geniş üçüncü coğrafyası

BÜMED EV SAHİPLİĞİNDE UZAKDOĞU ROTALARI SÖYLEŞİSİ

B26

Page 29: boğaziçi 50

olmasıyla Çin’in birinci, ikinci ve üçüncü olduğu yönlerini açıklayan Yolaç, fotoğraflar aracılığıyla Pekin, Şanghay şehirlerini ve kırsal kesimi, Tiananmen Meydanı, Terrakotta Ordusu gibi önemli noktaları, sosyal yaşamı ve yapıları katılımcılara aktardı.Kore Havayolları’nın sponsorluğunda yapılan etkinlikte Hyun Chul, Kim, Teoman Cimit ’89 ve Can Yolaç’ın sunumlarının ardından çekilişle hediyeler dağıtıldı ve ardından katılımcılar BÜMED BURC Bar'da Kore yemeklerinin ve içkisinin ikram edildiği kokteylde sohbet etme imkânı buldular. Misafirler keyifli bir akşamın ardından organizasyon ekibine teşekkür ederek BÜMED’den ayrıldılar.

B27

Page 30: boğaziçi 50

Boğaziçi Network Birimi tarafından düzenlenen Sectors Together Private Investment etkinliği 17 Aralık Perşembe günü saat 19:30’da BÜMED Mustafa Kemal Atatürk Salonu’nda gerçekleşti. Sektör çalışanlarını, alana ilgi duyan mezunları ve öğrencileri bir araya getiren etkinliğe katılım oldukça yoğun oldu. Etkinliğin başında söz alan BÜMED Genel Sekreteri Emre Kazancıoğlu ’95 Sectors Together etkinlikleri hakkında kısaca bilgi verdi ve Sectors Together çatısı altında daha önce birbirinden farklı pek çok alanda bir araya gelindiğinden bahsetti. Ardından, Cüneyt Başaran’ın (’98) moderatörlüğünü üstlendiği ve Gökhan Arıkoç ’99, Alp Güler, Erhan Z. Kılıçözlü ve Burak Dalgın’ın (’99) katılımcı olduğu panele geçildi.Panele, Darby Private Equity’de Yönetici Ortak olarak görev yapan Burak Dalgın “Private equity investment nedir?” soruna cevap vererek başladı. Private equity investment’ı birtakım kurumların ve varlıklı insanların paralarını uzun süreli yatırmak istedikleri bir yöntem olarak tanımlayan Dalgın, bu alanda üç önemli oyuncudan bahsetti: limited partner (LP), general partner (GP) ve şirketler. Dalgın, bu önemli rolleri olan alanların ana işlevlerini anlattıktan sonra, Pera Capital

Partners’ta direktör olarak görev alan Gökhan Arıkoç söz aldı ve şirketlerle nasıl bir süreç yönettiklerinden, büyümekte olan şirketlerin sermaye ihtiyaçları olduğundan, şirket içi ortaklık değişimlerinin neden olduğu etkilerden bahsetti. Dolayısıyla, söz konusu olanın her zaman sadece sermaye olmadığını, ortaklıkların değişimlerinin de etkili olduğunu vurguladı. IIG İstanbul Investment Group Direktörü Alp Güler ise Başaran’ın belirli bir aşamaya gelmiş şirketlere para yatırmanın dışında başka hizmetler de sunup sunmadıkları üzerine olan sorusunu yanıtladı ve daha kurumsallaşmaya giden bir yapı olduğunu ve bu nedenle şirketlerin gelişmek için paranın yanı sıra başka destekler de talep ettiklerinin altını çizdi. İlk turun sonunda söz alan ACT Venture Partners’ta Yönetici Ortak olan Erhan Z. Kılıçözlü kendi alanında “venture capital” olarak hangi sektörlerde çalıştıklarını, sektörün yapısını anlattı ve Türkiye’deki teknolojilerin ticarileştirilmesine yatırım yaptıklarını; bir numaralı partnerlerinin ise Boğaziçi Üniversitesi olduğunu belirtti. İkinci turda ise sektörün daha detayına inilerek, şirketlere nasıl yönlendirmelerde bulunulduğu, bu sürecin her zaman yürüyüp

yürümediği, kurumsallaşmanın nasıl sağlandığı, şirketlerin finansal yönetim gibi desteğe ihtiyaç duydukları noktalarda devreye nasıl girileceği gibi başlıklar altında konuşuldu. Daha sonra istatistiki bilgilerin açıklanma durumu, Türkiye’de rakamların sektörel bazda nasıl olduğu sorgulandı. Yatırım yapılacak paranın nasıl temin edildiği de bu turda ilgi çeken konulardan oldu. Bu bağlamda sektörün geçmişine değinen konuşmacılar, sektörün hangi beklentileri karşılaması gerektiğine de dikkat çektiler. Türkiye’deki durumu da değerlendiren konuşmacılar, sektörün Türkiye’de gelişmesi için gereken durumların altını çizdiler. Panelin ardından gerçekleşen soru-cevap kısmı oldukça renkli geçti ve katılımcılar merak ettikleri konuları sektörün önde gelen isimlerinden birebir öğrenme fırsatı yakalamış oldular.

Katılımcı ve dinleyiciler etkinliğin ardından BÜMED BURC Bar’da düzenlenen kokteyl ile geceye devam ettiler ve sektörden farklı isimlerle tanışma ve konuşma fırsatı elde ettiler.Geceye dair kısa görüşleri sizlerle paylaşıyoruz:

SECTORS TOGETHER PRIVATE INVESTMENT

B28

Page 31: boğaziçi 50

Mehmet Dolgan ’01Bilgisayar Mühendisliği

Bölümü mezunuyum, BÜMED Yönetim Kurulu Üyesiyim. Her zamanki

gibi çok bilgilendirici, aynı zamanda çok eğlenceli ve tüm Boğaziçililerin, BÜMED ailesinin bir araya geldiği, kaynaştığımız

çok güzel bir bilgilendirme oturumu oldu. Az önce katılımcılarımızla konuşuyorduk; onlar da aynı şekilde çok keyif aldıklarını

belirttiler. Sectors Together oturumlarını devam ettireceğiz,

daha iyi noktalara gelsin istiyoruz.

Gökhan Arıkoç ’99

İlk defa katılıyorum. Dinleyiciler için yararlı geçtiğini umuyorum.

Vedat AlçeŞirketimizin direktörü

olan Gökhan Arıkoç’u bu panelde dinlemekten büyük

keyif aldık. Aynı sektörün diğer temsilcilerinin görüşlerinin de paylaşıldığı bu panel oldukça

verimli geçti. Organize eden tüm kurumlara ve paydaşlara

teşekkür ederiz.

Ayla TuralBenzeri gecelerin

tekrarlanmasının yararlı olacağı düşüncesini paylaşıyoruz.

Bilgi birikimi ve tecrübesi olan, alanında uzman isimlerin gelip

bizimle tecrübelerini paylaşmaları ve network oluşturulması anlamında sağlanmış olan altyapı açısından

yararlı bir etkinlik olduğu kanaatindeyim.

Burak Dalgın ’99

Gayet iyiydi, çok memnun kaldım. Hem panelist

arkadaşlar hem de sorular ile çok güzel bir

konuşma oldu.

Merve Akgün ’11

Çok güzel geçti, gayet verimli bir panel oldu. Gerek

konuşmacılar gerekse moderatör konu hakkında gerçekten bilgiliydi.

Bence faydalı ve keyifli bir etkinlikti.

B29

Page 32: boğaziçi 50

Özgü Özalp ’12Panel gayet güzel ve

bilgilendiriciydi. Güncel konuların konuşulması

önemliydi. Bu tarz etkinliklerin devam etmesini

istiyorum.

Burag Gürden ’15

Ekonomi Bölümü mezunuyum. Soru-cevap kısmına yetişebildim. İnteraktif olması çok hoş oldu. Bu

alan aslında çok bilinmedik bir saha, bilgilendirme açısından önemli.

Soru-cevap kısmında bu anlamda çok önemli sorular vardı. Bu tip organizasyonların daha çok ve

söyleşi tarzında yapılması çok önemli.

Melda Ejderoğlu

Koç Üniversitesi mezunuyum. Panel benim açımdan çok verimli

geçti; çünkü çok hâkim olduğum bir alan değildi. En azından temel bilgileri edindim. Katılımcılar ve konuşmacılar

sayesinde etkinlik çok keyifli geçti. Çok güzel bilgi verdiklerini düşünüyorum. Bir dahaki

etkinliklere de katılmak istiyorum.

14 - 19 MAYIS 2016Diyar-ı ENDÜLÜS

• Malaga • Granada• Cordoba • Sevilla • Cadiz

• Ronda • Marbella • Purto Banus

15 - 20 MART 2016

Kutsal TopraklarİSRAİL

• Tel Aviv • Caeserea • Hayfa • Akka • Tiberias

• Golan Tepeleri • Nasıra • Kudüs • Masada • Lut Gölü

• Beytüllahim • Yafa

29 NİSAN - 8 MAYIS 2016

KÜBA Tek Başına Bir Ada...

• Havana • Santiago de Cuba • Bayamo • Camagüey • Trinidad

• Cienfuegos • Santa Clara

işbirliği ile

BU gezi &

www.bumed.org.tr

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumed

Bi lg i ve Kay ı t i ç in : +90 (212) 359 58 13 / bugez [email protected] . t r

B30

Page 33: boğaziçi 50

14 - 19 MAYIS 2016Diyar-ı ENDÜLÜS

• Malaga • Granada• Cordoba • Sevilla • Cadiz

• Ronda • Marbella • Purto Banus

15 - 20 MART 2016

Kutsal TopraklarİSRAİL

• Tel Aviv • Caeserea • Hayfa • Akka • Tiberias

• Golan Tepeleri • Nasıra • Kudüs • Masada • Lut Gölü

• Beytüllahim • Yafa

29 NİSAN - 8 MAYIS 2016

KÜBA Tek Başına Bir Ada...

• Havana • Santiago de Cuba • Bayamo • Camagüey • Trinidad

• Cienfuegos • Santa Clara

işbirliği ile

BU gezi &

www.bumed.org.tr

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumed

Bi lg i ve Kay ı t i ç in : +90 (212) 359 58 13 / bugez [email protected] . t r

Page 34: boğaziçi 50

Üniversitemiz Executive MBA Programı mezunları ve hocaları 18 Aralık 2015 tarihinde BÜMED’in ev sahipliğinde yeni yıla merhaba dediler. BÜMED BURC Bar’da gerçekleşen etkinliğe katılım yoğundu. İş hayatlarını, okul dönemlerini ve geleceğe dair planlarını birbirleriyle paylaşan EMBA mensuplarının, ortamda bulunmaktan dolayı duydukları keyif görülmeye değerdi.

Katılımcılara bir arada olmanın neler hissettirdiğini ve 2016 yılına dair hedeflerini ve beklentilerini sorduk:

EXECUTIVE MBA YENİ YIL BULUŞMASI

Sertaç Kanlı Yerlikaya ‘91:Yeni yıla Executive MBA mezunları, öğrencileri ve hocaları ile bir arada girmek hayal ettiğimden daha keyifli oldu. Emeği geçen herkese teşekkürler. Eylül ayından bu yana Executive MBA Programı'nın yöneticiliğini yapmaktayım. Bu seneki en önemli hedeflerimizden birisi 700 kişilik mezun grubumuza ulaşarak, onların hem ilham alacağı hem birbirini görerek bağlarını kuvvetlendireceği fırsatlar yaratmak. BÜMED ile düzenlediğimiz "Yeni Yıl Partisi" bu fırsatlardan sadece birisi. Mezunlarımızı "Çarşamba Akşamı Seminerleri"nde, hocalarımızla beraber "Sektör Kahvaltıları"nda ve eğlenceli diğer organizasyonlarımızda daha sık görmek istiyoruz. "Boğaziçi" markası bizi biz yapan ortak değer; bu markayı değeri ile taşımak için 2016’da görüşmek dileğiyle.

Alpaslan Yazar ’05: Bir araya gelmek çok keyifli, yeni başladık; ama şu anda gayet keyif alıyoruz. 2015 tatsızdı, 2016 daha keyifli geçsin, daha mutlu olalım, işler yolunda gitsin.

Barış Atadan ’11: Çok güzel bir etkinlik, zamanlaması da çok güzel. Ortam da iyi, katılımcılar çeşitli dönemlerden. Bu tip organizasyonlar olursa, katılımın da yoğun olacağını düşünüyorum. 2016 geçmiş dönemler kadar pozitif olmayabilir. Hem şirketler hem de bireyler için; ama göreceğiz hep beraber.

Kadir Deniz ’13: Gayet keyifli bir organizasyon, emeği geçen arkadaşlara çok teşekkür ederim. Klas bir ortam, biraz önce Barış Bey’in de söylediği gibi farklı dönemlerden insanların ilişki kurabileceği, birbiriyle tanışabileceği güzel bir ''network'' ortamı olmuş. 2016’ya dair düşüncelerimi soracak olursanız, Türkiye’de yaşıyoruz ve ne yazık ki yarınımızı çok net göremiyoruz; ama her zaman umutlu olma taraftarıyım.

Murat Eser ’06: Organizasyon çok keyifli, planlayarak gelen arkadaşlar dışında sürpriz dostları görmek çok güzel. 2015 çok kolay bir yıl değildi; ama 2016’ya ben daha olumlu bakıyorum; bence daha iyi bir konjonktür olacak, ekonomik konjonktür daha büyüyecek. Olumlu ve güzel bir yıl diliyorum herkese.

Prof. Dr. Yeşim Toduk: Mutluyum; yılbaşına böyle girmek çok zevkli. Her yıl yapmanızı diliyorum. Birçok gencin ne kadar umutla bu programla yetiştiğini görüyorum ve başarılarına tanık oluyorum. Bu da programın ne kadar güzel hazırlandığını gösteriyor; emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. 2016 inşallah savaş değil, barış yılı olur.

B32

Page 35: boğaziçi 50

Yrd. Doç. Dr. Gökmen Karadağ '95: 2016’ya dair beklentilerim, akıl, sağduyu ve barış. Bir de evrensel standartlarda ifade özgürlüğü. Çünkü inandığımız değerler ve kriterler konusunda bir yanda evrensel standartlar var, diğer yanda çarpıtılmış ve yaygınlaştırılmış algılar var. Executive MBA, üst düzey yönetici adayı yetiştirme programı. Bunu Boğaziçi farkıyla yapmak, özel sektöre yönelik bir çalışmada en üst düzeyde evrensel standartlarda ilerlemek. Tam da son yıllarda kamuda sıkıntılı bir hâl aldığına inandığım bir konu. Bu programın yönetimini şu anda Sertaç Yerlikaya yürütüyor. Hem İzmir Fen Lisesi’nden hem de BÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden dönem arkadaşım. Gururla takip ediyorum.

Ömer Karabacak: Daha mezun olmadım, Executive MBA’de okuyorum, bu sene başladım. Eşim Muazzez ile geldik. O da Sabancı Üniversitesi IT yüksek lisans mezunu. Güzel bir ortam. 2016 yoğun bir yıl olacak bizim için; yüksek lisansa devam ediyoruz.

Ali Osman Aydın ’15: Çok faydalı bir etkinlik; tabii ki Executive MBA programının, içeriği, dersleri, Boğaziçi Üniversitesi’nin kalitesinin yanında ''networking'' ile de çok ön plana çıkması gereken bir program olduğunu düşünüyorum. Buraya katılmamın temel sebeplerinden biri de buydu. Kendi içimizde o ''networking''i çok güzel sağladık. Açıkçası kişisel olarak her birimiz kendi dar sektörlerimizin dışına çıkarak, birçok sektörden arkadaş edindik. Pek çok sektörden insanın değişik perspektifleriyle karşılaşmış olduk. En az hocalardan öğrendiğimiz kadar, okulun bize kattıkları kadar arkadaşlarımızın bize kattıkları da çok önemliydi. Bunu diğer dönemlerle de birleştirebilirsek hiyerarşik olarak, daha çok faydasını göreceğiz diye umuyorum. Bu organizasyonların sıklıkla devam etmesini dileriz. BÜMED’in organizasyonları çok yoğun; ama Executive MBA’e yönelik olarak özellikle çalışma hayatından bireyleri bir araya getirerek, birbirleriyle hem iş dünyasına dair görüşlerini paylaşmaları hem de iş olanakları konusunda kapıları daha çok bizlere açabilecek unsurları da bir araya getirmeleri bizim için çok önemli, devamını diliyoruz. Executive MBA Programı’yla birlikte kariyerimde ciddi bir sıçrama yapmayı planlıyordum. Şu an için kendi içinde bulunduğum grupta bu sıçramayı gerçekleştirdim; ama bana kattığı düşünce sistematiğini hayatımın birçok alanında kullanmaya başladığımı sezinliyorum. Amacım tam da bu program beni hayatımda istediğim yere getirdi dediğim dönem, sanıyorum ki teknoloji sektörüne geçiş yapmamla gerçekleşecek. Eğer onu gerçekleştirebilirsem bana kattığı teorik, felsefi düşünce sistematiğinin yanında, pragmatik değerini de görebileceğim diye düşünüyorum.

Evren Dindiren Dönmez ’03: Herkesin bir araya gelmesi açısından güzel bir etkinlik olduğunu düşünüyorum. 2016 da umarım 2015’ten daha iyi bir yıl olur.

Murat Kaan Güneri ’88:Benim kendi danışmanlık firmam (MKG ve Ortakları) var; Executive Search ve liderlik hizmetleri üzerine. Bu akşam davetli olarak geldim, dolayısıyla bir Executive MBA’im yok. Ama ilk kez böyle bir grupla tanışıyorum. Benim dikkatimi çeken şu: Ben 1988 mezunuyum, dolayısıyla okulumuzda bir Executive MBA olduğunu biliyordum; ama diğer MBA’ler arasındaki “ranking”i bilmiyordum. Bugün hocalarımdan bir parça bilgi aldım. Benim ağırlıklı alanım Information Communication Technology ve Profesyonel Hizmetler. Dolayısıyla çok ihtiyaca cevap veren programlar yaratmış okulum; ben de carrieer coaching seanslarımda, executivelere programı önereceğim.

Prof. Dr. Vedat Akgiray: 2016’nın 2015’ten çok daha iyi bir sene olacağından eminiz, 2017 daha da iyi olacak. Benim gençliğe tavsiyem hep böyle düşünmeleri. Dolayısıyla bu sene okul olarak iyi geçti, birtakım yeniliklerin tohumlarını ektik, seneye inşallah meyvelerini görmeye başlayacağız. EMBA hep canlı; farklı sektörlerden, farklı deneyimlerden genç arkadaşlar öğrenmeye açıklar, güncel olmak istiyorlar, kariyerlerinde yükselmek istiyorlar, bunu da böyle neşeli ve samimi bir ortamla birleştirince, verimli olduğunu düşünüyoruz. Yani sırf ders değil, genel bir eğitim olarak bakarsak, iyi gidiyor.

B33

Page 36: boğaziçi 50

FERHUNDE ÖZBAY ANISINA AİLE, KENT VE NÜFUS

11 Aralık Cuma günü Rektörlük Konferans Salonu’nda Sosyoloji Bölümü organizatörlüğünde Nisan ayında kaybettiğimiz çok değerli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ferhunde Özbay Anısına Aile, Kent ve Nüfus etkinliği gerçekleştirildi. Buluşmada, Özbay’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan ve 30 yıllık bir dönemi kapsayan makalelerinin yer aldığı “Dünden Bugüne Aile, Kent, Nüfus” kitabının içeriği ve anıları Alan Duben, Ayşe Durakbaşa, Tuğçe Ellialtı, Nadire Mater, Cenk Özbay, Nükhet Sirman ve Arzu Ünal tarafından katılımcılarla paylaşıldı. Bölüm Başkanı Doç. Dr. Ayfer Bartu Candan’ın sunuşuyla başlayan etkinlikte Candan, “Ferhunde hocanın kaybı hepimiz için büyük bir boşluk. Onunla ilgili söyleyebileceğimiz her şey eksik ve yetersiz kalacak elbette ama onu anmanın, bizlerde bıraktığı boşluğu bir nebze olsun doldurmanın bir yolunun, Ferhunde Hoca'nın bizlere ve akademiye yaptığı katkıların yayımlanan kitabı vesilesiyle hatırlamak ve tartışmak olduğunu düşünüyorum,” sözleriyle duygularını ve buluşmanın amacını dile getirdi. Konuşmacıların Ferhunde Özbay ile ilgili hem kişisel anılarını hem de akademik çalışmalarındaki paylaşımlarını anlattıkları etkinlikte,

değerli hocamızın yalnızca sosyal bilimciler alanında çalışanların değil, fen bilimleriyle ilgilenen kişilerin hayatlarına da önemli katkıları olduğu anekdotlarla aktarıldı. Ayrıca Ferhunde Hoca'nın “öteki kadın, demografi, evlatlık, nüfus sosyolojisi, aile, devlet antropolojisi, feminizm ve göç” gibi birçok çalışma alanına yepyeni sorular ve açıklamalarla sunduğu katkıların

önemi vurgulandı. Rektörümüz Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu’nun da duygularını paylaştığı anma programı, akademisyenlerin ve öğrencilerin Ferhunde Özbay ile ilgili duygu ve düşüncelerini paylaştıkları video gösteriminin ardından, katılımcıların duygu yoğunluğu içinde salondan ayrılmasıyla sona erdi.

B34

Page 37: boğaziçi 50
Page 38: boğaziçi 50

BUgezi’nin pek çok organizasyonunda bizlere rehberlik eden Sayın Mert Taner ‘96 ile BÜMED ile gerçekleştirdiği işbirliği, ileriye dönük projeleri, Türkiye ve yurtdışındaki favori destinasyonları hakkında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Türkiye’nin tarihi ve kültürel zenginliğine işaret eden Taner’den yeni noktalar öğrenme fırsatı da yakaladık. Röportajımızı beğenerek okumanızı diliyoruz.

Sizi tanıyabilir miyiz lütfen?

Doğduğum günden beri seyahat etme tutkusuna sahip, yeni yerleri keşfedip bunları paylaşmayı seven biri oldum. Çocukluğumda İzmir Kemeraltı ve Havra Sokağı’ndaki tüm tarihi mekânları ezbere bilir, Kızlarağası Han'ın restorasyonundan önce içinde esnafın çırakları ile saklambaç oynardım. Dokuz yaşında ilk defa Efes Antik Şehri’ne gittiğimde kendimi Romalı Centurio zannetmiştim. Boğaziçi'ne geldiğimde ise ilk rehberlik deneyimim Recep Akıcı ve Refik Erzan hocalarımızın sayesinde Oxford ve Cambridgelı kürekçileri Kapalı Çarşı ve Ayasofya'ya götürmem oldu. Aman Allah’ım, sabah akşam antrenman, arada da oturup Ayasofya mimarisi çalışmak...Bu küçük tecrübeler 1994 yılında Turizm Bakanlığı’nın açtığı sınavla İstanbul Bölgesel Rehberlik brövemi almama sebep oldu ve turizmin o renkli dünyasına girdim. 1996-1999 arasında kurumsal camiada görev alsam da rehberlikten hiçbir zaman kopmadım. 1999 yılından beri turizm camiasında hem ülkesel lisanslı rehber hem de yönetici olarak görev yapmaktayım.

BUgezi ile işbirliğine girme sürecinizi anlatabilir misiniz?

BUgezi fikri, hem bölümden hem de eski ev arkadaşım, BÜMED Genel Sekreteri Emre Kazancıoğlu’nun, bir karşılaşmamızda, “Yeter Amerikalıları dolaştırdığın, arada boş kaldıkça bizi de dolaştırsana!” şeklinde yaptığı bir serzeniş ile ortaya çıktı. 2013 senesi boyunca, Emre'nin sürekli bir tacize dönüştürdüğü bu talepleri sonucu ciddi olduğunu anlayarak, o zamanki BÜMED Üye İlişkileri Departmanı’nın müthiş ekibiyle oturup bir beyin fırtınası gerçekleştirdik ve BUgezi ortaya çıkmış oldu.“Boğaziçililere Özel Tur” amacı ile ilk olarak 2013 Aralık'ta “Mimar Sinan'ın İstanbul’u”, daha sonra da 2014'te “Justinyanus'un Ayak İzlerinden Bizans Constantinopolis'i” turlarını düzenledik. Gerçekten çok başarılı geri dönüşler aldık. Daha sonra 2014 ve 2015'te bu güzergâhların üstüne “Beyoğlu”, “Edirne”, “Kariye Müzesi, Ayvansaray, Balat ve Fener” turlarını ekledik. O sırada “outgoing” turlarında uzmanlaşmış CTC Travel kadrosunu BÜMED ile tanıştırdık. Çok başarılı Küba, Toskana ve Sicilya turları organize ederek mezunlarımıza bu özel destinasyonları farklı bir şekilde tanıttık.

Türk gezgininde seyahat kültürü var mı?

Öncelikle şu farkı ortaya koymak lazım: Gezgin ile turist arasında ciddi bir fark vardır. Turistin amacı, o destinasyonu minimum risk alarak ve kendi “comfort zone”undan ayrılmadan, “must see”lerini yapıp bitirmektir. Gazetelerin tatil eklerinde fersah fersah ilanlarla bu beklentiye sahip turistlere yönelik tur yapan onlarca organizasyon var. Bu tür paketlerin en güzel yanı, tur eskortlarının yanlarında 20 kg siyah zeytin ve en az 30 kg tam yağlı beyaz peyniri de getirmeleri.Gezginin en önemli hedefi ise lokal tecrübedir. Eger Tanzanya’da isen, papaya ve mango ile kahvaltı

yapmak, Stone Town'ın sokaklarında Freddie Mercury'nin “I want to break free”sini dinlemek ya da Taormina-Sicilya’da 400 yıldır halen devam eden kukla şövalye tiyatrosuna gitmektir. Bangkok'ta Wat-Po'da gerçek Thai masajını 75 yaşındaki rahipten almaktır. Sürprizlere açıktır gezgin. O gün gerekirse aç kalacağını bile bile, o destinasyondaki o özel lokal tecrübeleri kaçırmak istemez. Blarney Stone'u öpmek için belini incitme pahasına iki büklüm olur ya da Moğolların Meryemi Kilisesi’ni görmek için dizlerinin acısına rağmen o yokuşu çıkar.Artık Türkiye'de gerçek bir gezgin kitlesi var. Dersini çalışan, gideceği destinasyon hakkında araştırma yapan, nitelikli rehberler ve acentalarla özel turlar yapmak isteyen bir grup oluştu ülkemizde. Bu da bizim gibi profesyonel gezginler için bir keyif. Sevgili eşim -kendisi de profesyonel turist rehberidir- Mine Karahan Taner'in de dediği gibi “Bana nasıl seyahat ettiğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”

BUgezi’nin ileriye dönük çalışmalarını nasıl buluyorsunuz? Bu çalışmaların ne kadarında siz de bulunuyorsunuz?

Sektörün içerisinden, dünyayı takip eden bir profesyonel olarak, bence BUgezi'nin en büyük hedefi “Boğaziçi Style Travel” olgusunu oluşturmak olmalı. Bakın, dünyada çok oturmuş bir “alumni travel” konsepti var. Neredeyse bilinen bütün özel üniversitelerin mezun dernekleri aynı zamanda birer tur operatörü olarak çalışıyor. Tabii ki en az 30-40 yıllık tecrübeleri var bu konuda. Örneğin Northwestern Üniversitesi’nin Alumni Travel Departmanı’nda sekiz kişi tam zamanlı olarak çalışıyor. 51’i yurtdışı olmak üzere 61 ayrı destinasyona tur yapıyorlar. 2014 ciroları 6,4 milyon dolar. Ivy Leauge okullarında

“BUgezi’NİN EN BÜYÜK HEDEFİ ‘BOĞAZİÇİ STYLE TRAVEL’ OLGUSUNU OLUŞTURMAK OLMALI”

Elif Bakırlıoğlu ‘07

B36

Page 39: boğaziçi 50

Mert Taner

B37

Page 40: boğaziçi 50

bu rakam çok daha astronomik seviyelere ulaşıyor. Brown Üniversitesi her yıl iki farklı tur kataloğu yayımlıyor, yedi ayrı tur operatörü ile çalışıyor. UCLA, Amerika’nın bilinen tur operatörü Road Scholar firması ile 60’tan fazla ABD içi destinasyonuna tur çıkartıyor. BUgezi bu çalışmaların daha en başında. Fakat BÜMED’in ve BUgezi’nin en büyük avantajı, etkileşimde bulunduğu çevrelerin hepsinin potansiyel gezgin olması. BÜMED’in tüm üyelerini kapsayan bir araştırma yapıp, gezginlerimizden nasıl bir seyahat felsefesi ve stratejisi bekledikleri konusunda bilgi toplaması gerekiyor. Bununla ilgili birçok farklı kriter var. Günümüzde serbest zaman, alışveriş olanağı, gece hayatı organizasyonu, daha merkezi konaklama, minimum otobüs zamanı gibi pek çok beklentisi var gezginlerin. Bunları ortak bir paydada toplayıp, Boğaziçi kültürüne uygun bir tarz yaratılması gerekiyor. Seçilen iş ortaklarının sadece güzel bir paket hazırlaması değil, aynı zamanda bizi tanıyıp Boğaziçi kültürünü anlamaları da çok önemli. Bir sonraki hedef bu olmalıdır ve biz de BÜMED ile birlikte bunu yapmaya çalışacağız.

Bunlara ilave olarak, turizmin farklı dallarında da BUgezi’nin ilerleyebilme potansiyeli var. Bunlardan en önemlisi, yurtdışındaki üniversitelerin mezun derneklerinin üyelerine kapsamlı Türkiye kültür turları organize etmek ki bu konuda da BUgezi ile çok ciddi

planlarımız var. BÜMED özellikle son dönemde, enerjik kadrosuyla “Event Management”ta çok başarılı ve tecrübeli. Bu da yakında ilgilenilmesi ve girilmesi gereken bir alan ve biz çok potansiyeli olduğuna inanıyoruz.

Türkiye’deki ve yurtdışındaki favori seyahat destinasyonlarınızdan bahseder misiniz?

Bakın, Türkiye dev bir deniz. Acaba kaçınız senede üç beş kez Bodrum'a gittiğiniz halde Etrim Köyü’nü ziyaret ettiniz ya da Sinasos Kapadokya'da eski bir Rum evinde şarap ve testi kebabı yediniz? Efes ören yerindeki Teras Evler halen bizleri bekliyor. Afrodisias, Mardin, Milas, Gaziantep, Ayvalık... Ülkemizde görülecek ve yaşanacak öyle çok destinasyon var ki seçmek çok zor. Yurtdışındaki en favori destinasyonlarım ise Sicilya, İrlanda

ve İran. Hepsinin kendine özel zengin kültürleri var ve insan faktörünün çok önemli olduğu muhteşem ülkeler.

Bir turizm profesyoneli olarak neden Türkiye’yi destinasyon olarak seçmemiz gerektiğini anlatabilir misiniz?

Uygarlıkların beşiği kabul edilen, çok zengin bir kültürel ve tarihi mirasa sahip olan Türkiye, eşsiz doğal güzellikleriyle birlikte değerlendirildiğinde, turizm potansiyeli bakımından dünyanın en önemli ülkelerinden biri durumundadır. Özellikle dünyada iki büyük dinin üç milyar civarındaki mensubunu ilgilendiren tarihsel olayların cereyan ettiği bir ülke konumundadır. Türkiye, Hristiyanlığın inanç çekim merkezlerine sahip bir ülkedir. Hz. İsa’nın öğretilerini yaymaya çalıştığı, ilk kiliselerin kurulduğu ve Hristiyanlık tarihinin en önemli olaylarının yaşandığı yerdir. Bu unsurlar, Türkiye’nin rekabet gücünü artırmakta ve onu diğer ülkelerden daha avantajlı duruma getirmektedir. Dünyada altıncı, Avrupa'da ise en çok turist çeken dördüncü ülkeyiz.

Son olarak neler eklemek istersiniz?

Seyahat etmek en güzel özgürlüktür, en büyük zenginliktir ve en özel ayrıcalıktır. Lütfen gezmekten korkmayın; gezelim keşfedelim hep beraber.

B38

Page 41: boğaziçi 50
Page 42: boğaziçi 50

TATLARIN VE KÜLTÜRLERİN BULUŞTUĞU BİR MEKÂN

Şenay Çınar ‘10, Yasemin Dut ‘10

Asmalımescit’te Anadolu yemeklerinin sunulduğu bir restoran var: Sahrap. Türkiye sınırları içerisindeki pek çok kültürü bir mutfakta buluşturmak adına 2015 yılında bu restoranı açan Sayın Sahrap Soysal ve oğlu Mehmet Soysal ’11 ile birlikte yemekleri ve yeni girişimleri üzerine çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Okurlarımız için kendinizi tanıtabilir misiniz lütfen?

Mehmet Soysal: Boğaziçi Üniversitesi Makina Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldum. Deloitte Danışmanlık’ta bir buçuk sene çalıştım. Okulumuzdan pek çok kişinin çalışmakta olduğu Roket İnternet isimli internet şirketine girdim. Orada dört ay çalıştım, sonra şirket kapandı. Ardından Doğuş Yayın Grubu’nda iki sene çalıştım. Sonra da restoran işine başladık; kariyerim 180 derece dönmüş oldu.

Sahrap ne zaman ve ne amaçla açıldı?

Mehmet Soysal: Mayıs’ın ortası gibi açtık. Annem zaten hep istiyordu; kendine ait bir yer açmak hep içinde vardı. İnsanlara yemek yedirmeyi çok sevdiği için de Türk yemekleri sunmak, Türk kültürünü, Türk yemeklerini özellikle turistlere iyi bir şekilde tanıtmak istiyordu. Bu yüzden turistlerin de yoğunlukta olduğu bir lokasyonda Türk mutfağı açalım dedik.

Sahrap Soysal: Ben ODTÜ mezunuyum. Bir ODTÜlü ve bir Boğaziçili olarak birlikte bu işe başlayalım dedik. Mehmet’e “Sen işletme kısmıyla ilgilenirsin, ben mutfakla,” dedim ve açtık restoranı. Hanımlar özellikle gündüzleri çok geliyor, akşamları müdavim olan turistler var. Çünkü onlar da Türk mutfağı deyince herhalde kebapçıya gitmekten sıkılmışlar. Menümüze Anadolu mutfağından örnekler de

ekliyorum yavaş yavaş. Misafirlerimiz,Anadolu mutfağından örneklere karşı ilk etapta çekingen bir tutum sergilediler. “Güzel; ama bunu her zaman yemeyiz,” dedi insanlar. Bizim arzumuz, köydeki yemeği şehre taşımak idi. Çünkü bunlar bizim kültürümüz, bir kimlik öğesi bana göre. Benim gibi bilenler de az sayıda, biz yapmazsak kim yapacak? Yanlış bir yaklaşım da olmasın istedik.

Siz kendi alanınız dışında çalışmaya nasıl ikna oldunuz?

Mehmet Soysal: Böyle bir proje bana çok mantıklı geldi. Yaş olarak 30+’ya biraz daha çok hitap eden, daha klasik bir yer olsun dedik. Başta çok koşturduk, yorulduk; çünkü işi bilmiyorduk hiçbir şekilde, altı ayda az çok oturttuk bir şekilde diyebilirim. Şu anda memnunuz.

Günümüzde yemek sektörüne ilgi yoğun. Hangi bölümden mezun olunursa olunsun aşçı

Sahrap Soysal ve Mehmet Soysal

B40

Page 43: boğaziçi 50

olmaya, restoran açmaya yönelen çok sayıda insan var. Bunun yarattığı rekabetle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Mehmet Soysal: Bence bu hem iyi hem de kötü. İyi bir şey; çünkü kaliteyi artırıyor, yani rekabet arttıkça kalite artıyor. Baktığınız zaman bundan 30 sene önce sadece balıkçı, kebapçı vardı, insanlar orta-vasat kalitede olsa bile daha iyisi olmadığı için restoranlara gidiyordu. Ama artık çok yer açıldı. İnsanlar yurtdışına gidiyor, yurtdışındaki lezzetleri Türkiye’ye getiriyor, burada deneysel yaklaşıp, kendileri yeni şeyler yaratıyorlar. Yani rekabet arttıkça damak tadı da arttı ve artmaya da devam edecek. O anlamda iyi. Aynı zamanda ben kesinlikle şeflerin öneminin de artacağına inanıyorum; çünkü aslında bu bir zanaat ve insanlar farklılaşmak için farklı şeyler yaratmak isteyecekler. O yüzden iyi bir yere gidiyor bence;ama herkesin de bu işe girmesi iyi değil. Çünkü açılan on restoranın sekizi kapanıyor bir iki sene içinde. Yani restorancılık çok zor bir iş aslında, çok operasyonel bir iş; damak tadını tutturmak, insanları çekmek… Bir de çok rekabet var. 20 sene önce olsaydı bir restoran açtığınız zaman çok fazla seçenek olmadığı için, belli bir seviyenin üzerindeyse zaten geliyordu insanlar. Şimdi ise çok zor, ben de annem istemeseydi hayatta bu sektöre girmezdim. Bir yandan da keyifli bir iş. Eğer aklında restoran açma fikri olan birisi varsa gerçekten bu işi çok seviyor olması lazım; yemek yapmayı, değişik tarifler denemeyi ya da yeni yemekler tatmayı gerçekten seviyor olması gerek. Bu işe yalnızca maddi bir kazanç ve kâr olarak düşünülüp girildiğinde batmak çok olası.

Menünüzü ne gibi kriterlerle hazırlıyorsunuz?

Mehmet Soysal: Annem zaten çok meraklı Türk mutfağına, yani nereye

gitse araştırır, yazar, konuşur şeflerle. Şeflerle birlikte iki üç aya yakın bir süre Ar-Ge yapıldı. Menüyü de düzenli aralıklarla değiştiriyoruz; mevsim şartlarından da dolayı. Kış menüsüne yeni geçtik bir ay önce. Şeflerimiz de aslında yeni yemekler denemeye oldukça meraklı. Yapıp bize getiriyorlar, biz de tadım yapıyoruz, beğendiklerimiz için “Bunu da ekleyebiliriz menüye,” diyoruz, ekliyoruz. Bu işte sürekli dinamik olmak lazım, heyecan olması lazım. İnsanlar burada güzel yemekler yerler; ama güzel yemekler kadar o heyecan da insanları cezbediyor. Biz de bu şekilde yaklaşıyoruz.

Sahrap Soysal: Menüyü hazırlarken Anadolu mutfağını daha çok baz aldım; çünkü ben Anadolu mutfağı

uzmanıyım, unutulan bazı yemekleri ortaya çıkaralım dedim. Yurtdışına gidiyorum, İngilizce olarak Anadolu mutfağını hem anlatırım hem de yüzlerce kişiye yemek yaparım. Mesela keşkek seminerleri veririz, konferansları yurtdışında çok meşhurdur. Frankfurt Kitap Fuarı’nın açılışını yaparım, Londra’da kitap fuarına davet ediliriz; çünkü artık fuarlarda mutfaklarda yemek kitapları olduğu için mutfak açılışları çok modern oldu. Pek çok şef geliyor, herkes ülkesini temsil ediyor. Çin’e kadar gittim, gidiyorum.

Menünüzdeki yemeklerden örnekler verebilir misiniz?

Mehmet Soysal: Türk mutfağının vazgeçilmezlerinden olan

B41

Page 44: boğaziçi 50

mezelerimiz var. Bunun haricinde daha klasik yemeklerimiz de var; yaprak ciğer, söğürmeli kuzu şiş, beğendili kebap, pide çeşitleri, lahmacun çeşitleri gibi.Mesela lemis pide diye bir pidemiz var; Anadolu yemeği aslında, patlıcanlı ve peynirli çok özel bir

pidedir. Bunun haricinde ev yapımı mantımız da var. Klasikle moderni harmanlamaya çalıştık açıkçası. Buraya meze ve rakı için de gelen çok insan oluyor. Onun dışında biraz daha sessiz sakin oturayım, güzel bir yemek yiyeyim, rahat rahat sohbet edeyim diye gelen insanlar da oluyor. siron isimli bir yemeğimiz var, o menümüzde yok; ama misafirlerimize ikram ediyoruz. Annem aslen Gümüşhanelidir, siron da bir Gümüşhane yemeğidir. Gümüşhane sironu diye geçer, kurutulmuş yoğurt ve özel bir yufkayla yapılan mantıya benzeyen bir yemek, değişik bir tat, ‘‘kurut’’ da diyorlar, misafirler genelde çok beğeniyor.

Sahrap Soysal: Şalgam dolması yaptım, keşirli pilavlar yaptım, baktım güzel; ama az önce belirttiğim gibi ‘‘Sahrap Hanım her zaman yemeyiz,’’ dediler. Bu sefer biraz daha geri çekilip, biraz daha herkesin yiyebileceği kıvamda yemekler hazırladım. Şiş yapıyoruz, şişin altına bizim kesme eriştemizi koyuyoruz. O erişteyi keş denilen Bolu’nun kurutulmuş yoğurduyla soteliyoruz. Yani yöresel içerikle çeşitlemeler yapıyoruz aslında. Ama bu modern Türk mutfağı değil, anneannelerimizin ninelerimizin yemeklerini biraz daha

güzel görünümle sunmak belki, garnitürlerini birbirlerine uydurmak gibi. Antakya’nın cevizli köftesi mesela, baş biberle yapılır. Orijinal tariflere sadık kalarak yapıyoruz. Topik ile ilgili çok çalıştık, çok iyi yaptık diyemiyorum; ama yine de Ermenilerin yaptığı topiğe yakın bir meze. Rumların taraması vardır balık yumurtasından. Yalnız ben taramayı barbadan öğrenmiştim, balık yumurtasından tarama yapıyoruz, çiroz koyuyoruz üzerine. Bunun gibi genelde hepsinin bir hikâyesi var. Gambilya bir tür çeltik, mercimek ile nohut arası bildiğiniz bakla; fava değil. Bunu Ege adalarında çok yapıyorlar. Zamanında Bodrum ve Muğla, Milas, Fethiye’ye kadar yüzyıllar öncesinde çok yenirmiş. Rumlar göç ettikten sonra bırakmışlar. Bodrum Belediye Başkanı’nın hanımı Hülya Kocadon’un gayretiyle biz bu çeltiği tekrar bulduk, getiriyoruz Bodrum’dan. Buna mesela Santorini adasına gittiğinizde fava derler ve çok severler Rumlar. Ortak bir kültür yemeğidir, menüye özellikle koymak istedim ve Egeli dedik adına. Fellah köftesi, bulgur köftesi ile Girit’in sebze kavurmasını buluşturmak gibi. Köpoğlu mancası, Trakya’dan; manca ise bir tür salata; Trakya’da bostanda ne yetişiyorsa karıştırırlar. Biz onu yoğurt sosla yaptığımız için

B42

Page 45: boğaziçi 50

köpoğlu mancası adı. Beyrut’ta, Şef Remzi isminde çok ünlü bir şef var, biz şeflerle de çok ortak çalışma yaparız. O şahane karidesli humus yapardı, benim aklım hep ondaydı, onu da menüye koyduk. Mantı evden geliyor. Uzun bacaklı erişte ya da perişkamız var. Perişka da Çerkezlerden gelme, Kafkaslar bilir. İç Anadolu’da Çankırı ve Ilgaz tarafında kare hamurlar keserler, onları da evde kesiyoruz.

Tabii böyle bir menü hazırlamak çok geniş bir bilgi birikimi gerektiriyor.

Sahrap Soysal: Tabii. Zaten bir bilgi ya da donanımım olmasa böyle bir yer açmayı hiçbir zaman düşünmezdim. Çünkü yemek özel olmalı. Bir hikâyesi olmalı, bir orijinalliği olmalı. Yoksa açalım bir kafe, açalım bir restoran, buna dünya mutfağı demek anlamsız. O daha kolay olurdu benim için. Çok da rahat satardım, ismim de var, herkes gelirdi; ama ben yaparsam böyle bir iş yaparım dedim. Amacım biraz da kültürü yaşatmak. Restorandaki kütüphanemizde yüzlerce yemek kitabı var. Kömür ızgaramız var;

Anadolu mutfağının kalbi kömürdür. Bir de taş fırınım var; taş fırınsız olmaz.

Internetteki yorumlara bizzat yanıt veriyorsunuz. Bu çok da rastlanan bir durum değil.

Mehmet Soysal: Evet, ben ilgileniyorum o sayfalarla. Bence misafir ilişkileri çok önemli. İnsanlar buradan memnun kalıp ayrılır o ayrı konu; ama insanlarla iletişim içerisinde olmak, onlarla ilgilenmek insanları mutlu ediyor. Biz sonuçta hizmet sektöründeyiz, işimiz de çok klasik bir şekilde tanımlarsak insan odaklı. O yüzden onlarla olabildiği kadar iletişim içinde olmaya çalışıyoruz.

Hiç mühendislik yapmayı düşünmediniz mi? Şu anki çalışmalarınıza eğitiminizin katkılarını nasıl yorumluyorsunuz?

Mehmet Soysal: Okurken mühendis olmayı düşünüyordum; ama sonra vazgeçtim. Staj yaparken mühendisliğin bana göre olmadığını gördüm, o yüzden vazgeçtim. Ama iyi oldu aslında makina mühendisliğini bitirmek. Analitik düşünme yeteneği

kazandım. İnsanlarla iletişim içinde olmayı da çok severim. Bu açıdan şu an yaptığım iş benim için güzel bir fırsat.

Sahrap Hanım, birikimlerinizi kitaplarınıza da aktardınız. Kitaplarınızdan da biraz bahseder misiniz? Şu an hangi konular üzerinde çalışıyorsunuz?

Sahrap Soysal: Bir Hitit kitabı çıkarıyoruz, Hitit yemek kitabı 4.000 yıl öncesinin yemeklerinden oluşuyor. Yıllardır çalışıyoruz üzerinde. 13 kitabım var, en son kitabım ise Kalaylı Kaplar Galaylı Yemekler. Bakır kapları tek tek tanımladım, onlarda pişen yemekler, onların hikâyeleri…

Işinizi tutkuyla yaptığınız anlaşılıyor gerçekten, her şey çok özenli olmuş.

Sahrap Soysal: Kimya Bölümü mezunuyum aslında. Sonrasında ise yemek uzmanı oldum; ama tutkuyla yaptığım bir iş, yoksa bu saatten sonra bu kadar uğraşmam. Sevmeden olmuyor. Bir savaşçı gibi olmak gerekiyor bu konuda.

B43

Page 46: boğaziçi 50

Konferanslara gidiyoruz, konuşmalar yapıyoruz. Türk mutfağının yüz akı olmaya çalışıyoruz. Bunu anlatacak insanlar olmalı.

Anadolu mutfağı çok zengin aslında değil mi?

Sahrap Soysal: Çok, dünyanın en zengin mutfaklarından biri; ama çok talihsiz bir mutfak,ne tanınıyor ne anlatılıyor. Döner, şiş kebap üzerinden tanıtılıyor. Onlar da çok güzel; ama onun ötesinde neler var bu ülkede...Bir de dünyada hikâyesi olan yemekler bir tek Anadolu mutfağında vardır.Yemeklere maniler yazılır, şiirler yazılır ve mitolojik hikâyeler atfedilir. Bunun yaygınlaştırılması hakikaten bir devlet politikası olmalı.

Üniversitede de ders veriyorsunuz değil mi? Şu anki çalışmalarınızdan söz eder misiniz?

Sahrap Soysal: Gastronomi bölümlerinde Anadolu mutfağı dersleri veriyorum; uygulamalı yapıyoruz. Çok fazla vaktim yok sürekli öğretmenlik yapamam dedim; ama onlara ara ara gidip işin püf noktalarını yani Anadolu mutfağını anlatıyorum. İstanbul ayrı bir mutfak, Bizans var, Roma var, Osmanlı var. Çeşitli etnik gruplar da var tabii; Museviler İstanbul’da, Ermeni çoğunluk İstanbul’da Rumlar öyle. Müthiş bir metropol mutfak çeşitliliği anlamında. Ama şimdi yemek üzerine müthiş araştırmalar yapılıyor, kitaplar çıkıyor, konferanslar yapılıyor bir araya geliniyor; yemek yükselen bir yıldız. Türkiye’de de öyle olmaya başladı, ben çok memnunum bundan. Televizyon programı var, gazete köşeleri var, burası var, kitaplar var, bir de Anadolu festivallerim var yemek yarışmaları için gittiğim. Festivallerde bizim gibi insanları görünce kadınlar çok hevesleniyor. Jüri başkanı olarak gittiğimizde yarışmaya girmeyeceği varsa da giriyor. Geliyorlar bana bilgi aktarıyorlar, ben de onları not alıyorum. Konuşuyoruz, yazıyoruz, çiziyoruz… Karşılıklı verimli bilgi alışverişinde bulunuyoruz.

Sahrap ve Mehmet Sosyal misafirleriyle birlikte

B44

Page 47: boğaziçi 50
Page 48: boğaziçi 50

ÇOK KATMANLI VE ÇOK BOYUTLU BİR MÜZİK

Müzik çalışmalarını hem besteci hem de icracı olarak yürüten, Doğu ve Batı enstrümanlarını bir arada kullanarak çok katmanlı bir müziğe imza atan Sayın Mehmet Ali Sanlıkol 2014 yılında BÜYEM'in İkinci Bahar Programı kapsamında ziyaret edilen Harvard Üniversitesi'nde konser vermişti. Dreams and Prayers albümüyle, A Far Cry orkestrasıyla beraber Grammy'de ilk beşe kalan Sanlıkol, aynı zamanda Emerson College ve College of the Holy Cross’ta akademik çalışmalarını sürdürüyor. Biz de kendisiyle Klasik Türk Müziği ile cazı birleştirdiği çalışmalarını ve hedeflerini konuştuk. Keyifle okumanızı dileriz.

Doğu ve Batı enstrümanlarını birlikte kullanarak, Klasik Türk Müziği ile cazı birleştiren çalışmalarınızın esin kaynağı nedir?

Bu tarz çalışmalarımın birkaç esin kaynağı var; fakat herhalde en başta mehter müziği geliyor; zira 2011 senesinde İngilizcesi The Isıs Press ve Türkçesi YKY’den çıkmış The Musician Mehters/Çalıcı Mehterler isimli bir kitabım mevcut. Klasik Batı Müziği, Caz ve Mehter müziği arasında yüzyılları aşan enteresan bir organik bağ var. Ancak mehter müziği deyince sadece kostümlü olarak ekseriyetle turistik icra yapan toplulukları düşünmenizi istemem. Her ne kadar ben de herkes gibi bu müziği en başta bu gibi topluluklar sayesinde işittiysem de, daha sonra neredeyse 10 sene kadar süren ciddi bir araştırma ve icra sürecinin sonunda bulunduğum noktaya

geldim. Dolayısıyla, benim müziğime esin kaynağı olan mehter günümüzde yaygın olarak bilinenden farklı. Zaten kitabımda da bu farklı ve unutulmuş mehter müziğine açıklık kazandırmaya çalışmıştım. Zira kitabıma refakat eden CD içerisinde de bu unutulmuş repertuvara dair bazı örnekler kendi kurduğum bir toplulukla icra edilmiştir. Öte yandan, çeşitli Türk tasavvuf müzik geleneklerinin de bana sık sık ilham kaynağı teşkil ettiğini belirtmek isterim.

Doğu ve Batı kültürlerini birbirine yakınlaştıran çalışmalarınız, Doğu'daki ve Batı'daki dinleyiciler tarafından nasıl karşılanıyor? Yaklaşım farkı ya da benzerliği gözlemliyor musunuz?

Genellikle dinleyicilerin her yerde büyük bir ilgi gösterdiklerini söyleyebilirim. Mesela, zurna ile trompet, saksafon gibi nefesli sazların yan yana durmasını hemen hemen herkes aynı derecede şaşkınlık ve coşku ile karşılıyor. Ancak bu coşkunun bilinçli bir tepki olduğunu söylemek güç. Netice olarak, zurnayı bu gibi nefesli sazlarla ilk kez yan yana getiren müzisyen de ben değilimdir. Ancak benim gördüğüm diğer çalışmalarda bu enstrümanlar özümsenmiş bir müzik lisanın içinde değil adeta şov amaçlı bir gösteride yan yana geliyorlar; üstelik bu gibi sığ projeleri ekseriyetle Klasik Batı müziği veya caz icra eden prodüktör ve müzik yönetmenlerinin ortaya çıkardığı da gözden kaçmaması gereken bir husus. Benim gördüğüm kadarıyla bu gibi çalışmaların derinlik kazanamamasının ana sebebi ise, bu projelerin başını çeken kişilerin temsil etmeyi seçtikleri müzik tarzlarının/lisanlarının sadece birine hâkim olmaları ile alakalı. Her ne

kadar internet çağının avantajlarını kullanıyor olsak da, YouTube’un varlığı biz müzisyenlerin herhangi bir müzikal geleneği öğrenmesini ciddi anlamda azaltmayacak. Nereden bakarsanız bakın bir müzikal lisanda yetkin bir icracı olabilmek en azından yoğun çalışılmış bir 4-5 sene gerektirir. Dolayısıyla, birden çok müzik lisanını “konuşabilen” besteci ve/veya icracıların varlığı artmış gibi gözükse de, bu lisanları cidden özümsemiş kimselerin varlığı esasında halen epeyce az. Bu durumun dinleyiciler tabanında da bir yansıması aynen mevcut: Bir Amerikalı için zurnanın, trompetin yanında durması ilginç bir durum teşkil ederken; Türkiye’de yaşayan bir sanatsever için de trompetin zurnanın yanında durması enteresan olabiliyor. Ortada benzer bir algı var esasında. Öte yandan, ben kendi yaptığım müziğin birden çok müzik lisanını özümsenmiş bir şekilde ortaya koyarak diğer “sentez” çalışmalarından ayrı durduğuna inanıyorum. Eminim bunu fark eden sanatseverler dünyanın her köşesinde mevcut. Ama şu sıralarda bu kişilerin bir azınlık teşkil ettiği de bir gerçek. Bu durumun değişip değişmeyeceğini önümüzdeki senelerde birlikte göreceğimizi düşünüyorum.

Müziğinizin arka planında ciddi bir akademik emek dikkat çekiyor. Doktoraya varan bir süreç söz konusu. İcracı olarak gerçekleştirdiğiniz çalışmalarda tüm bu akademik sürecin avantajlarını ve dezavantajlarını bizimle paylaşır mısınız?

Bahsettiğiniz akademik süreç benim Türkiye’nin çeşitli müzikal gelenekleri ve bunlarla ilintili tarihi derinlemesine çalışmama olanak sağladı. Nitekim eski yazı okumayı öğrenmek için

Yasemin Dut ‘10

B46

Page 49: boğaziçi 50

Mehmet Ali Sanlıkol

Page 50: boğaziçi 50

Harvard Üniversitesi’nde Cemal Kafadar ile çalışmam gerekmişti. Dolayısıyla, evvelce bahsettiğim özümseme sürecinin benim doktora senelerimde başlamış olduğunu söyleyebilirim. Bunun haricinde aynı zamanda dünyaca tanınmış bazı bestecilerle de çalışma fırsatı buldum ki tüm bunların çalışmalarıma yansıdığını düşünüyorum. Ben kendi açımdan akademik geçmişimin bana bir dezavantajı olmadığını düşünüyorum.

Grammy Müzik Ödülleri'nde finale kaldınız. Bu başarıyı bekliyor muydunuz? Grammy sizin için ne ifade ediyor?

Grammy’lerde bir başarı elde etmeyi arzu ediyordum; çünkü birden fazla çalışma ile aday adayı idim. Elbette çok sevindim ve bu başarının getirdiği prestijin bana şimdiden başka kapılar açtığını da söyleyebilirim; zira Carnegie Hall benden 1 Nisan 2016 tarihinde American Composers Orchestra tarafından icra edilecek yeni bir eser sipariş etti ki içinde solist olarak da yer alacağım.

Şu anki çalışmalarınızdan ve hedeflerinizden bahseder misiniz?

Şu sıralar ikinci caz orkestra albümümün post-prodüksiyon aşamasındayım. Bu albüm epeyce iddialı bir çalışma; içinde yıldız sanatçı olarak Anat Cohen, Dave Liebman, Tiger Okoshi ve dört Oscar ödüllü “Birdman” filminin de müziklerini yapan Antonio Sanchez yer alıyor. Bu albüm ile Grammy’lerde şansımı yine zorlayacağım. Öte yandan, Klasik Batı Müziği dünyasında ise Carnegie Hall için bestelemekle meşgul olduğum eserin yanı sıra "Othello in the Seraglio: The Tragedy of Sümbül the Black Eunuch” isimli “coffeehouse opera” projem de gündemde yer alıyor. Bu proje takriben dört beş senedir planladığım bir eserdi ve nihayet geçtiğimiz bahar aylarında Boston’da büyük bir başarıyla prömiyerini yaptık. Eser Shakespeare’in ''Othello''sunu 17. yüzyıl Osmanlı sarayının meşhur Kızlarağası Sümbül Ağa’nın trajedisi olarak yeniden yorumlarken erken İtalyan operası ve tiyatrosu ile Klasik Osmanlı Dönemi İstanbul

kahvehanelerinin meddahlık sanatını sentezliyor zira operamızda sürekli konuyu İngilizce olarak müziksiz bir biçimde aktaran meddah rolünde bir aktör var. Bu operanın asıl özelliği ise aktöre ek olarak sadece 11 kişi ile icra edilip Türk müziği saz ve sesleriyle erken Batı müziği enstrüman ve seslerini minimalist bir biçimde bir araya getirmesi. Evvelce bahsettiğim üzere son yıllarda bu gibi “sentez” projelere sık rastlanıyor diye düşünebilirsiniz; ancak ben bu operanın malum çalışmalardan en azından birkaç adım ötede bir sanat ortaya koyduğunu iddia ediyorum. Bilhassa operada yer alan “hybrid düet”lerin, yani iki farklı ses sanatçısının Türk ve Avrupa geleneklerinde simültane olarak icra ettiği pasajların, bir eşi benzeri olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu “coffeehouse opera”yı merak edenlerin YouTube’a “Othello in the Seraglio” yazarak hazırladığımız kısa bir trailer’i bulup izlemeleri mümkün.

B48

Page 51: boğaziçi 50

www.ViewSonic.com.tr/ ViewSonicTR

ViewSonic ağ destekli ve kablosuz sunum özellikli LightStream™ PJD6 kurumsal projeksiyon cihaz

serisi, XGA / WXGA çözünürlük, standart ve kısa mesafe lens seçenekleri, sınıfının en iddialı parlaklık ve

kontrast değerlerini birlikte sunuyor. LCD teknolojili cihazlarla eş atım oranına sahip olması sayesinde eski

cihazınızın monte yerini değiştirmeden bire bir değişim imkanı ile DLP Teknolojisine geçmenize olanak tanıyor..

Özel olarak tasarlanmış, PortAll HDMI yuvasına sahip opsiyonel WPG-300 kablosuz HDMI adaptörü

sayesinde tablet, akıllı telefon gibi mobil cihazlar üzerinden 8 kişinin aynı anda

sunuma katılmasına, kesintisiz video aktarımı yapılmasına, canlı sunuma katılmasına, kesintisiz video aktarımı yapılmasına, canlı

kamera bağlantısı ve çizim yapmasına olanak tanırken

günümüzün kurumsal toplantı odalarının ihtiyaçlarına yönelik

şık tasarımı ve geleceğe yönelik çözümlerini sunuyor.

Page 52: boğaziçi 50

TEŞVİK EDİLMESİ GEREKEN BİR SEKTÖR: TARIM VE HAYVANCILIKŞenay Çınar ‘10

Üniversitemiz İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunlarından ve BÜMED’de Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapmış Sayın Musa Galip Eroğlu ’78 ve okulumuzun Makina Mühendisliği Bölümü mezunu olan oğlu Sayın Ozan Eroğlu ’01 ile 2011 yılında kurdukları Arya Çiftliği hakkında konuştuk. Bunun yanı sıra ülkemiz için tarım ve hayvancılığın önemi, bu konuda neler yapılabileceği ve sektörün dünyadaki durumu üzerine sohbet ettik. Bu önemli başlıklar hakkında verdikleri değerli bilgiler için kendilerine teşekkür ediyoruz.

Sizleri tanıyabilir miyiz?

Musa Galip Eroğlu: 1978 İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunuyum. 2000 yılında BÜMED Yönetim Kurulu’nda çalıştım. Rahmetli Kriton Curi benim hocamdı, arkadaşımdı

aynı zamanda da. Üniversiteden sonra onun yönlendirmesiyle su arıtma sektörüne girdim ve arıtma sektöründe birkaç tane şirket kurdum ve büyüttüm. Şimdi yine su arıtma sektöründe işlerime devam ediyorum; ama onun yanında tarım ve hayvancılık sektörü ilgimi çekti. Belirli bir yaştan sonra insan bu tarz işlere daha meraklı oluyor. Önce Yalova’da tarım çiftliği kurdum, orada kiraz ürettik. Kirazı dördüncü yılında bıraktık; çünkü kiraz ekonomik açıdan çok başarılı olmadı. Şu anda orada ceviz üretiyoruz. 2007 yılında Çanakkale’de arazi aldık. Orada da yaklaşık 4.400 ceviz ve badem ağacımız var. Ayrıca Çanakkale Bayramiç’te büyükbaş süt hayvancılığına yönelik çiftlik kurduk. Ürettiğimiz sütü tanınmış bir peynir firmasına satıyoruz.

Ozan Eroğlu: 2001 Makina Mühendisliği Bölümü mezunuyum. Ben de uzun yıllar çevre sektöründe aile şirketimizde çalıştım.

Bu sektöre girmeye nasıl karar verdiniz?

Musa Galip Eroğlu: Benim için enteresan bir deneyim oldu, hiç bilmediğim bir sektöre girdim. Ailemde çiftçi yok ve ben bir inşaat mühendisi olarak böyle bir sektöre girmiş oldum; ama hoşuma giden ve geleceği olduğuna inandığım bir sektör.

Pekiyi, sektörün Türkiye açısından önemini ve geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Musa Galip Eroğlu: Ben uzun süre TÜSİAD’ın çevre çalışma grubu başkanlığını yaptım. O süreçte Türkiye’de tarımın öneminin gitgide artacağını gördüm. TÜSİAD daha çok sanayici ağırlıklı bir dernek olmasına karşın tarım politikalarıyla ilgili çok önemli çalışmalar ve araştırmalar yaptı. Dolayısıyla tarım sektörünün geleceği olduğuna inanıyorum. Korunması, desteklenmesi ve

Musa Galip Eroğlu

B50

Page 53: boğaziçi 50

güçlendirilmesi gerekli. Tarımın bilinçli bir şekilde desteklenmesi gerekiyor. İnsanların bu alanda etkin olmalarının ekonomik boyutunun yanında, önemli bir vatandaşlık görevi olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde -zaten köyler boşalıyor bir taraftan- eğer büyük çaplı tarım yapılamaz ise ya da tarımda kooperatifleşme gerçekleştirilemezse, ileride ciddi sıkıntılar yaşanabilir. 20-30 yıl sonra dünyada artık suyun, gıdanın ve enerjinin belirleyici olacağına inanıyorum. Dolayısıyla biz gıda sektörüne, tarım sektörüne gerekli önemi veremezsek, diğer dünya ülkelerine mahkûm konuma düşebiliriz. Nitekim güncel olarak da buğday ihtiyacını Rusya’dan temin edip edemeyeceğimiz konusu var. Dolayısıyla bu çok önemli bir saha; ben diğer arkadaşlarıma da tarım ve hayvancılıkla uğraşmalarını tavsiye ederim. Çünkü bu sektör gelişen, zor ve meşakkatli bir çalışma sahası; sıkıntıları olan bir sektör; ama bunlar şöyle veya böyle aşılacak.

Ozan Eroğlu: Biraz klişe olacak; ama unutulmaması açısından önemli görüyorum: Tarım ve hayvancılık politikaları en az savunma sanayi, ilaç sanayisi kadar ülke güvenliğiyle ilişkili. Dolayısıyla gerek siyaset mekanizmasının gerekse işadamları ve kamuoyunun, bunun ülke güvenliğiyle birebir alakalı olduğunu unutmaması gerektiğini düşünüyorum. Benim tarım ve hayvancılıkla ilgili söylemek istediğim bir diğer önemli husus şu: Son 10-15 yılda tarım ve hayvancılıkta ciddi bir devlet desteği başladı. Ancak ben bu desteğin çok doğru kanalize olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’deki destekler tarım ve hayvancılıkla uğraşanlara doğrudan destek şeklinde, yani hayvan başına veya dönüm başına verilen primler şeklinde gerçekleşiyor. Bu genellikle, devlet bütçesine yük getirdiği gibi üreticiyi de tatmin etmekten uzak oluyor. Bunun yerine, üreticiyi dolaylı olarak koruyacak, dünyadaki örneklerine

benzer fiyat politikaları uygulanırsa, tarım ve hayvancılık ciddi bir ivme kazanır. Fiyat politikalarından kastım şu: Türkiye’de tarım ve hayvancılık ürünlerinin üreticiden çıkış fiyatları ya serbest piyasa ekonomisine bırakılıyor ya da çiğ süt fiyatında olduğu gibi üreticiden ziyade sanayiciyi veya son kullanıcıyı (enflasyon baskısını) daha fazla düşünerek belirleniyor. Bazen de et ithalatında olduğu gibi fiyatları aşağı çekmek için tüccar yerine üretici cezalandırılıyor. Ben kısa-orta vadede devlet tarafından bu konuda politika değişikliğine gidileceğini düşünüyorum. Tarım ve hayvancılığın artarak desteklenmesi, kırsal kesimin kalkınması ve işsizliğin azalması yönünde önemli bir adım olacaktır. Örneğin, besi ve süt hayvancılığının, yem fiyatlarındaki spekülasyonlardan veya fiyat dalgalanmalarından etkilenmemesini sağlayacak korumacı politikalar uygulanması, enerji piyasasındaki düzenleme

kurumlarına benzer güncel regülasyon sağlayacak kurumların oluşturulması faydalı olacaktır.

Siz şirketinizde neler üretiyorsunuz?

Musa Galip Eroğlu: Biz ceviz ve badem üretiminin yanı sıra belirttiğim gibi süt hayvancılığıyla uğraşıyoruz. Çanakkale Bayramiç’te Kaz Dağları’nın hemen dibinde yaklaşık 50 dönüm arazi üzerinde 2007 yılında çalışmalara başladık. Önce projeleri yaptık, ondan sonra bu inşaatları inşaatçı olduğumuz için kendimiz yaptık. 800 ile 1000 süt sığırı kapasitemiz var. Ama sütçülükte önemli olan iyi hayvan seçimi; biz hayvanlarımızı Macaristan’dan aldık. O zaman Türkiye’de sadece Macaristan ve Amerika’dan hayvan ithalatı serbestti; biz de Macaristan’dan getirdik. İşte o yıl bu yıldır bir taraftan süt satıyoruz, bir taraftan buzağılarımız doğuyor. Erkek buzağıları satıyoruz, biz besicilik yapmıyoruz. Çiftliğimizde revir, doğumhane, genç hayvan ahırı buzağı ahırları, yem depoları, ofisler mevcut; yani çiftliğimiz küçük bir köy gibi aslında.

Şu anda organik tarım da çok revaçta bir alan. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Musa Galip Eroğlu: Organik tarım çok revaçta; ama ben Türkiye’de

B51

Page 54: boğaziçi 50

tam organik tarım yapıldığını düşünmüyorum. Çünkü organik tarımın şartları oldukça ağır, gerçek organik tarım için çok ciddi koruma alanları oluşturmak gerekli. Bu sebeple organik tarım Türkiye’de çok mümkün değil. Bir de toprak çok kirli, yani sıradan bir toprakta hemen organik tarıma geçemezsiniz; toprağın belirli bir süre temizlenmesi lazım. Oldukça ciddi bir iş, dolayısıyla biz ceviz ve bademde de öyle yola girmedik; çünkü sizin alanınızda organik tarım yapmak isteyebilirsiniz; ama yanınızdaki tam tersi bol ilaçlı bir tarım yapıyor ise, o sizin organik tarımınızı otomatik olarak etkiliyor. Tamam, onu önleyebilirsiniz; ama çok ciddi bir koruma bandına almanız lazım arazinizi, o zaman da arazinizi dörtte birine düşürmüş olursunuz. Dolayısıyla organik tarım işi ayrı ve zor bir iş.

Süt satışı ile ilgili bir tespitiniz vardı, paylaşır mısınız lütfen?

Musa Galip Eroğlu: Türkiye’de biliyorsunuz uzun süredir mahalle aralarında süt satılıyor. Aslında bunun nedeni şu: Türkiye’de çiğ süt satmak yasak. Yani çiğ sütü satamazsınız, ancak soğutup bir süt fabrikasına, peynir fabrikasına verebiliyorsunuz; ama piyasada satamıyorsunuz. Bu, elli yıl önce çıkmış bir kanundan kaynaklanmış yanlış da bir uygulama aslında. O günün hijyen şartları veya teknolojisi ile bugünkü aynı değil. Bugün bizim işletmemizde veteriner, veteriner teknikerleri var, ziraat mühendisi var, ciddi bir teknik kadro var. Süt üreticileri olarak biz bu kanunun değişmesini istiyoruz. Çünkü sütü direkt olarak tüketiciye ulaştırmak aslında çok daha faydalı olacak. Bunu dükkânlaştırmak çok

yararlı olacaktır. Tertemiz, paslanmaz çelikten kaplar yapılır, soğutularak satılır. Herkes de gelir, oradan sütünü alır, gider kendi evinde pastörizasyon işlemini yapar, yoğurdunu yapar. Böylece çiğ sütün sokak aralarında denetimsiz satılmasının da önüne geçilmiş olur. Bunun geliştirilmesi lazım ve biz bunu yapabilecek durumdayız; çünkü gece oradan sütü getirip sabah burada taze taze yine soğutulmuş olarak satabiliriz.

Tarım ve hayvancılık dünyada nasıl bir konumda?

Musa Galip Eroğlu: Avrupa Birliği’ne biz artık yavaş yavaş entegre oluyoruz biliyorsunuz. Avrupa Birliği’nin en önemli başlıklarından birisi çevre diğeri de tarım. Komisyonların çok ciddi çalışmaları oldu. Mesela Polonya’da,

Ozan Eroğlu, Musa Galip Eroğlu

B52

Page 55: boğaziçi 50

Macaristan’da bu ülkelerde özellikle (Bulgaristan ve Romanya’yı bunun dışında tutuyorum) daha yukarıda Letonya, Litvanya, Estonya’da tarım ve hayvancılığa dair ciddi destekler var. Amerika’da hayvancılık gelişmiş durumda ve çok ileri düzeyde endüstrileşmiş. Güney Amerika hayvancılığın çok bol olduğu, çok yapıldığı bir yer; ama standardize olmamış bir vaziyette.

Ozan Eroğlu: Tarım ve hayvancılığa aslında sosyal bir politika olarak bakıyor Avrupa; Almanya’daki herhangi bir köyde de çok ciddi bir yaşam standardı söz konusu. Dolayısıyla ailelerin tarım ve hayvancılıkla geçimlerini sağladıkları gibi iyi de bir yaşam standardına sahip oldukları görülüyor. ABD’de ise çiftlikler Avrupa’daki gibi aile çiftliği değil, çok büyük ölçekli.

Bu anlamda kooperatifleşme nasıl bir rol oynuyor?

Musa Galip Eroğlu: Kooperatifleşmenin teşvik edilmesi lazım. Üretici birliklerinin oluşturulması gerek. Etkin birliklerin kurulması lazım. Açıkçası çiftçilerin, köylülerin bu konuda birleştirilmesi gerekiyor.

Ozan Eroğlu: Türkiye’deki temel problem üretici ile son tüketici arasındaki mesafenin çok açık olması. Bu zaten günümüzde güncel programlarda da sürekli dile getiriliyor, Antalya’daki domates nasıl oluyor da İstanbul’a on katına gelebiliyor veya et fiyatı nasıl oluyor da sürekli yükseliyor? Örneğin Almanya ve Hollanda gibi bize örnek olabilecek ülkelerde kooperatifler çok gelişmiş, kooperatifler büyük özel şirketler gibi verimli çalışıyorlar, çok iyi denetleniyorlar ve her bir üyesinin hakkını olabilecek en iyi şekilde savunuyorlar. Maalesef bizim ülkemizde kooperatifler o seviyede değil ve o şekilde görülmüyor. Bunun hızlı bir şekilde sağlanması lazım.

Almanya’daki çiftçi biliyor ki kooperatif ürününü dünyada en iyi şekilde pazarlayacak ve en iyi şekilde satabilecek. Dolayısıyla bırakın Almanya’da bu ürünün satılmasını dünyanın herhangi bir ülkesine satılması bile mümkün oluyor. Maalesef bizim ülkemizde bu tarz gelişmiş kooperatifler olmadığı için üretici ürünü pazarlayamıyor veya hak ettiği gibi satamıyor. Bazen ürününü dalında bazen de daha yetiştirme

aşamasında hiç masraf yapmadan önceden satmak durumunda kalabiliyor. Dolayısıyla ancak aradaki tüccarlar bu işten para kazanabilir hale geliyor, üretici ise para kazanamaz hale geliyor. Avrupa'daki gibi kooperatifler oluşturulabilirse, üreticinin ürettiği ürüne katma değer sağlayacak tesisler yapılabilir ve üretici ürününü hak ettiği değerden satabilir. Bizim de hedeflerimiz arasında sütün doğrudan satılması ve süt ürünleri imalatı var.

Son olarak dergimizin bu ayki teması kapsamında bir soru sormak istiyorum. Boğaziçi Üniversitesi’nin çok yönlülük açısından sizlere ne kattığını düşünüyorsunuz?

Musa Galip Eroğlu: Boğaziçi Üniversitesi’nde verilen eğitim diğer okullardan farklı. Bu üniversitede özellikle eskiden bize verilen eğitimin temel yönü araştırmacılıktı; yani neyi nerede arayacağınızı öğretmekti. Böyle bir tarzla yetiştiğiniz zaman hayata başka bir gözle bakıyorsunuz. Araştırmacı, geliştirmeci, yatırımcı, girişimci biri oluyorsunuz. Üniversite size cesaret veriyor, güven veriyor, özgüven kazandırıyor. Dolayısıyla ben burada çok şey kazandım; o yüzden oğlumun da burada okumasını istemiştim ki o da burada okudu. Torunlarımın da burada okumasını istiyorum, çok şey kazandırdığına inanıyorum bize.

Ozan Eroğlu: Boğaziçi’ndeki eğitim çok yönlü bir eğitim, aşırı branşlaşmaya dayalı değil, temel dalların öğretilmesi ve babamın da belirttiği gibi hayatta ihtiyaç duyulabilecek analitik düşünme yeteneği, özgüven, girişimcilik gibi tutumların kazandırılması üzerine kurulu. Dolayısıyla bu eğitimin kişilere iş hayatında ve herhangi bir sektörde başarılı olmaları için gereken altyapıyı sağladığını düşünüyorum.

B53

Page 56: boğaziçi 50

''MUTLU VE ÖZGÜR BİR HAYATIN SIRRI İNSANIN İSTEDİKLERİNİ YAPABİLMESİNDEN GEÇİYOR''

Yaz döneminde dergimizde yer alan MasterGames dosyasında DREAMTEAM Kız Basketbol Takımı’nın üyeleriyle görüşme fırsatımız olmuştu. Bu takımın basketbolcularından Turizm Bölümü mezunu Sayın Işıl Agaçe ’82 ile de bu sayımız için bir araya geldik. Işıl Agaçe, sporcu olmasının yanı sıra fotoğrafçılığı, seramik eserleri ve organize ettiği seyahatleriyle de çok yönlü ve renkli bir mezunumuz. Yurtdışı sergilerde fotoğraflarıyla Hırvatistan, Karadağ, İtalya'da ödülleri mevcut olan Işıl Hanım’ı Instagram’dan takip edebilir, [email protected] adresinden kendisine ulaşabilirsiniz. Sayın Agaçe ile okul anıları ve yaşama bakışına dair gerçekleştirdiğimiz röportajımızı sizinle paylaşıyoruz.

Boğaziçi'nde basketbollu yılları kısaca anlatır mısınız?

Boğaziçi Üniversitesi 1982 Turizm Bölümü mezunu ve 33 yıldır derecesi egale edilemeyen DREAMTEAM Kız Basketbol Takımı’nın “fast-break”leriyle ünlü dokuz numaralı basketbolcusuyum. DREAMTEAM’de yer alan birçok arkadaşım gibi ben de lise yıllarında basketbol oynuyordum, 1979’da okulum Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi’ne hem voleybol hem basketbolda Türkiye şampiyonluğu kazandırmıştık. Aynı zamanda Beşiktaş Genç Takımı oyuncusu idim ve her ikisinde de Türkiye şampiyonuyduk. Boğaziçi Üniversitesi 80li yıllarda bu açıdan çok şanslıydı; voleybol ve basketbolda yurdumuzun en başarılı kulüplerinde oynayan sporcular bir aradaydık. Öyle ki, bizim erkek basketbol ve voleybol takımlarımız da birer milli

takım karması gibiydi, turnuvalarda sahaya çıkınca salonlarda alkış kopardı. Antrenörlerimiz önderliğinde antrenmanlarımızı takip edip, sporcu disipliniyle başarılı olduğumuza ve güzel anılarla okulumuzu en iyi şekilde temsil ettiğimize inanıyorum. Bu başarımızda; o zamanki Boğaziçi Üniversitesi rektörleri Semih Tezcan ve Ergün Toğrol’un, hocalarımız Mustafa Dilber, Deniz Gökçe ve Metin Balcı’nın Boğaziçi takımlarını desteklemeleri, spora değer vermeleri, sporcuyu sevmeleri ve başarımız için çaba göstermeleri çok önemlidir. Okul olanaklarıyla bize özel otobüs tutarak turnuvalara gönderirler, yemekleri şehrin en belli başlı restoranlarında yedirirler, rahat edebileceğimiz otelleri ayarlarlar, spor

odamızın emektarı Karabey’imizi de her türlü destek malzemeyle yanımıza katarak konsantrasyonumuzu artırırlardı.

O döneme ait anılarınızdan bahsedebilir misiniz?

Yolculuklarımız unutulmaz anılarla doludur; 1982’de erkek basketbol takımıyla beraber Kayseri’ye Türkiye şampiyonasına gitmiştik ve yöresel lokantada her gün üç tabak yemek üstüne kaymaklı ekmek kadayıfı tepsilerini hızla bitirdiğimizden yerin sahibi “Ben hayatımda böyle bir iştah görmedim. Helal olsun, afiyetler olsun,” diyerek bizleri kapılara kadar geçirirdi. 82 Balıkesir turnuvasında erkek voleybol takımımızın

Yasemin Dut ‘10

Işıl Agaçe

Montenegro, Sveti Stefan 

B54

Page 57: boğaziçi 50

antrenörü yoktu; takım zaten müthiş voleybolcularla doluydu; Faruk, Hakkı, Özalp, Attila, Coşkun… Beni antrenör olarak yazdırmışlar, sahaya ben antrenör olarak çıkmıştım ve bolca mola alarak karşı takımın oyuncularını dinlendirmiştim. Kayseri’ye giderken ihtiyaç molasında Murat’ı dinlenme tesisinde unutmuş olduğumuzu bir saat sonra anlamamız ve Murat’ın oradan birine rica ederek özel araçla bize yetişmesi takdire şayandır. Kayseri dönüşünde biraz da benim turizmci damarımın tutmasıyla, Ürgüp üzerinden yolu uzatarak peri bacalarıyla fotoğraflar çektirip, sabah kahvaltısını da Abant Otel’de alarak özel şoförümüz Ahmet Ağabey’in ustalığı ile okula gelip sınava yetişmiştik.

Hırvat kızlar milli bayramlarında geleneksel giysileriyle...

Bosna-Hersek,Neretva Nehri Kıyısı

Italya, Puglia

Page 58: boğaziçi 50

1981 Ocak ayında karlı bir gece yarısı BTS'de final çalışmamıza ara verip, Boğaz'a salep içmeye inmek için Harun'la Ömer arabanın patlak lastiğini bahçedeki bir arabanınkiyle değiştirip isteğimizi gerçekleştirdiler. Rahmetle andığımız, sevgili Prof. Dr. Demir Demirgil'in sabah dersinde arabasının lastiklerini yok edenlere veciz tezahüratlarını öğrendik ve o heyecanla ertesi gece yarısı arabasına lastikleri geri takıp, hocaya durumu anlatmamız ve kahkahalarımız unutulmaz anlardandır.

O dönemde okuldaki spor faaliyetleri nasıldı?

80li yıllarda Boğaziçi’nde iki önemli spor faaliyeti devamlılığını sürdürürdü; Mayıs sonundaki Spor Bayramı ve fakülteler arası voleybol-basketbol-futbol-tenis-hentbol-atletizm turnuvalarında hocalarımızın da bir takım çıkararak turnuvaya katılmaları. Bu maçlar şiddetli çekişme içinde geçerdi ve kalabalık salondan Orta Kantin merdivenlerine taşardı. Erkek basketbol maçlarında fakültede eksik oyuncu olunca hükmen yenik duruma düşmemek için çok kez oynamışlığım vardır. Her mayıs düzenlenen Boğaziçi Spor Bayramı’na yurtiçi ve yurtdışından birçok üniversite katılır, davet edilen yabancı takımlar kampusta ağırlanır, etkinlik üç gün üç gece şenlik havasında devam eder ve üçüncü akşam Kennedy’de yemekli, müzikli danslı geceyle biterdi. Spor Bayramları sadece bizlerin değil, diğer üniversitelerde okuyan sporcu arkadaşlarımızın da sabırsızlıkla beklediği bir olaydı. Spor Bayramı’nın başlaması yazılı basında yer alır ve zamanın tek kanalı TRT’de haberlerde “Boğaziçi Üniversitesi Geleneksel Spor Bayramı Bugün Başladı,” üst başlığıyla verilirdi.

Fransız Rivierası,

Villefranche Kasabası

Yunan adası Samos

Fransız Rivierası

Sicilya, Taormina

B56

Page 59: boğaziçi 50
Page 60: boğaziçi 50

Spor, turizm, seramik, fotoğrafçılık… Çok yönlülük hayatınızın her alanında kendini gösteriyor. Bu alanlarda neler yaptığınızı bizlerle paylaşabilir misiniz?

BÜ'den mezun olduktan sonra yıllarca özel sektörde yönetici ve işyeri sahibi olarak çalıştım. Bir gün hayatıma dönüp baktığımda ''Daha ne bekliyorsun?'' dedim ve dünyayı keşif turlarım başladı. Bir süre sonra çevremden yoğunlaşan "Bizi de götür'' ısrarlarıyla exclusive turlar

düzenlemeye başladım. UNESCO Dünya Mirasları, deniz-güneş, gurme, sanat, fotoğraf, antika, konserler ve festivaller kapsamlı seyahat rotalarında dünyayı keşfetmek insanın aklını aydınlatan, ruhunu dinlendiren, yaşam hazzını ve enerjisini artıran etkinlikler, zaman yaratılmalı diyorum. Çocukluğumda M. Larousse'ların sayfalarını çevirirken dalıp gittiğim fotoğrafların etkisi midir, Ataol Behramoğlu'nun yaşam felsefem haline gelen o muhteşem

şiirindeki ''Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar...'' dizesi midir; içimde hep seyahat etmek, yeni yerler görmek, insanları kültürleri tanımak, anıları renklendirmek, belgelemek isteği vardı. Mutlu bir hayatın sırrı insanın özgür seçimlerinde yatıyor, bunun için de kişinin önceliklerini belirlemesi gerekiyor. Hayatının başrolünü kişinin kendisinin yazması gerektiğine inandığımdan, kızlarımın da büyümesiyle hayallerimi gerçekleştiriyorum çok şükür...Exclusive turlarımda tam bir gezme-görmeci ruhuyla hareket ederiz, zaman dilimini maksimum faydaya çevirerek, en iyi lokasyonlarda konaklayarak, tarih ve kültür değerlerini gezerek, yerel ödüllü lezzetleri tatmanın keyfini ve seyahatseverlerin teşekkürlerini bir şeye değişmem; zira bilgi ve sevgi paylaşıldıkça çoğalır, paylaşılmayan hayat ne kadar yaşanmıştır!

Çok zevk aldığım diğer uğraşım seramik, seyahat yoğunluğumdan dolayı son yıllarda sadece karma sergilere katılmakla devam ediyor. Seramik ve fotoğraflarımı sergileyeceğim kişisel bir sergiye hazırlanıyorum 2016 yılında. BÜMED’de 2007’de açtığım seramik sergimde havuz girişi duvarında asılı tasarımım olan logomuzu orada görmek Boğaziçili olarak bana haz veriyor ve biz mezunlara sergi açma olanağının devam ettirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Biz mezunların okulla bağlarını pekiştirecek, pozitif enerji yaratacak etkinliklerdir sergiler.

Şairin dizeleriyle veda edeyim hayatı anlamlarıyla dolu yaşayan Boğaziçili dostlara:“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var; yaşadın mı büyük yaşayacaksın/Irmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına/Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır/Ve hayat sunulmuş bir armağandır insana…”

Akdeniz’in ve Hırvatistan’ın cennet adası Mali Losinj'den iki fotoğraf

B58

Page 61: boğaziçi 50
Page 62: boğaziçi 50

Mutfak sanatlarıyla ilgisi olmayan insanlar bir mutfak deposuna girdiklerinde içeride duran malzemeler onlar için çok bir şey ifade etmez. Bu işten hoşlanan bizler için ise orası büyülü oyuncaklar satan kocaman bir sihir dükkânıdır. Akıllı ve çok yönlü yetişmiş bir şef, sıradan gibi gözüken bu oyuncakları muhteşem nesnelere dönüştürebilir. Pirinç hünerli ellerde bir tatlı, salata, kızarmış peynir toplarının altın sarısı zırhı, bir kuzu budunun yoldaşı veya soğuk bir havada içimizi ısıtan bir çorba olarak çıkabilir karşımıza. Mutfak eğitimi almak isteyenlere söylediğim ilk cümle birçok kişiyi hayrete düşürür: “Yemek pişirmek teknik bir iştir.” Yemek pişirmek gerçekten teknik bir iştir, teknik öğrenilir ve yemek pişirilir. Sizi şef yapan ise tarifler değildir. Yaratıcılığınız, malzeme bilginiz, genel kültürünüz, yaşadıklarınız kısaca tüm hayat tecrübeniz etki eder pişirdiklerinize. İyi bir omlet pişirmeyi biliyorsanız yaklaşık beş yüz farklı yemek pişirebilir ve onlara kimsenin aklına gelmeyecek formlar verebilirsiniz. Sonuçta omlet

dediğimiz çırpılmış yumurtanın, kızdırılmış az yağda, içerisine lezzet verecek tatlandırıcılar eklenerek pişirilmesidir. Tava ısısı, çırpma

miktarı, eklenen yağın miktarı gibi teknik konular öğrenilebilir. Geriye kalan bu bilgileri yorumlamaktır. Denizle ormanın buluşmasını tasvir eden bir omlet yapmak için çam mantarlarını incecik kıyıp soteledikten sonra tabakta bir yatak haline getirebilir, bunun kenarına içerisine deniz ürünleri katılmış bir omletle deniz tasviri yaparak ıssız bir koy yaratabilirsiniz. Omletin üzerine de birazcık deniz tuzu serperseniz, gözünüzü kapatıp bu sahnenin “tadını” gerçekten çıkarabilirsiniz. Yukarıda bahsettiğimiz bir tabağı canlandırmak için sadece aşçılık bilgisi yetmez, bunun için ruhunuzu da beslemeniz gerekir. Yetenekli bir şef teknik bilgisini artırdığı gibi ruhunu da beslemelidir. Malzemelerin öyküleri, bunlarla ilgili hikâyeler, ünlü kişilerin ve olayların yemeklerle olan ilişkileri gibi onun üzerine öğrenilecek her türlü bilgi kırıntısı mutlaka tabaklara yansıyacaktır. İyi bir aşçı, bir fotoğrafçı ve aynı zamanda ressam olan Daniel Colagrossi’nin söylediği bir söz aslında çok güzel açıklıyor söylediklerimi: “Yemek Bir yaşam sanatıdır, bir paylaşma sanatı.”

Uluç Bayramoğlu '89

SİHİRLİ MUTFAKLAR

B60

Page 63: boğaziçi 50

Paylaşılan sadece tarifler değil; aslında hayata bakışınız, bilgi birikiminiz ve duygularınızdır.

Bu kadar duygusal ve “çok yönlü” bir söylemden sonra biraz da gerçeklere bakmak gerekiyor. Yukarıda bahsettiğim omlet tümcesi farkındaysanız “omlet pişirmeyi biliyorsanız” diye başlıyordu. Temel teknikleri bilmeden, bu konuda çaba harcamadan kısacası iyi bir temel atmadan üzerine kurulacak her şey eğreti duracaktır. Biraz araştırırsanız günümüzde adından söz ettiren tüm başarılı İngiliz şeflerinin arkasında derin bir “Fransız mutfağı temel eğitimi” olduğunu görebilirsiniz. Bunu da çok rahat ifade ederler, “Biz yemek pişirmeyi Fransızlardan öğrendik; ama bu temellerle oluşturduğumuz güzellikler de ortada,” diye. Tüm bu İngiliz şeflerine “Favori yemeğiniz nedir?” diye sorduğunuzda ise karşınıza çıkan benim için değil de sizin için şaşırtıcı olabilir ; “rosto ve patates.”

Yemek yaşamdır, aynen onun gibi renkli, hareketli ve değişkendir, tadını çıkarmak gerek.

BÜMED Bünyesinde Yer Alan Bistro Erguvan’ın Menüsü de Aynı Anlayışla Elden Geçiriliyor

Dışarıda yemek yeme alışkanlığımız gittikçe artıyor, her an yeni lezzetlerle, farklı yörelerin, ülkelerin yemekleriyle karşılaşıyoruz. Artık çoğumuzun

evde yemek yapmak için zamanı kalmıyor; ama gittiğimiz yerlerde evin sıcaklığını, sade ama anne kokan lezzetlerini aramıyor da değiliz. Hele gittiğimiz mekân “bizim” diye benimsediğim Bistro Erguvan

gibi bir yer olursa... BÜMED Bistro Erguvan menüsüne eklenen Anne Mutfağı bölümü bu tür bir lezzet arayışında olanlar için tasarlanmış. Kıymalı yumurta, ev usulü gül böreği, Girit soslu çılbır, kıymalı makarna gibi damaklarımızda yer etmiş ev lezzetlerini restoran konforunda hatırlamak hoş olacak gibi duruyor. Tariflerin hepsi ailelerin büyüklerinden veya hâlâ gelenekleri sürdüren elemanlardan alınmış. Makarnanın kıymasını kavururken içerisine bol soğan ve yeşil biber ekleniyor, fazla baharat katılmadan sadece etin ve soğanın bizi çocukluğumuza götüren rayihası kullanılıyor. Yeni dönemde menüde bulunan bazı lezzetler ise unutulmayan eski mekânların

B61

Page 64: boğaziçi 50

tarzında hazırlanmış, Galatasaray’daki İngiliz Konsolosluğu’nun karşısındaki “Levent Büfe”nin “kuru köfte”lerini kim unutabilir ki, ya da Kadıköy’ün “Petek Büfe” sinin sosisli sandviçlerini… Kimileri bu tür lezzetlerin sadece zamanında geçerli olduğunu ve çok da değerli olmadığını düşünüyor; ama burada hissedilen sadece eskiye veya unutulmayan lezzetlere özlem değil, zamanında alınan keyifli damak tatlarını yeni kuşaklarla da paylaşmak. Menünün içerisinde ne değişiklik olursa olsun asıl amaçlanan yemeklerin olması gerektiği gibi olmaları. Yeni nesil değişiklikler veya farklı lezzetler değil, orijinal tarifler ve lezzetler tüm menüye hâkim. Tatlı menüsünde yer alan peynir tatlısının malzemeleri, gerçekten Mustafakemalpaşa’dan geliyor ve burada pişiriliyor. Menüde baklava var, kimilerine bu çok sade veya sıradan gelebilir; ama baklavalar direkt olarak Gaziantep İmam Çağdaş Lokantası’ndan geliyor desem? Kısacası menünün tamamına bir emek hâkim; konuklarına en iyiyi getirmek için verilen ciddi

bir emek. Tüm yapılması gereken Bistro Erguvan’ın rahat köşelerinden birine kurulup sizin için hazırlanmış menüden hoşunuza giden bir çeşidi seçmek ve keyfini çıkarmak. Şu ana kadar yapılanlar daha sonra olacakların da habercisi gibi, özel

günlerde hazırlanan güne özel menüler, mevsime uygun olarak menüde yapılacak değişiklikler, birlikte keyifli ve eğlenceli zaman geçirmek isteyen gruplar için özel hazırlanacak, “Taco sofrası”, “hot-dog” parti menüleri de düşünülen aktiviteler içinde. Tüm bunlar hazırlanırken çocuklar da unutulmamış elbette, belki içeriğinde sizi şaşırtacak değişiklikler yok ama asıl mesele içeriklerinde. Çocuk menüsünde hazırlanan hiçbir çeşidin içerisinde veya soslarında hazır malzeme kullanılmamış. Hamburgerin yanında patates var; ama üzerinde sunulan ketçap mutfakta hazırlanıyor, hiçbir koruyucu ve ek malzeme kullanılmadan, hamburger köftesinin içerisinde ise ıspanak yaprakları bulunuyor. Çocukların eğlenerek yerken sağlıklı beslenmeleri hedeflenmiş. Bistro Erguvan keyifle geçireceğiniz zamanlar için yenilendi, artık size de bu anların tadını çıkarmak kalıyor. Afiyet Olsun !

B62

Page 65: boğaziçi 50
Page 66: boğaziçi 50

Çok yönlülük bugün bulunduğumuz her ortamda aranılan, ardından çok konuşulan, peşinden çok koşulan birolgu. Yeni bir işe girdiğinizde, iş değiştirmek istediğinizde, şuradan şuraya gitmeye niyetlendiğinizde bile karşınıza her ortamda çıkar vaziyette. Çok yönlülük gerçekten Boğaziçili olanların fabrika ayarlarından gelen bir özellik. Çok yönlülük denince aklıma ilk gelen tanımlar şunlar: Boğaziçili olmanın özü, bugünkü kimliğimizin en büyük parçası ve Boğaziçi’nin Boğaziçi’nden sonraki hayatımıza en büyük katkısı…

Bugün çoğu Boğaziçili mezun olduktan sonra, sadece iş hayatının gerektirdiklerini yerine getirmeklekalmayıp, hobilerini, farklı ilgi alanlarını, meraklarını da aynı anda devam ettirebiliyorsa hatta kendilerine daima yenilikler katıyorsa ve kendilerini hâlâ geliştirebiliyorsa bu Boğaziçi’nin bizlere kattığı vizyonsayesindedir büyük olasılıkla.Bir Boğaziçili olarak çok yönlülük demek, aynı anda hem Fotoğrafçılık Kulübü'nde olup hem folklor gösterisine hazırlanmak, ya da

kucağında taşıdığı mühendislik kitaplarının arasında bir tane de işaret dili kitabı bulundurmak demek. Hem beste yapıp hem piyano çalan yetenek olmak, tatilde Tanzanya’da safariye çıkmak, bir yandan eski milli atlet olup Japonca kursuna yazılmak... En olmadı, hafta sonu herkes sinemaya giderken, yelkenle karşı kıyıya açılmak, kışın kayak, yazın sörf yapmak, tam ülke ekonomisinden bahsederken bir anda Filipinler’de yapılacak top 10 aktiviteyi sıralamak, ya da aynı anda beş dil konuşup üç kitap okuyup bir de triatlona hazırlanmak...

Yemek yaparken telefona bakmak da bir nebze çok yönlülük elbette, tıpkı sakız çiğnerken yürüyebilmek gibi. Ya da acaba bunlar hep multitaskingin iyi birer örneği mi? Ama arada yedi değil tek bir fark var ki, onlar artık günümüz yoğun temposunun, metropol hayatının temel gerekliliği. Bunlarınsa, tamamen içten geldiği gerçeği…

Boğaziçi’nin bizlere kattığı bir başka avantaj ise, çok yönlülüğün önlenemez sosyalliği. Hangi

aktiviteye, mekâna, hobiye veya hangi işe el atsanız mutlaka ama mutlaka bir Boğaziçiliyle rastlaşırsınız. Bugün dünyada herhangi bir yere gitmeye kalksanız, her an her yerde bir köşeden çıkma potansiyeline sahip Boğaziçililerle karşılaşırsınız. Aynı zamanda tabii bu durumun tam tersi de geçerli. Tek bir kişinin birçok ilgi alanı sonucunda oluşan sosyal çevresinde, o kadar çeşitlilik vardır ki, bu durum, alışkın olmayanları şaşkına çevirebilir. Tüm bu iç içe geçmişliği anlamayanlar haliyle ortamın ilişki haritasını çıkartamayabilir. Fakat eninde sonunda, herkes herkesi bu çok yönlülük sayesinde tanıyor olabilir, aşağı yukarı birlikte mutlaka aynı ortamda önceden bulunmuş bile olabilir. Çok yönlülük sayesinde herhangi iki Boğaziçilinin ortak arkadaş sayısı çok yüksek olabilir. Çok yönlülüğümüz bizleri sürekli olarak bir araya getirme potansiyelini taşır. Bugün iş hayatında saygın bir yere gelmiş çoğu Boğaziçiliyle konuştuğunuzda fark edeceksiniz ki bu çok yönlülük aslında bilerek veya bilmeyerek onları bugün oldukları yerlere taşımıştır, hayatta ve kurumsallıkta geldikleri bu noktada çok yönlülük büyük rol oynamıştır. Bu kişiler çok yönlülükleri sayesinde bugün oradadır, o noktaya bu yollarla ulaşmıştır. Kısacası olur da siz bir Boğaziçiliyle tanışırsınız, içinden birçok matruşka bebeği çıktığını anlarsınız. Her bir bebek o kişinin başka bir yönünü anlatır.

Çok yönlülük bir Boğaziçilinin genlerine işlemiştir, kendisi henüz farkında olmasa bile er ya da geç onu keşfedecektir. Umarım Boğaziçili olarak çok yönlülüğünüzü keşfetmeniz beklediğinizden de daha yakında olur.

ÇOK YÖNLÜ OLMAK TAMOLARAK BOĞAZİÇİ’NDEN “MEZUN” SAYILMAK!

Özlem Yücelener '09

B64

Page 67: boğaziçi 50
Page 68: boğaziçi 50

Burhan Karaçam

Page 69: boğaziçi 50

Burhan Karaçam, Türkiye’de finans çevrelerinin son derece iyi tanıdığı, ülkemiz bankacılık tarihindeki önemli dönüşümlerin ardındaki önde gelen isimlerden biri.

1987-1999 yılları arasında, Yapı Kredi Bankası'ndaki on iki yıllık Genel Müdürlüğü süresince bankacılık sektöründe teknolojik yatırımlardan yeni hizmet ve yeniliklere, devrim niteliğinde değişimlere imza atan ekibin liderliğini üstlenen Karaçam, bu serüveni ‘’Dönüşüm Yolculuğu’’ adıyla bir kitap ve belgesel haline getirdi. ‘’Dönüşüm Yolculuğu’’, Karaçam’ın ilk mezunlarından biri olduğu Boğaziçi Üniversitesi’nde geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen bir lansmanla sunuldu.

Burhan Karaçam, sadece bir bankanın yarattığı değişimi değil aynı zamanda 90’larda Türkiye’de başlayan değişim sürecine de ışık tutan bu hikâyeyi kitapta şöyle anlatıyor: ”Yapı Kredi Genel Müdürlüğü görevine, çok farklı kültürlerden etkilenerek geldim. Yapı Kredi, benim açımdan birikimimi, içinde yaşadığım toplumla paylaşmak için büyük bir fırsat oldu. En büyük şansım, Yapı Kredi’de vizyonumu ve değerlerimi paylaşacak insanların var olmasıydı. Birlikte sadece Yapı Kredi'yi değil, aynı zamanda, Türk bankacılık sektörünü de dönüştürdük. Öyle ki, bu etki en sonunda, Türk ekonomisi üzerinde de önemli makro gelişmeleri beraberinde getirerek farklı bir anlam kazandı. Bu kitap ve ona eşlik eden belgesel, yaşanan değişimlerin ve bunların bir bütün olarak meydana getirdiği dönüşüm sürecinin temel ve itici gücü olan çağdaş değerlere sahip insanlarla yaratılan kurum kültürünün, önemini aktarmak ve tarihe not düşmek için hazırlandı.”

Robert Kolej’in Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşüm sürecine tanıklık ederek okulun ilk mezunları

arasında yer alan Karaçam, 1949 yılında İstanbul'da doğdu. Ortaokulu Tarsus Amerikan Koleji, lise ve üniversiteyi ise Robert Kolej'de okudu. Robert Kolej'deki son yılında okulun Boğaziçi Üniversitesi'ne dönüşmesi ile üniversitenin ilk

mezunlarından biri (1972) olarak iş yaşamına Londra-Arthur Andersen'da başladı. Arthur Andersen'ın İstanbul ofisinde kurucu ortak olarak 1979'a kadar görev alan Karaçam, bu kurumdaki mesleki yaşamı içinde eğitime verdiği

BİR DÖNÜŞÜM HİKÂYESİNİN MİMARI

Duygu KöseoğluKurumsal İlişkiler Ofisi

Burhan Karaçam

B67

Page 70: boğaziçi 50

önem ve gerçekleştirdiği projeler ile ve özellikle''Europe-Wide Senior Development Course''un tasarımcısı olarak öne çıktı. Pamukbank (1981) ve Egebank’taki (1984-1987) yöneticilik ve genel müdürlük deneyimlerinin ardından 1987’de Yapı Kredi Bankası’nın genel müdürlüğü görevini üstlenen Karaçam, gerek yönetim anlayışı gerekse de getirdiği yenilikler ile Türkiye'deki bankacılık uygulamalarının tamamen değişmesini sağlayan ve Türk bankacılığının norm ve standartlarını yeniden yapılandıran bir lider yönetici olarak hafızalara yerleşti. 2002-2003

tarihleri arasında Koçbank ve Koç Finansal Hizmetler Yönetim Başkanlığı ve CEO’luğunu yapan Karaçam halen kurucusu olduğu Burhan Karaçam Değer Kazandırma A.Ş. bünyesinde iş hayatına devam ediyor.Karaçam, 2008 yılında yayımlanan ‘'Orası Yapı Kredi, Fark Oradaydı'' adlı kitabında, tamamen özel sektör girişimiyle kurulan, Türk bankacılığına birçok yeniliği getiren bir bankanın, sektörünün zirvesine yükselişinin hikâyesini anlattı.

Burhan Karaçam ile ''Dönüşüm Yolculuğu'' adlı kitabı ve belgeseli konuştuk.

Bu belgesel fikri aklınıza nasıl geldi?

O dönemde hepimizi etkisi altına alan Yapı Kredi ruhu farklı seviyelerdeki Yapı Kredililer’in zaman zaman eski bir sınıf toplantısı gibi bir araya gelmelerine neden oldu. Birkaç yıl önce yağmurlu bir akşamda yine Yapı Kredililer olarak toplandığımız bir ortamda bu ruhun zaman içinde kaybolacağı duygusuna kapıldım. O dönemi mutlaka belgelemeli ve genç kuşaklara aktarmalıydım. Bu hem yeni yetişen insanlarımız için hem de o döneme büyük emek vermiş Yapı Kredililer için bir görevdi. Bir

B68

Page 71: boğaziçi 50

avantajımız da aynı dönemde eğitim ve iletişim için kurduğumuz video merkezimizde hazırlanan videoların bir kısmının elimizde bulunmasıydı. Maalesef Yapı Kredi arşivindeki diğer videoları tarama fırsatımız olmadı. Arşivin taşınıyor olması nedeniyle bütün videolar kutulara konulmuş, o nedenle elimizdeki videolarla yetinmek zorunda kaldık. Ama umuyorum belgesel filmde o dönemi hedeflenen süre içinde yeterince yansıtabilmişizdir.

Belgeseli izleyenlerin birçoğu belgeselde söz konusu edilen yönetimsel sorunların bugün bile geçerli olduğunu söylüyorlar, ne dersiniz?

Ben de aynı görüşteyim. Maalesef işletmelerimizin büyük bir kısmı ha-len bu dönüşümü tamamlayabilmiş değil. Halbuki belgeseli tamamlayan kitabımın sunum bölümünde de belirttiğim gibi rekabetin bu kadar keskinleştiği bir ortamda farkı ve rekabet avantajını ancak insan unsu-runu doğru kullanarak ve yöneterek elde edebiliyorsunuz. Her kurumun bu süreci tamamlamaya ihtiyacı vardır. Bunu yapamayan kurumlar rekabet güçlerini eninde sonunda kaybedecekler. Bu bir öngörü değil, gerçek.

Kurumsal dönüşümün en önemli unsurunu korkudan sevgiye geçiş olarak algıladık. Bunu nasıl yaptınız?

Belgesel filmde de elimizdeki olanaklar çerçevesinde belirtmeye çalıştık, bunun sırrı açıklık, katılım, paylaşma kavramlarında gizli. Ve tabii ki bunu yerleştirmek için de yönetimin verdiği güven... Korku ve baskı altında yeni fikirlerin ve yaratıcı düşüncenin ortaya çıkması ve sağlıklı sonuçlar vermesi mümkün değil. Eğer biz korkudan sevgiye geçmeyi başaramasaydık, ne Yapı Kredi ne de Türk Bankacılığı böyle bir dönüşümden geçebilirdi.

Filmin bir bölümünde o dönem sizinle birlikte çalışanlar “çözüm bulamadığımız konularda istediğimiz an Burhan Bey’e ulaşabilirdik,” diyorlar. Bu sizce doğru bir yönetim şekli mi? Yani her kararın ve çözümün genel müdürde toplanması?

Elbette değil. Zaten açıklık, katılım, paylaşma dediğiniz zaman, eğer her yetki genel müdürde toplanıyorsa burada çok ciddi bir sorun var demektir. Belgesel filmde anlatmaya çalıştığımız şey şuydu: Bugün bile genel görüş, genel müdürlüğün şubelerin/örgütün üstünde yer aldığı... Bunun doğal sonucu olarak genel müdürlükte çalışan hemen hemen herkes kendini şubelerin üzer-inde ve onların patronu olarak görür. Talimat vermeyi kendisinin yetkisinde olarak kabul eder. Halbuki işin esası öyle değildir. Bizim anlayışımızda genel müdürlük birimleri, şubelere idari ve teknik destek veren birim-lerdir. Bu anlamda şubede çalışanlar müşteriyle karşı karşıya kaldıkları için, yani cephede yer aldıkları için, genel müdürlüğün temel görevinin onlara destek vermek olduğu şeklindedir. Bu durumda şube sorunlarının ilgili seviyelerde genel müdürlük birimleri tarafından çözümlen-mesi gerekir. Aslında Yapı Kredi’yi piyasada temsil edenler ağırlıklı olarak şubelerdir. Bu nedenle, genel müdür kendi-sine olan kanalları sonuna kadar açık tu-tar ki, eğer şubelerin sorularına ara kademelerde çözüm bulunamıyorsa genel müdür bundan bilgi sahibi olabilsin. Bu koşullarda elbette kabul edilenin aksine şube çalışanlarının genel müdüre kadar ulaşabilme olanaklarının olması ara yönetim kademeleri üzerinde o sorunları

çözmek için bir baskı unsuru yaratır. Amaç budur. Müşteriye hizmet ve bankanın verdiği sözlerin arkasında durulması kurum itibarının en önemli göstergesidir. Hiçbir genel müdürlük çalışanının buna aykırı hareket etmesi söz konusu olamaz. Sizin yaşadığınız dönemi üç ana başlıkta özetlemek mümkün görünüyor: Ürün odaklı dönem, müşteri odaklı dönem ve bilgi odaklı dönem. Mevduat bankacılığından hizmet bankacılığına bu dönemler içinde geçmişsiniz. Bu vizyonunuzu oluştururken etkilendiğiniz en önemli faktörler nelerdir?

O dönem, Yapı Kredi yönetimini oluşturan arkadaşlarımın büyük bir bölümünün yurtdışı deneyimleri vardı. Dışarıda yaşamamış olanlar bile Türkiye ile gelişmiş ülkeler arasındaki farkları biliyorlardı. Biz bu ülkelerdeki insanlara kolaylıkla sunulan; ama ülkemizde neredeyse tabu gibi algılanan çağdaş bankacılık hizmetlerini Türk insanına da sunma misyonunu bir

Korku ve baskı altında yeni fikirlerin ve

yaratıcı düşüncenin ortaya çıkması ve sağlıklı sonuçlar

vermesi mümkün değil. Eğer biz korkudan sevgiye geçmeyi

başaramasaydık, ne Yapı Kredi, ne de Türk Bankacılığı böyle bir

dönüşümden geçebilirdi.

B69

Page 72: boğaziçi 50

anlamda üstlendik. Türkiye’nin kendi özel ihtiyaçları dışında, kredi ve ticari hesap, senetsiz taksit sistemi, Taksitkart vb. dışında uygulamalarımızın büyük bir bölümü yurtdışında görüp bildiğimiz şeylerdi. Onları ülkemize getirdik. Bu uygulamalar, hizmet bankacılığında ürün odaklı dönemi temsil eder. Ancak, rekabetin artması ile birlikte Yapı Kredi müşteri odaklı döneme geçişte dünya üzerinde çok az sayıda bankayla birlikte eşzamanlı hareket etmiştir, bu çok önemlidir. Yani Yapı Kredi dışarıda mevcut olan uygulamaları Türkiye’ye

getirmemiş, öngördüğü ihtiyaçlara bulduğu çözümlerle o aşamaya gelmiştir. Zaten ülkemizde de müşteri odaklı yaklaşımın genel kabul görmesi uzun zaman almıştır. Tabii müşteriye odaklandığınız zaman iş yapma şeklinizi tamamen değiştirmeniz gerekiyor. Artık sizi yönlendiren “Bunu yapalım nasıl olsa satarız,” anlayışı değil, “Müşterinin ihtiyacı bu, bunu karşılayabilirsek satabiliriz,” anlayışına geçiş oluyor. Burada da ihtiyaç duyulan en önemli faktör doğru bilgiye, doğru zamanda ulaşmak... 80li yılların sonunda Citibank’in iyi tanınan bir CEO’su vardı, adı John Reed. Onun da para tanımının “information on time” olduğu söylenirdi. Biz de aynı noktaya bağımsız olarak geldik. Bundan sonraki dönemde de bankacılık hep bilgiye odaklı olacak. Bilgiyi en doğru şekilde kullananlar bu yarışta öne geçecekler. Türkiye’de çalışan insanların en önemli kaygılarından bir tanesi de hata yapmaktan korkmaları. Sizin filme yansıyan görüşünüz ise “iş yapan insanın hata da yapacağı” şeklinde. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

İş yapan insanın hata da yapması çok doğal değil mi? Hata yapmaktan ürkerseniz nasıl ilerleyeceksiniz? Elbette ki bunun da bir sınırı var.

Hatadan ders çıkarma sürekli deneme yanılma yoluyla olursa,

bu hem zaman alır hem de hatanın etkisi çok maliyetli olur. İnsan önce aklını kullanmalı. Bunun için de elbette yetkin olmalı, yani çalışarak, uğraşarak bilgi, birikim ve beceriye sahip olmalı. Bu noktaya gelmiş insanların hata yapma oranları çok

düşük olur ve gelişme, ilerleme ancak bu nitelikteki insanlarla

gerçekleşir.

İnsan önce aklını kullanmalı. Bunun için

de elbette yetkin olmalı, yani çalışarak, uğraşarak bilgi, birikim

ve beceriye sahip olmalı. Bu noktaya gelmiş insanların hata yapma oranları çok düşük olur

ve gelişme, ilerleme ancak bu nitelikteki insanlarla

gerçekleşir.

B70

www.bumed.org.tr

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumed

Şehrin tam kalbinde, orman içerisinde bir toplantı deneyimi Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği bünyesinde 7 adet toplantı salonu + 1 adet VIP salon ve organizasyonlarınıza ev sahipliği yapabileceğimiz açık alanlarımız olduğunu biliyor muydunuz?

BÜMED Toplantı Odaları her türlü toplantı ve organizasyonlarınızda sizlere İstanbul’un merkezinde doğayla iç içe bir ortamda, gün ışığı alan salonları ile birlikte keyi�i bir toplantı imkanı sunuyor.

Detaylı bilgi için: +90 (212) 359 5861- [email protected]

Page 73: boğaziçi 50

www.bumed.org.tr

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumed

Şehrin tam kalbinde, orman içerisinde bir toplantı deneyimi Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği bünyesinde 7 adet toplantı salonu + 1 adet VIP salon ve organizasyonlarınıza ev sahipliği yapabileceğimiz açık alanlarımız olduğunu biliyor muydunuz?

BÜMED Toplantı Odaları her türlü toplantı ve organizasyonlarınızda sizlere İstanbul’un merkezinde doğayla iç içe bir ortamda, gün ışığı alan salonları ile birlikte keyi�i bir toplantı imkanı sunuyor.

Detaylı bilgi için: +90 (212) 359 5861- [email protected]

Page 74: boğaziçi 50

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK YÖNETİMİNDE UZMAN BİR FİRMA

2008 yılında kurularak, Türkiye’de alanında deneyim sahibi olan, 60’a yakın projeye imza atan Altensis’in Kurucu Ortağı, İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunumuz Sayın Emre Ilıcalı ‘01 ile yeşil binalar, sürdürülebilirlik, Türkiye’nin bu sektördeki yeri ve gelecek projeleri hakkında konuştuk. Deneyimlerini bizlerle paylaştığı için Sayın Ilıcalı’ya teşekkür ederiz.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

İnşaat Yüksek Mühendisiyim. 2001 yılında Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra, yüksek lisans ve doktora çalışmaları için ABD’ye gittim. Orada bulunduğum süre boyunca çeşitli firmalarda proje yönetimi ve sürdürülebilirlik konularında çalıştım. Ardından Türkiye’de gayrimenkul ve inşaat sektöründe çeşitli projelerde görev aldıktan sonra 2008 yılında yine lise ve Boğaziçi Üniversitesi’nden arkadaşlarım olan Berkay Somalı ‘01ve Mehmet Serkan Emin ‘01 ile birlikte Altensis firmasını kurduk. O tarihten bu yana yeşil binalar, enerji verimliliği, kurumsal ve ürün sürdürülebilirliği, yenilenebilir enerji sistemleri gibi konularda danışmanlık ve mühendislik hizmetleri veriyoruz.

Altensis'in ulusal ve uluslararası çalışma alanlarından bahseder misiniz?

Altensis aslında bir mühendislik firması. Çalışma alanımızı sürdürülebilirlik yönetimi olarak tanımlıyoruz. Bu kapsamda çeşitli alanlarda hizmetlerimiz var. Gayrimenkul sektörüne yönelik yeşil bina sistemlerinin uygulanması ve

denetlenmesi, bina enerji verimliliği, commissioning hizmetleri, akustik danışmanlığı, ulusal ve uluslararası firmalara yönelik karbon ayakizi hesaplaması, çevresel ürün beyanları hazırlanması, kurumsal sürdürülebilirlik raporlaması, yenilenebilir enerji kaynaklarının fizibilitesi ve proje yönetimi gibi konularda geniş kapsamlı hizmetler sunuyoruz.

Özellikle çevre dostu-yeşil binalar konusunda Türkiye’de kurulan ilk ve en tecrübeli firmayız. Türkiye’de tamamlanan yeşil bina projelerinin alan olarak yaklaşık %70’ine biz hizmet verdik. Türkiye dışında da Rusya, Kazakistan gibi ülkelerde hizmet veriyoruz.

Boğaziçi Üniversitesi mezunu üç ortak ve hepsinden önemlisi 20 yıllık arkadaşlar olarak, Türkiye’deki yeşil bina sektörünün gelişmesi için çok çaba sarfediyoruz. Herkesin işi kendisi için önemlidir; fakat biz işimizin tanımı gereği, herkesten bir kat daha fazla sorumluluk hissediyoruz. Özellikle üniversitelerde, sivil toplum kuruluşlarında ve kamu kurumlarında konferans ve eğitimler veriyoruz. Enerji verimliliği, yeşil binalar, çevre dostu tasarımlar gibi konular karşımıza geldikçe elimizden gelen desteği vermek istiyoruz.

Çevre dostu binalar yapılması, ihtiyaç duyulan tüm malzemenin de bu doğrultuda olmasını gerektiriyor. Sizce Türkiye'de üretim çevreye duyarlılık anlamında hangi noktada bulunuyor?

Çevre dostu binaların yapıtaşı tabii ki çevre dostu malzemeler ve sistemler gerektirir. Ülkemizde birkaç yıl öncesine kadar bu tür malzeme

tercihinin beraberinde fiyat artışı ve lüks getireceği gibi bir önyargı vardı. Son yıllarda enerji verimliliği ve sürdürülebilirlik gibi konuların ön plana çıkması sonucunda, özellikle gelişmiş ülkelerin mevzuatları her alanda sürdürülebilirlik ve çevre dostu olmayı standart hale getirmeye başladı. Gelişmekte olan ülkeler ve dolayısıyla Türkiye, özellikle Avrupa Birliği uyum süreci kapsamında, gelişmiş ülkelerle ticareti artırmak adına bu ülkelerin istediği uluslararası standartlara uyma yolunda önemli gelişme katettiler. Artık birçok çevre dostu kritere uygun, enerji ve kaynak anlamında verimli ürünü makul fiyatlarda bulabilmek mümkün.

Bu durum, tabii ki yeşil bina için önemli bir engeli ortadan kaldırmış oluyor. Fakat yine de her zaman belirttiğimiz üzere önemli olan bu konuda hedefleri baştan koymak ve bu yolda ciddi ve samimi olmak. Çünkü maalesef karşımıza çıkan zorluklar genellikle malzeme veya sistem eksikliğinden değil, yanlış algı ve vizyondan kaynaklanıyor. Ayrıca son zamanlarda ortaya çıkan, İngilizce'de “Green Washing” olarak tabir edilen, aslında olmadığı halde yeşilmiş gibi yapmak kavramı, maalesef ülkemizde de var. Biz özellikle işimize ve kendimize olan saygımızdan ötürü buna aşırı derecede dikkat ediyoruz. İşin komiği de, yine bizim ülkemize özgü olarak bu konudan en çok şikayet edenlerin bu işi en çok yapanlardan olması.

Yeşil binaların Türkiye'deki yaygınlaşmasını nasıl gözlemliyorsunuz? Yalnızca büyük şehirlerde mi bilinçli bir ilerleme mevcut?

Yeşil binalar eğilimi, bizim ilk yeşil bina sertifikasını aldığımız 2008

Yasemin Dut ’10

B72

Page 75: boğaziçi 50

tarihinden bu yana oldukça hızlı gelişti. Fakat bu hız aynı dönemde gayrimenkul sektöründeki artışı maalesef yakalayamadı. Düşünün; senede yüz binlerce projenin başladığı bir ülkede, henüz yeşil bina olduğu tescilli bina sayısı 200 civarında. Sertifika süreci devam eden ise 400 civarında proje var. Bu kesinlikle yeterli değil. Bu binaların büyük oranı tahmin edersiniz ki büyük şehirlerde.Zaten bu sistemleri istikrarlı olarak projelerine adapte edenler, üç aşağı beş yukarı aynı firmalar. Diğerleri sadece denemek için veya yapmış olmak adına bunu projelerinin yalnızca bir tanesi için uyguluyorlar. Halbuki bu ticari açıdan da hiç mantıklı değil. Siz bu tür uygulamaları firmanızın ürettiği ürünün bir niteliği olarak kabul ettiremediğiniz sürece gerçek faydayı sağlayamazsınız. Bu da ancak istikrarlı olarak her projenizde bunları uygulamakla mümkün olabilir.

Yeşil binaların genellikle ekonomik faydaları soruluyor ve değerlendirmeleri bu yönden yapılıyor. Tabii ki kolay hesaplanabilir olması açısından bu mantıklı. Fakat hepimiz sorulduğunda önce sağlık dediğimize göre; yeşil binaların önemli bir kriteri olan insan sağlığı, konforu ve yaşam kalitesinin artırılması ve bunun sonucunda ortaya çıkacak performans artışı, hastalıkların azalması gibi konuların katkısını da göz ardı etmemeliyiz. Bunlar bana göre buzdağının suyun altındaki kısmı. Düşünsenize, bir ofisteki giderlerin ortalamada %90’ı personel maliyetleri. Bu yönde atılacak bir adım %10 verimlilik artışı getirse, ciddi bir katma değer sağlayacaktır. Batılı ülkelerde yapılan araştırmalar, yeşil binaların sadece enerji, su atık gibi maliyetler yönünden değil, işe devam oranları,

Emre Ilıcalı

Page 76: boğaziçi 50

personel üretkenliği, okullarda sınav başarısı ve konsantrasyonda artış, hastanelerde hasta kalma sürelerinin azalması gibi konularda da fayda sağladığını ortaya koyuyor.

Önümüzdeki yıllarda gerçekleştirmeyi planladığınız projelerinizi bizimle paylaşır mısınız? Mevzuat bağlamında da yaptığınız çalışmalar var mı, olacak mı?

Biz özellikle, şu anda oldukça sorunlu da olsa, kentsel dönüşüm sürecinin iyi yönetildiği takdirde, Türkiye için büyük bir fırsat olduğunu düşünüyoruz. Sağlıksız ve sorunlu yapılaşmanın yerine beyaz bir sayfa

açmak, sadece depremsellik ya da afet riski açısından değil, daha verimli ve daha yaşanabilir bir ortam oluşturmak adına da kaçırılmaması gereken bir fırsat. Biz bu noktada sadece binaların değil, daha makro ölçekte mahallelerin, bölgelerin ve kentlerin de yeşil tasarım kriterlerine göre tasarlanıp inşa edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü içinde yaşadığımız bina ne kadar verimli ve düzgün olursa olsun, dışarı çıktığımızda karşılaştığımız tabloyu çözemedikten sonra maalesef bunun çok fazla etkisi olamaz. Altensis olarak yeşil kentler konusunda da kentsel dönüşüm yerleşkelerinde belediyelerle ve özel firmalarla da çalışmalarımız sürüyor.

ÇEDBİK (Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği) tarafından hazırlanan yerel yeşil bina sertifikasını da destekliyoruz. Bu konuda desteklerimiz oldu. Bu konunun yerelleşmesi önemli; fakat denetlemesinin çok dikkatli yapılması, herkesin kolaylıkla alabileceği bir sertifika haline gelmesinden ziyade “Kriterleri gerçekten yerine getirenlerin alabileceği bir sertifika” olması bizim açımızdan en öncelikli konu. Zira ülkemizde pek çok konuda yeterli mevzuat ve standart olmasına rağmen, uygulama ve denetlemedeki eksiklikler karşımıza çıkan devasa sorunların esas kaynağını oluşturuyor.

B74

Bi lg i ve Kay ı t i ç in : 212 3595844-543 5663131 - butar [email protected] . t r

www.bumed.org.tr

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumed

BÜMED ÜyeleriBUtarım ile Buluşuyor

Manisa-Salihli-Köprübaşı’nda 3 yaşında ağaçların dikili olduğu183 dönüm arazide elma yetiştiriyoruz.

BUtarım A.Ş. ’ye siz de ortak olmak ister misiniz?

Page 77: boğaziçi 50

Bi lg i ve Kay ı t i ç in : 212 3595844-543 5663131 - butar [email protected] . t r

www.bumed.org.tr

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumed

BÜMED ÜyeleriBUtarım ile Buluşuyor

Manisa-Salihli-Köprübaşı’nda 3 yaşında ağaçların dikili olduğu183 dönüm arazide elma yetiştiriyoruz.

BUtarım A.Ş. ’ye siz de ortak olmak ister misiniz?

Page 78: boğaziçi 50

“THE WORLD BECAME MORE VIOLENT AND UNPREDICTABLE IN THE LAST HALF CENTURY”

Yasemin Dut ’10

Okulumuzun önemli etkinliklerinden biri olan Boğaziçi Chronicles’ın konuğu, Columbia Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde görev alan Michael Taussig ile konuşma şansına sahip olduk. Taussig ile birbirinden oldukça farklı alanlara yayılan kariyerinden, son yıllarda dünya genelinde artan kitlesel eylemlere kadar uzanan bilgilendirici bir söyleşi yaptık. Röportajımızı beğenerek okumanızı diliyoruz.

You were born in Australia. First, you studied medicine, then you went to LSE to study sociology and then you did your PhD on anthropology. So, what led you to study in all of these fields?

The immediate reason for sociology and Latin America was because of the 60s with the Vietnam War back then, and also it was because I wanted to get involved in revolutionary movements of some form or another either intellectually or physically or both. My parents were refugees from Central Europe. They landed up in Sydney because my father was Jewish, and fleeing from the Third Reich. In Australia, education and studying medicine were free. So, it was no big sacrifice on anybody’s part except the taxpayer. All my friends were anarchist philosophers, and studied literature and this kind of stuff. I was stuck in medicine with all these rather boring doctors, very conservative people actually. I was from another country, from a different language, and had a different outlook. Therefore, I did not mix all that well, did not integrate all that well. I always felt a little peripheral. I also thought I should be very careful with my time and not go on studying

medicine. I wanted to do the things that my friends were doing. There were the Vietnam War, the civil rights movement in the U.S., feminism and the excitement of the 60s. All these caught and seduced me and m y friends. The next thing I remember, I was involved with people who were working in Cuba or Latin America. It was a small group that went to Latin America to try to have our cake and eat it, and to get involved in radical movements and also to write a PhD thesis, which in London.In England at that time it was no big deal because unlike in the U.S. or in Germany, you had no experience. So, you came back and you wrote a book. It was nothing like the U.S.

Could you share with us a few of your memories in Colombia?

I went to Colombia in December 69 with all these fantasies of joining in the revolution. It was not to study Indians. It was not to study Shamans. It was to get involved in making a more just society. When I got there, I discovered that this was patronizing. It was very much a fantasy on my part. I did not understand the risks. I did not understand how difficult it would be for everybody including me. So, I took option B, which was to study an area undergoing rapid change from a peasant agriculture to a plantation agriculture, from peasants who had their land to people who had no land and who were working on large sugar plantations. So, that was what I ended up studying and writing about in the first instance. Then, there was a second. Then, there was a third and then there was a fourth. So, it went on to different ideas, different people, and different places.

Can we say that you used medical anthropology when you were in Colombia?

I first went to Colombia in December 1969 and stayed there about fourteen months. Then on my way back to England, I stopped in Ann Arbor for a one-year job in an anthropology department. After a year there, I went back in 1972. I kept going back. One year in the U.S. and one year in Colombia… In 1975, I went for two years and the intention was to join a group of radically-minded people to train, what in China was called, barefoot doctors. It is not a doctor. It is something like between a nurse and a doctor. The idea is low tech. You can help the health of people by having someone who knows a lot. So, my intention was to go back and train in a very isolated part of the country. That was an important medical thing. I have always found that my medical training was helpful. In many different situations, people asked me to prescribe and asked me to diagnose. So, it was a sort of a sideline. But, it was not a very big sideline. It was there now and again. It was also very helpful in understanding illnesses around me like malnutrition. Then, when I went to work with these Indian Shamans in the Upper Amazon, I had the ideal that I would work as a Western doctor and my friend, the Indian Shaman, would do the spiritual healing. So, we would form a combination. We were talking seriously about that, but then the war and the army came and made it too dangerous for a foreigner like me. So, I never pulled it off. I cannot think of any other medical thing I did in Colombia. Because I worked at psychiatric hospitals in England, it got me great insight into thinking about spiritual healing. That is a kind of a point of comparison.

B76

Page 79: boğaziçi 50

Second, I have always been suspicious of medical anthropology. I never wanted to get too much into it. Because I thought that I did not want to use my medical training as a way of getting part in anthropology in the university. I wanted to do anthropology on my own. I did not want to say, “Oh I am a doctor and I am doing anthropology. Therefore, I get a boost.” I did not want to do that. I was very suspicious of the way that medical institutions would use an anthropologist. Perhaps I exaggerated it, but I just did not want to get too close to those people. I knew a lot about hospitals and doctors and I was basically pretty wary. I did not want be exploited by the medical world. I know it is very tempting because it is a lot of money in there, a lot of research possibilities and also the feeling that maybe you

could do some good. But, I saw the schools of public health. I was not that impressed by the potential for really helping people. I just saw statistics, number crunching, and layers of bureaucracy. It was actually horrible. So, I never ever got involved in medical anthropology as a discipline.

So, you had a chance to see the medical conditions in Australia, England, Colombia, and also in Latin America.

A little bit in the States, as well.

Are they all in a bad condition? Do any of these countries have a better medical situation than the others?

I guess, Australia. You cannot get worse than the U.S. That is shocking. It is shocking because of all the

lies that are told. You can get good medicine if you have the money. We can go on for a long time. But, there is no comparison between Australia and the U.S. Australia is far superior in my memory.

This generation has witnessed many occupy movements. London, Wall Street, Hong Kong, Middle East and Gezi in Turkey. First, what do you think about these? Secondly, do you think that this generation in the 21st century can create a kind of art like the Beat Generation?

It will be different. It has to be different. I find the question very difficult to answer. The Beat Generation is only one aspect of everything that went on. These movements are sometimes very different from one another. Black movements, Beat movements, American-Indian movements, women’s movements… Now, we have environmental movement. We have an intense suspicion of capitalism but now no one really knows what to put in its place or how to modify it. My guess is that something like the 60s comes around every half century. I think it is very rare that these forces coagulate. We live in a different time. I cannot believe the conflicts that are present now. Immigration, Israel-Palestine, for example, other conflicts in the Middle East, ISIS and Syria to name a couple. The world became so much more violent and unpredictable in the last half century. The states are either fragmenting or becoming very severe like what is happening in Turkey. When a state becomes severe like that, it means that it is fragile. It is not the world of the 60s. Everything was very different in the 60s. But, this is not really the answer to your question. I am sort of going around the question. Identity would be the same or it would be different.

Michael Taussig

B77

Page 80: boğaziçi 50

Art would be different and I have no clue what it would be. But, I hope it happens.

While I was doing some research on you, I came across an example where you gave a lecture with your head in a paper bag. Do you usually use different ways of giving speech or do you have a specific purpose for doing this?

Well, that is very exaggerated. I had this paper bag on for about five minutes. It was a part of a talk. I gave it at the University of Texas at Austin. It concerned the relationship between the art movement called Dada and the fantasies about shamans. I reenacted a performance piece by the Dada artist Hugo Ball. It was a famous piece called ''The Medicine Man'' or ''The Elephant Stance.'' It has different names. Hugo Ball would put on this big hat and he had wings. He dressed in a tube and he read this nonsense poetry. (The interviewee makes weird sounds.) It did not make sense, right? That was the act. Because I could not carry all these stuff in the plane, I thought I’d go to a supermarket and just get a paper bag and cut the eyes out and give a little bit of the ideal. What is interesting to me is how famous that became. I can tell you a lot about what people have told me over the years about that. It is really strange and quite incredible.

Maybe it is an effective way of learning for the audience.

People certainly spoke. Every time, the story got bigger and bigger, and changed a great deal.

For social science graduates, it is very difficult to find a job and work in a specific field.

I think my type of social science is very different. I see myself sort of caught between writing, social sciences and politics. I would say, for me the most important thing is the practice of writing and the connections between literature and social science. So, it is not an advice

for getting a job. That advice type of approach to social science is what I find intellectually and emotionally the most rewarding.

I am a very much a field working anthropologist. I am very dubious about the way graduate students are taught theory. I find theory sort of an invasion. I love certain grand philosophers and thinkers that I work with. But, I feel that people do not own their experience. When they write, you do not see the writer and you do not see people in their writing. It is like they become professionalized academia size too quickly. So, to forget what it is they should be, in my opinion, is working on. If they want to make a Gonzo anthropologist, so be it. I think the relationship between the writer and the world is a more realistic attitude.

What are you recently working on?

I am working on the Theatre of the Sun and all of that stuff. I am turning that into a book, which I showed in the lecture. That is a very big project. It is an ambitious one. It is not just me. It is with two or three artists that we are putting this work together. The second thing I am working on now is the study of African

Palm. I know it does not seem electrifyingly interesting. However, African Palm is a palm from West Africa that has been planted and cultivated in plantations all over in Indonesia, Malaysia and now the north of Colombia. In the north of Colombia, it produces diesel fuel and people think that that is a good thing in Europe. But, it is actually produced for a handful of very rich people who employ the armies of paramilitaries to displace and kill peasants. That is what I am working on right now. I will be doing an art piece on that with a very fine Indian-Australian artist called Simryn Gill in Singapore in January.

As the last question, what do you think about the academic anthropological and sociological research in Turkey?

It seems great. We admire Turkish sociology very much and we get great students graduating from this university, where I am right now. It has been happening for a long time. It seems that higher education in Turkey, at least for a small elite, is fabulous. It is very strong. It is a miracle at least in social sciences, I imagine, in engineering as well.

B78

Page 81: boğaziçi 50
Page 82: boğaziçi 50

“ENTELEKTÜEL” FAALİYETLER

VE AKADEMİK ÜRETİMLER

ARASINDA

Page 83: boğaziçi 50

Dergimizin Ocak sayısı, çok yönlülüğü düşündürmeye yönelik hazırlanırken, hem bir tarih mezunu olarak hem de edebiyat alanında akademik çalışmalarını sürdüren birisi olarak, ben de akademinin ve entelektüel üretimin özellikle sosyal bilimler alanında disiplinlerarası çalışmalar ile ilişkisine değinmek istedim. Teknolojinin, siyasetin, ülke sınırlarının, demografinin, ekolojik dengenin hızla değişime uğradığı ve artık bir sorunun bir yanıtı olmadığı, bir anlamda algımızda kırılganlık yaratan postmodern yaklaşımların yoğunluğunu ağırlıklı olarak hissettiğimiz bir sürecin hem öznesi hem nesnesi durumundayız.

Bu durum bir yandan akademinin tek yönlü uzmanlık alanlarını eğip büküp, gerçekliği çarpıtma tehlikesi barındırırken, diğer yandan da bizleri daha açık, daha esnek, tutarsız ve doğrusal olmayanı da görmemize olanak yaratan bir sosyal bilimler mecrasına yönlendirdi. Dolayısıyla tarihe sosyoloji ve felsefe gözlüğü ile bakmak, psikoloji, dilbilim, antropoloji ve edebiyat gibi birçok farklı disiplini bütünlüklü olarak düşünmek bir ihtiyaç, dönemin akademik çalışmaları için bir zorunluluk halini aldı. Bu yaklaşım şüphesiz henüz karşı karşıya kaldığımız taze bir tartışma değil. En genel hatları ile Annales ekolünden bu yana gelişen, olay ve vesika tarihçiliğinden sıyrılıp, ekonomi ve tarih okumasını birlikte yaparak, tarih yazımının birçok alt başlıkla beraber sosyolojiyi, edebiyatı, nüfus bilimini, kültür araştırmalarını da bu uğraşa dâhil eden, dönemin ruhuna ilişkin bütünlüklü bir tabloyu görebilmek için geliştirilen yöntemleri de buna dâhil edebiliriz. Bu çalışmalarla birlikte, çalışmaların özgünlüğü, verimliliği ve çeşitliliği konusunda artan beklentilere yanıt vermek de bir hayli zorlaştı demek yanlış olmayacak. Tabii her ne

kadar bu çalışma biçimi çok daha zahmetli ve kompleks çalışmaları gerektiriyorsa da sosyal bilimlerin önünü açan çok yönlü düşünceye katkı sunması açısından önemi ve değeri tartışılmaz.

Yazımın en başında akademiyi ve entelektüel faaliyetleri birbirinden ayırdığım noktaya sıra geldi. Akademi her ne kadar bahsettiğimiz farklı alanları birlikte çalışma esnekliğine sahip olsa da her anlamda kendi içinde teknik ve bürokratik disiplini ve kısıtlamaları olan; çok daha genel, gündelik bir fikir yürütme ve üretme alanı olan entelektüellik başlığından ayrışıyor kanısındayım. Esasında bu ayrım entelektüelliğin içinin boşaltıldığı, tanımının dönüştüğü bir süreçle de çok yakından ilgili. Özellikle ülkemizde…

Modernleşen Türkiye’nin tarihini, kabaca meşrutiyetten başlayarak okuduğumuzda sadece olayların akış tarihini değil, imparatorluktan cumhuriyete dönüşecek olan bir sürecin fikir tarihini de okumuş oluyoruz. Bu noktada akademik üretimden çok, toplumun içinde bulunduğu hızlı dönüşümün dayanacağı kurucu fikri ve bir yönetim biçiminden ziyade temsil ettiği ideolojik yapıyı kurgulamak adına dönem entelektüelleri büyük bir yazım sürecine dâhil oluyor. Bu nedenle, aydınlar hem edebiyatçı hem tarihçi hem sosyolog hem filozof olarak karşımıza çıkıyor. Tabii bunu özellikle 1908’lerden başlayarak toplumun karşı karşıya kaldığı uzun yıllar sürecek olan savaşların ve işgallerin aydınlar üzerindeki travmatik etkisinden ayrı düşünemeyiz. Birçok edebiyatçımız bu süreçleri kurmaca eserlerine taşımakla birlikte, yaşanan olguları hızlı bir şekilde anlamlandırmak, topluma “ne düşünmeleri gerektiği” hakkında fikir vermek için tüm

sorumluluk dönem entelektüellerine düşüyor. Ziya Göklap’i, Namık Kemal’i, Yakup Kadri’yi, Halide Edip’i salt edebi metinlerinin değerleri ile ilişkilendiremememiz bu süreçle ilgili. Bununla birlikte, İsmail Hakkı Baltacıoğlu ve Hilmi Ziya Ülken gibi akademik çalışmalar yürüten isimler de 20’lerin başından 60’lara kadar ülkenin eğitim politikaları, sosyoloji, felsefe, vatandaşlık, millet ve medeniyet, çeviri, dilbilim ve din gibi dönemin ihtiyacına cevap verecek birçok farklı konuda hızlı bir yazın faaliyeti yürütürler. Aynı zamanda bir edebiyatçı kimliği ile bu çalışmalarında aktarmaya çalıştıklarını adeta edebiyatı araçsallaştırarak roman ve şiir aracılığı ile yeniden ifade ederler. Bu noktada disiplinlerarası çalışmaların ülkemizdeki ilk temsilcileri olarak da görülen bu isimlerin akademik kaygılar mı, ülkenin “aydınlara” yüklediği zorunluluk nedeniyle mi farklı disiplinleri bir arada düşünmeye yöneldikleri soru işareti.

Durum günümüz entelektüelleri açısından çok daha vahim bir görünümde. Ülkemiz “entelektüelleri”, gazetecileri her alanda söz sahibi, kimi zaman bir tarihçi, kimi zaman bir sosyolog, bir hukukçu ve bazen sadece bir onay mekanizması. Bir “entelektüel”in sırtına yüklenen bu kadar yük, ne yazık ki çok yönlü düşünmeyi, çok disiplinli ve disiplinlerarası çalışmaları bir kılıf olarak kabul ettirmeye çok müsait, özellikle bizim gibi “dinamik” ülkeler için. Yine de akademinin ürettiği yüzlerce saygın disiplinlerarası çalışmayı, çok yönlü düşüncenin gelişmesi açısından umut verici ve bu anlam karmaşasının önüne geçebilecek en değerli bariyer olarak görüyorum.

Duygu Cankılıç '11

B81

Page 84: boğaziçi 50

Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Çeviribilim Bölümü ve Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi işbirliğiyle; Nâzım Hikmet’in şiirini anlamak, siyasal ve sanatsal kimliğini kavramak, eserlerini, dünyasını, düşlerini farklı disiplinlerden yaklaşımlarla ele almak amacıyla düzenlenen “Vakıtları Yakalamak İstiyorum”: Dünden Yarına Nâzım Hikmet Sempozyumu Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirildi.

Sempozyumda her şeyden önce kendisini bir kalem işçisi olarak tanımlayan Nâzım Hikmet’in Türk ve dünya edebiyatındaki yeri karşılaştırmalı bakış açılarıyla tartışıldı. Programda dünya çapında ses getiren Nâzım Hikmet biyografisi Romantik Komünist kitabının yazarları Saime Göksu ve Edward Timms’in video konuşması ve “İnsan Manzaralarından Memleketim” adlı şiirli oyun da sahnelendi. Saime Göksu ve Edward Timms’in adeta belgesel titizliğinde hazırladıkları çalışmaları, Nâzım Hikmet’in hayatının izlerini sürerken nasıl bir yöntem kullandıklarını izleyicilere detaylı olarak gösterdi. İzleyiciler, Nâzım Hikmet’in hayatına ışık tutan bu gösterim ile onun eserleri ile beraber yazar ve siyasi bir figür olarak nasıl oluştuğunu görme imkânı da yakaladılar. Böylece, oturumlar başlamadan önce katılımcılar, yazarın hayatı hakkında detaylı bilgi edinmiş oldular.

Sempozyumun açılış konuşmasını Merkez Müdürü

Murat Gülsoy şu şekilde gerçekleştirdi: “Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi, 'Vakıtları Yakalamak İstiyorum': Dünden Yarına Nâzım Hikmet Sempozyumu’nu düzenleyerek yola çıkış misyonunu çok önemli bir aşamasını gerçekleştirdi. Nâzım Hikmet belki de Cumhuriyet tarihinin en önemli isimlerinden biridir, sadece şair ve yazar olarak değil, kişi olarak da en önemli isimlerden biridir. Ancak yakın zamana kadar yasaklı olduğu için, üniversitelerde akademik olarak üzerinde çalışma yapılamamış, bu yüzden de modern Türkçe edebiyat incelemeleri eksik kalmıştır. Merkezimizin kuruluş amacı tam da bu eksikliği giderecek bir altyapıyı oluşturmak ve

aynı zamanda disiplinlerarası bir anlayışla Nâzım Hikmet’ten başlayarak bütün edebiyatımız üzerine yeni çalışmalar yapılmasını teşvik etmektir. Yıl boyunca sürdürdüğümüz Nâzım Hikmet konferansları, merkez çatısı altında oluşturduğumuz araştırma kitapları, farklı bölümlerden bir araya gelen hocalarımızın yürüttüğü Nâzım Hikmet’in Türkçe şiir üzerindeki etkisini şairlerin kendi ifadelerinde araştıran Sözlü Tarih Projesi, Öykülerle Türkiye’nin Toplumsal Tarihi Projesi, basın arşivi, Nâzım Hikmet bibliyografyası ilk yılımızda başlattığımız projelerimizden bazıları. Merkezi Nâzım Hikmet çalışmalarıyla sınırlı tutmadık, disiplinlerarası karşılaşmalar

“VAKITLARI YAKALAMAK İSTİYORUM”: DÜNDEN YARINA NÂZIM HİKMET SEMPOZYUMU

B82

Page 85: boğaziçi 50

başlığı altında farklı bakış açılarından akademisyen, sanatçı ve yazarlarla bir araya gelerek şehrin hallerini, anlatı ve siyaset ilişkisini, edebiyatta okuma süreçlerini tartıştık.”

Sempozyumun ilk gününde İngilizce ve Türkçe konuşmalar gerçekleştirildi ve Nazım Hikmet’in uluslararası boyutta nasıl ele alındığını, eserlerinin hangi bağlamlarda çalışıldığını görme fırsatı elde eden katılımcılar aynı zamanda eserlerin çevirilerine dair de geniş bir perspektif elde ettiler. İlk günün sonunda “İnsan Manzaralarından Memleketim” adlı şiirli oyun sergilendi. Nâzım Hikmet’in, Memleketimden İnsan Manzaraları’nı yaratma sürecini Piraye ve Kemal Tahir’e yazdığı mektuplardan izleyen metni Zeynep Uysal ve Murat Gülsoy derledi ve Cüneyt Yalaz tarafından sahneye koyulan

şiir-oyunu, Cüneyt Yalaz ve Ayşe Selen canlandırdı.

İkinci gün Türkçe düzenlenen oturumlarda hem Nâzım Hikmet edebiyatının başka sanat ve disiplinlerden neler taşıdığı, bunları nasıl birer estetik malzemeye dönüştürdüğü hem de tarihsel bağlamları içerisinde bu metinlerin ne anlamlar ifade ettiği ele alındı. Nâzım Hikmet eserlerinin sinema, resim ve felsefeyle olan ilişkileri gibi alanların yanı sıra, Nâzım

Hikmet’in edebi dünyasında hangi yazarların olduğuna dair sorular da öne çıktı. Tek tek eserlerin, örneğin Şeyh Bedreddin Destanı, Jokond ile Si-Ya-U ya da Saman Sarısı gibi tek bir şiirin de yakın okuma yöntemleri ile incelendiği sempozyumda Nâzım’ın hem modern Türkçe şiirin gelişimine katkısı hem de dünya edebiyatı ile etkileşimi vurgulandı. Günün sonunda düzenlenen panelle Küçük İskender, Deniz Durukan, Nazmi Ağıl, Mahmut Temizyürek, Ömer Erdem ve Gonca Özmen’in katılımlarıyla Nâzım Hikmet bu kez de şairlerin gözünden anlatılmış ve bu şairlerin şiirlerinde nasıl etkiler yarattığı üzerinden tartışılmış oldu.

Bu yazı hazırlanırken, okulumuzun sosyal medya kanallarından yararlanılmıştır.

B83

Page 86: boğaziçi 50

Council For Creative Education (CCE) tarafından, 16-19 Kasım 2015 tarihleri arasında Finlandiya Tampere’de 3. kez düzenlenen, Yaratıcı Okul Konferansı’na MEÇ Okulları’nı temsilen değerli eğitim danışmanımız Prof. Dr. Zeynep Kızıltepe ile birlikte katıldık. Uzun zamandır özellikle The Programme for International Student Assessment (PISA) sınav başarıları ile adından söz ettiren Finlandiya eğitim sistemini merak ediyorduk. Bu konferans hem okul ziyaretlerini içermesi hem de konferansta MEÇ Saati’ni sunmamız açısından ilgimizi çekmişti. Bu yazıda gözlemlerimizi kısa başlıklarla da olsa paylaşmak istedik. Sosyal medyada dolaşan “Şaşırtıcı Fin gerçeği” içerikli bazı bilgilerin aslında gerçek olmadığını da bizzat deneyimlemiş olduk. Fin eğitim sisteminin halen devam eden başarısının temelleri 1800’lerde nüfusun kamu eğitimine talebinden ve ülkenin bu doğrultuda eğitime yaptığı büyük yatırımdan kaynaklanmaktadır. Bu küçük ülkenin etkileyici hikâyesini detaylarıyla öğrenmek isteyenlere Grigory Petrov’un kaleme aldığı “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabını tavsiye ederim. 1928 yılında Türkçeye çevrilen kitaba Atatürk’ün tek kelime ile hayran olduğu bilinmektedir. Atatürk, kitabın ülkedeki düz ve askeri okulların müfredatına derhal dâhil edilmesini istemiştir. Kitap tüm yoksulluğa, imkânsızlıklara ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; askerden din adamına, profesörden öğretmene, doktordan iş adamına kadar, her meslekten insanın omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, Finlandiya’yı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl bir mücadele verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak bir şekilde gözler önüne

sermektedir. Fin eğitim sisteminin başarısı işte hâlâ devam eden bu ruh, bu tutkudur. En iyi milli özellikleri olarak övündükleri dürüstlüğü hayat ilkesi edinen bu çalışkan insanlar, “yaşam mimarı” olarak toplumsal sorumluluklarına coşkuyla sahip çıkmışlardır. Fin eğitim sisteminin güçlü yönlerinden bir tanesi ekonomik ve sosyal geçmişi ne olursa olsun herkese aynı eğitim fırsatlarını sunabiliyor olmasıdır. Rekabet ve karşılaştırma yerine Fin okulları öğrencilerine bir birey olarak destek ve rehberlik sunmaktadırlar. Öğretmenler yüksek düzeyde eğitime sahipler. Öğretmenlerin lisansüstü

derecesine sahip olması zorunludur. Öğretmenlik çok saygı duyulan bir meslek ancak Finlandiya’da saygı ve dürüstlük çok önemli olduğu için tüm meslekler aynı derecede saygı görmekte.

Hemen hemen tüm branşlar veya konuların çoğunluğu için öğrenciler eğitime aynı öğretmenle devam eder. Eğitimin arka arkaya birkaç yıl aynı öğretmenle sürdürülmesi öğrencilere hem duygusal olarak destek olmakta hem de güven hissi vermektedir. Öğrenme performansının notla değerlendirilmesi genellikle beşinci yıldan sonra başlamaktadır. Öğrenci ve öğretmenler arasındaki ilişkilerin

Yelda AcarbayBÜMED MEÇ Okulları Okullar Müdürü

FİNLANDİYA EĞİTİM SİSTEMİNE BAKIŞSUOMI

"MERAK EDEN ÇOCUK"UN PENCERESİNDEN

Prof.Dr.Zeynep Kızıltepe,Yelda Acarbay

B84

Page 87: boğaziçi 50

rahat ve sıcak olduğunu her kademede gözlemledik. Dokuz yıllık zorunlu temel eğitimi bitirdikten sonra, öğrencilerin aldıkları eğitime göre genel ve mesleki eğitime yönelme fırsatları vardır. Kişiler yaşamları boyu farklı şekillerde eğitim görmeye devam edebilmektedirler. Finlerin %25'i üniversite veya teknik yüksekokul derecesine sahiptir. Bu oran 25-34 yaş grubu için %36’dır. Dokuz senelik temel eğitimden sonra öğrencilerin yarısı liseye yönelir (kızların yaklaşık %60’ı ve erkeklerin %42’si). Lise eğitimi iki ile dört yıl arası değişmektedir. Bir tam günümüzü Fin sisteminde çok az görülen bir özel okulda Steiner School’da, bir diğer günümüzü de bir devlet okulu olan Atalan’da sınıf ziyaretleri ile geçirdik. Fin devlet ve belediye bütçesinin %11-12’si eğitime harcanmakta. Böylece okulöncesi, dokuz yıllık zorunlu temel eğitim, mesleki eğitim, yüksek eğitim, sürekli ve lisansüstü çalışmalar ücretsiz karşılanıyor. Konferansta sunduğumuz Merak Eden Çocuk Saati sunumumuz oldukça dikkat çekti ve ilgi gördü. MEÇ Saati’nde öğrenciler, yaşlarına ve gelişimsel düzeylerine uygun

olarak seçtikleri konuları önce velilerinin rehberliğinde daha sonra öğretmenlerinin eşliğinde araştırmaktadırlar. Çocukların doğal meraklarının ürünü olan “Gökyüzü neden mavidir?”, “Su hareket eder mi?”, “İnsanlar neden birbirine benzemez?” gibi sayısız miktarda soruların yanıtlarını arayan öğrencilerin merakları ve öğrenme istekleri böylelikle ayakta

tutulmaktadır. Öğrencilerimiz araştırdıkları konuları MEÇ Saati’nde arkadaşlarına sunmaktadırlar. Bu sayede sınıf arkadaşlarının önünde kendilerini ifade etmekte ve küçük yaşta sunum becerileri kazanmaktadırlar.Fin ulusal kimliğinin ortaya çıkmasında çok önemli ve benzersiz bir rol oynamış olan J.V. Snellman (1806-1881) “Eğitim küçük bir ülkenin güvencesidir'' diyerek eğitime olan inancın yaygınlaşmasına ve öğrenme tutkusunun artmasına destek olmuştur. Finlandiyalılar hararetli bir sevgi ile bağlı oldukları ülkelerini, Fin dilinde “bataklıklar ülkesi” anlamına gelen Suomi ismiyle anmaktadırlar. Bataklıklar ülkesini modern dünyada iyi eğitilmiş, yüksek becerilere sahip bir ülkeye dönüştüren başarının anahtarı sevgi, emek, güven ve yüksek sorumluluk duygusudur. Dileğim Atatürk’ün eğitim reformlarıyla başlattığı ancak yıllar içinde ülkemizde sönen ruhun tekrar canlanması ve topyekûn tüm ülkenin kurtuluşunun eğitimde olduğunun görülmesidir.

2.Sınıf Öğrencileri Fince Dersinde

Steiner Okulu'nda Öğrenciler Kendi Kitaplarını Hazırlıyorlar

B85

Page 88: boğaziçi 50

Fin Eğitim Sisteminin Öne Çıkan Özellikleri• Herkese eşit, ücretsiz eğitim.• Öğretmenler yüksek eğitim

düzeyine sahip ve bağımsızlar.• Müfredata ücretsiz öğle yemeği

dâhil.• Zorunlu okula başlama yaşı 7.• İlkokulda sanat, el becerisi ve

marangozluk içeren dersler çok yoğun.

• Okul servisi yok, öğrenciler evlerine en yakın okula yürüyerek ya da bisikletle gidiyor.

• Güven tüm sistemin en önemli unsuru. Eğitimin en önemli unsuru olan veli, okul, öğrenci, öğretmen bütününde her unsur birbirine karşı sonsuz bir güven içinde.

• Öğretmenler kendi öğretim yöntemlerini seçmekte özgür.

• Öğretmenler ihtiyaca göre ödev veriyorlar.

• Her çocuğa bir birey olarak değer veriliyor. Çocuklardan biri yeterince iyi öğrenemiyorsa, öğretmenleri bunu hemen fark ediyor ve çocuğun öğrenme programını onun bireysel ihtiyaçlarına göre düzenliyor. Aynı şey, okula uyum göstermeyen, sıkılan ya da öğrenim durumu programın ilerisinde olan çocuklar için de geçerli.

• “Kötü hava diye bir şey yoktur, sadece havaya uygun olmayan kıyafet vardır'' deyişini haklı çıkaran bir kültürle, öğrenciler her teneffüste dışarıdalar. Bahçe zamanı çok önemli.

• Öğrenciler küçük yaşlardan itibaren kendi işlerini kendileri yapıyorlar.

KaynaklarPetrov, G. (2007) Beyaz Zambaklar ÜlkesindeKoridor Yayıncılıkwww.finland.fiwww.finland.org.trwww.ccefinland.org

3. Sınıf Öğrencileri Güne Bahçede Şarkı Söylerek ve Selamlaşarak Başlıyor

2. Sınıf Öğrencileri Matematik Dersinde

Her Yaştan Öğrencinin Rahatlıkla Kullanabildiği Marangozluk Malzemesi Dolapları

B86

Page 89: boğaziçi 50

BOĞAZ İÇ İ ÜN İVERS İTES İ YAYINEV İ

SİPARİŞBOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ YAYINEVİ[email protected] Telefon/Faks: 0212 257 87 27www.bupress.org

iLETİŞİMwww.pandora.com.tr Telefon/Faks: 0212 230 09 62-63www.bupress.orgwww.ide x.comwww.pre x.com.trwww.emekkitap.com

Biyolojik atalarımızı hiç görmemiş olsak da, evrim biyologlarının çoğu artık onları tahayyül

edebileceğimize inanıyor. RNA Dünyasndan Yaşam, işte yok olan bu atalarımız hakkında.

Onların bundan uzun zaman önce, tam da işleyişlerinin bizimkilere yakından benzemeye

başladığı bir zamandaki portrelerini çizmeye çalışıyor. Erken dönem akrabalarımız ile bizler

arasındaki farkı ortaya koymaya çalışıyor. Yaşamı ve yaşamın dünyadaki geçmişini merak eden

okurların seveceği bir kitap.

�odern �iziğin temellerini atan Einstein, bir uzay ve zaman modeli kurarak bize yıldızların nasıl parladığını anlamanın yolunu açtı. Cox ve Forshaw’un amacı, Einstein’ın uzay ve zaman kuramını mümkün olan en basit biçimde anlatmak. Ama bununla yetinmeyip kuramın engin güzelliğini sergilemek ve böylece modern �izikçilerin doğa hakkında neler düşündüklerinin ve yaşamlarımızı değiştiren kuramları nasıl inşa ettiklerinin anlaşılmasını sağlamak.

Page 90: boğaziçi 50

Cem Ener '13

Türkiye’de ilk kez modüler portatif engelli rampası üretimini, kurduğu Medlis şirketi bünyesinde gerçekleştiren Sayın Melis Tasacı ile bu başarılı girişimi ve ileriye dönük planlarını konuştuk.

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

1985 yılında Ankara’da doğdum. Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi İstatistik Bölümü mezunuyum.

Engelli rampaları üzerine bir iş kurma fikri ne zaman ve nasıl oluştu?

2006-2008 yılları arasında Avrupa’da katıldığım uluslararası fuarlarda ve araştırmalarımda ortopedik engelli kişilerin günlük hayatlarını kolaylaştıracak ve Türkiye’de henüz bulunmayan ürünler olduğunu fark ettim. 2008 kriz döneminde, riskli ve zor bir kararla bu ürünleri Türkiye’ye getirmek için kendi şirketimi kurmaya karar verdim. Engelli mobilitesi

alanında dünyanın sayılı firmalarının Türkiye distribütörlüğünü almak için çalıştım ve sık sık görüşmeler yapmak için yurtdışına gittim. Türkiye pazarında Çin ve Tayvan menşeili ürünlerin kullanılması yaygınken, iki yıl içerisinde ABD, Almanya, İsveç ve İngiltere firmalarının Türkiye distribütörlüklerini aldım. Sektörde kaliteli ve özellikli ürünleri bulunduran, bilinir bir firma haline geldim. Tekerlekli sandalye kullanıcısının günlük hayatında en fazla karşılaştığı zorluklardan birisi

BÜMED BUSINESS ANGELS (BUBA)ENTREPRENEURSHIP 2.0

B88

Page 91: boğaziçi 50

B89

olan erişim problemine sunulan tek çözümün, sadece yüksek fiyatlı ithal ürünler olduğunu gördüm. Bunun üzerine, şimdiye dek dünyada sadece ABD’de üretilen modüler portatif engelli rampasını, hiçbir üretim tecrübem yokken Türkiye’de üretmeye karar verdim. Bir yıllık çalışmanın sonunda ilk ürünlerimizi piyasaya çıkardık ve gördüğümüz ilgiden cesaret alarak ürünleri geliştirmeye devam ettik. Bu süreçte her zaman yanımda olan ve bana güvenen ailemin desteği ile firmamı büyüttüm. Bugün Medlis, Türkiye’deki binaların ve araçların ortopedik engelli erişimine yönelik tüm gereksinimlerine çözüm üreten, yurtdışına ihracat yapan bir şirket haline geldi.

Şu ana kadar ne gibi projeler gerçekleştirdiniz?

Türkiye’de portatif engelli rampaları üreten ilk ve “Engelli Erişim Uzmanı” sertifikalarına sahip tek firma olarak, ülkemizde kamusal alanlarda; bakanlıklar ve bağlı binalarında, banka şubelerinde, camii ve müzelerde, tren garlarında engelli erişimine yönelik projeler üstlendik.T.C. Cumhurbaşkanlığı, T.B.M.M., Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Garanti Bankası, Akbank, İş Bankası gibi kurumlarda rampalarımızla engelli erişimi sağlamaya devam ediyoruz.TCDD trenlerine erişim rampaları üretiyoruz ve Türkiye’nin birçok noktasında bulunan tren garlarında tekerlekli sandalye kullanıcılarının trenlere erişimini sağlıyoruz.Özellikle tarihi binalarda ve müzelerde; örneğin T.B.M.M., Süleymaniye Camii, Ulu Camii, Kocatepe Camii’inde portatif ürünler ile yapıya zarar vermeden engelli erişimi sunuyoruz.

Medlis için nasıl bir büyüme vizyonu belirlediniz?

2015 yılında, bir önceki yıla kıyasla satışlarımız % 200 arttı. 2016 yılında da benzer bir büyüme olacağını öngörüyoruz. Diğer yandan, yurtdışı pazarlarındaki etkinliğimizi artırmayı hedefliyoruz. Yeni ülke pazarlarında yer almak ve dünyada engelli erişimini Türkiye’de üretilen ürünlerimiz ile sağlamak en büyük hedefimiz. Bu konuda çeşitli ülkelerden gelen taleplere cevap vermeye çalışıyoruz. Güney Afrika’dan, İngiltere’den ve Rusya’dan şu ana dek gelen talepler bizi umutlandırıyor.

Büyümeyi nasıl finanse etmeyi planlıyorsunuz?

BUBA ve GarantiPartners programı ile yeni başlayan iş ortaklığımız dâhilinde büyümemizi hızlandıracak her türlü finansman modeli üzerinde çalışıyoruz. Kurumsal bir yatırımcı ile Medlis’in büyümesini finanse etmek de seçeneklerden biri.

BUBA ile olan işbirliğinizden bahseder misiniz?

BUBA portföyü içerisinde yer aldıktan sonraki süreçte eğitici ve hedef odaklı görüşmelerimiz bizi kabuğumuzdan çıkararak, ufkumuzu genişleten bir deneyim oldu. BUBA, mentorluk desteği açısından oldukça önemli bir fayda sağladı. Diğer yandan pazarlama ve iş geliştirme alanında referanslar sağlayarak, şirketimize desteğini farklı alanlarda da sürdürüyor. BUBA’nın desteklediği projeler arasında yer almak, girişimci olarak bizler için önemli bir şans; işimizin tecrübeli ve konusunda uzman kişiler tarafından yorumlanması ve yönlendirilmesi, BUBA’nın bizlere sağladığı en önemli avantajlardan biri.

BUBA Haberleri

BUBA,ISEF 2015’teydi

BUBA, portföyündeki altı girişim ile birlikte Ankara’da düzenlenen Uluslararası Girişimcilik Fuarı ISEF 2015’e katıldı.

TÜBİTAK’ta Seminer

TÜBİTAK Mentor yetiştirme programındaki 50 iş insanına Türkiye’de yapılan melek yatırımlar üzerine seminer verdik.

Brandweek İstanbul’da BUBA Girişimleri

BUBA portföy girişimlerinden Whispto, Poltio ve Taglette, BrandWeek Istanbul etkinliğine katılarak şirketlerini tanıttılar.

Startup Mentor Turkey

BUBA, tecrübeli iş insanlarını genç girişimlerle bir araya getiren Startup Mentor Turkey etkinliğine katıldı.

HI-TECH Forum

BUBA, Turkish British Chamber of Commerce and Industry (TBCCI) davetlisi olarak HI-TECH Forum için Londra’daydı.

Digital Marketing

BUBA, Vodafone Türkiye ve Oksijen Teknoloji’nin inovasyon ekiplerine “Digital Marketing” eğitimi verdi.

l

l

l

l

l

l

B89

Page 92: boğaziçi 50

Dergi ekibi

Çok yönlü olmak günümüzün öne çıkan kavramlarından biri haline geldi. Artık bir alan içinde kalmak yerine birden fazla alanla ilgilenmek, pek çok konuda bilgi sahibi olmak günümüzün oldukça hızlı değişen dünyasında bir bakıma “hayatta kalmak” için de gerekli oldu. Tabii çok yönlülük bir bakıma kökü çok daha derinlere de giden, disiplinlerarası bir yaşamın da kaynaklarından. Bu bakımdan insanı oldukça besleyen, yenileyen, yaşadığımız dünya hakkında parça parça edindiğimiz bilgileri bir araya getirmemize de vesile olan bir yaklaşım. Böylece her şeyin nasıl iç içe olduğunu da bizlere hatırlatan bir yanı mevcut çok yönlü olmanın.Bu hayat duruşuna sahip olmanın kişiye yeni sorumluluklar da yüklediğini söylemek mümkün. Çok yönlü olmak, insanın zihninde yeni kıvılcımlar doğururken; bu kıvılcımların sadece bu boyutta kalmayıp, eyleme dönüşmesini de barındıran bir yapıda olması çok yönlü bir insanın temel özelliklerindendir diye düşünüyoruz. Bir yandan farklı akademik disiplinlerde çalışan bir araştırmacının bunu verimli bir şekilde öğrencilerine aktarma sorumluluğunun da olması gibi.

Araştırmacı olmak, yeni bilgiler edinmeye karşı istek duymak, karmaşık konuları kendi iç dinamiklerine göre kavramaya ve anlamlandırmaya çalışmak, konulara analitik bir biçimde yaklaşmak, öne sürülen fikirlerin dayanaklarını aramak, bilgilere, durumlara sistematik bir biçimde yaklaşmak, çok yönlü bireyin başvuracağı özelliklerden olsa gerek. Bu özellikler, bireyin çok yönlü olabilmesi için sahip olması gereken tutumları da simgeliyor. Bu düşünce

yapısı, çeşitli gerçekliklerin varlığının farkında olmayı, söz konusu değişik gerçeklikleri harmanlamayı ve bunları bilime, sanata, fikirlere, gündelik yaşama yansıtmayı da mümkün kılabilecektir. Dolayısıyla, yeni bir yıla adım atmışken belki de kendimizi yeni alanlardan besleyip kendi çok yönlülüğümüze doğru da bir adım atarız ve bu attığımız adımlar da dünyayı bir nebze olsun daha iyi günlere götürür.

Böylesi zengin düşünen ve yaratan insanların bir anda zihinlerinde bir ışık yandığına belki şahit olmuşuzdur. İşte bu ışık veya kıvılcım,

farklı uğraşlar sonunda kazanılan birikimin artık dışa yansımasının vaktinin gelmesi belki de. Ocak 2016 sayımızda işte bu tabloyu yansıtan, farklı disiplinleri harmanlayan, kendine has öğeleri barındıran değişik müzikleri bir araya getiren, özgün tatları birbirleri ile buluşturan, dünyanın dört yanındaki coğrafyaları tanımaya çalışan, tanıdıkça daha da zenginleşen, zenginliğini kendi dünyasına ve çevresine yansıtan konuklarımızı ağırlıyoruz.

Dergi ekibi olarak bu sayımızı zevkle okumanızı diliyoruz.

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

pro_ilan_TEK SAYFA200X270 cp.pdf 1 06/11/15 10:52

B90

Page 93: boğaziçi 50

B91

VITRA ILANC

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

pro_ilan_TEK SAYFA200X270 cp.pdf 1 06/11/15 10:52

Page 94: boğaziçi 50

Günümüzde gittikçe artan, yaşamımızı ve günlük hayatımızı, yaşam kalitemizi olumsuz olarak etkileyen çevre kirliliği geç de olsa toplumlarda çevre bilincinin ve duyarlılığının artmasına neden olmaktadır. Doğayla uyum içinde yaşamak yerine onunla savaşmaya ve onu kontrolü altına almaya çalışan insanoğlu yaşadığı acı gerçeklerle

yavaş yavaş doğanın gücünü anlamaya başlamıştır. İnsanoğlunun yaptıklarının olumsuz etkileri zamanla birikerek çevrenin bozulmasına ve doğa felaketlerine neden olmaktadır. Çok eski tarihlerden beri ego-merkezli olan insanoğlu doğanın ve bütün nimetlerinin, doğal kaynakların, kendisi için yaratıldığını benimsemiş, kadınların, zencilerin, esirlerin ve

hayvanların kendisine hizmet etmek için yaratıldığına inanmıştır. Aynı düşünceyi savunan ünlü düşünür Aristo da gezegenimizde, doğada hayvan ve bitkilerin yaşam hakkı olmadığını savunmuştur.İnsanlık doğada güzelliklerin ve çeşitliliğin göz ardı edilemeyecek kadar azalması sonucu şikâyetlere ve yakınmalara başlamış, bunun nedenini kendinde aramayıp, suçlu bulmaya çalışmıştır. Doğanın ekolojik dengesi vardır. İnsan eli değmediği takdirde doğa kendini sürekli olarak yenileyebilmekte, ekolojik dengeyi sağlayabilmektedir. Baharda uyanan, ana adını verdiğimiz “toprak ana” buna en güzel örnek değil mi?

Yetiştirilen bitki türlerinin, tükettiğimiz sebze ve meyvelerin, et ürünlerinin tadının değiştiğinden şikâyet ederken, tüm bu değişikliklerin suçlusunun yanı başımızda, kendimiz olduğunu düşünmemekte, düşünmemeyi tercih etmekteyiz. Yetiştirildiği toprağın minerallerini ve suyunu alarak, tüketerek büyüyen sebze ve meyvelerin üretimini artırmak için toprağa yüklenen kimyasal gübre ürünün boyutunu artırırken kalitesini-tadını, lezzetini bozmuştur. Ayrıca tüketilen doğal minerallerinin ve bakterilerinin yenilenmesine fırsat vermeden, dinlenmeye bırakılmadan sürekli olarak ekilen toprak yorgun düşmekte, fakirleşerek bitkileri yeterince besleyememektedir. İnsanoğlunun açgözlülüğü toprağın kendini yenileyerek eski kalitesine ulaşmasına müsaade etmemektedir.

Gerek ekonomik değeri olan, damak zevkimizi cilalayan su ürünleriyle ve gerekse estetik duruşuyla göz zevkimizi okşayan denizlerimizde de durum farklı değildir. Denizin dibini

Prof. Dr. Günay Kocasoy ACG ’64, RC ’68

DOĞANIN KENDİNİ YENİLEMESİ

ÇEVRE DOSYASI

B92

Page 95: boğaziçi 50

derin, gözden ırak diye katı atıklarla plastik mezarlıklarına dönüştürerek, yanlış yöntemlerle avlanarak deniz dibi özelliklerini değiştirerek balık yuvalarını bozduğumuz, deşarj ettiğimiz evsel ve endüstriyel atık sularımızla oksijen seviyesini sıfıra düşürdüğümüz denizlerimizde tür sayısı ve miktarı yok olma seviyelerine kadar inmiştir. Biraz insaflı davranıp, daha azla yetinsek deniz ortamı kendi yöntemiyle, fotosentezle deniz dibinden ve havadan sağladığı oksijenle kendini yenileyecek, eski verimine ve kalitesine ulaşacaktır. Ancak uygulanan acımasız işkence artarak sürdükçe, kirlilik yükü artarak verildikçe, deniz ekolojisinin dengesine ulaşması imkânsıza yaklaşmakta veya çok uzun süreler almaktadır. Örnek olarak tarihe güzelliğiyle “Altın Boynuz” olarak geçen Haliç’i gösterebiliriz. Kanalizasyona dönüştürülmüş, oksijensiz ortamda bozunan organik atıkların bozunmasından deniz dibinde oluşan metan gazının deniz yüzeyinde oluşturdukları baloncuklar,

özellikle yaz aylarında çok uzaklardan bile hissedilen rahatsız edici kokusu kirleticilerin boşaltılmasından vazgeçilmesiyle kaybolmuş, uzun bir süre alsa bile Haliç eski güzelliğine kavuşmaya başlamıştır.

Ülkelerin, şehirlerin akciğerleri olarak nitelendirdiğimiz ormanlık alanlarımız da insanoğlunun acımazlığından nasibini almıştır. Yakıt veya sanayide kullanılmak amacıyla yetiştirilen ağaçlar yerine hunharca ormanlık alanların talan edilmesi, yerine gökdelenlerin kurulması sonucu şehirlerdeki yeşil alan oranları fazlasıyla düşmüş, yağışlar azalmış,

yağış rejimleri bozulmuş, yağan yağmur ve kar sularının yeraltı suyuna ulaşarak besleyebilmesi için süzülecek toprak bulamamasından dolayı yüzey akışla kanalizasyon veya denizlere ulaşmakta, zaman zaman da sel gibi doğal afetlere neden olmaktadır. Dolayısıyla içme ve kullanma suyunun sağlandığı, ancak miktarı çok az olan yeraltı suyu beslenemez olmuştur. Dallarında yuvalarını yapan kuşlar ve de habitatları yok edilen doğal hayat başka yerlere göç etmiş, türleri kaybolmuş veya çok azalmıştır. Bütün bu olumsuz doğa olayları insan eliyle yönlendirilirken, çevre ve doğa bilincinin ve duyarlılığının arttığını düşündüğümüz çağımızda hâlâ habitatlarını işgal ederek yok ettiğimiz kuşların, sincapların güzelliklerinden yoksun kalmamızın suçunu yaşam alanlarını bizlerle mağrur bir şekilde paylaşmayı kabul eden kedilere, köpeklere yüklemekteyiz.

Önümüzdeki süreçte insanoğlunun doğal afetlerle karşılaşıp, büyük acılar yaşamaması için yeni yılla birlikte açgözlülükten vazgeçmesi ve doğadaki diğer canlılara da saygı duymayı ve doğanın nimetlerini paylaşmayı öğrenmesi ümidiyle… Mutlu yıllar dilekleriyle…

B93

Page 96: boğaziçi 50

Bi lg i ve Kay ı t i ç in : +90 (212 ) 359 5813 / bugez [email protected] . t r

BUgezi programları çerçevesinde birbiri ardına çok farklı ve çok renkli organizasyonlar devam ediyor. Hala tanışmadıysanız, sizleri BUgezi faaliyetlerimizi yakından takip etmeye ve bu eşsiz gezilere katılmaya

davet ediyoruz.

KAPALIÇARŞI’daTarih ve Keyif Dolu Bir Gezinti

12 ŞUBAT 2016

KAPALIÇARŞI’daTarih ve Keyif Dolu Bir Gezinti

13 ŞUBAT 2016

Balat’tan Fener’e Yürüyüş 26 MART 2016 Balat’tan Fener’e Yürüyüş 26 MART 2016

www.bumed.org.tr

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumed

Sevgililer Günü’nde Harem Dedikodularıyla Topkapı Sarayı 14 ŞUBAT 2016

Sevgililer Günü’nde Harem Dedikodularıyla Topkapı Sarayı 14 ŞUBAT 2016

Adım Adım Pera12 MART 2016

Adım Adım Pera12 MART 2016

Page 97: boğaziçi 50

Bi lg i ve Kay ı t i ç in : +90 (212 ) 359 5813 / bugez [email protected] . t r

BUgezi programları çerçevesinde birbiri ardına çok farklı ve çok renkli organizasyonlar devam ediyor. Hala tanışmadıysanız, sizleri BUgezi faaliyetlerimizi yakından takip etmeye ve bu eşsiz gezilere katılmaya

davet ediyoruz.

KAPALIÇARŞI’daTarih ve Keyif Dolu Bir Gezinti

12 ŞUBAT 2016

KAPALIÇARŞI’daTarih ve Keyif Dolu Bir Gezinti

13 ŞUBAT 2016

Balat’tan Fener’e Yürüyüş 26 MART 2016 Balat’tan Fener’e Yürüyüş 26 MART 2016

www.bumed.org.tr

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumed

Sevgililer Günü’nde Harem Dedikodularıyla Topkapı Sarayı 14 ŞUBAT 2016

Sevgililer Günü’nde Harem Dedikodularıyla Topkapı Sarayı 14 ŞUBAT 2016

Adım Adım Pera12 MART 2016

Adım Adım Pera12 MART 2016

Bi lg i ve Kay ı t i ç in : +90 (212 ) 359 58 13 / [email protected] . t r

www.bumed.org.tr

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumed

BÜMED, birbirinden renkli kurslarla sizleri yeni deneyimlere davet ediyor.

Şarap kültüründen yaratıcı yazarlığı, temel denizcilik eğitiminden yerel danslara uzanan geniş yelpazede farklı ilgi alanlarına yolculuk etmek ister misiniz?

SirtakiEğitmen: Sava PANAYOTİDİSTarih: 19 Ocak 2016, SalıSaat: 19.30 - 21.30Coşkunun ve birlikteliğin dansları sirtaki, zorba, zeibekiko, ağır ve hızlı kasap baharla beraber BÜMED’de! Ege'nin iki yakası sirtaki ile birleşecek. Kısa zamanda farkı görecek, dansın büyüsüyle bir olacaksınız...

Viski Kültürü ve Köklerine Yolculuk Eğitmen: Ertan ENGİNTarih: 21 Ocak 2016, PerşembeSaat: 19.30 - 21.00Bir yandan seçkin viskileri tadarken bir yandan da tarihini, üretim yöntemlerini, İskoçların lezzet sırlarını ve tadım tekniklerini öğreneceğiniz, viski hakkında sorularınıza cevap bulabileceğiniz bir tecrübe...

İleri Seviye ŞarapEğitmen: A.Deniz AKINCILARTarih: 4 Şubat 2016, PerşembeSaat: 19.30 - 22.30Bir servet ödemeden satın alabileceğiniz 1000 önemli şarap. Her derste şarapların; Ülke, bölge, üzüm, aroma özellikleri detaylı bir biçimde incelenecektir.

Yaratıcı YazarlıkEğitmen: Murat GÜLSOYTarih: 10 Şubat 2016, Çarşamba Saat: 19.30 - 22.00Tarih: 13 Şubat 2016, Cumartesi Saat: 10.30 - 13.00Temel kurmaca bilginiz tamam ve sıra yazım deneyimlerinizle ilgili profesyonel yaklaşımları duymaya, diğer edebiyat tutkunlarıyla özgürce fikir paylaşımında bulunmaya geldiyse bu atölye size göre...

Çocuk Yazınının Büyülü Atölyesi Eğitmen: Evren YİĞİT’00Tarih: 16 Şubat 2016, SalıSaat: 19.30 - 22.30Çocuklar için yazmak... Ünlü bir çocuk yazarı olmak isteyenler, çocuklarla iletişim içinde olan mesleklerde çalışanlar, öğrencilerine, çocuklarına, torunlarına kendi eserleri ile ulaşmak isteyenler atölyemize davetlidir.

Çocuklar için FelsefeEğitmen: Özge ÖZDEMİR’99Tarih: 20 Şubat 2016, CumartesiSaat: 11.00 - 12.00Duygular felsefesi üzerine yoğunlaşan atölyede Homeros’un Odise Destanı’ndan ilham alarak mutluluk, özgürlük, sevgi ve cesaret soruları üzerine çalışmalar yapılacak.

YENİ

YENİ

Page 98: boğaziçi 50

www.bumed.org.tr

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumedo�icial

/bumed

Page 99: boğaziçi 50

BUMED_BUFON_ILAN_20x27_180915_BASKI.pdf 1 9/18/15 3:53 PM

Page 100: boğaziçi 50

JAZZMASTER DAY DATEAUTOMATIC SWISS MADE