Top Banner
B L O G U M Haziran 2012 - Sayı:1 Her Renge Hitap Ediyoruz ... 1 blogumdergisi.blogspot.com blogumdergisi.blogspot.com #blogum #blogum TÜRKİYE'NİN TÜRKİYE'NİN ONLİNE BLOG ONLİNE BLOG DERGİSİ DERGİSİ
52

Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Mar 28, 2016

Download

Documents

Türkiye'nin Online Blog Dergisi Blogum'un Haziran Sayısı - http://www.blogumdergisi.com
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

BLOGUMHaziran 2012 - Sayı:1 Her Renge Hitap Ediyoruz ...

1blogumdergisi.blogspot.comblogumdergisi.blogspot.com#blogum#blogum

TÜRKİYE'NİN TÜRKİYE'NİN ONLİNE BLOG ONLİNE BLOG DERGİSİDERGİSİ

Page 2: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

BLOGUM

BLOGUMGenel Yayın Yönetmeni

Cansu ÖZMEN

EditörOkan Can BADEMCİ

Türkiye'nin Online Blog Dergisi BlogumBlogum, blog yazarlarının menfaatleri üzerine kurulmuş olup markalaşma

kaygısı yoktur.

Her türlü eleştiri, soru ve görüşleriniz için, [email protected]

Mail adresinden ulaşabilirsiniz.

Page 3: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

İÇİNDEKİLERKONUK BLOG YAZARLARI

Selma AKDEMİRGüven TURAN

Elif IŞIKSevgi YILMAZ

Ender TANArmağan ÖRKİ

Birsen Güldemir KAPLANAkif ULUTAŞ

Ali Erman AKYÜZNaz AYDOĞANSevinç SARGUTMerve ÖZCAN

Hanife ALBAYRAKYasemin ÖZER

Mehtap ARSLANYakup Sabri İNANKUR

Furkan ÖZDENSerkan Murat KIRIKCI

Cemre KOZANBeyaz Kitaplık

La LobaMedya CadısıKitap Notları

Page 4: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Sevgi'siz' Kalmayın

Zaman ne kadar çabuk geçiyor dimi. Acılar, sancılar, mutluluklar gibi onlarca duygu yoğunluğu. Yollarımız bazen karanlık, bazen aydınlık; olsada hep bir yolda yürüyoruz. Hiç durmuyoruz, çabalıyoruz. Daha iyi olmak, hayatta daha güzel konumlanmak için.

Bu konum mevzusuna insanlar o kadar odaklanıyorlar ki; karşılarındakileri ve en yakınındakileri kırabiliyor- lar. Bazen de kırmak yetmiyor, birde yıkmak istiyorlar.

Oysaki sevgi her şeyin ilacı. Kendine sevgi ile, çevrelerindekilere sevgi ile bakan insanlar; amaçlarına daha sızısız ulaşmışlardır. Sızı insanı yıpratır, bir gün ortaya telafisi olmayan sonuçlar çıkartabilir.

En küçük şeylerden mutlu olanlar, yolun yarısında tıkan- mayanlardır. Çünkü, küçük şeylerden mutlu olanlar bir yaprağın rüzgarla temasını bile mutluluk ile karşıla- yabilir. Bu gibi misaller süs-lendirilebilir. Şunu unutma-yın, küçük şeyerden mutlu olan bireyler sevgi ile har- manlanmışlardır.

Sevginin açamayacağı kapı yoktur. Sevgi insanı kötü e- mellerinden uzak tutmaya yardımcı olur. İlerde yaşaya- cağı pişmanlıkları yaşamasını önler.

Evet sevgi diyorum. Sevgi sadece insanlara duyulan bir duygu yoğunluğu değildir. Sevgi bir ağaca,bir kediye, bir köpeğede duyulabilir. Siz ye- terki sevgi olgusunu benim seyin, ondan sonra seveceği- niz çok şey olacaktır.

Sayfa 4 | BLOGUM

KİŞİSEL GELİŞİM

Page 5: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Sevgi her şeyi önler mi ? Hayır, tabiki de. Ama, büyük sevgiler kötülüklerin kolay ve zahmetsiz atlatılmasına yar- dımcı olur.

Sevgi insanı yüceltir, sevgi insanı zengin yapmaz.

Sevgi insanı üzmez, sevgi insanı dü- şürmez.

Sevgi insanı mutlu eder, sevgi insanı yalnız bırakmaz.

Sevgi insanı mutsuzluğa itmez, sevgi insanı eğlendirir.

Ama her insana da sevgi ile yaklaşamazsınız. Bunu ayırt edecek olan yine sizsiniz, sevgi ile harmanlanırsanız; insanları yanlış konumlandır- mazsınız.

Yazımı şu sözlerle, tamam- lamak istiyorum;

Dünya benim olsa neler isterdim, önümüz kötü kara kış; bi yürek bi de sevgi

Sevgisiz Kalmayın adlı yazımın devamını bir sonraki sayıda devam ettireceğim.

Okan Can BADEMCİ

Blog :

okancanbademci.com

Sayfa 5 | BLOGUM

KİŞİSEL GELİŞİM

Page 6: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Sayfa 6 | BLOGUM

Yanında rahatça osurabilmek, iki dakika önce çıktığı tuvalete öf pöf demeden girebilmektir. Evin her tarafı darmadağınık ve tozlar havada uçuşuyorken bile aniden zil çalıp sürpriz yapıp geldiğinde eyvah! deyip panik yapmadan buyur edebilmektir içeri. Yağlı saçlarıyla, dizleri çıkmış çamaşır suyu lekeli ağı delik pijamalarıyla bile çekici bulmandır onu. Ağda gününe kadar uzatmak zorunda kaldığı istenmeyen tüyleriyle de sevebilmektir ya da yorulup terlemişken duştan yeni çıkmış gibi sımsıkı sarılabilmektir.

AŞK BENCE ...AŞK BENCE ...

Aşk tek kişilik yatağa sığabiliyorken, kimi zaman da mutluluktan, heyecandan hiçbir yere sığamamaktır. Yokken bir şişe birayı içmektir birlikte, varken en pahalı şarapları. Şevkate ihtiyacın olduğunda onun yanında almaktır soluğu.

Aşk filmi izlerken en acıklı ayrılık sahnesinde iyi ki yanımda deyip sarılabilmek, sevişme sahnesindeyse filmi durdurup devamını birlikte çekebilmektir canlı canlı. Sohbet edebilmektir her konuda.

Eski sevgililerini, çocukluk anılarını, gençlik mace-ralarını birşey eksiltmeden ya da katmadan anlatabilmektir içtenlikle. Hafif pörtlemiş bira göbeğiyle dalga geçe-bilmektir ya da alınma zamanı gelmiş bıyıklarıyla. Fazla alkolden değil fazla mutluluktan sarhoş olabilmektir. Ağzım soğan kokmasın diye endişe etmemek, ekmek arası köfteye "soğansız olsun" dememe lüksüne sahip ola-bilmektir.

Selma Akdemir – supercellma.blogspot.com

Birlikte maça gidip küfredebilmek, aslında her zaman başbaşa kalma imkanınız varken bile sinemada öpüşebilmek, sanki dünyada yalnızca siz varsınız gibi umarsızca yaşayabilmektir herşeyi. Puding tenceresinin dibini birlikte par-maklayabilmek, salatayı birlikte yapabil- mektir. Dil, din, ırk, renk, seviye ayrımını hiçe saya-bilmek, gerektiğinde herkese ve her şeye karşı koyabilmektir. Sevmekte, özlemekte ondan hep bir adım önde olmaktır. Sen, ben olmaktan çıkıp “biz” olabilmektir.

Topu topu üç harfken içine milyonlarca anlamı katabilmektir aşk. Yaşamaya aylar, yıllar, tarifine kelimeler, hissetmeye kalpler ve algılamaya akıl yetmezken bir kıçı kırık Şubat gününe sığdırı-lamayacak kadar da büyüktür "AŞK".

AŞK

Page 7: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

BÜTÜN MÜDÜRLER ....!BÜTÜN MÜDÜRLER ....!

Uyarı : Bu Yazı Bolca Hakaret ve Küfür İçeriyor.

SayınYetkili,

Görüşmeye girince elimi bile sıkmadınız. O esnada sizin ne kadar büyük bir göt olduğu-nuzu anlayabilmek için görüşmeyi sürdür-meye karar verdim. Ama bu sefer ben de eli-mi uzatmadım zaten aramızdaki mesafe oldukça fazlaydı. Çok sinirlendim ama belli etmedim. Hızlı hızlı anlattım, soru sormanıza bile fırsat vermedim. Çok kısa ve saçma sa-pan bir görüşme oldu. O kadar yolu gitmeye değmeyecek kadar.

Bu sadece tanışma amaçlıymış. Evet, haklısınız ben zaten binbir eziyete katlanarak Gebze Organize Sanayi Bölgesi'ne sizin sıçmık suratınızı görmeye gelmiştim. İstediğim maaşın üç katını da verseniz sizin gibi bir götle çalışmak istemem. Umarım aramazsınız çünkü sülalenize sövmek niyetindeyim. İşlerinizin yoğun olması insanları uzun süre bekletebilmeniz ve onlara karşı saygısız davranmanızı haklılandırmaz. Yoğun çalışıyorsunuz da elinize ne geçiyor? Dünya ve İnsanlık adına çok önemli bir şey yapmıyorsunuz. Cep mendili ya da bebek kıçı silmek için ıslak mendil üretiyor olmak sizi önemli bir insan yapmaz. Zaten siz başlı başına bir tuvalet kağıdısınız ama ben kıymetli kıçımı sizin suratınıza sürmem bile.

Ayrıca servisinizin olması benim her gün yüz seksen dakika boyunca trafikte işkence çekmemi hafifletmeyecek.Çalışma saatlerinizi de beğenmedim. Şu anlama geliyor ki: E-5'ten sabah 06:30 da servise bineceğim ve işten çıkınca akşam 20:00 sularında evde olacağım. Ne zaman nefes alabileceğimi bilemedim.

Sizinle çalışan insanlar var. Bilemiyorum size nasıl katlan-dıklarını. Gerçi bu durum neyi tolere edebileceğinizle alakalı. Görüşmeye girmeden önce asansör beklerken şirketinizin sa-hibiyle karşılaştım. O pörsümüş buldog köpeği suratını gö-rünce en az sizin kadar büyük bir göt olduğunu anlamıştım. Sanki bu bana bir işaret niteliğindeydi.

Yanındaki elemanla konuşurken yanımdaki hanıma bakıp 'Niye gelmiş bu hanım?' dedi. İş görüşmesi yanıtını aldıktan sonra bana dönerek 'Sen ne iş yapacaksın ki?' dediği anda ağzının ortasına amele tekmesini o-turtmak istedim ama derin nefes aldım ve soruyu yanıtladım. Sanırım görevi bana ya-kıştıramadığı için 'Hıııı' deyip kafasını çe-virdi ayıoğlu ayı. İşte bu durum ortaya ko-yuyor ki: Patron osurursa sizin gibi götler sıçar! Ayrıca farkettim ki evli değilsiniz. Zaten sizin gibi kıçı yere yakın bir ucubeyle kim evlenmek ister ki? Şimdi çekil gözü-mün önünden pislik insan müsvettesi.

Saygılarımla.

La Loba – turuncupelush.blogspot.com

Sayfa 7 | BLOGUM

Page 8: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

ÖLMEDEN ÖNCE NELER YAPMAK İSTERDİNİZ ?ÖLMEDEN ÖNCE NELER YAPMAK İSTERDİNİZ ?

Ölümden kaçmak, onu aldatmak mümkün değil. Dünyada yaşayan her canlı gibi ha-yatımızın da bir sonu var ve hepimiz bir gün öleceğiz. Fakat iki yüz yaşına kadar yaşayacağımızı düşünerek hayatlarımızı südürüyoruz ve hayallerimizi, yapmak is-tediklerimizi sürekli erteleyerek yaşamaya devam ediyoruz. Herkesin bu dünyada gerçekleşmesini is-tediği büyük ya da küçük hayalleri var. Pe-ki, biz bu hayallerin gerçekleşmesi için neler yapıyoruz? Körü körüne yaşamak yerine, kendimize belirli hedefler koyup bu hedeflere ulaşmak için gereken çabayı harcıyor muyuz? Yaşadığımız her anın kıymetini bilerek mi ömrümüzü tüketiyo-ruz?

Bir film izledim hayatım değişti :Hayatımızın belirli dönemlerinde, okuduğumuz kitaplardan, dinlediğimiz şarkılardan ya da izlediğimiz filmlerden etkilenir, yaşam serüvenimizin rotasını iyi ya da kötü yönde değiştiririz. Farklı yollara gider, yeni kapılar aralarız. Ben de günün birinde bir film izledim ve hayatım tamamıyla değişti.

Jack Nicholson ve Morgan Freeman’ın başrollerini paylaştığı 2007 yapımı olan “The Bucket List” filmini izledikten sonra bazı konular hakkında yeniden dü-şünmeye ve kafa yormaya başladım. Filmde, iki farklı sosyal statüde, yaşlı ve kan-ser hastası olan kahramanlarımız aynı hastane odasını paylaşırlar. Zamanla dost o-lan bu ikili, kaba tabirle tahtalı köyü boylamadan önce yapmak istedikleri şeyleri bir kağıda yazdıktan sonra teker teker yapmaya başlarlar. Uçaktan paraşütle atlama, piramitlere seyahat, Çin Seddi üzerinde motora binmek yaptıkları olaylardan sade-ce birkaçı. Bu filmi izledikten sonra ben de kendi kendime uzun uzun düşündüm: Yapmak is-tediğim şeyleri, hayallerimi yaşamak ve gerçekleştirmek için kaç yıl beklemem ve her birinin sırasının teker teker gelmesi için hayatımda neleri ertelemem gerek? Yoksa herkes gibi, benim de yolun sonuna geldiğimde mi aklım başıma gelecek ve kafamı duvarlara vuracağım? Peki neden benim de bir ölmeden önce yapılacaklar listem olmasın? Hemen kağıt kalemi elime aldım ve hayallerimi eğitim, iş, gezi, din gibi kategori-lere ayırdım. Daha sonra her kategoriye kendime sınırlar koymadan yapmak iste-diğim şeyleri madde madde ekledim. Her eklediğim madde de kendimi biraz daha hafif ve özgür hissettim. Örneğin Tokyo’ya git maddesini yazdığımda gerçekten bir anlığına Tokyo’ya gidip gelmiş oluyordum. Buna kuantum deyin, Zen felsefesi deyin, ne derseniz deyin o size kalmış. Yazdığım her maddede ben, bir şeyleri ba-şarabileceğim inancımı içimde hissediyordum. Belki de evrene küçük mesajlar gönderiyordum da haberim yoktu. Listeyi tamamladıktan sonra bir maddeler yığını üzerini çizmem için beni bekliyordu. Bir süre hiçbir maddenin üzerini çizemedim.

Sayfa 8 | BLOGUM

Page 9: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Ancak üniversite’de 3. sınıftayken Erasmus’u kazan-dım ve Avrupa’da görmediğim birçok ülkeyi bir anda görme ve farklı kültürlerden insanlarla tanışma ve arka-daş olma şansına eriştim. Her gezdiğim yer ile birlikte listemden birer madde eksiliyordu. Tüm o ülkeleri ge-zerken anladım ki,aslında hayalleri gerçekleştirmek sandığımdan daha zor ve uzak değil.

Hazırladığım listenin büyük bir bölümünü dünyadaki çeşitli yerleri gezip görmek oluşturmuş olsa da, içinde maddiyat gerektirmeyen, ilk bakışta kolay gibi görünen ama hayata geçirmenin çoğu insan için çok zor olduğu maddeler de var. Bir insana sevdiğini söylemek, kan ba-ğışı yaparak hiç tanımadığınız bir insanın hayatını kur-tarmak, aşık olmak gibi manevi eylemler her zaman yapmak istediğimiz ama sürekli ertelediğimiz ve bir tür-lü fırsat bulamadığımız eylemler.

The Bucket List filminde, onların ölmeden önce yapı-lacak listesinde ‘dünyanın en güzel kızını öp’ şeklinde bir madde yer alıyor. Buradaki ‘dünyanın en güzel kızı’ kavramı, film boyunca seyirciye manken gibi bir kızı çağrıştırsa da, Jack Nicholson’ın uzun süredir küs olan kızıyla buluşarak torununu öpmesi ve listedeki bu maddenin üstünü çizmesi üzerine yapılan tüm tahmin-ler bir anda ortadan kalkmış oluyor. Hayatın ipuçları ve mutluluk belki de bu bakış açılarında gizli. Kimimiz mutluluğu milyonlarda ararken, başkalarımız onu minik bir öpücükte bulabiliyor.

Siz de kendi yapılacaklar listenizi hazırlayarak işe baş-lamaya ne dersiniz? Artık benim için çok geç diye asla düşünmeyin. Yaşınız kaç olursa olsun, hiçbir şey için geç değildir ve her zaman her şeyi yapmaya yetecek va-kit vardır. Önce kendinizi buna inandırın. Bu listeyi ha-zırlarken kendinize asla sınırlar koymayın. Hayalleri-nizi büyük ve sınırsız tutun. Kendinizi özgür bırakın ve iç sesinizi dinleyin. Ben yapamam diye düşünüp kendi-nize negatif enerji depolamayın. İşe küçük adımlarla başlayın. Önce kendi çevrenizdeki yerleri gezin. Örne-ğin bir İstanbul turuna çıkın ve her gerçekleştirdiğiniz maddenin üzerini kırmızı kalemle çizin. Çizdikçe ger-çekten yaşadığınızı ve bu dünyada bir işe yaradığınızı hissedeceksiniz.

Siz siz olun yaşamın kısalığını, hayal kurmanın ba-sitliğini ve mutluluğun gücünü asla unutmayın. E-ğer ben sizi uyandırabilirsem, siz de bir başkasını u-yandırın. Çünkü hayat uyuyarak vakit geçirmek için çok kısa!

Güven Turan – benolmeden.blogspot.com

Sayfa 9 | BLOGUM

Page 10: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

DANS

Binlerce yıllık bir gelenektir dans etmek. İnsanoğlunun tüm duygularını hiç konuşmadan anlattığı bir ritüeldir. Çalan müziği, izleyenlere kendi bedeninde dinletebilme yetisidir.

Tangoyla tutuşurken biri, salsayla tutuşturur öteki. Biri tepeden tırnağa süslenmiş, boncuklar danteller içinde; öteki çıplak, kas örtüsünde. Bilinmeyen bir dilde yakarır biri, öteki anlar. Teller kopar belki, da-vullar patlar, sesler kısılır, birinin yorulduğu yerden öteki başlar. Ayaklar, eller, gözler her yerde; dans etmek bir olmaktır ötekiyle...

Başka birinin dünyasına ortak olma, tam bir teslimiyet hali, güven duygusu, empati patlaması, aynı ritmi yakalama arzusu içindeki çiftler arasındaki ipsiz bağdır. İşte, en çok da bu yüzden kolay değildir dans etmek. Vücut disipline edilebilir, “yerim dar”lar iki ısrardan sonra unutulur, “ay hiç beceremem”ler koluna birinin girmesiyle son bulur, “erkek adam oynamaz”lar bir tek attınmı kravatı kafaya bağlatır, ama ya iletişim? Kontrolünü paylaşmaya hazır mısın? İlk kez gördüğün biri saati sorduğunda bile tedirgin oluyorken, aynı ritimde bir yabancıyla yürüyebilir misin? Sessiz anlaşmalara uyabilir misin? Peki ya bunları 395 kişiyle birlikte yapabilir misin?

İşte, dansa gönül vermiş 396 kişi, yani 198 çift, 12 Şubat 2012’de Atatürk Uluslararası Havalimanı dış hatlar terminalinde bunu başardı. Aylarca farklı şehirlerde, farklı dans okullarında aynı koreografiyi çalışan amatöründen profesyoneline pek çok dansçı; aynı gün - aynı saatte bir araya gelip dünyanın en kalabalık bachata dansını yaparak Türkiye’nin adını Guinness Rekorlar Kitabı’na sokmayı başardı. Danskeyfi Dans Akademileri önderliğindeki bu rekor, aynı amaca olan inancın, birlikteliğin ve kenetlenmenin en güzel örneği olarak dansı ülkemizde daha da tanıtmak ve insanları dansa yüreklendirmek amacını taşıyordu.

Şimdilerde bu dans okulu, 14. yılını çeşitli etkinlikler ve dans gösterileriyle 8 Haziran 2012’de Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde kutlayacak. Orada olmak ve kendi şiirinizin ilk mısrasına “bir adım” atmak için neyi bekliyorsunuz?

BACAKLARLA YAZILAN ŞİİR

Elif Işık – bodakedi.com

Sayfa 10 | BLOGUM

Page 11: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

ANADOLU BEYLİKLERİ...

"Ben hayatta yaptığımız hiç bir şeyden pişman olmadım." "Pişman olacağım şeyi asla yapmam""Keşke hiç demedim""Kesseler asla yüzüne bakmam ben onun"

Milyon çeşit kişiliğin var olduğu nadide ülkemizde (hatta dünyamızda) bizi anlatmayan, bizden çok uzak olan kimlikleri gördükçe gözlerine, kulaklarına inana-mıyor insan... Öyle kocaman sözler, büyücek yanıl-malar... Her biri birbirinden alevli, her biri birbirinden antidepresan. Ürküyorum ben, daha da endişeleniyo-rum kendimi kandırdığımız saatlere denk düştüğümüz anlarda.

Büyük bir kavganın içine atıldığımızda görmekle var olmak arasındaki ince çizginin sessizliği bürüyor içi-mizi... Sonrasında da yollar ayrılıyor.

En zayıf yanımızı çok güçlü gösterme durumları ya da insan olma meziyetinin fabrika ayarlarına dönüş kısmı acizliğini kabullenmek.

Ben hayatım boyunca ikinci kısım tarafında olmak is-tedim hep. Başarısızlıklarım oldu, ve çok kez kendimi tanıyamayışlarım, büyük heyecanla başladığım şeylerin aslında bana ait olmadığını anlama sancılarım. Çok piş-manlık çektim, çok düştüm, çok dibe çöktüm... Ama hep kabullendim...

Pişman olabilmenin erdemine yükselebilmek güzel gelirdi bana çünkü, insandım o kadar da sistematik, mükemmel olmayan bir mekanizmanın defolu parça-sıydım.Sen de öyleydin, onlar da iç seslerinde aynı dizeleri tekrarladı hep, ama hep korktuk yenildiğimizi kabul-lenmekten... Etrafa saldırdık…!

Oysa hepimiz biliyorduk ki zaman şekillendiriyordu bizi, aynı ritimde gitmeyen bir kalp grafiğinin sancılı dökümüydük. Asla yapmam dediğimiz şeyleri yapma-ya başlayabilirdik, çok pişman olup bir arkadaşımızdan özür dileyip , keşke hiç doğmasaydım da diyebilirdik.

Öyle bir şey ki hayat, her gün yeni bir şey öğretiyor ve büyümeye başladığın an "asla yapmam" dediğin şey-leri yapmaya başlıyorsun. Ki; olgunlaşmak böyle bir şey sanırım daha esnekleşiyor daha olabilirli cümlelerin ortasına giriyor insan.

Küçük bir çocuğun yere düşüp dizini kanatmasındaki öğrenme durumu gibi kenetlenen hatalar daha özel kıla-biliyor yarınları.

Tam yenildiğin, güçsüz kaldığın zamanlarda elini tu-tan iç sesin oluyor çünkü, "yenildin kaybettin ve yeni bir şey öğrendin!" ve şimdi kalkma zamanı diye fısıl-dıyor kulağımıza...

İşte tam da ağzını açmak istediğin zaman Anadolu

beyliği laflara, havada kalıyor bütün güzellikler, kötüyü kabullenmeden iyiye ulaşamamanın hüznünü çaktır-mak istemeyişin havada kalıyor! Küçücük kalbinden çıkan büyücek, bencil sözler öldürüyor mütevazılığı-mızı..

Pişman olmak erdemdir, anladığına işaret eder bazı zamanlarda. Yeni bir yaşanmışlığa cesaretini tetikler hataları kabullenme durumu.. Örter kibirini, at gözlük-lerini...

Ve şimdi kaybettin! Neden kaybettiğini düşünmek yerine, “keşkeleri” hayatından silmeye çalışırsın bili-rim... Gel gör ki insansın, duygularını en değişken ya-şayan yaratıksın…

Anadolu beyliği laflar silemez aslalarını, keşkelerini. En önemlisi yarına açılacak pencerendeki karanlıkla-rını….(Bu yazıyı yazdığım için hiç pişman olmayacağım desem ne kadar tutarlı olabilirdi ki)

Sevgi Yılmaz – gunlukmusunnesinsen.blogspot.com

Sayfa 11 | BLOGUM

Page 12: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

2011 Yaz sezonunda hayatımıza giren zımba detaylı ayakkabılar 2012 yazında da etkisini arttırarak devam etti-riyor. Bu sezonun favorisi Oxford ayakkabılarda sıkça rastladığımız bu detay rahat ve şık bir tarzı benimseyen ba-yanların tercihi…

Beyaz bir atlet ve salaş bir kot pantolonun altına geçireceğiniz zımbalı Oxfordlarınızla birden bire farklı bir havaya bürüneceksiniz. Özellikle kalıpların dışına çıkmayı seviyor, cesur davranmaktan korkmuyorsanız; bu ayakkabılar sayesinde çok dikkat çekeceğinizi söyleyebiliriz. Çünkü yeni sezonda zımba detayı sadece Oxford-larla sınırlanmıyor. Platform topuklulardan, stilettolara; bootielerden spor ayakkabılara kadar pek çok formda karşı-mıza çıkıyor. Özellikle yaz sezonu için platformlar favoriler arasında…

Sade bir elbisenin altına giyeceğiniz renkli ve zımbalı bir platform ayakkabının fark edilmemesi neredeyse imkansız. Pek çok markada değişik renklerde, sıra-dışı platform modeller bulmak mümkün.

MODA

SIRADIŞI BİR TARZ İÇİN ZIMBALI AYAKKABILAR

Sayfa 12 | BLOGUM

Page 13: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Mezuniyet ve düğün sezonuna girdiğimiz şu günlerde farklı bir ayakkabı tercih etmek istiyorsanız; bu detayı taşı-yan ayakkabılar tam size göre… Fazla abartıya kaçmak istemiyorsanız bu detayın sadece topuk kısmında kullanıl-dığı ayakkabıları tercih edebilirsiniz. Ama ‘’-Abartmaktan korkmam. Benim ayakkabım dikkat çekmeli!’’ diyorsanız karışık desenler ile zımbaların birlikte kullanıldığı modeller sizi büyüleyecek.

Sayfa 13 | BLOGUM

Page 14: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Şortlar ve günlük elbiseler ile genellikle babet giymek tercih edilir. Bu sezon pek çok marka zımba detaylı babet-leri beğenimize sunuyor. Renkli olanları özellikle kullanmanızı öneririz. Çünkü bu sezon sıradışı detaylar kullan-manın yanı sıra capcanlı renklerde giyinmekte çok moda

Moda beni ilgilendirmez ben rahatıma bakarım diyenlerdenseniz; bu trendin öncelikle spor ayakkabılarda kullanı-larak yayıldığını söyleyerek sizi şaşırtmak isteriz. 2011 yaz sezonunda pek çok spor markasının kullandığı zımba de-tayı tasarımcılara ilham vermiş oldu. Retro trendine göz kırpan bu birbirinden güzel spor ayakkabılar; bileği saran modelleri ile 80`leri, makosen tarzı modelleriyle ise 50`ler ve 60`ları anımsatıyor. Bayanlar için çeşitli alternatiflerin bulunduğu bu trend her ayakkabıda farklı bir tarzı yansıtıyor. Sizde kendi tarzınızı yansıtan modeli rahatlıkla kulla-nabilir ve trendlerin takipçisi olduğunuzu gösterebilirsiniz.

Ender Tan – endertanblogspot.com

Sayfa 14 | BLOGUM

Page 15: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Yaz Alışverişi Yapmadan Önce Göz Atmakta Yarar Var…Yaz Alışverişi Yapmadan Önce Göz Atmakta Yarar Var…

Sevgili Okan Can Bademci'den onur verici bir e-posta alınca, aslında Hazi-ran'ın ilk haftasında gerçekleştirmeyi düşündüğümüz etkinliği birkaç hafta öne alıp biraz hızlandırdık.

10 Mayıs'ta Gazimağusa'da adeta ye-niden inşa edilen Arkın Palm Beach Hotel'de, Güzelyurt'un en çok tercih edilen butiği Sema Butik ürünleriyle mini bir çekim yaptık. Aynı zamanda e-kibinde bulunduğum Zarina Ajans'ın yöneticisi Olgan Mustafa ile de kısa bir söyleşi yapma fırsatı buldum.

Armağan Örki – nettebugün.blogspot.com

Page 16: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Çekimler arasında Olgan'la kılık kıyafet üstüne hoş bir sohbette başladı. Modanın, insanın üstüne oturan, fiziğiyle uyum sağlayan ve insanın hissedebildiği renkler olduğunu ve söz konusu yaz modası iken, tüm bunlara ek olarak rahat ve geniş yakalıların özellikle Kıbrıs gibi sıcak coğrafyalarda tercih edildiğini vurguladı. Her ne kadar geniş ve rahat gözükse de, kimi ürünlerin yaz için fazla kapalı gerçeğini sorunca hafiften gülümseyip kumaşa değindi.

Çoğu markanın Avrupa ülkeleri-ne yönelik ürün hazırladığını ve bunların gerek İstanbul, gerek Londra ve gerek Güney Kıbrıs'ta bol bol olduğunu hatırlattı. Rahat-lıktan söz açılınca, ayakkabı, san-dalet ve terlikte her türlü hava ko-şulunda ortopedik olanların hem sağlık, hem de konfor açısından daha iyi olduğunu ekleyip Ashwak 'ın yeşil pantolonunu gö-rünce konuyu renklere bağladı. Bu yılın yaz modası veya moda yerine daha sık tercih edileni diyelim, bir-birine aykırı canlı renklermiş. "Si-yah ve beyaz vazgeçilmezler; an-cak canlı renklerin aykırı duruşu da günün her anında bu yaz kar-şımıza çıkacağa benziyor..." der-ken Emrullah'ta renkli desenleri olan şortuyla göründü; ki işte o za-man 1960'lar da tercih edilen bu desenlerin de tekrar tasarımların içine girdiğini söyledi.

Konu devamında facebook say-fasına geldi... 2500 civarında beğe-neni olan Zarina Ajans'ın sayfası, Kuzey Kıbrıs'ta bir ilk ve sayfayı Mart 2010'da ben açmıştım. Say-fanın var olma sebebi basit: İşve-renleri kataloglara boğmaktansa, rahatlıkla albümlere ayrılmış olan etkinlikleri görmelerini sağlamak. Olgan'a göre bir diğer sebep, Ku-zey Kıbrıs'a bir şekilde hizmet ede-bilmek: Gençlerin modayı takip e-debilmesi ve fikir edinebilmesi. Ay-rıca da mankenliğin veya fotomo-delliğin aslında oldukça zevkli bir iş ya da hobi olarak tercih edile-bileceği...

Page 17: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Sürekli aklıma takılan bir başka soruyu sordum: Modacılar, defilelerinde, sahiden de cesaret isteyen parçalarını sergiliyor ve bunların bir kısmı, bazı değişikliklerden sonra normalleşiyor ve vitrinleri süslemeye başlıyor; ama niçin en başta herkese yönelik bir çalışma göremiyoruz? Makul bir yanıt geldi doğrusu: İlgi çekebilmek... Modacılar ilgi çekmek için gösterişli ve olağandışı bir görsellik hazırlıyor; çoğunu da bırakalım sokağı, özel davetlerde bile göremeyiz. Hele ki Kıbrıs'taki siyah beyaz klasik alışkanlığı var oldukça, asla...

Olgan'ın son olarak dediği bir başka şeyse, bütçe üstüne oldu; yaz için güzel bir kombin almak için ideal fiyat aralığı sorusuna karşılık olarak: Bütçe önemli değil; güzel bir uyum olsun ve giyinen aynaya bakınca kendisini beğensin yeter, yoksa ha 300'e ha 3000'e almışsın çok önemli değil bence...

Sevgili Olgan'ın koreografisi, Sema Butik'in 2012 yaz ürünleri ve Arkın Palm Beach Hotel'in nezih alanın-dan yaz alışverişi yapmayanlara az çok fikir verebilecek fotoğrafları BLOGUM dergisinin ilk sayısına yollamak bizim için tatlı bir onur ve büyük bir mutluluk...

Sema Butik: Çakırlar Sokak 32/A-B, Güzelyurt, KKTC Arkın Palm Beach Hotel: Nadir Yolu, Deve Limanı, Gazimağusa,KKTC

Armağan Örki: facebook.com/armaganorkiphZarina Ajans: facebook.com/zarinaajansSema Butik: facebook.com/profile.php?id=100002791698507

Page 18: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

YAZARLARIN MASKESİNİ DÜŞÜREN KİTAPLAR YAZARLARIN MASKESİNİ DÜŞÜREN KİTAPLAR Yazarlar, hele de eserleri klasik mertebesine ulaşmış olanlar, zihnimizde bizden çok farklı insanlar. Yaratı-cılığın verdiği ruhsal gerilim ve bunalımlarının yanı sıra yalnız, sürekli yazan ve okuyan, entelektüel belki biraz çok içki veya tütün tüketen ama kendilerini ede-biyata adamış ulu adamlar. Hatta Shakespeare gibi-lerini etten kemikten bir insan olarak tahayyül etmek bile pek güç. 

Oysa aşağıda bahsedeceğim üç kitaba göre hiç de böyle değiller. Kimisi inanılmaz derecede pinti veya çapkın, kimileri o sanatçı kimlikleriyle ters düşecek derecede ırkçı, bazıları madde bağımlısı, bazıları da garip huylarının ve takıntılarının esiri. Evet yine sizin bizim gibi insanlar değiller (öyleler mi yoksa?) ama hayal ettiğimiz gibi hiç değiller!

Sonra edebiyatçıların hayatlarında yer etmiş kadınlar (Gelip Geçen Kadınlar) ve edebiyatçıların fotoğrafları-nın yorumlandığı (Kusursuz Sanatçılar-benim favorim) bölümler var. Bir yandan yazarların özel hayatlarının il-ginç taraflarına göz atıyor, bir yandan da Marias'ın hoş anlatımının (ve uzun cümlelerinin) tadını çıkarıyorsu-nuz.

Yer verilen yazarlar Marias'ın kişisel ve kendi ifade-siyle rastgele tercihleri. İçlerinde hiç İspanyol yok. Bel-ki de ülkesinin edebiyat camiasında bir tartışmaya yol açmak istemeyişinden. Şu örneklere bakın ve tartışma yaratıp yaratmayacağına siz karar verin.

"İki yazar [Turgenyev ve Tosloy] arasında büyük fark-lılıklar ve bir dereceye kadar da arkadaşlık vardır kuş-kusuz. Bir tartışmada konu gelip Rusya'nın batılılaş-masının uygun olup olmadığına dayanınca bu farklılıklar doruk noktasına ulaşır ve Tosloy Turgen-yev'e meydan okuyarak onu düelloya davet eder, mesele bir-iki çiziğin ardından kutlamayla ve şampan-yayla sona ermesin diye de, düello silahının tabanca ol-masını önerir.

"Yazarın [Arthur Conan Doyle - Sherlock Holmes'ün yazarı] boks yaptığını göz önünde bulundurursak, genç-liğinden beri kadınları savunmak için türlü alçakla karşı karşıya geldiği açıktır: Bir tiyatroda, aralarından biri genç bir kıza dirsek attığı için bir tabur askerle dö-vüşmüş, bir doktor olarak yerleşmeyi düşündüğü Port-mouth'a daha varır varmaz bir kadına vurduğu için adamın birini tanınmaz hale getirmiştir. İster adına talih deyin, ister talihsizlik ertesi gün muayenehanesine ge-len ilk hasta da bu adamdır, görünüşe göre bir gece önce gece karanlığında kendi-sini pataklayan doktoru tanıya-mamıştır."

Yazınsal Yaşamlar - Javier Marias

Yazarlar, özellikle de kurgucular karakterler ya-ratırlar, hatta bazen o karakterler ( başka yazarlar eliyle ) başka karakterleri doğurur. Kendisi de önemli bir romancı olan, belki de bir gün anlattığı yazarlarla birlikte anılabilecek Marias bu sefer yazarları birer roman kahramanı gibi kurgulamış. Üç Kuzey Amerikalı, üç İrlandalı, iki Rus, iki Fransız, iki İskoç, iki İngiliz (biri Hindistan'dan diğeri İngiltere'den), bir Alman, bir İtalyan, bir Çek, bir Polonyalı, bir Dani-markalı toplam 20 edebiyat kişisi hakkında yazılmış 4 sayfalık kısacık biyografileri okurken büyük yazarları değil, roman kahramanlarını okur gibi oluyorsunuz.

Page 19: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Turgenyev özür diler ve iş tatlıya bağlanır, ama Tos-loy'un onu sağda solda ödleklikle lekelediğini du-yunca bu sefer o Tosloy'u düelloya davet eder, ancak uzun bir yolculuğa çıkmak üzere olduğu için davetini dönüşüne erteler. Bu kez özür dileme sırası Tosloy'a gelmiştir, böyle birbirlerini düelloya davet ede erte-leye tam on yedi yol geçirirler..."

"Zavallı Borges sabırlı ve pişman görünüyor. Elli üç yaşında bir tabureye tünemiş, züppelikten çok engel-lenmemiş bir görüntü alması gereken fotoğrafçının i-şini kolaylaştırmak için gözlüğünü çıkarmış. Onu ge-çici olarak elinde tutar; içinde hiçbir kötülük olma-yan, masum ve kesinlikle çaresiz biridir. Bir tabureye dik mi oturulur, yoksa insanın rahatça bacak bacak üstüne atması mı gereklidir, bilemez. Yeni çıkardığı gözlüğünü objektiften sakınması gerektiğinden de, tüm düğmeleri ilikli ceketinin ... fazlasıyla doğrucu bir hava verdiğinden de bihaberdir. Şık giyinmiştir a-ma nedense fotoğrafı bir pazar günü çektirmiş gibi durur." (Kusursuz Sanatçılar'dan)

Aslında aşağıda bahsedeceğim Schnakenberg kita-bına bakıldığında iki kitapta da yer alan yazarlar hak-kında yazılan özel notların benzediği görülüyor. Ya-zınsal Yaşamlar'ın sonundaki kaynakçaya bakarak ba-zıları inanılmaz olan bilgilerin doğru, en azından ger-çeğin (abartılı veya değil) yansıması olduğunu düşü-nüyorum.

Kitabın yeni kapağı koyu mavi renkli, Can Yayın-ları'nın klasik kitap kapağından farklı. Ben resimde gördüğünüz 2008 yılı baskısının kapağının hem res-mini, hem standarttan biraz geniş oluşunu, hem de dizgisini daha çok sevdim ve bu baskıyı okudum. (E-sas favorim Google'a "written lives" yazmanız halin-de bulacağınız renkli kitap sırtlarında oluşan kapak!) Tek geliştirilebileceğini düşündüğüm nokta fotoğraf-ların netliği. Saman kağıt zamanla siyah-beyaz fotoğ-rafları zevk vermez hale getirebiliyor ve o güzelim fotoğraflara yazık oluyor.

Büyük Yazarların Gizli Hayatları - Robert Schnakenberg

Bu kitabı kitapçıda gördüm ve Tolkien hakkında bi-razdan alıntılayacağım kısmı okudum, sevdim. Birkaç yerde hakkında vasat yorumları okudum. Açıkçası il-lüstrasyonları, renkli baskısı, kullanılan kâğıt ve "es-prili" dil bu yorumlarla birleşince beklentimi düşür-dükçe düşürdüm. Hatta neredeyse okumayacaktım ki kütüphanede Yazınsal Yaşamlar kitabının durduğu ra-fın hemen üstünde görünce alıverdim. Pişman mıyım? Asla!

Öncelikle "beklenti ayarları" iyi yapılırsa son derece eğlenceli ve neredeyse öğretici bir kitap. Çoğunlukla, İngilizce eser vermiş yazarlardan ve edebi değer-lerinden çok eksantriklikleri ölçü alınarak gayet süb-jektif şekilde seçim yapılmış. Her bir yazar için orta-lama 7-9 sayfa ayrılmış. Bölümler yazarın milliyetini, doğum ve ölüm tarihlerini, önemli eserlerinin adını ve edebi üslubunu belirten künye ile başlıyor. Hemen ar-dından bir buçuk-iki sayfalık ilginç bir kısa hayat hi-kâyesi yazılmış. Sonra bu kısımda dikkat çekilen nok-talarla ilgili 6-7 anekdot aktarılmış. İçlerinden en tu-hafı veya karikatürleştirmeye en uygunu Mario Zuc-ca'nın elleriyle illüstrasyonlara dönüştürülmüş ve renkli, tam sayfa basılmış.

Peki bu "garip"likler arasında neler var? Buyurun si-ze tadımlık bir kaç alıntı*...

"Balzac'ın edebi üretkenliğini tetikleyen şey neydi? Ne olacak, milyonlarca insanın şu bitmek bilmez akşam toplantılarını atlatmasını sağlayan şey: bildi-ğiniz yüksek oktanlı kahve. Gecelerini gündüze katan Fransız yazar, günde yaklaşık elli adet koyu Türk kahvesi içiyordu. Starbucks'ın olmadığı bir çağda bu miktarda bir tüketim, hakiki bir maharet gerektiriyordu. Kahvesini pişirilmiş halde önüne getirtemediği zamanlarda yazar, Limbaugh stiline başvurarak bir avuç çekirdeği öğütüp ağzına atıyor-du."

"Dickens şimdi, insanların seri şekilde yayınlanan u-zun romanlarını satın almak için kuyruklar oluş-turduğu bir dünyada yaşıyordu. 1841'de New York'ta altı bin kişi Antikacı Dükkânı'nın en son çıkan bölüm-lerinin gelişini beklemek için bir limanda toplanmıştı.  

Sayfa 19 | BLOGUM

Page 20: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Romanın gözü pek genç kahramanının kaderini me-rak edenler, yaklaşan buharlı gemideki denizcilere 'Küçük Nell ölüyor mu?' diye sesleniyordu ... Dickens zamanının Stephen King'iydi; eleştirmenler tarafından sevilmez ama çok sayıdaki tutkulu hayranından saygı görürdü." 

"J.R.R. Tolkien Hobbit'i yalnızca yazmakla kalmadı. İçten içe kendisinin de bir Hobbit olduğuna inandı. Milyonlarca hayranından birine 'Ben aslında (boyut-larım hariç) bir Hobbit'im' demişti. 'Bahçeleri, ağaç-ları, traktörlerle sürülmemiş tarlaları severim. Pipo içer iyi ve basit (dondurulmamış) yiyecekleri severim ama Fransız yemeklerinden nefret ederim. Şu yavan çağda süslü yelekler giymeyi sever, hatta göze alırım. (Tarladan toplanmış) mantara bayılırım, (beni beğe-nen eleştirmenlerimin bile bezdirici bulduğu) çok ba-sit bir espri anlayışım vardır. Geç yatar (mümkün ol-duğunda) geç kalkarım. Fazla seyahat etmem.'"

"Franz Kafka: Öldür beni yoksa katilsin!"(Son sözler bölümünden)

Şunu da demeden geçemeyeceğim kitabın baskısı iş-güzarlık örneği. Domingo Kitap aslında o kaliteli ve kalın kağıt seçimiyle, renkli baskısı, düzgün dizimi ve az sayıdaki imlâ hatasıyla güzel iş yapmaya çok yak-laşmış. Yalnız benim gibi okurken kitabın estetiği de-ğil benim konforum önce gelir diyenlerdenseniz baskı size göre değil. Bir kere belki de renkli baskıyı kal-dırabilmesi için kullanılmış olan o kalın kâğıt 300 sayfalık kitabı 1000 sayfalık kitapların ağırlığına ulaş-tırmış. Kapak ve ciltleme öyle acayip ki normal şekil-de kitabı açık bir masaya koymanız mümkün değil, katlanmıyor, kapanıyor. Mutlaka elinizle zapt etmeniz gerek ki bu da zamanla çok yorucu bir hal alıyor.

Yorulup benim gibi aman ya şunu biraz zorlayayım iyice açayım bakalım dediğinizde hemen yaprak ara-larından cildin dibi yapışkan zemini görünmeye baş-lıyor. Cilt sağlam sanırım, dağılacak gibi durmuyor ama yine de moral bozucu.Son bir şey daha: Tebrikler çevirmen Duygu Akın'a! Bu mizahi dili, popüler kültüre atıflarla dolu metinleri çevirmek kolay olmasa gerek. Akın başarıyla tüm şakaları, kapaktan da görü-leceği üzere argo, deyim ve şarkıları sanki aslında Türkçe yazılmışlar gibi çevirmiş. 

Tanımadığımız Meşhurlar - Hikmet Feridun Es

Peki Türk yazarlar hakkında böyle bir kitap var mı? Münhasıran yazarlara ayrılmış benim bildiğim bir ki-tap yok. Eğer olsaydı lise edebiyat derslerine renk ka-tardı; hangi yazar hangisiyle dönemdaş, kim kimi neyle eleştiriyor, önemli eserlerdeki biyografik unsur-lar neler ya da belki sadece kim hangi kitabı yazmış gibi konuların öğrenilmesi kolaylaşırdı. 

Öte yandan zamanında Tanımadığımız Meşhurlar kitabında birçok yazar hakkında çok ilginç bilgilere yer verilmiş. İncelediğim kadarıyla meşhurlar 1900'lerin başında yaşamış fikir adamları, ede-biyatçılar, sanatçılar, bilim insanları ve siyasilerden oluşuyor. Kitaptan tadımlık bir parça Ahmet Ha-kan'ın Ne Varsa Eskilerde Var  başlıklı yazısında su-nulmuş.

Şimdi baktım da Schnakenberg'in kitabından seçti-ğim alıntılar "en garipler" değil de en beğendiklerim olmuş galiba (Sanırım aynı şey Marias'ın kitabı için de geçerli).Yoksa gariplik arıyorsanız çılgın fan-tezilerden aile boyu intiharlara, idrar içenlerden si-metri ve hijyen hastalarına kadar her şey var kitapta.

Sayfa 20 | BLOGUM Kitap Notları - kitapnot.blogspot.com

Page 21: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

YEMEK

MALZEMELER:

1 paket margarin1 çay bardağı pudra şekeri1 tane yumurta1 paket vanilya1 paket kabartma tozuAldığı kadar unİç Malzemesi:1 paket çikolatalı puding2 su bardağı sütDiğer Malzemeler:2 çay kaşığı kırmızı gıda boyası1 kase su1 su bardağı tozşeker30,35 tane ceviz kabuğu15,20 tane nane yaprağı

ŞEFTALİ KURABİYEŞEFTALİ KURABİYEYAPILIŞI:

Kurabiye hamurunu yoğurmak için büyükçe bir kaseye mar-garin,yumurta ve şekeri koyup biraz elimizle yoğuralım.İçine vanilya,kabartama tozu ve unu koyup kulak memesi yumu-şaklığında bir hamur yoğuralım.Ceviz büyüklüğünde parçalara ayıralım.Bir parça hamuru ceviz kabuğunun üstüne şapka giydirir gibi kaplayalım.Diğer tüm hamurlara aynı işlemi yapalım.( Bu yaptığımız işlemle pişen hamurun içinin boş kalmasını ve bu boş kısıma pudingi koymamızı sağlayacak ama ceviz kabuğunuz yok-sa normal kurabiye yapıp piştikten sonra sıcakken çay kaşığıyla alttan kurabiyeyi oyup bir boşluk oluşturup aynı şekilde puding doldurabilirsiniz.) Tepsiye kurabiyeleri dizip ısıtılmış 175'Cde pi-şirelim.Kurabiyeler pişerken puding ve sütü karıştırıp pişi-relim.Kaynayınca altını kapatıp karıştırarak soğutalım.Pişen kura-biyeleri iyice soğutalım.Kurabiyeyi ceviz kabuğundan ayıralım.2 tane kurabiyenin içine pudingi doldurup arasına nane yaprağı ko-yup birbirine yapıştıralım.Bütün kurabiyeleri aynı şekilde yapa-lım.Bir kase suya boyayı koyup karıştıralım.Kurabiyeyi yaprak suya girmeyecek şekilde boyalı suya batırıp çıkartalım.Tozşekere bulayıp servis tabağına dizelim.Servis yapalım.

Sayfa 21 | BLOGUM

Birsen Güldemir Kaplan - birseninmutfagi.com

Page 22: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

KISA BİR NOT

Yazılarımda anlam bütünlüğü arayabilirsiniz ama bula-mazsınız, en ilgisiz alakasız konuları iç içe ya da alt alta görebilmeniz mümkün.

MÜREKKEP KOKUSU VS RADYASYON

Başlıkta radyasyon demişken, radyasyondan koşarak ka-çan adama sevgilerimi iletmek istiyorum yazımın başında, bana ilham veriyor.Mürekkep kokulu kağıtlarımız, gaze-telerimiz vardı eskiden ve buralar dutluktu, sonra birşeyler oldu Steve Jobs Pahalı, İşe Yaramaz, Kullanışsız, ama mo-da ve trend ürünler üretti. Gazete dergi yerine ipad falan kullanamıyoruz yok öyle bir dünya, pahalı çünkü. Bu geç-miş ve gelecek konusunu bir yere bağlamak gerekirse (ki neden bağlamam gerekli onu da bilmiyorum) teknoloji ge-lişiyor, bizde uyum sağlıyoruz ama satın alıp kullanamı-yoruz, sorun orda.

DEDEM HER ZAMAN DER Kİ

Amerikan filmleri ve onların bitmez klişeleri, bu klişe pek dile getirilmedi ya da ben görmedim o yüzden hemen sizlerin beğenisine sunayım; Alakalı alakasız bir olay o-lur ve kahramanlarımızdan biri

“Babam her zaman der ki arkadaşlarınla iyi geçinmeli-sin”

“Dedem bir konuşmasında bana, pusulanın daima kuze-yi gösterdiğini söylemişti”

“Babam bir keresinde yere sakız atarsam kuşların onları ekmek zannedeceğini söylemişti”

Bu kahramanların babası-dedesi artık hangisi ise, birer kahin ve düşünürdür, her türlü konu hakkında konuşmuş fikir beyan etmişlerdir saygı duymamak olmaz tabii.

KURALSA BİLGİLENDİRİN BENİ

Yaz geldi güneş gözlükleri bir bir kafalardaki yerini al-maya başladı, yüzlerde veya gözlerde demedim burnun üs-tünde de değil bildiğin kafanın, saçlı alanın üzerinde, sayı-ları gittikçe artıyor ve ben korkmaya başlıyorum acaba gizli bir işaret mi bir fight club mu?Yaz bitse de şu kafaların üzerindeki güneş gözlüklerini görmek zorunda kalmasak. Evet.

YORUM

Akif Ulutaş – akifulutas.comSayfa 22 | BLOGUM

Page 23: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

GEZİ

Chicago TiyatrosuChicago Tiyatrosu

Tatil için her zaman kendi rotamı kendim çıkarmayı adet edinmi-şimdir. Önce gideceğim yerleri belirler, gerekli araştırmalarını ya-par, uçak bileti, otel, araba kiralama, vs. rezervasyonlarımı yaptırır ve öyle yola koyulurum. Bu sefer kısıtlı, sadece 6 günümüz vardı ve bu 6 günü Amerika’nın en büyük ve en güzel şehirlerinden biri, Chicago’yu keşfetmeye harcayacaktım. Chicago, ABD’nin orta-kuzeydoğu kısmında, Michigan Gölü’nün kıyısında kurulmuş, canlı bir şehirdir. “Rüzgarlı Şehir” olarak bilin-mesinin nedeni; gölden vuran şiddetli rüzgarlardan ziyade “politik” anlam içermesiymiş. Bunu bizde gittiğimizde öğrendik. Nüfusu yak-laşık 3 milyon olan metropolün şehir planlaması, bizim ülkemize göre çok daha muazzam yapılmış. Gökdelenlerin doldurduğu “Downtown” ve çevresi, birbirine paralel ve dik kesişen yollar ile bloklara ayrılmış. Bu düzen neredeyse tüm Chicago, hatta tüm Ame-rikan kentlerine uygulanmış zamanında. Zaten Hollywood film-lerinde “Bilmem kaç blok yürüdük” gibi tabirleri duymuşsunuzdur. Hepsi bu düzenli şehirciliğin ürünü.. Chicago hakkında söylenecek daha bir çok güzel cümle var ama bunları “Downtown” ‘u anlatır-ken, aralara sıkıştırmak daha iyi olacak eminim.

Chicago'da GeceChicago'da Gece

THY’nin yıllardır Chicago’ya direk uçuşu var. Geçen seneye kadar sadece New York- ’a ve Chicago’ya direk uçan THY, Ameri-ka için yeni hatlar açtığının da altını çiz-mek lazım. Aktarmalarla vakit kaybetmek yerine THY’nin yaklaşık 11 saat süren ra-hat ve konforlu uçuşu ile Chicago’ya var-dık. Havaalanı şehrin çok dışında oldu-ğundan ve uçak öğleden sonra indiği için ilk etapta kendimizi otele atmak en man-tıklı eylemdi.Amerika seyahatlerinin şöyle bir avantajı var. Gidişte değilde dönüşte “jetlag” oluyorsunuz genelde.

Türkiye ile 8 saat fark olduğu için sanki o gün sadece 3 saat yolda geçirmişiz gibi geliyordu. Halbuki o günü 32 saat olarak yaşamıştık.Metro ile yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuk yaptıktan sonra Downtown’ın tam göbeğinde, Trump Kulesi’nin karşısındaki otelimize yerleştik.Otelimizin adı Hotel 71. Chicago’nun en büyük ve en lüks butik otellerinden biri. Tercihimizi çoğunluk gibi 36. kat ve Chicago nehri manzaralı odadan yana yapmıştık. Tabii şehir manzaralı oda da tercih edilebilirdi.

Sayfa 23 | BLOGUM

CHİCAGOCHİCAGO

Page 24: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

İlk Akşam Turuİlk Akşam Turu

İlk akşam Loop adı verilen Downtown sokaklarında yürüyüş yapıp şehir merkezini biraz keşfettik. Loop, aynı Manhattan‘ın ufaltılmış versiyonu gibi.. Mesa-feler birbirine çok yakın olduğu için metro veya top-lu taşıma kullanmaya gerek bile kalmıyor. Yol yor-gunluğunun verdiği bir miskinlikle erkenden uyuyup ertesi güne erkenden başladık.

Chicago’nun ilk gezme günümüzde ilk durağımız Amerika'nın ve Chicago'nun en yüksek iş merkezi olan Willis, eski adıyla Sears Tower olmuştu. Şans-ımıza hava, kasım ayı olmasına rağmen çok güzel ol-duğu için manzara muhteşemdi.Her ne kadar sınırları ayırt edemesekte 4 eyalet görünüyormuş tepe nokta-sından. Bu arada Chicago'daki, özellikle Down-town'daki tüm binaların çatılarının farklı farklı mi-mariye sahip olduğunu belirteyim. Bunun bir inşaat kuralı olduğunu öğrendik görevliden.

Willis Tower'dan Downtown ManzarasıWillis Tower'dan Downtown Manzarası

Nitekim hepsi birbirinden farklı bina tepelerini kendi gözlerimizle de görmüş olduk. Oradan in-dikten sonra Chicago nehrinde tekne turuna çıktık. Bir çok binayı bu 'Sight Seeing Tour' ile tanıttı rehber bize. Tur esnasında taktığım Türk Bayraklı berem sayesinde yanımıza gelen bir Türk vatandaşı ile tanıştık.Tesadüf bu ya, kendisi bizi Chica-go'ya getiren uçağın 2. pilotuymuş.. Tekne turunu hep beraber tamamladıktan sonra akşam yemeği için tercihimizi fast food kate-gorisine giren Çin restaurant zinciri Panda Ex-press'ten yana kullandık. Amerika'nın en güzel portakallı tavuklarını ve fırınlanmış yumurtalı pilavlarını kesinlikle Panda Express yapıyor. Ge-ce otelimizin en üst katında, hafif bir blues mü-ziği eşliğinde içkilerimizi yudumladık. Bu arada Chicago denince akla gelen ilk müziktir Blues..

Willis Tower En Üst Katından Bir PozWillis Tower En Üst Katından Bir Poz

Tatil demek farklı lezzetleri tatmak demektir bizim için. O yüzden kahvaltıyı otel yerine Panera Bread isimli yerde 'Ba-gel & Cream Cheese' yiyerek yaptık. Bugünü alışveriş günü ilan etmiştik o yüzden önce State St. 'de dolaştık ve en büyük AVM'lerden biri olan Marshall Fields'e girdik. 7. kattaki Wall-nut Room isimli restaurantın meşhur olduğunu okumuştum bir yerlerde.Gerçekten de öyle olmalıydı ki bir sürü kokoş, Sex and the City'den fırlamış ablalar, amcalar öğle yemeği i-çin buradaydı. Yemekten ziyade 10 metreden daha yüksek o-lan noel ağacı dikkat çekiyordu. Buradan çıkınca kış sezonu başlamış olmasına rağmen Navy Pier'e gittik otobüsle.

Sayfa 24 | BLOGUM

Page 25: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Navy Pier 1916'da eğlence merkezi ola-rak açılmış bir liman.. Günümüzde ise bir sürü restaurant, mağaza, müze, oyun alanları ve IMAX Sineması'nı barındıran bir kompleks. İskele tarafında bulunan dönmedolap yavaş yavaş dönerek şehre farklı bir bakış açısı sunuyor. Tabii biz-den kaçmaz deyip ona da bindik.Kasım ayı olduğu için insan yoğunluğu yok de-necek kadar azdı. Epey yorulmamıza rağmen otelde hazırlanıp concon bir ak-şam yemeği yemek için Chicago'nun en yüksek 3. binası olan Hancock Tower'a gittik. Buranın 95. katında yer alan Signature Room at the 95th restaurantın-da önceden yer ayırtmıştık. Ve Amerika-lıların tabiriyle 'amazing' bir geceye im-za attık. Loş ışık altında o enfes ve lez-zetli yemeklerimiz ve yanında içtiğimiz şarabın tadı hala damağımda.

Chicago Nehri'nde ve Michigan Gölü'nde Tekne TuruChicago Nehri'nde ve Michigan Gölü'nde Tekne Turu

Ayrıca restaurant müdürünün yıllardır Chicago'da yaşayan bir Türk olduğunu da belirteyim.Ertesi gün şansımıza hava bir kez daha güneşli ve çok güzeldi. Sa-hil kenarında yer alan en büyük park o-lan Grand Park, bu havada dolaşmak i-çin idealdi. İçerisinde Millenium Park var birde.. Bir çok Chicago'da geçen filmde gözünüze çarpmıştır belki; fasül-ye tanesi şeklinde aynamsı bir yapı var-dır burada.Herkes önünde, içinde falan fotoğraf çektirir. Bizde eksik kalmayıp fotoğraflarımızı çektikten sonra parkta yürüyerek John G. Shedd Akvaryum- 'una gittik.Şunu rahatlıkla söyleyebili-rim İstanbul'daki iki akvaryum da bura-dan kat be kat daha iyi..

Wallnut Room'daki Noel AğacıWallnut Room'daki Noel Ağacı

Grand Park İçinde Millenium ParkıGrand Park İçinde Millenium Parkı

Akabinde Adler Planetaryumu'nu ve Astronomi Müzesi'ni dolaştık. Tüm uzaya gönderilen Apol-lo'lar, Columbia'lar ile ilgili detaylı bilgiler ve gör-seller bu müzede yer alıyor. Gitmeye değer kesin-likle.. Akşam yemeğimizi Pizzeria Uno'da, Chica-go'dan başka yerde bulamayacağınız Chicago stili Deep Dish Pizza ile yaptık. Derin ve malzemeleri tersten yerleştirilmiş bu pizzanın lezzetini alan bir daha meşhur pizza zincirlerinin yanından ke-sinlikle geçmez.. Chicago'ya gelmişken tiyatrolar bölgesinde meşhur müzikallerden birini izleme-den dönmek olmaz deyip Aslan Kral'ı seyrettik o akşam.

Sayfa 25 | BLOGUM

Page 26: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Chicago'daki 5. günümüze North Michigan Ave.'yu gezerek başladık. Burası aslında meşhur 'Magnificent Mile' denilen Manhattan'ın 5th Ave-nue tarzı caddesi. Armani, Chanel, Burberry, Prada, Louis Vitton, vs, tüm lüks markaların birbirinden lüks mağazaları bu caddede yer almakta. Ürünlerin etiketlerinin 4 haneli sayılarla ifade edildiği bu ma-ğazalara girmek bile cesaret istiyordu açıkçası. Yolun devamındaki Water Tower binası ise 1871'deki büyük Chicago yangınından kurtulan en-der yapılardandır. Öğleden sonra ise Downtown'ın dışına çıkıp metro ile Chinatown'a gittik. Enteresan bir Çin yemeği yedikten sonra biraz etrafta dolanıp geri döndük.Akşam ise merkezde, yani Loop'ta yer alan Hothouse isimli mekanda kendimize geç vakte kadar caz ve blues ziyafeti çektik.

Chicago'daki son günümüzde ise biraz kültürel bir aktivite yapalım deyip Art Institute of Chicago mü-zesine gittik. Tipik bir sanat müzesi..

Meşhur Fasülye :)Meşhur Fasülye :)

Biraz hızlı dolaştığımız için yarım günde bitirdik ama normalde bir gü-nü alan bir yer. Chipotle isimli Mexi-can Restaurant'tında meşhur burrito-larımızı yedikten sonra Trump Tower- 'ın orada, yani otelimizin tam karşısın-daki film çekimini seyrettik. Mağlum Chicago film çekimleri için en çok tercih edilen şehirlerdendir. Transfor-mers, Yaşam Kaynağı / Source Code, Aşk Yemini / The Vow geçen yıl içeri-sinde Chicago'da çekilen filmlerden ilk aklıma gelenler... Artık dönüş vakti gelmişti ve çift katlı tren ile Wiscon-sin'a doğru yola çıkmıştık. Chicago macerası genelde Downtown ile sınırlı kalmıştı.

Signature Room 95Signature Room 95thth Manzarası Manzarası Daha gezilecek, görülecek bir sürü yer vardı ama bu 6 güne en önemli kısımları sığdırmıştık. Bir dahaki se-fere, yaza doğru, daha fark-lı aktiviteler için gelmek farz olmuştu. O yüzden e-ğer yolunuz Chicago’ya dü-şerse bu yazdıklarımı göz ö-nünde bulundurmanızı tavsi-ye ederim....

Film ÇekimiFilm Çekimi I ♥ Chicago.. Hemde Bu Kadar..I ♥ Chicago.. Hemde Bu Kadar..

Sayfa 26 | BLOGUM Ali Erman Akyüz – aliermenakyüz.com

Page 27: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

KOZMETİK

KOZMETİK DENEYİMLERİKOZMETİK DENEYİMLERİ

Kozmetik ürün alırken şansa inanır mısınız? Cilt bakımından saç bakımına, diş temizliğinden renkli kozmetiklere, vücut ürünlerinden manikürü-müze kadar geniş bir ürün skalası varken, kadın erkek demeden hepimiz kozmetik ürünleri kullanı-yoruz. Kozmetik kullanıcıları da artık okuyor, araş-tırıyor, yorumları değerlendiriyor hatta deniyor ondan sonra satın alıyor. Kimse işini şansa bırak-mıyor.

Bazılarımızın kadim markaları ve ürünleri varken bazılarımız yeni ürünlere meraklı hep daha iyisini ister halde.

Yeni ürünleri, kullanan kişilerin yorumlarını mak-yaj ve kozmetik dünyasındaki gelişmeleri birebir takip edebileceğiniz kozmetik bloglarından bir ta-nesi de sevgili blogum olan” kozmetik deneyim-leri”.

Ürün alırken şansa bırakmak istemeyenlerden o-larak kozmetik bloglarının tecrübelerinden bolca yararlanıyor hem de katkıda bulunuyorum. Ben yeni ürünler denemeyi, kozmetik ürünleri değer-lendirmeyi ve deneyimlerimi aktarmayı çok ke-yifli buluyorum. Ürün aldığımda önceden kulla-nanların yorumlarını bildiğimden sürprizler yaşa-mıyorum. DIY köşem, hediye çekilişlerim ve çok değerli okuyucu yorumlarımda gittikçe daha renkli hale gelen kozmetik dünyamın kapıları herkese a-çık.

Siz de kozmetik alışverişinizi şansa bırakmayın...

Önce sağlıklı sonra güzel bir cilt diler mekanıma beklerim .

Naz Aydoğan – kozmetikdeneyimleri.blogspot.com

Sayfa 27 | BLOGUM

Page 28: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Sayfa 28 | BLOGUM

Page 29: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Son yıllarda televizyon ekranlarında hakimiyeti elden bırakmayan vampir furyası tüm hızıyla devam ediyor. Güçlü, kendi içgüdülerinin getirdiği kötü arzulara karşı direnen, insani duygularına sıkı sıkı tu-tunan, sevgi dolu ve yakışıklı vampirleri hepimiz çok sevdik. Genç kızların rüyası beyaz atlı vampirler türedi. Bill, Eric, Stefan, Damon, Klaus ve daha nice vampirlerin fanları oluştu. Dünya televizyonla-rında giderek artan vampir sevgisinin etkinliğinin farkında olan Türk yapımcılar 2 yeni vampir dizisi ile ekrandaki yerini almak üzere kol-larını sıvadılar bile. Türk izleyiciler bu yeni dizileri merakla bekler-ken, yeni sezonuyla hızlı bir dönüş yapacak olan True Blood, 10 Ha-ziran tarihinden itibaren takipçilerini ekrana kilitleyecek. The Vampire Diaries’in 3 . sezonuna sıkı bir bölümle veda etmesinin ar-dından, ekran nöbetini Stefan, Damon ve Klaus’tan devralacak olan True Blood’un yakışıklı vampirleri Eric ve Bill’in maceraları tüm hı-zı ile devam edecek.

VAMPİRLER NÖBET DEĞİŞTİRİYORVAMPİRLER NÖBET DEĞİŞTİRİYOR

Page 30: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

5. Sezonda True Blood’a yeni yüzler katılacak True Blood’un 5. Sezonunda Russell Edgington karakterinin dönüşü damgasını vuracak. Russell Edgington’un Sevgilisini öldüren, ken-disini gümüş dolu bir çimento kalıbına gömen Eric için 5 sezon yine zorlu geçecek diye düşünüyorum. diğer yandan Christopher Heyer-dahl, Law & Order: SVU'nun yıldızı Christopher Meloni, Sparta-cus'ten tanıdığımız Peter Mensah, Valentina Cervi, Dale Dickey, Lucy Griffiths, Giles Matthey, Carolyn Hennesy, Camilla Ludding-ton ve Jacob Hopkins gibi pek çok isim True Blood’un 5. Sezonuna renk katacak.

Page 31: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Eric’in kardeşi Nora, baş döndürecek Lucy Griffiths tarafından canlandırılacak olan Nora ka-rakteri, True Blood’un yeni sezonunda yer alacak karak-terlerin en önemlisi olacak gibi. Ciddi bir hayran kitlesi-ne sahip olan Eric’in kız kar-deşi olan Nora, çok eski ta-rihlerde yine Eric’in dönüştü-rücüsü Godric tarafından dö-nüştürülmüş. Uzun yıllardan beri Eric’i görmeyen No-ra’nın Eric ile sevgi nefret i-lişkisi olduğu açıklandı. Nora aynı zamanda dizinin 5. Se-zonunda önemli bir yer tuta-cak olan Vampir Otoritesi’nin yönetimde yer alıyor.

Roman, Eric ve Bill’in kade-rini değiştirecek True Blood’un yeni sezonun-da en çok merak edilen ka-rakterlerinin başında, Chris-topher Meloni'nin tarafından canlandırılacak yaşlı ve güçlü vampir karakteri Roman geli-yor. Roman (Christopher Me-loni), (Bill (Stephen Mo-yer) ve Eric'in (Alexander Skars-gard) kaderleri üzerinde kont-rol sahibi yaşlı ve güçlü bir vampir olarak nefes kesecek.

Page 32: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Marcus, True Blood’a transfer oldu Vampir konulu yapımlar arasında ade-ta efsane olan Alacakaranlık Serisi’nde, diğer vampirlere kök söktüren Volturi-ler klanında bütün varlıkların duygula-rını anlayabilme yeteneğine sahip vam-pir Marcus’u canlandıran Christopher Heyerdahl’de bu sezon True Blood’da izleyicisi ile buluşacak. Christopher Heyerdahl, Dieter Braun’u canlandı-racak. Dieter Braun, gelişmiş işkence tekniklerine sahip eski ve güçlü bir vampir. Sanıyorum ki True Blood, 5. Sezonunda güçlü vampirlerin hakimi-yetinde olacak.

Vampirler kan ağlayacak 3 Mayıs tarihinde yayınlanan postere baktığımızda 5. Sezonda vampirleri zor, duygu dolu günlerin bekleyeceğini düşünüyorum. 4. Sezon posterinde ke-yifle ağzının kenarından sızan kanı ya-layan vampirin aksine, bu sezonun pos-terinde ağlayan vampir bulunuyor. Her Vampir dizisinde farklılık ve ben-zerlik gösteren vampir mitleri var. Tru-e Blood’un diğer dizilerden farklı yan-larından bir tanesi de vampirlerin ağla-yabilmesi ve ağladıklarında gözlerin-den yaş yerine kan gelmesi. Anlaşılan o ki True Blood’un 5. Sezonunda vam-pirlerimiz bol bol kan ağlayacak.

True Blood’u farklı kılan özellikler Diğer vampir dizileri arasından sıy-rılarak, ciddi bir hayran kitlesine sahip olan True Blood’u benzerlerinden ayı-ran özelliklerini sıralarsak eğer, True Blood sahneleri nedeniyle biraz +18 olma niteliği taşıyor

TRUETRUE

Page 33: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Bizim çocukluk yıllarımızda varolan vampir filmlerinden gelen mitlere da-yandırılıyor. Malum, vampir mitlerinde cinsellik her zaman ön plandadır. Vam-pirlerin genelde kurbanları genç ve gü-zel kadınlar olur ve bu kurbanlar vam-pir tarafından etki altına alınırlar. True Blood’un diğer bir farklılığı ise karak-terlerin çok yakışıklı ya da çok güzel olmamaları. Bu durum, dizinin daha gerçekçi olduğunu düşündürüyor. Kar-şılarında süper fiziksel özelliklere sa-hip olmayan karakterleri gören izleyici, diziye kendisini daha yakın hissediyor. Ayrıca True Blood’da vampirlerin top-lumda yer edinme çabalarını görüyo-ruz. Her zaman güçlü görmeye alıştığı-mız vampirler, True Blood’da zaman zaman insanlar tarafından kullanılı-yorlar. Uyuşturucu etkisi gösteren ve bu nedenle maddi anlamda değer taşı-yan vampir kanı, insanlar arasında tica-ret amaçlı kullanılıyor. Kanları nede-niyle öldürülen vampirleri dizide sık sık görüyoruz. True Blood vampirleri-nin zaafları da bulunmakta. Gümüş bir bileklikle bile durdurulması mümkün olan vampirler, sıradan insanların iş-kencelerine bile maruz kalabiliyorlar.

10 Haziran Pazar akşamı 12 bölümlük yeni bir sezonla ekrana dönecek olan True Blood, bu sezonda heyecanlı sah-neleri ve efektleriyle takipçilerinden tam not alacak.

Sevinç Sargut – dizimanyaq.blogspot.comSevinç Sargut – dizimanyaq.blogspot.com

BLOODBLOOD

Page 34: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

FİNALLER BİZİ GÜLÜMSETİR Mİ YOKSA ÜZER Mİ?FİNALLER BİZİ GÜLÜMSETİR Mİ YOKSA ÜZER Mİ?Haziran ayı yaklaştıkça televizyon programlarının ve dizilerinin de sezon finalleri için heyecanlı bekleyişimiz baş-

ladı. Aptal Kutusu olarak isimlendirilen, ama doğru seçimlerde bize çok şey katan televizyonlarımız final haftasında belki son kez esir edecek bizi. Sonrasında televizyon esaretiyle geçirilen Kış’a veda ederek ve hayat sokaklarda di-yerek ,atacağız kendimizi denize,yazlıklara,otellere ya da sadece sokaklara…Ama akıllarda soru işaretiyle…

Acaba yeni sezonun ilk bölümünde neler olacak, acaba yeni sezonda hangi dizide rol alacak ya da acaba yeni se-zonda nasıl bir program yapacak soruları veya bu dizinin sonu niye böyle bitti ki, şu son daha çok yakışırdı yorum-ları ara ara yazlık muhabbetlerimize konu olacak. Hatta belki şimdiden finallere yönelik tahminler oluşmaya başla-mıştır kafamızda…

Mesela Feriha’nın Sonu Mutlu mu Ya da Hazin mi Bitecek?Mesela Feriha’nın Sonu Mutlu mu Ya da Hazin mi Bitecek?Ben özellikle gayet gerçekçi başlayıp, finale yaklaş-

tıkça saçmalayıp, fantastik bir hikayeye dönüşen diziler-den oldukça sıkılmış durumdayım. Bakınız ‘’Adını Fe-riha Koydum’’. Geçen sezon dizinin başlarında Feri-ha’nın yaşadıkları ne kadar gerçeğe yakın geldiyse, şu anda yaşadıkları da bir o kadar komik ve saçma geliyor. Tamam, genç bir kız, kapıcı kızı olabilir, özel bir üni-versitede burslu okuyabilir, ailesinin maddi durumu hakkında yalan söyleyebilir ya da beyaz atlı prensini bu-labilir. Buraya kadar bence her şey gayet normal. Ama sonrasında bir baktım Feriha’ya tekme tokat girişenin haddi hesabı olmadığı gibi ruh hastası biri tarafından kaçırılıyor, Emir eliyle koymuş gibi buluyor, işkence görüyorlar, Emir vuruluyor, kavga edip barışıyorlar, kaçıp kovalıyorlar, insanlar kar yüzünden evlerinde mahsur kalırken, onlar kar kıyamet demeden dağ başına nikah memuru getirtip evleniyorlar, manyak komşuları tarafından zehirlenip tekrar hastaneye düşüyorlar,Emir baba oluyor, Emir baba olmuyor, maskeler düşüyor,

Ece ortaya çıkıyor ve artık kurşun işlemez Emir bir kez daha vuruluyor Nasıl senaryo? Okurken isyeeeaaan diye bağırmak geldi içinizden değil mi? Gına getiren bu olaylar zincirinde mutlaka dizideki senarist değişikli-ğinin de payı büyüktür ,ama ne olursa olsun gerçekler-den bu kadar kopuşun ve ağır ilerleyen sahnelerin ba-hanesi olamaz.

Bazıları her ne kadar sezon sonunda Feriha’nın ölece-ği ve ölmeden önce ileride Feriha ismini alacak bir be-bek dünyaya getireceğini iddia etsede, ben finalin ta-mamen ailelerin, arkadaşların mutlu mesut bir arada olacağı bir düğün sahnesiyle sonlanacağını ve son bölü-mün sürpriz ismi olarakta Feriha’nın annesi rolündeki Vahide Gördüm’ü izleyeceğimizi düşünüyorum. Unut-madan dizinin Emir karakterini canlandıran Çağatay Ulusoy ile ilgili bir de haber var; önümüzdeki sezon ye-ni bir dizi ile karşımıza çıkmaya hazırlanıyormuş.

TELEVİZYON

Sayfa 34 | BLOGUM

Page 35: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Peki Ya Muhteşem Yüzyıl’da Neler Olur?Peki Ya Muhteşem Yüzyıl’da Neler Olur?

Tarihi bire bir yansıtmadığı ,sadece tarihten esinlenerek kurgulandığı defalarca dile getirilen ve bu sene alanında bir çok ödülü silip süpüren Muhteşem Yüzyıl hakkında söylenecek çok bir şey yok aslında. Nur içinde yatsın, sev-gili Meral Okay gitmeden bize muhteşem bir prodüksi-yon armağan etti. Tıpkı geçen sezon olduğu gibi bu sezon-da reyting listelerindeki liderliğini korudu. Hem de öyle bir korudu ki Kıvanç’ın adonisleri bile bu liderliğe dur diyemedi.

Nedense Muhteşem Yüzyıl için Valide Sultan’ın öleceği bir final var aklımda. Ama son sahnesi Pargalı’nın boy-nuna dayanmış bir kılıç şeklinde canlanıyor kafamda. E tabi birde son bölümde Malkoçoğlu Bali Bey’in geri döne-ceği ve Hürrem’in kızıyla yeni bir aşka yelken açacağı ko-nusunda tahminimde yok değil. Ayrıca zaten Burak Öz-çivit Kral Tv Müzik Ödüllerinde hala kesmediği bıyık-larıyla bunun sinyallerini vermişti .

Fatmagül’ün Suçu Neymiş?Fatmagül’ün Suçu Neymiş?

Yine geçen sezon başlayan dizilerimizden olan Fatmagül’ün Suçu Ne? her ne kadar toplumsal bir yaraya parmak bassa da tıpkı Feriha gibi finale yaklaştıkça gerçeklikten uzaklaştı, ağırlaştı, baydıkça baydı yetmedi içimizi kıydı. Şaşırtıcı bir final beklemiyorum zira hikayenin sonunu hepimiz biliyoruz ya da bilmesekte tahmin ediyoruz.

Sayfa 35 | BLOGUM

Page 36: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Kuzey-Güney’de Ortalık Daha da Kuzey-Güney’de Ortalık Daha da Karışır mı?Karışır mı?

Zaten oldukça karışık bir senaryosunun olması ve yayın saatinin de Muhteşem Yüzyıl’a denk gelmesi sebebiyle henüz konusunu anlayabilmiş değilim. Malum sadece reklam aralarında bakmak yeterli olmuyor bu karmaşayı çözmeye. Ama az çok takip ettiğim kadarıyla son günlerde oldukça hızlanan ve hareketlenen dizilerimizden. Nasıl olur bilemiyorum ama, kendisinden sağlam ve çok konuşulacak bir sezon finali bekliyorum.

Vee Kraliyet Ailesi…Vee Kraliyet Ailesi…Bildiğiniz gibi bu sezon haftada beş gece gerçekten

yalnız kalmadık.Kraliyet Ailesi programlarıyla bilgilen-dik, bilinçlendik ve eğlendik. İzlemekle de yetinme-yip ,sosyal medyadan da sürekli laf yetiştirdik,fikir be-yan ettik, sorularımıza cevap istedik.Haziran ayında kapanışı yapacak olan Kraliyet Ailesi ve Okan Ba-yülgen’in önümüzdeki sezon izleyenlerinin hayatında büyük bir boşluk oluşturacağı kesin. Çünkü o çok sevi-len bir televizyon adamı olmak dışında, aynı zamanda çok içimizden biri oldu. Gayet dobra, ulaşılabilir ve sa-mimi bir yol izledi. Gel gelelim izleyene hava hoşta, beş gece program yapmak için koşuşturanların bünyesi de bir yere kadar dayanır bu yorgunluğa. Bu konuyla il-gili kendisi de sık sık bu sezon yorulduğunu ve yeni se-zonda haftada beş gece program yapmayacağını dile getirmişti. Hatta yarışma programı yapmak gibi bir dü-şüncesinden de üstü kapalı bahsetmişti katıldığı bir programda. Dolayısıyla 2012-13 sezonunda Okan Ba-yülgen’i ne sıklıkla görürüz ekranlarda hiç bilemiyorum ama en azından yaz aylarında ‘’Yalnız Değilsin’’ sloga-nıyla yayın hayatına başlayan On8 TV yaşamımıza ar-kadaşlık edeceğe benzer.

Sayfa 36 | BLOGUM

Page 37: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Günümüzde interneti sadece araştırma için değil hobi-lerimiz için kullanıyoruz. Buna en güzel örnek bloglar; çeşitli konular, içeriklerle açılan bu sayfalar çok büyük bir ağ oluşturuyor. Bu Ağar sayesinde hobilerimizi ge-liştirme fırsatı buluyoruz. En azından bu benim için böy-le oldu. Blogum sayesinde yabancı yazarlarla, benim gi-bi Türkiye’den ya da yurt dışından kitap kurtları ile etki-leşime geçme fırsatı elde ettim. Aynı şekilde sevdiğim türlere dair blogları takip ederek benimle aynı duyguları paylaşan insanlarla tanıştım ve sevdiğim türlere ait kitap-ları daha yakından takip edip başka açılardan bakma fır-satı yakaladım.

Her gecen gün ülkemizde kitap okuma oranının artsa da bu sayı gene de yeterli oranda değil. Bu durum okuyu-cular içinde bir sorun teşkil ediyor. İyi bir okuyucu bilir ki, kitabı bitirdiğinizde o etkisinde kaldığınız karakteri tartışmadan, kitabın kurgusuna yorum yapmadan yaşadı-ğınız duygu selini hazmedemezsiniz. Konuşmak, paylaş-mak bu yüzden çok önemlidir. Önce Facebook, Goodreads gibi sitelerle başlayan ilgim sayesinde yazarlardan aldığım haberleri, yeni kitapları o-kuma ve yorumlama şansı buldum. Bir kitap kurdu ola-rak benim gibi yeni insanlarla tanıştım ve kitapların bü-yülü dünyasını hep birlikte keşfetmeye başladık. Her o-kurun kendine yakın bulduğu bir kitap türü vardır; vampirler.tanrılar, kurt adamlar, mısır ve yunan mito-lojileri 2000’li yılların en popüler konularını oluşturur-ken bunu iki ilişkiler anlatan tarihi ya da güncel roman-tik kitaplar takip etmekte. Yayın evleri bir biri ile yarış yaparcasına bu konular üzerinde kitap çıkarmakta, film-lerde bu ünlü kitapları takip etmekte

Blog açmanın bir yararlı tarafı da yayın evlerinin sizi ta-kip etmesi ve kitap konusunda fikir edinmek için kullan-ması. Özellikle yabancı kitapları yorumlamanın bize dö-nüşü baya fazla oluyor. Sevdiğiniz kitapların Türkiye de yayınlanma oranının artması ve yurtdışında ki gündemi takip edebilme fırsatı yakalamış bulunuyoruz. Yayınev-leri kitabı objektif bakış açısından yapılmış bir yorumla görünce değerlendirmeye almayı isteyebiliyor. Buda hiç hesapta yokken o kitabın kısa sürede raflarda görmemize sebebiyet veriyor. Bu nedenledir ki, kitap blogları için yorumlar olmazsa olmazdır. Bu tür etkileşimler her iki tarafı da kazançlı çıkarmakta ve tatmin edici bir ortam yaratmakta.

BİZ OKUDUKÇA VARIZBİZ OKUDUKÇA VARIZ Bana göre bir kitap blogununun olmazsa olmazları şöyledir; 1. Yorum: Kitabı okuyup sadece güzeldi demek iki ta-rafa da yeterli bilgiyi tanımadığı gibi zamanla okuyucu da hafızasının kurbanı olup kitapların can alıcı noktala-rını unutabiliyor.Bunun için kitabı okurken tutulan ufak notlar ile hem kapsamlı kitap yorumları yazılabilir hem de ileride okuyucuya kitabın konusunu ve özellikleri hakkında bilgi verebilir. 2. Kitap tanıtmak: Zaman kısıtlı olduğu için her kitabı okuyamıyoruz ama çeşitli sitelerden edindiğimiz ve oku-yucuların yorumlarından aldığımız bilgileri kolaj halinde bloglarımızda sunabilir, okumak isteyenlere yeni yazar ve kitap önerileri sunabiliriz. 3. Kapak: Çoğu kişi kitabı aldıranın kapağı olduğunu kabul edecektir. Bloglarda yayınlanlanan kitap kapakları görselliği arttırdığı gibi ilgiyi de üzerine çekip kitap hak-kında fikir sahibi olunmasını sağlayacaktır. 4. Ön Okumalar: Daha önce yayınlanan ya da sizin çe-virdiğiniz ön okumalarda kitabın dilini anlamaya ve ki-tap hakkında bilgi vermeye yardımcı olacaktır. Yazarla-rın daha kitaplar çıkmadan kendi sitelerinde ya da blog-ların da yayınladığı bu ufak bölümler çoğu okuyucunun bağımlılığıdır. 5. Alıntılar: Kitabın içinden seçilmiş birkaç can alıcı a-lıntı yazınızı ilginç kılacaktır ve okuma isteğini arttıra-caktır 6. Yazar Biyografileri:Yazarlar kitapları yazarken ken-di hayatlarından etkilenirler, onları tanıtmamız kitaplarla daha yakın bağ kurmamıza ya da yazma süreçleri hak-kında bilgi edinmemize yardım edecektir. 7. Söyleşiler: Yazarlarla ayarlanan vakitte yapılan söy-leşiler okuyucuları kitaplara daha çok bağlayacak, yazar ile bir bağ geliştirmesini sağlayacaktır. Yazarlarla ayarla-nan vakitlerde yapılan söyleşiler okuyucuların kitaplara farklı açılardan bakmasına, yazarın dünyasına bir bakış şansı tanır. Aynı zamanda yazar olmanın ne demek oldu-ğunu birinci elden güzel bir söyleşi ile okumuş olursu-nuz. 8. Yarışmalar: Ödüllü ya da eğlence amaçlı yapılan ya-rışmalar bloga ilginin artmasına ve daha samimi bir or-tamda bilgi paylaşımına yardımcı olacaktır. 9. Kütüphaneler: Google ya da Goodreads gibi siteler-de yaratılacak sanal kütüphaneler takipçilere büyük ko-laylık sağlayıp aynı anda birçok kitaba ulaşmalarına yar-dımcı olacaktır.

Hanife Albayrak – romancekolik.blogspot.comMerve Özcan – kitabisevda.blogspot.com

Sayfa 37 | BLOGUM

Page 38: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

JJ Kim? – Anne CassidyJJ Kim? – Anne Cassidy

J KİM?ANNE CASSIDYON8 KitapOrjinal Adı: Looking For JJÇevirmen: Nazlı TancıMart 2012, 1. Baskı296 Sayfa296 Sayfa

JJ Kim?” benim şahsi olarak On8 kitapla ilk tanışmam. Sizin bu yayınevinin kitap-larını inceleme fırsatınız oldu mu bilmi-yorum ama biz bu dinamik, yepyeni bir yayınevi olan ON8 Kitap’ı çok sevdik. Bursa Kitap Fuarı’nda stantlarını görünce koşarak gittik fakat maalesef yayınevin-den kimseyle tanışamadan bir kitap ve iki farklı kitap kapağı baskılı karton çantayla oradan ayrıldık..

İlk önce eşim aynı yayınevinin “Cana-var” adlı kitabını okumuş ve çok beğen-mişti. Ben de “JJ Kim?” adlı son çıkan kitaplarını okudum. İlk önce şunu söy-lemeyim ki; “BEN DE VARIM” sloga-nıyla camiaya ayak basan ON8 kitap, sayfa boyutlarıyla bir fark yaratıyor. Taşı-ması, okuması ve özellikle daha kolay tu-tulan 12X18 sayfa boyutuyla hem rahat hem de çok şirin!

JJ Kim, arkadaşının ölümüne sebep olan on yaşında bir kızın hikâyesini anlatıyor. Anlayacağınız konu olduk-ça ilginç. Kaza da olsa bir çocuk hangi nedenlerle böyle bir hata ya-pabilir, bu çocuğun psikolojisi, gele-ceği, duyguları, umutları bu olaydan nasıl yara alabilir? Peki, bu çocuğun ailesi nerededir? Olaylar hangi nok-tada başlayıp, nerelere gelir?

Emekli bir öğretmenin kaleminden çıkan bu kitabı okuma fırsatınız olur-sa, beğeneceğinize eminim.

Kitabın Tanıtımından:

"Üç çocuk, kasabanın kıyısındaki kulübelerden uzaklaşıp göle doğru yürüdü. Günün ilerleyen saatlerinde yalnızca ikisi geri gelecekti. Alice Tully bu hikâyeyi biliyordu. Bu ko-nuda bir kitap bile yazabilirdi. Jenni-fer Jones neredeydi? Herkes bunu konuşuyordu. Ülkede cevabı bilen yalnızca birkaç kişi vardı. Alice Tully de onlardan biriydi."

Yazdığı polisiye ve gerilim kitapla-rıyla ünlenen, yedi kitaplık "East End Murders" (Doğu Londra Cina-yetleri) dizisiyle dikkati çeken Anne Cassidy, ON8'le ilk kez Türkçe'de. 2004'te yazılıp, 2007'de tiyatroya u-yarlanan JJ Kim?'de Cassidy, İngil-tere'de yaşanmış gerçek bir olaydan esinleniyor. Genç Alice'in yaşamı, bir türlü kaçamadığı büyük bir sırla sü-rekli örselenmekte, onu sonu gelmez bir vicdan hesaplaşmasına itmektedir. Geçmişine ait bu sırra, ihmal ve yal-nızlıkla kararan bir çocukluğun anı-ları eklenmiştir. Suç, masumiyet ve adalet kavramlarını çocukluk bağla-mında düşündüren roman, gizem do-lu kurgusuyla derin bir iz bırakıyor.

15.05.2012 tarihde farklı sitelerde "JJ Kim?"in fiyatı:www.hepsiburada.com 13,17 TLwww.dr.com.tr 13,49 TLwww.okuoku.com 14,40 TLwww.kitapyurdu.com 15,21 TLwww.idefix.com 15,30 TL www.pandora.com.tr 16,20 TL

Anne Cassidy Hakkında: Anne Cassidy Hakkında: 1952 yılında Londra’da doğan Cas-sidy, on dokuz yıl boyunca yaptığı öğretmenliğin ardından gençler için polisiye ve gerilim kitapları yazma-ya başladı. 1995-2000 yılları arasın-da kaleme aldığı yedi kitaplık East End Murders (Doğu Londra Cina-yetleri) adlı dizisiyle dikkati çekti.

2004’te yazdığı JJ Kim? (Looking for JJ) adlı gençlik romanı, kazandığı birçok ödülün yanı sıra, yayımlandığı yıl Carnegie Medal Ödülü ve Whit-bread Çocuk Kitapları Ödülü liste-lerine girdi. 1993’te İngiltere’de, on yaşlarındaki iki çocuk tarafından öl-dürülen iki buçuk yaşındaki James Bulger’ın hikâyesinden esinlenerek yazdığı bu kitap, 2007’de oyunlaş-tırıldı ve Cassidy’ye edebiyat dünya-sında saygınlık kazandırdı. Bazı eserlerini, dramatik ve trajik o-laylarla, bazılarınıysa gündelik rast-lantısal olaylarla ilişkilendiren yazar, Missing Judy (Kayıp Judy, 2002) ki-tabında, bir kızın kaçırılmasının ar-dından yaşananları; Love Letters’ta (Aşk Mektupları, 2003) da, gizli bir hayranından aşk mektupları alan, an-cak sonra izlendiğini anlayan bir kı-zın hikâyesini anlattı.

İşlerin nasıl bir anda kontrolden çı-kabileceğini sergileyen The Story of My Life (Hayatımın Hikâyesi, 2006) adlı romanını, erken yaşta hamilelik ve taciz konularını, kaybetmek ve güvenmek ekseninde işleyen Care-less (İlgisiz, 2007) ile çocuk ka-çırmayı konu alan Forget Me Not (Beni Unutma, 2008) izledi. Gençlik kitaplarının Ruth Rendell’ı olarak a-nılan Anne Cassidy, Londra’da yaşıyor.

Sayfa 38 | BLOGUM beyazkitaplik.blogspot.com

Page 39: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Bir haber sitesi'nde 'Eser Yenenler, Okan Bayülgen'in yerine geçiyor' başlıklı bir haber gördüm. Ve hemen tık-ladım. Ancak haberi tıklamadan önce, aklıma şu geldi.

Okan Bayülgen daha önce, gelecek sezon kraliyet ailesi programlarını yapmayacağını söylemişti. Acaba Eser Yenenler, tv8'de haftada beş kez program mı yapacak diye düşünürken..

İşin aslını haberi okuyunca anladım. Ama okuyunca yine anlam veremedim.

Eser Yenenler şimdilerde başarılı bir yarışma programı sunuyor. Bu programda da mizahi bir yönününde ol-duğunu sergiliyor. Evet belkide talk show programı sunacak. Belkide çok çok başarılı olacak.

Haberin anafikrinin, Okan Bayülgen'in yerine geçme eylemi olması çok çok düşündürücü. Kasti yapılmış gibi görünsede, haberin dikkat çekme ya da okuma kaygısı ile yazılabileceğini düşünüyorum.

Haberin başlığı, Eser Yenenler talk show sunacak gibi bir şey olsa; eminim bu haberi daha güleryüzlü kar-şılayacaktım.

Ama Eser Yenenler, Okan Bayülgen'in yerine geçiyor haberi; olmamış,yakışmamış.

Yerine Geçmek Bu Kadar Kolay Mı Yerine Geçmek Bu Kadar Kolay Mı Yahu ?Yahu ?

Okan Can Bademci – www.okancanbademci.comOkan Can Bademci – www.okancanbademci.com

Sayfa 39 | BLOGUM

Page 40: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

BLOG YAZANLARA TAVSİYELERBLOG YAZANLARA TAVSİYELER

Blog Dünyasına yeni başlayan arkadaşlarıma bazı öneri-lerim olacak.

Öncelikle blog dünyasında yeniyseniz, yazmaya yeni baş-ladıysanız içinizden yazmak geliyorsa, kendinizi yada yaz-mak istediğiniz konu hakkında tüm samimiyetinizle yazın.

Kendimden örnek vermem gerekirse ilk blog yazmaya baş-ladığımda hiç kimse beni takip etmiyordu, benim kişisel bir blogum var bu arada şu anda ise gerçekten sayı olarak beni takip eden takipçilerim oluştu.Takipçilerimde kaliteli ve sü-rekli yazılarımı yorumsuz bırakmayan, gerçekten yazılarımı okuyan insanlar.Bunun nedeni ise yada sırrı ne diye düşü-nüyorsanız bu samimi olmaktan kaynaklanıyor baştan bunu belirtmem lazım.Çünkü sizi okuyan kişiler sizin samimi ol-madığınızı her şekilde anlarlar. Blogunuzda doğal olun,kendiniz olun.Yazacağınız konuyla ilgili bilgi sahibi olun en azından, oradan buradan kopya-layarak bir yazı oluşturmayın. İster kozmetik, ister bir kitap hakkında yazın ama her zaman kendi görüşlerinizi yazın. Genelde markalar bloglara çok ilgi duyuyorlar, sosyal med-yanında bunda çok büyük etkisi var. Sizin ürünlerini kul-lanmanızı ve bu konularda yazmanızı istiyor olabilir-ler.Lütfen bu konuda gerçekçi ve samimi olun, o markayı ö-vüp durmayın.Gerçek hislerinizi yazın, yada kendiniz bir ü-rünü kullandığınızda onunla ilgili, kullanımıyla ilgili şeyleri yazın. Moda dergilerinden ordan burdan şeyleri kopyalayıp bu 'günün kombinidir' diye çalıntı, alıntı şeyler yazmayın. Çünkü çok sırıtıyor blogunuzda.Sizi blogunuzda takip eden insanlar size değer verip yazılarınızı okuma zahmetine giri-yorlar, yorum yazıyorlar, lütfen yazılan yorumlarınıza ce-vap yazın.Okuyucularınızla ilgilenin, onlara değer verme-lisiniz, neler yazdıklarını okuyup sizde aynı şekilde cevap-lamalısınız. Hatta blog dostlarınızı ziyaret etmelisiniz, siz-de onları takip edip okuduğunuz, beğendiğiniz yada beğen-mediğiniz yazıları yorumlamalısınız.Bu sizi okuyanlar ara-sında bir bağ oluşturacak bundan emin olun.

Blog dünyasında konusunda uzman olanlarda yazıyor ya da ağzı olanda yazıyor (ağzı olan konuşuyor gibi). Bunun ayırımını sizin kendinizin yapması lazım. Bir kitabı oku-dunuz mesela onunla ilgili yazıyorsanız, lütfen yayınevi reklamını değilde, okuduğunuz kitabı tanıtın, 'sen ne öğ-rendin, neler hissettirdi o kitap sana?' ben bunları merak e-diyorum.Kitabı yazan yazarla ilgili düşüncelerini öğren-mek istiyorum, tavsiye edip etmemeni mesela.. Yeni yazmaya başladıysanız, blogunuz yeniyse, başka b-logları takip etmeniz lazım.Onların yazılarını okuyup, yorum bırakmanız gerekir. Bu sizin en azından birazcıkta olsa tanınmanızı sağlar. Ama okuduğunuz şeyle ilgili yo-rum yazın lütfen. Benim blogum bu sizi takipteyim, sizde beni takip edin şekilde saçma sapan yorumlar bırakmayın. İnsanları sizi takip etmeye zorlamayın, zaten yazılarınızı, blogunuzu beğenirlerse sizi takip ederler. Samimi olmalı-sınız.

Blogunuzda polemiklere, tartışmalara girmeyin. Dışarıdan çok kötü bir görüntü oluşuyor.Kim ne derse desin, siz yazmaya devam edin.İstediğiniz konuda yazın, önemli olan karakterinizi, hislerinizi, benliğinizi yazılarınıza aktarabil-mek. Kötü eleştirilere kulak asmayın pek fazla kafanıza takmamaya çalışın.Zaman ilerleyince blog dostlarınız art-tığı gibi blogunuzu çekemeyen insanlarda artacaktır. Siz siz olun tartışmalarla değil hep yazılarınızla gündemde kal-maya çalışın.İçinizden geldiği gibi yazın, kimse sizi anla-masada yazmak çok güzel bir duygudur. Ben kendi açım-dan yazmayı terapi gibi gören birisiyim.

Blogunuzu sürekli güncelleyin, hergün yazmaya çalışın fa-kat vaktiniz yoksada en az iki-üç günde bir yeni yazılar yazın. Güncel olan bir blog,kendini yenileyen, tasarımıyla ilgi odağı olan bir blog her zaman okuyucular için çekici-dir.Bloguna müzik ekleyen bloglar için söyleyeceğim şey ise, ben orada yazıyı mı okuyacağım yoksa müziğimi din-leyeceğim bunu anlayamıyorum. Müzik konulacaksa yada daha sakin, yazıyı etkilemeyecek bir müzik olmalı,aslında hiç müzik olmasa daha güzel. Çünkü okuyucu sizin blogu-nuza yazınızı okumaya geliyor, müzik dinlemek isteseydi müzik dinlemeye giderdi.

Blogtan para kazanmayı düşünüyorsanız bu amaçla blog açtıysanız ise bence yanlış yerdesiniz, bir işe girip hemen çalışmaya başlayın.Çünkü blog yazmak zevkli bir hobidir. Eğlenceli ve güzel bir dünyadır blog dünyası ama para ka-zanacağınız bir yer değildir.

Son olarak blog yazan, yazmayı düşünenlere tek söyleye-ceğim kendiniz gibi olun ve tüm samimiyetinizle yazın.

Sevgiler.

Sayfa 40 | BLOGUM

Page 41: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

ESKİ SEVGİLİYE TAVSİYELERESKİ SEVGİLİYE TAVSİYELER

Sevgilinizden ayrıldınız, artık sevgiliniz sizin 'eski sevgi-li'niz oldu.

Peki unutmak için neler yapmalı,neler etmeli,nasıl unutu-rum ben eski sevgilimi, aklımdan çıkmıyor bir türlü diyor-sanız;

*Öncelikle ayrılığı kabullenin.Ve içinizden ağlamak geli-yorsa ağlayıp rahatlamayı deneyin.

*Eski sevgiliniz sosyal medya mecralarındaki hesabınızdan silin (facebook-twitter-msn vb .) Orada onu görüp iyice bunalıma girmemeniz için,siz ağlayıp ağlak şarkılar din-leyip profılınızde dinlerken, laf sokmalı iletiler yazarken o sizi takip etmiyor merak etmeyin , takip etseydi ayrılmazdı.

*Facebook/Twitter /Msn gibi ortamlarda atarlı iletiler, şar-kılar paylaşmayın, sizi seven dostlarınız ve iş arkadaşlarınız açısındada komik duruma düşüyorsunuz, illaki dayana-mıyorum diyorsanız kendinize sahte bir profil açın ve ora-dan avazınız çıktığı kadar bağırın.

*Hüzünlü şarkılar dinlemeyin, en kötüsüde ikinize ait özel şarkılar varsa onları hiç mi hiç dinlemeyin. Hareketli, daha çok kopacağınız türdeki şarkıları, müzikleri dinleyin.

*Yahu zaten hüzünlüyüm nasıl kopayım, göbek mi atayım diyorsanız, o zaman hemen elinize bir kitap alın ve onu o-kuyun. Ayrılık zamanlarında, depresyon zamanlarında kitap en iyi ilaçtır.

*Eski sevgilinizin telefonunuda silin rehberinizden. Ani duygu patlamaları yaşayıp aramamak için bunu yapmanız lazım.

*Size almış olduğu hediyelerini yada beraberken çekil-diğiniz fotoğraflarınızı şu an için hiç ulaşamayacağınız bir yere kaldırın .Zaman geçince sizin belki bir anı olarak ka-lırlar yada çöpün dibini boylarlar. Siz sadece gözünüzün ö-nünden kaldırın onu hatırlatacak şeyleri.

*Ayrıldığınız ilk dönemde yeni birini hayatınıza kesinlik-le sokmayın. Unutmak için yapılan bu durum başlı başına hata doludur. Çivi çiviyi sökmez sakın bu hataya düşme-yin. Hem size hemde yeni sevgilinize yazık olur, aşk ha-yatınız daha da karmaşık bir hale girer.

*Ayrılık ve üzüntülü bu döneminizi yakın arkadaşlarınızla, hobilerinizle değerlendirin.Arkadaşlarınızla sık sık bulu-şun, ailenize vakit ayırın,sosyalleşin bir kursa yazılın, değişik hobiler edinin bu dönemde.

Zaman en büyük ilaçtır bunuda gözardı etmemelisiniz.

Yasemin Özer – biricitinyeri.blogspot.com Sayfa 41 | BLOGUM

Page 42: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Köpeğine Bak Sahibini Tanı!Köpeğine Bak Sahibini Tanı!Köpeklerimizin karakteri kadar dış görünüşünün de Köpeklerimizin karakteri kadar dış görünüşünün de hakkımızdaki pek çok şeyi yansıttığını hiç düşünmüş hakkımızdaki pek çok şeyi yansıttığını hiç düşünmüş

müydünüz?müydünüz? Hep söylediğim ve çok sevdiğim bir söz var: “Köpekler sa-hiplerinin aynasıdır”. Karakteri olsun, ırkı olsun, dış görünüşü olsun, pek çok özellikleriyle bizi anlatırlar. Nasıl mı?

Safkan mı, Kırma mı?Safkan mı, Kırma mı? Safkan köpek edinmek daha çok zaman, araştırma ve planlama ister. Bu köpeklerin dış görünüş ve karakter özellikleri büyük ölçüde bellidir, en azından büyük sürprizlere yer yoktur. Bun-dan yola çıkarak safkan köpek sahiplerinin hayatlarını kur-dukları planlar üzerine yönlendiren insanlar olduğunu düşü-nüyorum.Aynı varsayıma dayanarak kırma köpek sahiplerin sürprizlere daha açık, kararlarını hislerine göre verebilen, deği-şikliklere kolayca adapte olabilen ve daha az kaygılı insanlar ol-duğunu düşünüyorum.

Jessie’m safkan Golden Retriever. Kendime baktığımda bazen fazla bile diyebileceğim ölçüde planlı ve siste-matik olduğumu görüyorum. Anlık çılgınlıklar olsa da hayatımın genel akışı kurallar ve planlar üzerine kuru-lu, sonunu bilemediğim sürprizlerden çok hoşlanmam, hatta risk almayı da hiç sevmem..:)

Büyük Köpek mi, Küçük Köpek mi?Büyük Köpek mi, Küçük Köpek mi? Büyük köpek daha çok yer, zaman ve enerji ister. Hareketlidir, enerjisini atması için daha çok gezmesi, ha-reket etmesi gerekir. Bu yüzden büyük köpek sahipleri dışarıda zaman geçirmeyi seven, outdoor sporlarına yatkın kişilerdir diye düşünüyorum. Ayrıca büyük köpekler çamurlarda koşmayı, yüzmeyi ve pisliğe bu-lanılan her türlü aktiviteyi daha çok severler. Sahiplerinin temizlik konusunda daha toleranslı, daha az titiz ol-ması gerekir.Ufak köpek sahipleri genel olarak parkta sakin bir yürüyüş gibi aktivitelere yatkın insanlardır. Dışarıda köpeklerine ayırdıkları zaman genelde daha azdır ve daha az aktif geçer. Bu yüzden minik paticikler ve döndüklerinde büyük paticiklerden daha az pis olurlar. Buna dayanarak küçük köpek sahiplerinin titiz ve düzenli insanlar olması gerekir.Gerekir diyorum çünkü ben bu tanımların yarısının dışında kalıyorum. Outdoor’a düşkün olduğum, dışarıda zaman geçirmeyi ve spor yapmayı aşırı derecede severim. Ama ev te-mizliği konusunda da aşırı pimpirikliyimdir. Evde Jessie olsa da olmasa da o ev her gün süpürülür, silinir, toz-lar alınır.:) Dışarıda öyle titiz değilim ama ev konusunda bir saplantım var, ve dediğim gibi bu tamamen ben-den kaynaklanıyor, Jessie den önce de böyleydim, bu yüzden onun küçük de olsa bu durum beni fazla etkile-meyecekti her halükarda..:)

Sayfa 42 | BLOGUM

Page 43: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Uzun Tüylü mü, Kısa Tüylü mü?Uzun Tüylü mü, Kısa Tüylü mü? Uzun tüylü köpeklerin ekstra bir tüy bakımına ihtiyacı olduğu aşikar. Düzenli taramak, fırçala-mak, deri diplerinin havalanma-sını sağlamak, masaj yapmak ve çeşitli tüy bakım ürünleri kul-lanmak gerekiyor. Kısa tüylüler-de bu ihtiyaçlar daha az. Bakım, mesaj ve spa seanslarını seven insanların uzun tüylü kö-peklere yönelebileceğini düşünü-yorum.Bana sorarsanız, ben ma-saja da bakıma da varım, köpe-ğim için de kendim için de.:)

Doğal Beslenme mi, Kuru Mama Doğal Beslenme mi, Kuru Mama mı?mı?

Köpeklerini evde yaptıkları özel yemeklerle, organik besinlerle ya da özel diyetlerle besleyen kişi-lerin market alışverişlerinde eti-ketleri uzun uzun inceleyen, bes-lenme konusuna azami özen gös-teren kişiler olma ihtimali olduk-ça yüksek.

Kuru mamaya yönelenler ise ha-zır yiyecekleri de keyifle tüket-meyi seven, reyonlardaki ürün-lere güvenen ve beslenmeye daha az zaman ayıran kişiler. Köpeği-min yemeğindeki en ince detayı bile inanılmaz titizlikle araştıran ben markette alışveriş yaparken de uzun süre etiket okur, evde u-zun zaman ayırıp yemek yapa-rım.:)

İyi Eğitimli mi?İyi Eğitimli mi? Köpeğini eğitmek için emek ve zaman harcayan kişiler köpeği ile geçireceği zamanın hem köpe-ği hem de kendisi için daha ko-lay, kaliteli ve paylaşım dolu ol-masını isterler. Bunun için hiç-bir fedakarlıktan kaçınmazlar. Kontrollü, planlı ve mükemmeli-yetçidirler. Eğitimi geri plana a-tan kişiler biraz daha kaygısız, detaylara çok takılmayan, sorun-ları olduğu gibi kabullenebilen kişilerdir. Daha sabırlı ve zor si-nirlenen insanlar olma ihtimal-lerinin de yüksek olduğunu düşü-nüyorum.Eğitimsiz bir hayat dü-şünülemez, 7/24, her an, her yerde..

Mehtap Arslan – goldenjessie.blogspot.comMehtap Arslan – goldenjessie.blogspot.com

Page 44: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

BAGGIO OLMAK LAZIMBAGGIO OLMAK LAZIM Ömrümüzün yarısı, hayatımızı bir raya koymakla, kalan yarısı diğer raylara özlem duymakla geçer.Geçmişimizi ray döşemekle, geleceğimizi diğer raylara bakmakla harcarken, çevredeki manzaranın tadını çıkarmayı unuturuz (en azın-dan küçümseriz). Halbuki geçmiş geçip gitmiş, gelecek ise belirsizdir. Gerçek; içinde bulunduğumuz “an”dır. Sahip olduklarımızı kaybettiğimizde anlarız, “an”ların değerini. O “an”ları uğrunda harcadıklarımız (kariyer, pa-ra...herneyse), kumdan kaledir. Asi bir dalganın keyfi kadar ömrü vardır. O zaman, zihinsel olarak dönmeye çalışırız o “an”lara, keşkelerle sarhoş oluruz.

Büyüyünce futbolcu olacağımı düşünenlerden biriydim ben de (Kim düşünmedi ki!). Sabahtan, yıldızların uyuşuk u-yuşuk parlamaya başladığı saate kadar (daha doğrusu annem kardeşimle haber gönderene ve ekmek alıp eve dön-memi gerektiren o saate kadar) bıkmadan, durmadan top oynardım (Kim oynamadı ki!). Ama çoğunuzdan farklı ola-rak bu rüyaya dokundum ben. Lisanslı geleceğe parlak bir forvet olarak Genç Milli Takıma kadar başımı çıkardım. Sonra Adana Demirsporlu (adını şu anda hatırlayamadığım) kafası usturaya vurulmuş, kısa boylu, kalın kemikli bir savunma oyuncusu kaval kemiğimin yapısını merak etmiş olacak ki, kramponlarının çivisiyle ameliyata kalkıştı, beni de o başımı çıkardığım tünele geri gönderdi. Önemli değil, affettim O’nu. Ama “o” ray da ne var hep merak ettim, doğruya doğru.

Şu anda bu odada, siyah masada, arkası kırık koltuğumda, ekrandan belli belirsiz yansıyan yüzümde bunu görebiliyorum.Kendinizi bir an için düşünün. Karizmatik, klas, 10 numara bir futbolcusunuz. Bir penaltı atılacak ve maç o penaltıdan sonra bitecek. Statta onbinler susmuş durumda. Milyonların, hatta yüzmilyonların oturma oda-sındasınız şu an. Çaylarına, biralarına, kolalarına, çerez tabaklarına kimse dokunmuyor. Kimi elleriyle koltuğun 2 ke-narına yapışmış, kimileri de birbirlerine sarılmış göz ucuyla size bakıyorlar. Dünyanın en büyük fotoğrafı bu; yüzmil-yonlarca donmuş insan. Bu fotoğrafı belli belirsiz dudakların dua kıpırtısı bozuyor ancak.

7.32X2.44’lük kale, bir iğne deliği gibi gözükmeye başlıyor. Böyle olmadığını biliyorsunuz. Daha önce yüzlerce kez yaptınız bunu. Beklediğiniz her saniye, bunu hatırlamakla, diğer saniye bunu unutmakla geçiyor. Aklınızdan kimbilir daha neler geçiyor. İlk futbola başladığınız an, ilk golünüz, hatta eşiniz, çocuklarınız, aileniz... Bunları unutup, sadece penaltıya konsantre olmak istiyorsunuz. Kolay bir iş değil bu! Atamazsanız; bu kadar emek boşa gidecek, milyonlarca insan kahrolacak. Belki de adınızı lanetle anacaklar. Tarihe kaybettiren olarak geçeceksiniz ve yüzyıl unutulmayacak bu.O penaltıyı atmak ister miydiniz?Düdük sesini duydunuz. Düşünme zamanı doldu. Topa doğru hareketlenmeye başladınız. Bacaklarınızda hissizlik var sanki, mideniz gıdıklanıyor. Bunun sırası değil şimdi, nereye vuracağınızı dü-şünün. Sola mı? Bir önceki penaltıda kaleci sağa atlamıştı bu kez de öyle yapar mı? Sert vuracaksınız. Hayır, gerek yok ayak içiyle vuracaksınız. Ortaya mı yoksa?Geldiniz vurdunuz. Top süzüle süzüle koskoca kalenin üzerinden geçti gitti. Atamadınız. Daha önce bunu yüzlerce kez yaptığınız halde atamadınız. Bir çocuk bile becerirdi bunu. 11 metre-den koskoca kaleye bu topu gönderemediniz.

Roberto Baggio işte bu raydaydı. Dünya kupası O’nun ayağından çıkıp Brezilyalıların ellerinde yükselirken, başını öne eğdiğinde neler düşündüğünü bilemem. Ancak daha sonra “O penaltıyı 4 yıl boyunca hergün kaçırdım” dediğini biliyorum.O penaltı kaçtığında, Brezilyalılar deli gibi sevindiğinde, İtalyanlar kahrolduğunda kimsenin dikkatini çekti mi bilmiyorum ama Baggio yere çökmedi. Yere uzanıp çimleri yemedi, formasını kafasına geçirmedi, ağlamadı... Ayakta kaldı. Dünyanın büyük çoğunluğunun O’nunla alay ettiğini, en iyi ihtimalle O’na acıdığını, en azından 70 mil-yon İtalyan’ın O’ndan nefret ettiğini hissettiği tam o anda, Brezilyalılar sevinçten yerlere yatarken, O ayakta kaldı. Kendi rayında kaldı. 4 sene her gün, bununla yaşadı, hala da yaşıyor.

Çocukluk aşkı Andreina ile evlendi. 2 kızı, 1 oğlu oldu. Çevresinde daha alımlı, daha güzel, “daha” bir çok kadın varken ve bunları elde edeceğini bilirken, hayatında tek bir kadın oldu. Başka raylara bakmadı. Çok mutlu ve huzurlu bir evliliği var.

Juventus, Milan ve Inter’de oynadı. Gönderilirken kimsenin hakkında tek bir kötü söz söylemedi. Kameraların kar-şısına geçip “haksızlığa uğradım” demedi. “Bitti” dedikleri sezon gol kralı oldu, “yaşlandı” dedikleri sezon küme dü-şen takımı tek başına ayakta tuttu, kornerden goller attı.Son maçında oyundan çıkarken 80.000 kişi ayakta alkışladı O’nu. Kimse 94’te kaçırdığı penaltıyı hatırlamadı bile o an. Çünkü O hep kendi yoluna baktı. Keşkelerle uğraşmadı, pişmanlık duymak yerine tecrübe edinmeyi tercih etti.Şartlar ne olursa olsun, atacak bir penaltımız daha varsa atma-lıyız. Baggio’nun dediği gibi "Penaltıyı, sadece onu atacak kadar cesur olanlar kaçırır."

Kaçarsa da kaçsın. Herşey bittiğinde alkışlarla terkederiz sahayı...

Yakup Sabri İnankur – olefutbol.blogspot.com

Page 45: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

MÜZİK

Bu albüm bir başka. Bu albümde kimler yok ki. Mustafa SANDAL, Burak KUT, Demet SAĞIROĞLU, Sibel ALAŞ, Mansur ARK, Serdar ORTAÇ, İzel, Metin AROLAT, Yonca EVCİMİK, Tayfun. Bu albümü dinlediğinizde doksanları

özlediğinizi anlayacaksınız.

Metin Arolat mutlu yıllarrrr :))Metin Arolat mutlu yıllarrrr :))

Okan Can Bademci - www.okancanbademci.com

TAM 90'DANTAM 90'DAN

Sayfa 45 | BLOGUM

Page 46: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

SERKAN MURAT KIRIKCI RÖPORTAJISERKAN MURAT KIRIKCI RÖPORTAJI

Serkan Murat Kırıkcı ile yaptığımız güzel röportaj sizlerle,

-Merhaba,ilk önce sizi tanıyabilir miyiz ? Merhabalar… 12 Eylül 1975’te Serkan Murat KIRIKCI adı verilerek atıldım dünyaya… Şanslı çocuktum, babam teknoloji meraklısı, amcalarımdan birinin plak dükkanı var-dı, biri yazlık sinemada makinistti, birde edebiyat öğret-meni… Evde sürekli plak sesi eksik olmazdı, akşamları si-nemada alırdık soluğu… Fotoğrafçı babanız olunca bol bol çekiliyorsunuz, doğal ilgi falan derken daha ilkokul sırala-rında şiirdir, fotoğraftır yapmaya başladım birşeyler… O-kul bitince de, grafikerliğe başladım… Öyle kalmadı gaze-telerin dizgisini yapmakla kalmadım, muhabirlikle başlayıp yazı işleri müdürlüğüne kadar da yükseldim… Aynı dönem fotokopi ile çoğalan, aslında bugünün blogları diyebilece-ğim Fanzin çıkardım… Sonrasında çeşitli dergiler, siteler, görevler derken kendi bloğumdayım artık…

-Blog yazmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz ? Bugünki içerikle alakası yoktu aslında… Kim yazı istese ürettiğim bir dönemdeydim… Bir yandan gazetede kültür sanat sayfası, bir yandan sinemalar.com’a kritikler derken baktım çok dağılıyorum… Hepsi bir yerde olsun isteğimi herşeyiyle tatmin eden yer oldu blog. Kimseye duyurma-dan, ismi, adresi içerikten bağımsız girdi yayına… Yazıları-mı yanımda taşımaktı amacım… Tabii öyle olmadı, blogger olmak farklı bir virüs biliyorsunuz…

-Bilmeyenler için blogunuzun içeriğinden bahseder misi-niz ? Kısaca, “Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Di-yarı...” Kültür-sanat blogları kategorisinde yer alıyor. Ama diğer yandan, Sinema Blogları Birliği üyesiyim aynı za-manda. İçeriğin büyük bölümünü sinema kaplıyor. Güncel haber çevirileriyle yeni projelerin haberleri,dizi dünyasında

ki gelişmeler süratle okurun karşısına çıkıyor..Müzik konu-sunda da iddalıyız, alternatif-rock dünyasındaki gelişmeler ve yeni çıkan klipleri de çıkar çıkmaz yayınlayıp aynı mü-zik zevkine sahip okuru birlikte izlemeye çağırıyoruz Al-büm kritikleri de içerikte önemli yer tutuyor ve en çok oku-nan, paylaşılan içeriğimiz. İçeriğin edebiyat yükünü de, hi-kayeler ve kitap eleştirileri çekiyor. Kültür sanatın olduğu her yerde olma dürtüsüyle yetişebildiğim oranda yazıyor ve haberdar ediyorum okuru…

-Blogunuzun adı 'Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu', an-lamı nedir ? Beni etkileyen filmlerden birinden, Theo Angelopoulos fil-minden gelir… Filmi izleyenler bilir, ana karakter sinema-nın ilk filmlerinin kopyasını arar film boyunca… Buldu-ğunda girer bir odaya, bolca film… Adama döner “Siz Ka-yıp Bakışlar Koleksiyoncususunuz” der… Bende internet paylaşım işi ve blogta yazıları paylaştığımdan hareketle son şeklini verdim…

-Blogunuzun adı 'Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu', ama adresiniz bodakedi… Bodakedi’nin anlamı nedir peki?

Evet, benim tercihim… Bodakedi, internet aleminin bize getirdiği “nickname”… Tabi ben internetten çok önce kul-lanıyorum, 90’lar başı gibiydi sanırım… Nirvana vokalisti, Kurt Cobain’in çocukluğunda hayali arkadaşının adı “Bo-da”… Tüm suçlardan aklanmak için, boda yaptı dermiş… Kedi de iflah olmaz kedi sevgimden geliyor… Birleşmesi de iyi oldu… İnternetle tanıştığımdan bu yana kullanıyo-rum, öyle biliniyorum… Sinemalar.com’daki üyeliğim de “bodakedi” olunca adres için başka bir şey düşünmedim…

Adres ve blog adının farklı olmasına gelince… Özellikle öyle istedim… Blogların içeriğiyle alakalı isim seçmelerini çok doğru bulmuyorum, hatta saçma buluyorum… Örneğin bir sinema bloğunun “sinema”nın sonuna bir şey ekleyip i-sim alması çok düz mantık ve kolaycılık olarak geliyor ba-na… İsim vermek dediğimiz şeyde ortada bir eser varsa ciddi iştir… Bloğunuzun adresi ve ismi içerikle değil, si-zinle ilgili olmalı, sizi yansıtmalı bence… Bu düşünceyle adres olarak bodakedi.com’u kullanıyorum, “Kayıp Payla-şımlar Koleksiyoncusu”, “kpk” adıyla okurlara sesleniyorum…

BLOG RÖPORTAJ

Sayfa 46 | BLOGUM

Page 47: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

-Aslında bakarsanız bir blog yazarı için sanat ve kültür a-dına yazılar paylaşmak tecrübe ve bilgi birikimi gerektiren bir meziyettir. Siz bu konuda başarılısınız. Peki blogu-nuzda size yardımcı olan başka blog yazarları var mı ? Teşekkürler, teveccühünüz… Güncel haber çevirilerini sevgili dostum Elif IŞIK yapıyor… Güncellik ve istikrarı sağlıyor… 2011 Temmuz’undan bu yana aldığı yükü, ara-mızdaki espriyle “hat-trick” yaparak sırtlıyor. Haberler dı-şında öyküleri ve sinema yazıları da mevcut.

-Blogunuza bakınca sanat adına her türlü yazı ile karşı-laşmak mümkün. Başka kategorilerde de yazılar yazmayı düşündünüz mü, böyle bir planınız var mı ?

Yazılacak kategori bırakmayınca, plan dahilinde değil ar-tık… Ama bir dönem şu anki içeriğin müzik kısmı ayrı blog idi aslında… “My obsession” adıyla ikinci blogdu, kpk’nın içeriği o zamanlar sadece sinema olduğu için böy-le bir tercih yapmıştım… Ama baktım ikiye bölünüyorum, içeriğin şu anki halini alması için o yazılarda gelip kurul-du yerli yerine… Her kategoriye açığım zaten blogda, ah-kam kesebileceğim her kategoride yazıyorum… Bu anl-amda da herhangi bir sınır koymuyorum zaten…

-Siz başarılı sanat ve kültür blog yazarısınız. Sizinle aynı kategoride yazan ya da yazmak isteyen blog yazarlarına ö-nerileriniz nelerdir ? Kesinlikle özgün içerik… Başarı kriterleri herşey için ay-nı aslında… Özgünlük ve samimiyet… İçinizden geçen şeyi yazın, kendinize sansür uygulamadan hiçbir kurala bağlı kalmadan kendiniz olun… Üslubunuzu da bilgi da-ğarcığınıza göre oluşturun… Araştırma yapmayı ihmal et-meden, her konuda yazabilirsiniz… Blog oluştururken işin teknik kısımlarına, temaya falanda çok takılmayın… Zira yazdığınız yazıları sürekli olarak takip edecek olan kemik okur kitlesinin ancak ve ancak sizinle ortak zevke ve akıla sahip insanlar olduğunu bilerek kendiniz olun sadece…

-Siz aynı zamanda istikrarlı bir blog yazarısınız. Uzun bir süredir, yazıyorsunuz. Sizce blog yazarları genel olarak is-tikrarı ve başarıyı nasıl yakalayabilirler ? Evet, istikrar konusunda alışılmadık bir blog kpk… Ana-sayfa bazen gün içinde tamamen yenilebiliyor, ki bahset-tiğimiz 18 yazılık bir anasayfa… Geçtiğimiz ay toplam 213 yazı yayınlanmış örneğin… Bu örnekten hareketle, bu durum özel bir çabayla oluşmadığı için istikrar için diye-bileceğim blogunuzu ciddiye almanız gerektiği… Genel başarı ve istikrar için de aynı şeyi söyleyeceğim… Ken-diniz olun ve ciddiye alın işinizi… Yazarken, temadır, re-simdir her an okur gibi de düşünün… Ben olsam okurmu-yum diye düşünün daha çok… Belli bir süre sonra bir tar-zınız, üslubunuz oluşacaktır zaten… Sonrasında da o tarzı korumanız yeterli… Her alanda olduğu gibi, bilmediğiniz bir konuda ahkam kesmeyi kesinlikle denemeyin…

-Blogunuzda paylaştığınız yazılara nasıl tepkiler alıyor-sunuz ? Bu tepkiler sizin yazılarınızı nasıl etkiliyor ?

Belli bir mail trafiği oluştu… Okurlar yorum yazmaktan çok, maille iletişime geçmeyi tercih ediyor. Okurluktan dostluğa terfi ediyorlar… Pazar günleri klasiği var iki ta-ne, Pazar konseri ve dizi ajandası… Gelecek hafta için ö-neriler geliyor, dizi ajandası konusunda da meraklı bek-leyiş oluyor… Ortak övgüler hergün güncelleniyor olması en başta… “Hergün sabah kahvemi alıp bakıyorum neler olmuş” diyorlar. Hatta artık kemikleştiği için, o gün hiç güncellenmemişse “ne oldu” diye soruyorlar…

Geçen yıla kadar takip ediyordum ama artık etmesem de, bolca paylaşılıyor yazılar… Kendi bloglarına ekleyenler, facebook ve twitterda takip edenlerle kendine özgü bir se-si var kpk’nın… Örnek vermek gerekirse, genç bir okur-dan mail amıştım… 3-4 yıl önce bloğu kurcalarken Eddie Vedder’ı keşfetmiş… Sayenizde keşfettim, çok sevdim hiç unutmam deyip teşekkür etmiş… Bundan daha güzel bir ödül olabilir mi?... Yine son dönemde albüm kritiklerinin yarattığı etkiyi görmek keyifliydi… Yazdığım albümlerin yayıncı firması Ada Müzik, yazıları kendi sitesinde de ya-yınladı… Sosyal medyada paylaştı ve müzisyenlerde teb-rik edip, övgülerini yazdılar sağolsunlar…

Yazılara etkisine gelince… Bende motivasyondan öteye geçmiyor… Zira; hem hiçbir zaman “kim okur bunu” dü-şüncesiyle yazmadım, hemde artık 5 yıl olunca takipçile-rin kafasında da genel bir profilim oluştu… Bloğa etkisi i-se, yeni takipçilere ulaşmak oluyor haliyle… Beğenilen bir yazı, siz ne yaparsanız yapın ulaşamayacağınız bir kit-leyi getirir ki müthiştir… Okurun başka okuru getirmesi bence blogda en büyük başarıdır…

-Sizin blogunuzu insanlar neden takip etmeliler ? Onlar takip etmese de, yayını sürdüreceğim için… Ço-ğunlukla kafalarındaki blog imajından farklı olarak, dü-zenli olarak güncellenen içerik için… Sinema, dizi ve mü-zik ilgi alanları içindeyse onları şu anda keşfedilmeyi bek-leyen 2377 yazı yer aldığı için… Rasyonel olmak gere-kirse, bu soruya birden çok yanıt verilebildiği için diyebi-lirim…

-Bu güzel röportaj için teşekkür ederim… Başarılarınızın devamını dilerim.

Ben teşekkür ederim, bu keyfe ortak edildiğim için… Bil-mukabele…

Serkan Murat Kırıkcı'nın blogu : bodakedi.com

Sayfa 47 | BLOGUM

Page 48: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

FURKAN ÖZDEN RÖPORTAJI FURKAN ÖZDEN RÖPORTAJI

Furkan Özden ile yaptığımız güzel röportaj sizlerle,

-Merhaba, ilk önce sizi tanıyabilir miyiz ?

Öncelikle ilk röportajımı yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler. Adım Furkan Özden. 28 Nisan doğumluyum. Sam-sunluyum. İlkokulu Edirnede okudum. Liseyi Samsunda bitirdim. Üniversite şimdilik belli değil. Hobimle paralel olan alışkanlıklarım var. İnsanlara yardım etmeyi çok severim mesela. Birine yardım ederim ve o da bana "Teşekkürler." der. Bu bana yeter. Sitede ne kadar kalmış, yer imlerine eklemiş mi fark etmez. Teşekkür etsin yeter.

-Blog yazmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz ?

Her webmaster ilk işe başladığında ya takma adı olur yada kendi ismini kullanır. Küçükken oynadığım Silkroad Online adlı oyundaki karakter adım SonSamsunlu ile bu macera başladı. Yaş ilerledikçe bu takma da komik durduğu için kendi adımı kullanmaya karar verdim. İlk sitemi Bedava Sitem sayesinde açtım. Paneli fazla bilgi gerektirdiği için genel kod-lamayı orada öğrendim. Sonra Wordpress hoş geldi gözüme. Birçok yazımı orada yazdım. Sonra Blogger'ı keşfettim. Te-malar çok iç açıcıydı. Her türlü tema seçeneği vardı. Temayı da istediğiniz gibi düzenleyebiliyordunuz. "Artık Blog-gerdayım." dedim ve Blogger'a geçtim. Wordpress blogumda hit alan yazıları Blogger bloguma yönlendirdim ve bir müddet sonra Wordpress blogumu kapattım. Aslında Bedava Sitemden site açtığım zaman Blogger hesabım vardı (Ma-yıs 2009). Ama yazmaya 12 Aralık 2009'da başladım. Yazıları yazdıkça insanlar teşekkür etmeye başladı. Artık bir blog-cu olarak tanınıyordum ve bu hoşuma gitmişti. İyi bir şeydi bu.

-Bilmeyenler için blogunuzun içeriğinden bahseder misiniz ?

Blogumun içeriği aslında genel blog olarak adlandırılabilir. Kafama ne eserse onu yazıyorum. Şöyle de söyleyebiliriz. Mesela bugün "Facebook sayfaları" hakkında bir yazı yazdım diyelim. Bu demek oluyor ki o gün o işle uğraşıyormu-şum. Yani bir günlük gibi aslında. Sadece yazma usulü değişik. Bunu yazdığım yazılara geriye dönüp bakarken farket-tim. Örneğin bir filmin bilgilerini özetini ve indirme linkini paylaştım diyelim. Bu benim blogumun film indirme sitesi olduğunu göstermez. O gün o filmi izlemişim ve takipçilerime de tavsiye etmişim demektir.

-Siz başarılı bir blog yazarısınız. Sizce insanlar neden blog yazmalılar ?

Her blog yazarının kendine göre nedenleri vardır. Para, şöhret, hobi, can sıkıntısı, iş. Şöyle diyebilirim: "Yeter ki ya-zın.". En fazla 3 ay beklersiniz. Eninde sonunda kalıcı bir okur kitlesi kazanırsınız. Ben yazdıkça kendimi rahatlamış hissediyorum. Herkes farklı duygular yaşayabilir blog yazdığında. Biraz da merak meselesidir aslında.

-Başarılı bir blog yazarı olmak için, blog yazarlarına önerileriniz nelerdir ?

1. kural çalmadan çırpmadan kendi emeğinizle yazmanız. Tamam onu bıraktım diyelim. En azından kopyala yapıştır yapacağınız yazıyı okuyup özetini çıkarıp kendi yorumunuzu katarak yazsanız bile yeter. Hem o konu hakkında düşün-celerinizi paylaşmış olursunuz. Hem de edebi kişiliğinizi ortaya çıkar.

BLOG RÖPORTAJ

Sayfa 48 | BLOGUM

Page 49: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

2. kural görsellik. Bana sorarsanız bir yazı da tek bir resim bile yoksa o yazıyı okumaktan usanırım. Çünkü bilgisa-yarda yazı okumak bazı insanların gözlerini yorar. Bu nedenle arada bir yazıdaki resme bakma ihtiyacı duyarlar. Tema-nız da, ziyaretçinizin rahat rahat dolaşmasına elverişli olmalıdır ki ziyaretçiniz sitenizi beğensin.

3. kural isteğe bağlı denebilir. SEO ayarları. Eğer blogunuzda normal bir günlük tutuyorsanız veya yazdığınız hikaye veya şiirleri paylaşıyorsanız SEO ayarlarına pek de ihtiyaç yok diye düşünüyorum.

-Sizce blog yazarak para kazanılabilir mi ? Bu konudaki önerileriniz nelerdir ?

Blog yazarlarının bir kısmı blogu açtığı gibi para kazanmak ister. Aksine durum böyle değildir. Bir blogunuz var ise yazılarınızın özgün olması lazım. Gerekli SEO ayarlarının yapılmış olması gerek. Ve en önemlisi ise zaman. Bütün bunları yaptıktan sonra size teklifler bir bir gelecektir. Kendi çapınızda bir blogunuz varsa aylık 500-1000 TL arası bir gelir beklemeyin derim. Benim blogdaki gelirler bana ancak cep harçlığı oluyor. Onları da harcamıyorum zaten benim için değeri büyük. Aslında fazla para harcamayı sevmem. Biriktirmeye bayılırım. Fazla tutumluyumdur biraz.

-Hiç kuşku yok ki bloglarda tasarımın önemi büyük. Sizce insanlar blog tasarımlarında nelere dikkat etmeliler ?

Empati kurmak bu konuda çok yardımcı olabilir. Veya bir yakınınızdan blogunuza girip eksik yönleri söylemesini iste-yebilirsiniz. O da olması ziyaretçilerinize anket sunar fikirlerini alırsınız. Çünkü tasarım en zor iştir ve özneldir. Siz ta-sarımınızı yapın. Her tasarım kendi çapında beğeni alır. Gözü yormasın, reklamlardan arınmış olsun, ziyaretçiniz site-ye giremeden çıkmasın yeter.

-Bazı sitelere girdiğimde google reklamlarında blogunuzun reklamlarını görüyorum.Google'a reklam vermenin avan-tajları nelerdir, önerir misiniz ?

Tekliflerin ardı arkası kesilmez. Reklam almaya başlarsınız. Beraber iş ortaklığı teklifleri alırsınız. Bunun yanında Google reklamlarında o kadar çok kişisel blog reklamı yok diye düşünüyorum. İnsanlar böyle bir banner görünce ilgisi-ni çekiyor ve tıklıyorlar. Neymiş diye bu kişi kimmiş diye araştırıyorlar. Bunun yanında sosyal medyada hayranları-nızda da artış gözleniyor. Reklamı verirken belirlediğiniz günlük bütçede işin içinde tabii ki.

Adsenseye 16 kere başvurumdan sonra Adsenseyi bırakmıştım. Sanırım bu yüzden Google bana kupon yolladı. Yada Adwords hesaplarından dolayı da olabilir. Tam emin değilim ama sonuçta iki adet kupon geldi. Bir de bir forumdan bir kupon aldım. Hepsini kullanıma açtım. Ziyaretçilerin artmasının yanında kalıcı ziyaretçiler de artış gösterdi. Bunun ya-nında e-bülten aboneleri de.

-Peki sizce blog yazarları bloglarına reklam alırken nelere dikkat etmeliler ?

Aldıkları reklam bloglarıyla uyumlu olmalı. Bunu söylememe gerek bile yok aslında. Çünkü bir sağlık sitesinde Web Dilleri hakkında yazan bir blogun reklamı hiç de ilgi çekici olmaz. Tasarımla da alakalı bir bağlantısı var reklamın. Reklamı ziyaretçinin gözüne sokmamak gerekir. Bir sayfada da 3den fazla reklamın olmaması gerekir diye düşünü-yorum.

-Son olarak,insanlar neden sizin blogunuzu takip etmeliler ?

Güncel konular hakkında farklı görüşleri merak ediyorsanız, benim anlatım tarzım hoşunuza gittiyse, paylaştığım ko-nular ilginizi çekiyorsa sağ kısımdaki e-bülten'e email adresinizi girmekte gecikmeyin.

-Bu güzel röportaj için teşekkür ederim.Keyifliydi.

Aynı düşüncedeyim. Bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.

Furkan Özden'in blogu : furkanozden.blogspot.com

Sayfa 49 | BLOGUM

Page 50: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

CEMRE KOZAN RÖPORTAJICEMRE KOZAN RÖPORTAJI

Cemre Kozan ile yaptığımız güzel röportaj sizlerle,

-Merhaba, ilk önce kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

16 Nisan 1990 İzmir doğumluyum. Ailesine ve evine bağlı, yazmayı – dinlemeyi seven, doğa aşığı biriyim. Liseden sonraki 2 yıl hem özel sektörde çalıştım hem de açık öğretim fakültesinde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okudum. Fa-kat 12 Ekim 2010 Salı günü hayatıma giren yavru bir Golden Retriever ile hayatım değişti. Şu an Veterinerlik bölümü için 2012 YGS sınav sonucumu bekliyorum. Aynı zamanda Aydın ilinde sokak ve barınak hayvanlarını koruma adına gö-nüllü olarak bir dernekte çalışıyorum.

-Bilmeyenler için blogunuzun içeriğinden bahseder misiniz?

Blog sayfamı oluşturmadan önce çok düşündüm. Köpekler hakkında bir çok yerde doğrusuyla yanlışıyla fazlaca bilgi var. Köpeklerim pardon ben köpek diyemiyorum =) çocuklarım; Kont ve Likya ile ilgili yaşadığım tecrübelerden yola çı-karak köpekler hakkındaki tüm bilgileri ve kişisel anılarımızı toparlamak istedim. Tüm köpek ırkları için faydalı olabile-cek bilgileri henüz çok yeni olmakla birlikte hayvan severlere sunuyorum / sunacağım.

-Blogunuzun isminden de anlayacağımız gibi Kont ve Likya isimli iki köpeğiniz var. Peki Kont ve Likya' nın sizinle ta-nışması nasıl oldu? Bir hikayeniz var mı?

Köpeklerden korkarak geçirdiğim çocukluğuma rağmen köpekleri çok seven bir babam var. Babacığımın 22 yıllık ısrar-larına dayanamayan anneciğim pes eder. Ve sonradan gerçeklerini öğrendiğim petshopların birinden Kont’u alırız. Kont ile köpeklere alışan ben ve kardeşim öylesine bağlanırız ki yılların acısını çıkartırcasına Kont’un doğum gününde bir e-ğitim ve üretim çiftliğinden kızımız Likya’ yı almaya karar veririz. Her gün “ İyi ki de varlar.” diyorum.

-Blogunuzda Kont ve Likya ile yaşadığınız tecrübeleri hayvan sahipleri ile paylaşıyorsunuz. Peki Kont ya da Likya ile yaşadığınız en acı ve en tatlı tecrübenizi paylaşır mısınız ?

En acı tecrübem; Kont ile bir çok rahatsızlık yaşadık. Petshoptan aldığımız için aşıları eksikti ve Parvo Virüs (Kanlı İs-hal) hastalığına yakalanmıştı. Onu 3 gün boyunca kucağımda veteriner kliniğe götürmek çok üzücüydü. Biliyorsunuz ki Parvo Virüs ölümcül bir hastalıktır. Kurtarılma oranı düşüktür. Bu endişe ile onu her gün serum için doktora götürmek bana çok acı vermişti. Neyse ki kurtuldu. Bir cana bir dosta böylesine bağlıyken kaybetmeye böyle yaklaşmak kötü bir tecrübe…

En tatlı tecrübem; Açıkcası Kont ve Likya beni her an mutlu edebilme potansiyeline sahip onlarla geçirdiğim her an gü-zel. Aslında köpeklerle, hayvanlarla, doğayla geçirilen her an çok güzel…

BLOG RÖPORTAJ

Sayfa 50 | BLOGUM

Page 51: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

Ancak beni en çok gururlandırdıkları an katıldığımız yarışmalarda aldıkları güzel dereceler, başarılar ve geleceğimiz o-lan çocuklara hayvan sevgisi aşılamak adına dernek olarak gittiğimiz seminerlerde çocuklarla olan pozitif iletişimleri oluyor. Çocukların temas ettiği an değişen dünyaları içlerindeki saf hayvan sevgisini görmek çok huzur verici. =)

-Blogunuza bakınca sevginin sadece insanlara karşı hissedilen bir duygu olmadığını anlıyorum. Belli ki sizde benim gibi hayvan seversiniz. Sizce kişilere hayvan sevgisi neler kazandırıyor?

Kesinlikle öyle. Sevgi özellikle hayvanlara ve doğaya duyulan sevgi bence iç huzurun gizli anahtarıdır. Hep derler: “ Hayvanları sevmeyen insanları sevemez.” Diye. Çok doğru hayvan sevgisi çocukluktan başlayan bir sevgi olabildiği gibi benim gibi üstü kalın bir örtüyle de örtülmüş olabilir. Önemli olan bu sevgiyi bir gün bir yerde ortaya çıkartıp ya-şayabilmektir. Her şey bir yana sevmiyorsak bile saygı duyabilmek önemlidir. Hayvan sevgisine sahipseniz doğayı ko-ruyan, merhametli ve vicdanlı, evinizde artan yemek ile bir kap suyu sokaktaki kediden köpekten esirgemeyen sorumlu bir bireysiniz demektir.

-Şöyle bir bakınca zamanınızın çoğunu Kont ve Likya'ya ayırıyorsunuz. Bu durumun size, yaşamınızda kaybettir-dikleri var mı?

Doğru bir tespit =) Neredeyse tüm vaktim onlarla geçiyor elbette derslerime ve kendime vakit ayırıyorum ama dedi-ğiniz gibi genel olarak Kont ve Likya ile birlikteyim. Ancak ben onlarla öyle mutluyum ki bana göre kaybetmek yerine kazandığım pek çok şey var. Yaşıtlarım gibi gezemiyorum belki ama hayata bakış açım değişti, bambaşka bir sosyallik kazandım. Gerçek dostluğun ne olduğunu, iki köpeğim olduğu için aralarındaki (insanlarda bulunmayan) saygıyı, sevgiyi ve ilgiyi öğreniyorum. İkisi de benim hayatıma sayısız güzellikler kattılar. Üstelik köpek diyip geçmemeli. Kont ve Likya bana geldiklerinde 2 aylık yaştalardı. Bakımları sanıldığı kadar kolay değil. Ciddi emek gerektiriyorlar, bilirsiniz. =)

-Kont ve Likya'nın bir blogu var. Kont ve Likya' nın bir Facebook sayfası da var.Peki sizi Kont ve Likya kitap yazma-ya teşvik ediyor mu?

Hayatım hayvanlarla özellikle köpeklerle o kadar dolu ki, bir çok koldan insanları bilinçlendirmek için çırpınıyorum. Golden Retriever ırkından yola çıkarak ırklar hakkında, soköler (sokak köpekleri) hakkında halkı bilinçlendirmek on-larla yaşamayı kabullenebilmek adına şimdilik kitap olmasa da kısa kısa pratik bilgiler içeren bir el kitabı projem var.

-Bildiğiniz gibi bizimde minik bir Golden Retriever kızımız var. Sizi biz de takip ediyoruz. Blogunuz sayesinde yap-mamız gereken yeni şeyler öğreniyoruz. Yazmaya devam edin, takipteyiz. Güzel cevaplarınız için teşekkür ederim. Kont ve Likya' ya sizinle birlikte uzun, sağlıklı, mutlu yaşam dilerim.

Çok teşekkür ediyorum. Köpek yetiştirmek sanattır. Doğru yöntemlerle yetiştirilmiş bir köpek ile gerçek bir dostluk yaşanabilir. Umarım siz de kızınız Şiva ile çok keyifli bir ömür geçirirsiniz. Kont ve Likya bu güzel röportaj için sizlere pati sallıyorlar...

Cemre Kozan'ın blogu : kontlikya.blogspot.com

Sayfa 51 | BLOGUM

Page 52: Blogum Dergisi - Haziran Sayısı 2012

BLOGUM