Top Banner
www.aktivistdergi.com Dijital Dergi 6.Sayı Temmuz Ağustos 2014 Dosya: Bolluk&Bereket karatay mutfağından doğal tarifler Göbekli Tepe’de insanlık tarihi yeniden yazılıyor Şef Arda Türkmen ile Mutfağa Hayat Vermenin Yolları Mutfağa Dönüyoruz Klavyeden Kesme Tahtasına ruhun şifasıdır müzik Seda Bağcan: oyunculuk yolculuğunu anlatıyor Cabaret’in Yıldızı Mert Turak, meslek sırlarını anlatıyor seo nedir, Hakan Sert nasıl yapılır para güzeldir! Hakan Ayvaz teknolojik insan bedenindeki bereket Sperm ile Yumurta’nın Kavuşması alternatif rotalar maya her şeyin atası: tasarruf
142

Aktivist Dergi 6. Sayı

Apr 07, 2016

Download

Documents

Aktivist Dergi

Bolluk & Bereket
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Aktivist Dergi 6. Sayı

www.aktivistdergi.com

Dijital Dergi6.Sayı

TemmuzAğustos

2014

Dosya: Bolluk&Bereket

karatay mutfağından doğal tarifler

Göbekli Tepe’deinsanlık tarihi

yeniden yazılıyor

Şef Arda Türkmen ile Mutfağa Hayat

Vermenin Yolları

Mutfağa DönüyoruzKlavyeden Kesme Tahtasına

ruhunşifasıdırmüzikSeda Bağcan:

oyunculuk yolculuğunu anlatıyor

Cabaret’in Yıldızı Mert Turak,

meslek sırlarını anlatıyor

seo nedir, Hakan Sert

nasıl yapılır

para güzeldir!Hakan Ayvaz

teknolojik

insan bedenindeki bereketSperm ile Yumurta’nın

Kavuşması

alternatif rotalar“maya”

her şeyin atası:

tasarruf

Page 2: Aktivist Dergi 6. Sayı

YazarlarAlper Ürersoy

Barış SoydanCanku Yaşlak

Dicle TigrisElif Bayar

Hakan AyvazHande Akkaya Ceyhun

Himalaya MaMert Turak

Mustafa AcunbayMustafa Emin Palaz

Osman Can AydoğmuşTayfun Lübeten

Timur Tiryaki

İade-i İtibar

MySYS Yazılım ve Bilişim Sistemleri San. Tic. Ltd. Şti

a: Barış Manço Caddesi No: 37/4 Balgat – ANKARA

t: +90 (312) 286 74 94f: +90 (312) 286 74 96

e: [email protected]: www.mysys.com.tr

“İnteraktif Dijital Yayınlara Inovatif Çözümler”

Page 3: Aktivist Dergi 6. Sayı

Künye Sayı: 6YAYINCI

Büyük Harfler İçerik ve İletişim Tasarımı

Genel Yayın Yönetmeni & EditörSerda Kranda Kapucuoğ[email protected]

Görsel Sanat Yönetmeni ve Grafik Tasarım

Atakan Palaz

Web TasarımHakan Sert

Web EditörüAyça Oğultekin

Sosyal MedyaBüyük Harfler

Hukuk DanışmanlarıAv. Emir Budak

Av. F. Çağdaş YILMAZAv. Uygar GÜNERBÜYÜK

iOS / Android Uygulama MYSYS Software Solutions

Barış Manço Cad. No: 37/4 Balgat/ Çankaya/ ANKARA www.mysys.com.tr

DEĞERLİ OKURLARIMIZ,HER TÜRLÜ FİKİR, ELEŞTİRİ, ÖNERİ VE KONU PAYLAŞIMINIZA AÇIĞIZ.LÜTFEN BİZE KATILIN: [email protected]

Aktivist Dergisi, Büyük Harfler İçerik ve İleti-şim Tasarımı tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilerek dahi alıntı yapılamaz.

Katkıda BulunanlarSn. Prof.Dr.Canan KarataySn. Uzm.Dr.Yasemin YakutSn. Özlem Oskay ComerSn. Steve ComerSn. Prof. Dr. Klaus SchmidtSn. Canan BerberSn. Seda BağcanSn. Kerem Ali AltınkayaYEKÜVLÖSEVBrahma Kumaris Kişisel Gelişim DerneğiBiletixİdefixKültür A.Ş.Yapı Kredi Yayınları

YazarlarAlper Ürersoy

Barış SoydanCanku Yaşlak

Dicle TigrisElif Bayar

Hakan AyvazHande Akkaya Ceyhun

Himalaya MaMert Turak

Mustafa AcunbayMustafa Emin Palaz

Osman Can AydoğmuşTayfun Lübeten

Timur Tiryaki

Kültür Sanat Kapak ArtInternational

Ana Sayfa Müzik Seda Bağcan - Sa Re Sa SaBasın ve Halkla İlişkiler

www.buyukharfler.comReklam Rezervasyon

Tel: 0216 549 26 36Yönetim Yeri

Altıntepe Mah. Bağdat Cad. No: 72/10 Kat: 3 Küçükyalı | Maltepe / İstanbul

Tel: 0 216 549 26 36info@aktivistanbul.comwww.aktivistanbul.comwww.buyukharfler.com

Yayın Türü: Digital, süreli, 2 aylıkwww.buyukharfler.com

EkiptenHerkese Merhaba,

Bolluk, Bereket, Sadelik…

Tasarruf, Birikim…

Emek…

Tevazu, yaratıcılık, kanaatkârlık, fedakârlık, planlama, kabul, dua, inanç, sabır…

Yeni sayımızda, bütün bu değerli kavramların hepsini, farklı konular içinde tek tek ele aldık çünkü Bereket için hepsine ihtiyaç var :) Kadından, mutfağa, resimden, paraya, doğum-dan, yardımlaşmaya kadar pek çok konuyu yine uzmanlarına sorduk, onlar da anlattılar.

Aktivist birinci yılını Nisan’da doldurmuştu biz de yeni yayın yılımızda küçük bir değişiklik yaptık, logomuza bizim çok sev-diğimiz ağacımızı ekledik. Umarız beğenmişsinizdir:)

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, bizim yeni sayı dönemimiz içinde gerçekleşecek, umarız Türkiye Cumhuriyeti adına yaraşır bir Cumhurbaşkanı seçeceğiz… Cumhuriyetin temeli olan de-mokrasinin, eşitliğin ve özgürlüğün değerini bilen, bu ülkenin aydınlık yarınlarının emekçisi olacak bir Cumhurbaşkanı… Bu Cumhurbaşkanı bizi öyle bir onurlandıracak ki, göğsümüz ka-bararak “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyebileceğiz…

Herkese iyi okumalar…

Teşekkür: Her zaman olduğu gibi yapıcı eleştirileriyle bizi iyiye yönelten, konu önerileriyle merak edilenleri kavramamızı sağlayan tüm dostlarımıza ve yeni sayımızda da değerli paylaşımlarıyla biz-lerle birlikte olan tüm kişi ve kurumlara teşekkür [email protected] adresiyle bize her konuda yazabilir-siniz.

Sevgilerimizle,

Aktivist Dergi Ekibi

bereketversin

Page 4: Aktivist Dergi 6. Sayı

RÖPO

RTA

JLA

R

RÖPO

RTA

JLA

R

82

70

110

Arda TürkmenMütevazı ve Gerçekçi Bir Şeften, Mutfağa Hayat Vermenin Yolları

aşkı, bereketi ve kadınlarıyla

rengârenk bir resim serüveni

Canan Berber

bir çocuk daha okusun diye

YEKÜV 1992’ den bu yana her şey

21. Yüzyıl Eğitim ve Kültür Vakfı

Page 5: Aktivist Dergi 6. Sayı

RÖPO

RTA

JLA

R

RÖPO

RTA

JLA

R126

Seda Bağcan

32

Prof. Dr. Klaus Schmidt 100

5076

Dr. Yasemin Yakut

58

Hakan Ayvaz

nedir? google’da ilk sayfada çıkmak için neler yapmak gerekir?

röportaj: Hakan Sertinsanlık tarihiyeniden yazılıyor

göbekli tepe’de

Cabaret’in Yıldızı

Mert Turak,oyunculuk yolculuğunu anlatıyor

Sperm ile Yumurta’nın Kavuşması

para güzel dir!

Page 6: Aktivist Dergi 6. Sayı

YAŞA

M

YAŞA

M

28

Mustafa Acunbay

Steve Comer

104

98

Mustafa Emin Palaz

48hayali açlık

64eksikolanne?

bereket bilinciyle

kıtlık bolluğundayaşamak mı?

yaşamak mı?

“Maya”Doğal Maya

Hakan AyvazGörünmez El:

Bereket

Page 7: Aktivist Dergi 6. Sayı

YAŞA

M

YAŞA

M

2018

90

116Hande Ceyhun

Alper Ürersoy

92

tatil planındaalternatif rotalar

sadelikdeğerler

zengin olmak, bolluk,

Osman Can Aydoğmuş

bereket, yargı, algı, gerçeklik

teknolojinintasarruf hali

buradan başka istanbul var mı?

Page 8: Aktivist Dergi 6. Sayı

vitrin

Sıcak Yaz Gecelerine Serin Uyku Dopingi

PENELOPE, yaz sıcakları nedeniyle uyku problemi yaşayanların sorunlarına serin uyku ürünleri ile son veriyor. PENELOPE’nin lisanslı Outlast teknolojisi ile ürettiği Ther-mocool Yastık, Yorgan ve Uyku Pedi yatağı soğutup, uyku konforunu arttırıyor. Ther-mocool serisi, sahip olduğu Outlast tekno-lojisi ile ısı dengesini korumak için fazla ısıyı emiyor. Bu serinin öne çıkan ürünü PENE-LOPE Thermocool Yorgan terlemeye neden olan aşırı ısınmayı azaltarak, yorgan altındaki sıcaklığı dengeliyor. Bu sayede sıcaklık dalga-lanmaları düşüyor, eşsiz bir rahatlık hissinin yaşanmasını sağlıyor. Ayrıca Thermocool Yorgan yumuşacık özel elyaf dokusuyla ter-lemeye neden olan fazla ısıyı emerek ideal bir uyku ortamı sağlıyor. www.uykumgeldi.com

Alve.com: Ürün ve Fiyat Karşılaştırma Motoru

Ürün ve fiyat karşılaştırma motoru Alve.com, Türkiye’de alışveriş alışkanlıklarını de-ğiştiriyor. Alışveriş öncesi Alve.com’u ziyaret edenler hem vakitten hem de nakitten tasar-ruf ediyor.Yaklaşık 250 online mağazayı tek bir plat-form üzerinde bir araya getiren fiyat ve ürün karşılaştırma motoru Alve.com, “Akıllı Alış-verişin Başladığı Nokta” sloganıyla online alışverişe taze bir soluk getiriyor. Teknolo-jiden modaya, otomotivden spora toplam 6 ana kategoride ürün arama ve araştırma işlevi gösteren Alve.com 3 milyon civarında ürüne ev sahipliği yapıyor. Kullanıcılar satın almak istedikleri tüm ürünlerin detaylı teknik özelliklerine ve fiyatlarına Alve.com aracı-lığıyla birkaç tıkla ulaşabiliyor; kendileri için en uygun ürünü anında keşfederek, kolay ve hızlı bir şekilde siparişlerini oluşturabiliyorlar. www.alve.com

8 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 9: Aktivist Dergi 6. Sayı

Dilediğince Eğlence DopingBox ile Evinde

Mevcut televizyonu SmartTV’ye çeviren Doping Box, internetin tüm içeri-ğine ve pek çok popüler uygulama ve oyunlara televizyon ekranından ulaş-mayı sağlıyor. DopingBox, ek ücret ödemeden istediğiniz an izleyebileceğiniz yüzlerce film ve diziyle, Youtube, Facebook, Twitter, Spotify ve oyun uygu-lamaları sunuyor.DopingBox kullanıcıları, kullanımı kolay air mouse kumandası sayesinde televizyonda gerçek internet deneyimi yaşıyor, internetin sınırsız içeriğine televizyonun büyük ekranı ile erişiyor. Google Play platformunda bulunan oyun ve uygulamaların yüklenebildiği DopingBox’la, pek çok popüler uygu-lama önceden yüklenmiş olarak sunuluyor. DopingBox’ta müzikseverler için Spotify ve TuneIn gibi her an istenilen müziği dinleme imkânı sağlayan uygu-lamalar da mevcut.  www.doping.com.tr

Puma’dan Rengarenk Kamuflajlı Saatler

Puma, her mevsim değişen modelleriyle, hiçbir yerde bulamayacağınız renk tonlarıy-la, kendini sürekli yenileyen dinamik tarzı-nızı yaratmanızı kolaylaştırıyor. www.ersasaat.com.tr

Öğle Arasında Piknik Keyfi Crate And Barrel’dan!

Yemekleri paketlemek için çevre dostu bir alternatif arayan üç anne tarafından yaratılan LunchSkins yemek ve sandviç çantaları, yiyecekleri kağıt veya poşet gibi atıklar kullanmadan taşımak için hij-yenik ve doğal bir alternatif olarak dikkat çekiyor. Çevre dostu olmasının yanı sıra, pamuklu kumaştan üretilen, yıkanabilen ve kolayca kuruyan grafik desenli yemek ve sandviç çantaları, gün içi atıştırmala-rının ya da açık havada piknik keyfinin vazgeçilmez seçeneği oluyor

9

Page 10: Aktivist Dergi 6. Sayı

mekan

The Doubles Restaurant

Anadolu Yakası’nın buluşma noktası olan DoubleTree by Hilton Istanbul – Moda’nın yeşillere bakan bahçesi ve modern atmosferi ile tercih edilen mekanı The Doubles Restaurant, zengin açık büfe ve özel Ramazan menüleri ile zengin iftariyeliklerin yanında Anadolu ve Osmanlı mutfağından oluşan yöresel çorba çeşitlerinden lezzetli pidelere; zeytinyağlı mezelerden, geleneksel güveçlere, et ve tavuk yemeklerinden ve Ramazan’a özel tatlı çeşitle-rine kadar geniş bir iftar menüsü ile Ramazanı karşılıyor. The Doubles nohutlu kuzu gerdan güveç, kekikli külbastı, cartlak kebabı, kuru meyvalı piliç dolması, asma yaprağında üzüm soslu piliç gibi özel tatlardan oluşan zengin menüsü, incir tatlısı ve vişneli ekmek kadayıfı gibi tatlıları ve uygun fiyatlarıyla iftar buluşmalarında misafirlerini ağırlayacak. www.dthiltonmoda.com

Therapia Garden

Doğa içinde terapi gibi bir manzara, ünlü şef Yusuf Şahin’in ellerinden çıkan muhteşem lezzetler, sunumlarıyla tadına doyumsuz kokteylleriyle Tarabya’nın yeni lezzet bahçesi Therapia Garden; doğal güzellikleri ve dünya mutfağından enfes lezzetleriyle ‘terapi’ etkisi yaratıyor. Tara-bya sırtlarında, ağaçlarla çevrili çok geniş ve özel bir bahçeye sahip olan Therapia Garden’da dekorasyondan mönüye her şey keyif için tasarlandı.

10 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 11: Aktivist Dergi 6. Sayı

Metre Metre İtalyan Lezzeti Metre Pizza...

İlk restoranını Caddebostan’da açan İtal-yan Restoranı Metre Pizza, odun ateşin-de pişirilen pizzaları, kendi mutfağında hazırlanan makarnaları ve lezzetli İtalyan yemekleri ile müşterilerine müthiş bir lez-zet şöleni sunuyor. Metre Pizza’nın ismi, alışılmışın dışında pizzaları metre sunma-larından geliyor.Metre Pizza’nın İtalyan şefleri, İtalyan lezzetini en orijinal haliyle sunmak adına İtalya’dan getirdiği özel fırında pişirilen 1 metre boyutundaki pizzalarda İtalyan peynirleri kullanılıyor. Gerçek İtalyan piz-zasını nefis malzemelerle metre metre sipariş edebilir, santim santim farklı lez-zetleri birleştirebilirsiniz. Pizzalar metre halinde kaç çeşit pizzadan oluşmasını is-terseniz ona göre bölümlerle servis edili-yor. Özellikle kalabalık grupların vazgeçil-mez tercihi olan metre pizzaların yanı sıra standart boyutlarda pizzalar da yiyenlere müthiş lezzetler sunuyor.

Keyifli ve Eğlenceli bir yaz için Social Cihangir…

Social Cihangir; İstanbul’un en gözde semtlerinden biri olan Cihangir’de farklı atmosferiyle misafirlerine yaz mev-siminde eşsiz bir keyif sağlıyor. Sıcak ve rahat dekorasyon-lu bahçesiyle önümüzdeki bahar aylarının vazgeçilmez uğ-rak noktası olmaya aday mekân, geniş oturma alanları ve büyük masalarıyla kalabalık grupları, sabah kahvaltısından, akşam yemeğine keyifle ağırlıyor. Yenilenen menüsünde yer alan yemekler, farklı sunumları ve eğlenceli isimle-riyle dikkat çekiyor. Serviste de yenilikler sunan mekân; bonfileyi özel olarak ürettirilen minik mangallarda servis ederken, diğer yemekleri de zeytin ağacından ürettirilen tabaklarda servis ediyor.Türk mutfağının vazgeçilmez lezzetlerinden olan Kayseri mantısı Social Cihangir’in özel sosuyla yeniden hayat bu-lurken, “Nöri Kantar” adıyla anılıyor. “Hafize Ana” etli pazı dolması sevenlere çok farklı bir sos ile servis ediliyor. Adem Kahreman’ın spesiyali olan ekşi krema sos ile servis edilen “Hafize Ana”, Cihangir’de anne yemeğini özleyen-leri bekliyor. “Helga”, “Pöti’nin Bonfilesi”, “Salata dö Mö”, “Minnak Burger”, “Hiçbir şeysiz Pizza”, “Arkandan Ağlar” mekânın ilginç isimli yemeklerinden.

11

Page 12: Aktivist Dergi 6. Sayı

siftah bizden

Beden… Zihin… Duygular…

Sağlık kavramına yeni bir bakış:

Ultradetoks12 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 13: Aktivist Dergi 6. Sayı

Sağlıklı beslenmek, kilo vermek, spor yapmak, fit bir vücuda sahip olmak… Bunlara odaklanmadan önce yapılması gereken çok daha önemli bir şey var: Be-deni, hücre bazında zararlı maddelerden arındırmak ve yeniden sağlıklı hücrelere kavuşmak. Bunun yolu elbette önce de-tokstan sonra da sağlıklı beslenmekten geçiyor. Hatta sağlıklı beslenmekten daha anlaşılırı “özenli beslenmek”. Kerem Ali Altınkaya Nefes, NLP, EFT, Deep Peat, Deep Peat 3 ve daha pek çok alanda eğitimler almış ve kendi de eğit-men olan biri. Zihin ve duygular üzerinde gerçekleştirdiği bu eğitimler üzerine be-den ile ilgili birçok eğitim daha eklemiş. Daha sonra bütün bilgilerini deneyimleri-ni harmanlayarak, sağlıklı bir bedenin an-cak sağlıklı bir zihin ve ruh ile birleştiğinde mümkün olabileceği sonucunu çıkarmış. Ve “Ultradetoks” adını verdiği bir sistem geliştirmiş. Sistemde, öncelikle size 150 soru soru-luyor. Bu sorulara verdiğiniz cevaplar, alışkanlıklarınız, ruh haliniz, karar verme mekanizmanız üzerine birtakım veriler sunuyor. Kerem Ali Altınkaya, elde ettiği veriler ve sizin ifadelerinizle size özel 10 Haftalık bir detoks programı düzenliyor.Kerem Ali Altınkaya, “İnsan bir bütündür; bedeni, zihni ve duygularıyla. Bu yüzden parçaları diğerinden bağımsızlaştırıp, manipüle etmemek, kışkırtmamak gere-kiyor” diyor. Ve ultradetoksun ana pren-siplerini şöyle sıralıyor:• Vücuda yerleşip, yayılmış olan negatif etkileri ortadan kaldırmak. (Alerjik gıda-lar, çöp gıdalar, toksinler, ağır metaller, elektromanyetik alan, bilinçaltı, negatif duygular vs.)• Vücudun ihtiyacı olan pozitif etkenleri ona tekrar kazandırmak. (Yararlı besinler, vitamin – mineral kombinasyonları, hare-ket, oksijen, farkındalık, gevşeme, derin uyku vs.)

Aktivist: Ultradetoks nasıl ortaya çıktı? Kerem Ali Altınkaya: Daha önce par-ça odaklı birçok çalışma gerçekleştirdim. Zihin ile ilgili çalışmalar, ruhsallıkla ilgili çalışmalar… Daha sonra bu parça odaklı çalışmaların tek başına yetersiz olduğunu fark ettim. Madem insan, sistemik bir or-ganizma o halde pek çok açıdan ele alın-malı. Ve birbirinden bağımsız gibi görü-nen beden, zihin ve ruh, yani duygular bir

arada çalışabilmeli. Birbirini sabote etme-meli. Ve bir sistem yaratacaksa, herhangi bir öğeyi sabote eden bir sistem olma-malı, hepsini birlikte çalıştıran bir sistem olmalı diye düşündüm.

Aktivist: Neler yapmak gereki-yor, bütün insan sistemini birlikte uyum içinde çalıştırmak için?Kerem Ali Altınkaya: Bedeni bazı gıdalardan ve onların geçmişte bıraktığı izlerden arındırmak gerekiyor. Bedene biraz hareket katmak gerekiyor. Me-tabolizmayı hızlandırmak, kas kütlesini sağlamlaştırmak gerekiyor. Bizim haftada üç kere on beş yirmi dakikalık egzersizi-miz var, dönüşümlü olarak yapılıyor. Bir diğer önemli konu da uyku. Uyku kalite-si artmalı ki, beden uyurken doğru hor-monları salgılasın. Oysa sağlıklı beslen-me adına çok fazla yanlış yapılıyor. Zihin ve duygular göz ardı ediliyor. Gıdasına dikkat eden kendini aşırı zorluyor, spor yapıyor ama doğru beslenmiyor. Vücut kıtlık moduna geçtiği için aşırı bir depo-lama gerçekleşiyor ve arzu uyanıyor. Sen nefsinle mücadeleye başlıyorsun. Arka-daşça beraber ilerlemek yerine kavga ve mücadele, “Hayır yemeceğim” süreci başlıyor. Bunun bir yolu olmalı diye dü-şünüyorum. Araştırdığımda gördüm ki vitamin ve minerallerin eksikliği bütün diyetleri bozuyor. Zaten güçlü beslene-miyorsun normalde, diyetle besin azalı-yor, besin kalitesi de iyice azalıyor. Güçlü olmuyorsun. Beslenmenden çıkardığın şeyler yüzünden, iştahın kabarıyor ve hemen bozmaya başlıyorsun.

Ultradetoks’ta Programın 7 Anah-tarı VarTemel Sistemlerden hangisinde bozulma olduğu yaklaşık 150 soruluk bir testle saptandıktan sonra, sorunlu sistemle-rin düzeltilmesi için vücudu alkali hale çevirecek şekilde beslenmek, vitamin, mineral, aminoasit, gıda takviyesi, anti-oksidan, probiyotik gibi gerekli öğeleri kullanmak, aşırı cep telefonu, bilgisayar ve televizyondan kaynaklanan elektro-manyetik gerginliğin ortadan kaldırılma-sı, kişinin hayat enerjisinin yükselmesi, bilinçaltı travmatik duyguların farkındalık ile dönüştürülmesi gibi pek çok konu 10 haftalık kapsamlı bir program şeklinde sunuluyor.1. Anahtar: Beslenmeyi Dengelemek2. Anahtar: Hormonları Dengelemek3. Anahtar: İnflamasyonu (Yangıyı) Orta-dan Kaldırmak4. Anahtar: Sindirimin Düzeltilmesi5. Anahtar: Detoks Etkisini Arttırmak6. Anahtar: Enerjiyi Arttırmak – Metabo-lizmanın Hızlanması7. Anahtar: Zihni Sakinleştirmek ve Aşı-rı Elektromanyetik Yüklenmeyi Ortadan Kaldırmak

Aktivist: Ultradetoksta yer alan özfarkındalık çalışması nedir?Kerem Ali Altınkaya: Özfarkındalık çalış-ması yapıyoruz. Bu mucize üstü mucize gerçekleştirebilecek bir çalışma. Zihnin tam sessizlikte kalmasını sağlıyorsunuz

13

Page 14: Aktivist Dergi 6. Sayı

bu çalışmayla çünkü düşünceler sürekli gelip gidiyor. Buna maymun zihni diyor-lar. Sürekli zıplayan bir düşünce yapısı var. O hiç kesilmiyor. Onun kesilmesi demek egonun kesilmesi demek. O da bir meka-nizma ve yaşam istiyor.Öz farkındalık dediğimiz şey, kişi “ben” dediği şeyi aslında her zaman hissettiği halde dikkati hiçbir zaman onda değil, dikkati hep dışarda çünkü otomatik me-kanizma öyle çalışıyor. Kendi varlığımı-zın hissiyatı hakkında hiçbir fikrimiz yok. Enerjinin tamamı dikkate kaçıyor. Ve bu dikkat daima dışarda ya da düşünceler-de kayboluyor. Düşünceler geliyor, sen buradasın ama değilsin; düşüncelerde kaybolmuşsun. Bu büyük bir enerji kaybı demek. Ve enerji kaybı da senin iradenin, kudretinin, kendini iyi hissetmenin, umu-dun, huzurun, sevginin önündeki en bü-yük engel. Çünkü enerji ne kadar yüksek-se kişi kendini o kadar iyi hissediyor. İfade ediyor, yaratıyor, üretiyor, potansiyelini zirvede tutuyor.

Aktivist: Son yıllarda sağlıklı bes-lenmeyi ne kadar duyuyorsak; sağlıksız gıdaları da bir o kadar du-yuyoruz. Onlar her yerdeler, hep elimizin altındalar… Kerem Ali Altınkaya: Sürekli keyif algısı pompalanıyor. Dondurma reklam-larını düşünün. Kremadan bozma şeyler, dondurma olarak sunuluyor aşkla, seks-le, mutlulukla, ilişkilendiriliyor. Sürekli bir

eşitlik kurularak beyne mesajlar gönde-riliyor. Haz merkezine en kolay ulaşan aktivite yemek. Her acıktığında, her is-tediğinde, sık sık yaşayabileceğin bir haz. Damağa değdiğinde, belki 2 santimlik bir alanı uyarıyor ama sonuçta oluşturduğu haz, kişiyi oyalamak ve her sıkıldığında hemen aklına yemek gelmesi için yeter-li oluyor. Yuttuğun anda haz bitiyor, hiç yememiş gibi; silinip gidiyor oysa o tatlar.

Aktivist: Ultradetoks, bu hazları nasıl dönüştürüyor?Kerem Ali Altınkaya: Kişinin bir iki hafta boyunca hayır diyebilmesi gereki-yor. Spesifik bir gıda grubu olduğu için sürekli hayır demesi de gerekmiyor. İşin başlangıcında kendisini, o yediği şeyden daha çok sevmesi gerekiyor. O geçiş sü-recini farkındalıkların, bilgilerin eşliğinde kolaylaştırması gerekiyor. Sormalı, “Ben mi değerliyim bu yediğim şey mi?” Biraz düşünmesi gerekiyor. Bunu kolaylaştır-mak için baş parmağı tutma egzersizi var. Bütün bu sistemle birlikte yapıldığında iş-liyor.14.400 tane nokta var iki elde. Baş parmak mide bağırsak sistemini yöneti-yor. Buradaki noktalarda şekerli şeyleri isteten noktalar da var. Gün içinde ara sıra tutup baskı uyguladığınız zaman, ger-çekten işliyor. Her şeyden önemlisi insan bedeni zaten normal şartlarda çok az şeyle doyabilen, beslenebilen bir sistem. Oysa modern yaşamda şimdi seri üretim başladı, ne olduğu belli olmayan şeylerle

besleniyoruz. Gerçekten beslenmediği-

miz için sürekli açlık ve istek karışımı bir

güdüyle baş başayız.

Aktivist: Ultradetoks bir zayıflama

programı mı?

Kerem Ali Altınkaya: Ultradetoks,

bedensel-zihinsel-duygusal denge ve

sağlık programıdır. Beden ve zihin den-

gelenince elbette kilo verilebilir ama bu

ultradetoksun esas hedefi değildir.

Ultradetoks Program Sorularından Bazı-

ları

Yumuşak kırık ya da kırılgan tırnaklarım

var.

Kuru, kaşıntılı, döküntülü veya pul pul

olan bir cildim var.

Fazlaca kulak akıntım var.

Kepek sorunum var.

Eklemlerimde ağrı ve tutukluk hissediyo-

rum.

Çok susuyorum.

Bağırsaklarım günde ikiden daha az çalı-

şıyor.

Açık renkli, sert veya kötü kokulu bir dış-

kım var.

Modum kötü, dikkat zorluğum ve/veya

hafıza kaybım var.

Yüksek tansiyonu olan bir aile geçmişim

var.

Fibrokistik meme problemi olan bir aile

geçmişim var.

Premenstrüel sendromum var. (adet ön-

cesi sendromu)

Yüksek LDL kolesterol, HDL düzeyi dü-

şük ve yüksek trigliserid olan bir aile geç-

mişim var.

Daha fazla bilgi ve sorularınız için:

www.ultradetoks.com

14 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 16: Aktivist Dergi 6. Sayı

Serda Kranda Kapucuoğlu

[email protected]

kandırıkçılaryaşam

16 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 17: Aktivist Dergi 6. Sayı

Hayatının kayda değer bir bölü-münü okuyarak, filmler izleyerek, müzik dinleyerek, ibadet ederek, meditasyon yaparak, bilgi edi-nerek, deneyimleyerek geçirdin. Gezin, gördün, anladın, buldun, keşfettin. Ruhun belli bir olgunluğa erişirken, zihinsel olarak da, ente-lektüel anlamda da epey yol al-dın. Ya da hiçbirini yapmadın, iki kelimeyi bir araya getirmen gerek-tiği zamanlarda heyecanlandığın oluyor ama senin de “fıtratında” var. O olgunluk, o iyilik, o tevekkül. Tebrikler! Dünyanın büyük bir bölü-münden farklısın artık! Başın göğe ermiştir umarım.

Ermedi değil mi? Kendini daha bir yalnız, toplumda daha bir güçsüz, daha bir savunmasız hissediyorsun. Duyarlısın, hassassın, iyi niyetlisin, doğruluk, dürüstlük, yardımlaşma, şefkat, merhamet… Sözlüklere ne hacet! Sana baksınlar yeter! Ma-hallendeki esnaf, dolmuş şoförü, yol soruduğun o adam. Hepsi seni alıp bağırlarına basacak, o de-rece sevilesi, alıp yumalanası bir şeysin.

Hani hep tekamülden bahsedilir ya, insan-ı kamilden, aydınlanma-dan, ermekten. Bence gerçekten birisi aydınlanacaksa, 21.yüzyılda, bu kişi İstanbul’dan çıkacak! Valla! :)

Mesela sen, evet sen! Sen Yaşar Usta! Sen aydınlanabilirsin. O da. Şurada bir avucuz yahu:) Fark et-mez zaten, oğlan bizim kız bizim.

*

Bizim komşumuz, canım abim. Eşimle birlikte balığa merak sardı-lar. Akvaryumlar alındı, termomet-re, motor, dekor… Balıklar, on nu-mara… Evde bir “balık coşkusu”. Eşim, nasıl seviyor balıklarını. Sabah ilk iş onlara bakıyor, asayiş berke-mal mi? Bütün derdimiz, sevinci-miz, umudumuz :-) balıklar. Aynı atmosfer canım abimin evinde de mevcut. Öyle ki “Balıkçıya gi-delim mi aaaabi” dendiğinde biz artık çupra mı yesek, hamsi tava mı diye düşünmüyoruz. Discus mu, Çin Ejderi mi? Yoksa kan kurdu mu lazım, su bitkisi mi acaba, gibi şey-

ler anlıyoruz. Nasıl bir zevk, nasıl bir merak anlatmam mümkün değil.

Komşucuğumlar geçenlerde Emi-nönü’ne gittiler. Gezelim, vakit geçirelim, çocuk çocuk tarihi gü-zelliklerimizden nasibini alsın diye. Gitmişken de balıkçıları da gezmiş-ler. Bizim ufaklık tuzlu su balığı iste-yince, abim de sağ olsun kırmamış oğlunu. Oracıkta hemen bir kurulu akvaryum alınmış. Eşim de sordu “Kaça aldın aaaabi?”, cevap 290 Lira oldu.

Neyse akvaryum geldi, kuruldu. Suyuydu, tuzuydu cümle teferru-atıydı. İki de palyaço balığı almış abim. Almış ama balıkların hali hal değil gibi. İki çimdiler, üçüncüye halleri yok. İkisi de çöktü suyun di-bine. Benim güzel kalpli abim, bü-tün gece başlarını bekledi. Saba-ha kadar akvaryumun içine hava girsin diye türlü MacGvyerlıklar yaptı. İnanın sabaha kadar. Hiç uyumadan. Balıklar ölmesin diye.

Neden biliyor musunuz? Abim, on-ların taşıdığı cana değer veriyor. Ve o canın sorumluluğunu kendin-de hissediyor. Neden mi böyle? Nedeni yok. Kalbi var. İnançları var. Değerleri var. Sabaha kadar uğraşmasına rağmen her iki ba-lık da ölünce, benim güzel abim çok üzülüyor. O kadar üzülüyor ki, bütün gün neredeyse yas tutuyor. Neden mi “Keşke alıp getirmesey-dim, orada kalsalardı yaşarlardı”.

Sonra öğreniyoruz. Eminönü’ndeki balıkçı hem eksik aksamlı akvar-yumu “kakalamış” – çünkü o eksik parçayı da verirse fiyatı yükselte-cek, yükselirse abim almak iste-meyecek ve o parçanın hayati önem taşıdığını da gizliyor - , hem akvaryumun bir süre boş çalışması gerektiği, hem de balıkları daha sonra alması gerektiği bilgisini de gizlemiş.

Şimdi o balıkçı, günün sonunda kazandığı 290 Lira ile kendini hem çok zeki hissetti, hem de çok mut-lu oldu. Abimse, kendini kandırılmış hissetti, balıklar öldüğü için yas tuttu, neredeyse kahroldu. Bunları hissederken, parayı hiç düşünme-di bile.

Sevgili Balıkçı,

Şimdi, “Naaapalım apla, o da bi-lip bilmeden almayaydı. Yaniieee biz de burada esnafız, ekmek pa-rası yaniiee, ona satma buna sat-ma kime satıcaz biz bunları. Aklını kullanaydı” diyeceksin. Yok Sevgili Balıkçı, senin o akıl dediğin şey abimde çok vardır. Çok vardır da, seninki gibi işlemez. Çünkü abim, biri bir şey söylediği zaman onun doğru olduğu ihtimaliyle hareket eder. Çünkü abime göre, mes-lek erbabı kişi, işini bilir, konusuna hakimdir… Hele hele esnaflık çok zordur, ticaret çok zordur. O, va-kit ayırıp kendiyle ilgilenen kişinin emeğine değer verir. Öyle olunca da, seni sinsi sinsi güldüren durum, onu gözleri parlayarak sevindirir. Oğlunun isteğini yerine getirmenin şükrü ve sıcaklığıyla dolar kalbi. O senin gibi değildir.

Sen diyorsun ki “Eeee, dünya böy-le be apla” Değil Sevgili Balıkçı de-ğil, siz böylesiniz. Siz, birilerini kandı-rınca, bu yolla bir menfaat elde edince sanıyorsunuz ki kazandınız, oldu, başardınız. Karşınızdakinin safiyeti size zafiyet gibi geliyor, an-lıyorum. Ve zafiyet sizin en sevdiği-niz şey.

Sizi biz değiştiremeyiz. Kimse de-ğiştiremez. Hatta kendiniz bile bu değişimi gerçekleştiremezsiniz.

Ama abim gibi kalbi sıcacık olan insanlar, sizin kurallarınızı değiştire-bilir. Kurallar değişince, bu kez siz bilmediğiniz bu yeni oyunda çıra-ğa çıkarsınız. Çünkü yetersiz kalırsı-nız, bilemezsiniz, oynayamazsınız…

İyi insanlar, kalplerinde merhamet, şefkat olan insanlar var. Aklında tilkiler gezinmeyen insanlar var. Ruhları kurtlanmamış insanlar var. O insanlardan çok var Sevgili Ba-lıkçı. Kasanı karla kapatsan da, se-nin kasa hep açık verecek Sevgili Balıkçı.

*

Değerlerine sadık, insani prensip-lerinden ödün vermeden yaşa-manın zor olduğunu düşünüyo-rum… bazen.

Sonra geçiyor…

17

Page 18: Aktivist Dergi 6. Sayı

Tarafından Derlenmiştir

değerler

sadelik

Sadelik ile bolluk arasında derin bir bağ vardır. Sadelikten doğan yücelik, bolluğu ve bereketi hayatımıza davet eder; bu sayıda Sadelik erdemi üzerine Denise Lawrence’ın bir konuşmasını sizin için tercüme ettik. Sa-deliği hayat tarzı olarak benimseyip, evini-zin bolluk ile dolması dileğiyle…

Sadelik, kısaca “sadece gerçekten ihtiyaç duyulanı kullanma” erdemidir. Çeşitli alanlara dair sadelikten söz edilebilir, şim-di bunlardan birkaçına birlikte bakalım.

Sadeliğin çağrıştırdığı anlamlardan bir ta-nesi dağınıklığın olmadığı bir mertebeye sahip olmaktır. Özgürlüğüne değer ve-renler, zihinlerinde yaratıcılığı geliştirebil-meyi, meditasyonlarında ve kendilerine dair çalışmalarda netliğe sahip olabilmeyi sağlayan bir alan yaratmak ister. O za-man sadelik, özgürlüğümüzü engelleyen ve birikebilme potansiyeli olan fazlalıklar-dan kurtulmamızı sağlayan çok güzel bir özelliktir.

İçimizdeki sadelik, dışımıza da yansır.

Sadelik yokluk içinde yaşamak olarak yo-rumlanmamalıdır.

Sadelik; kim olduğumuzu ve yapmamız gereken şeyleri açık bir şekilde anlayabil-mektir.

Peki, bütün bu dağınıklığın sona erdiği bir hayat nasıl oluşturulabilir?

Günlük olarak uygulanması gereken bir sistem söz konusudur. Sistem; içsel ve dışsal olarak yapılan düzenli temizliktir ve ilk temizlik düşüncelerde başlar. Çok seçici olmak gerekir çünkü sadelik tam olarak doğru olan seçildiğinde kazanılan bir yetenektir. Bazı sanat türlerinde bir-kaç çizgi ile anlatılmak istenen her şey aktarılabilir. O kadar basit ve bir o kadar da derindirler. Derinlere doğru ilerleye-bilmek için, fazla olan her şeyi bırakın!

Şimdi birlikte zihnimize bir bakalım: Zi-hinde sadelik nasıl yakalanır? Öyle bir sadelik ki; zihin sadece istenilen şeyi ya-pabilsin. Bu hal, sadece çok saf ve güçlü

düşünceler üreterek elde edilir. Güçlü düşüncelerin varlığında çer çöp, dağınıklık zihinde duramaz. Bir meditasyon disiplini olarak önerilen çalışma, içimizden geçen düşüncelere bakmaktır. Bu içsel kontrol mekanizması çok önemli bir uygulamadır. Gün içerisinde, zaman zaman yarattığımız sessizlik anlarında dikkatimizi içimize yö-neltir ve sadece izleriz: Zihnimizde hangi düşünceler ortaya çıkıyor?

Birçok düşünce çeşidi vardır; Brah-ma Kumaris’te düşünceler genel olarak olumlu düşünceler, olumsuz düşünceler, sıradan düşünceler ve gereksiz düşünce-ler olarak gruplanır; böylelikle farklı dü-şünce türlerini ayrıştırma yeteneği daha kolay edinilir.

Sıradan bir insanın düşünce çizelgesi çan eğrisine benzer. Zihinde çok az miktarda gerçekten kötü düşünceler mevcuttur; benzer olarak çok olumlu, güçlü ve saf düşünceler de sayılıdır. Çan eğrisindeki dağılımın yoğunlaştığı bölgede yer alan

18 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 19: Aktivist Dergi 6. Sayı

düşünceleri tahmin edebiliriz: Düşünce-lerin çoğu gereksiz ve sıradan kategorisi-ne girerler. Gereksiz düşüncenin anlamı; bir düşüncenin ne olumsuz ne de fay-dalı olarak tanımlanabilmesidir. Gerek-siz düşüncelerin unutulmaması gereken bir özelliği de “onlardan kurtulamazsak, olumsuz düşüncelere dönüşme eğilimin-de” olmalarıdır. Çöpün ne olduğunu her-kes bilir; kokmaya başlar, böcekleri ken-disine çeker; zihinde de benzer süreçler gerçekleşir.

Düşünceler ilgili ilk adım içe dönmek ve düşünceleri kontrol ederek onları tanım-lamaya çalışmak; bir sonraki adım ise harekete geçmektir. Herkesin arzusu, çok iyi, kaliteli, faydalı, verimli düşünce-lere sahip olmaktır. Esasen kişinin binler-ce düşünceye ihtiyacı yoktur; sayıca fazla olan düşünceler verimli olmayan sıradan düşüncelerdir çünkü zihinde çok hızla üretilirler.

Olumsuz düşüncelerin belirgin özelliği sürekli tekrar etmeleridir. Bu düşünce-ler kişiyi ağırlığıyla ezer, onlarla savaşmak zorunda bırakır. Bu savaş sırasında vicdan devreye girer; bir yapmak istersiniz; bir yapmak istemezsiniz. Olumsuz düşünce-ler zihinsel ve bedensel enerjiyi tüketerek kolaylıkla sonuçlandırılabilecek konularda bile kişiyi şüpheye sürükler, zihni bulan-dırırlar.

Zihin insanlık tarafından bilinen en güçlü araçtır. İnsanların en büyük sorunlarından birisi, çok büyük miktarda olumsuz, sıra-dan ve gereksiz düşünceler nedeniyle zih-nin potansiyelini hayata geçirememesidir.

Meditasyon uygulamasının bir bölümü; her gün ve gün boyunca belirli zamanlar-da özümüze, güzelliğimize ait olmayanla-rı temizleyebilmektir. İçimize bakarken, zihnimizde uygun olmayan bir şey gör-düğümüz anda onu “sadece” serbest bırakmalıyız. Bu sayede çok saf ve sade bir bilincin oluşumu ile zihinde geniş bir alan yaratılarak, sessizliğin ve durağanlığın derinliklerine doğru ilerlenebilir. Sürekli olarak sıradan, gereksiz ve olumsuz dü-şünceleri uzaklaştırma pratiği yapıldığın-da, geriye güçlü düşünceler kalır; eğer birkaç dakika boyunca bile o düşünceler zihinde tutulabilirse sahip olduğu potansi-yel ile düşünceler gerçeklik haline dönü-şür. Kim sadece düşünce gücüyle işlerini sonuçlandırmayı istemez ki? Bu ne kadar güzel olurdu! Aslında sadeliğin bizim için yarattığı durum da aynen budur.

Sadelik erdemini geliştirdiğinde kişinin ihtiyaçları da tam ve isabetlidir. Gerçek-leştirilmesi gereken eylemler yapılır, A noktasından B noktasına en uygun ulaş-ma şekli kolayca saptanabilir, fazlalıklarla uğraşarak zaman kaybedilmek istenmez. Ne kadar fazlalık oluşursa; karşılığında bir o kadar da zaman, enerji, çaba, düşün-ce ve nefes doğru şekilde kullanılamaz hale gelir. Düşüncenin kendisi potansiyel bir hazine olduğundan; bu konuda nasıl daha tasarruflu olunacağı öğrenilmedir. Bunu yapabilmek için, kişinin zaman ve sözler ve para konusunda ekonomik ol-ması gerekir. Sadelik uygulandıkça, doğru düşünce, söz ve karara doğru zamanda ulaşarak, eylemin bitiminde o dinginlik mertebesine tekrar geri dönme içgüdüsü gelişir; bu şekilde yaratıcılıkla yola devam etmek mümkün olur.

Sadeliğe değer veren birisi ilişkilerde sadelik erdemini uygulayacak, oyun oy-namayacaktır çünkü bu da zamanı boşa harcar. Neden zaten kendimizin çözmesi gereken problemleri yaratalım? Sadeliğin tatlılığını deneyimleyenler bu şekilde bir karmaşayı tercih etmezler.

Sade kişi, neyi, ne zaman ve nasıl yapa-cağına dair de nettir. Bu şekilde, enerji tasarrufuyla sürekli ve yorulmadan belli bir seviyede eylem yapmak mümkündür. Çok önemli bir işi, daha verimli şekilde yapabilir, aynı zamanda daha da önemli bir görev olan saf huzur enerjisine yo-ğunlaşıp zihninizle onu yayabilirsiniz. Bu nasıl başarılır? Çünkü zihin gereksiz ve sı-radan olanda takılmaması için eğitilmiştir.

Sadeliğin çok güzel bir göstergesi, düşün-celerin sonsuz kere tekrar etmemesidir. İçimize baktığımızda, çoğunlukla tekrar-layan düşünceleri görürüz. Kişi kendine gerçekten güvenebilirse, bir kere bir şeyi düşündüğünde, bir kere anladığında ye-

terlidir; bir konuda karar verdiğinde bu konu nettir; yapılması gereken yapılır.

Sadelik, olayların zihinde devamlı tek-rarından kaynaklanan kararsızlıktan ve dalgalanmalardan kişiyi özgür kılar çün-kü tekrar etme alışkanlığı zihinde çeliş-kili düşünceleri tetikler; bunun sonucu ise zihnin parçalanması ve dağılmasıdır. Meditasyon ile zihnin tüm bu bölünmüş enerjisi bir odak noktasında bir araya ge-tirilir ve dağılmış olan gücü birleştirilir ve sonra o enerjiyi nereye yönlendireceğini kişi seçer. Bu seçici olma pratiği de sade-lik ile ilgilidir.

Hayatımızı bu şekilde sürdürdüğümüz-de yoğunluktan bunalmış ya da hiç boş vaktimizin olmadığı hislerine kapılmayız. Hiçbir zaman insanlar “O çok meşgul, onu göremiyorum” demezler. Sadelik sayesin-de, hızlıca, çaba göstermeden yapılması gerekenler hallolur; çok daha fazla iş belli bir zamanda tamamlanabilir.

Yapılacak çok şey olduğunda ve acele edildiğinde, kolaylıkla hata yapılır. Düşü-nülmesi gereken nokta şudur: “Bir şeyi doğru olarak yapacak zaman bulunmaz ama onu tekrar yapacak zaman hep var-dır!” Dikkatsizlik nedeni ile eylemleri tek-rar etmek zorunda kaldığımızda çok fazla zaman kaybederiz; en sonunda cesare-timiz kırılır. Cesareti kırılan kişinin zihni bulanık düşüncelere çok kolay kapılabilir ve zihindeki bölünmüşlük o kadar hızlı hareket eder ki; o zihinsel enerjiyi tekrar toparlayabilmek için çok gayret göster-mek gerekir. Gerçekten kendimize bunu yapmak istiyor muyuz? Yoksa bir ritim oluşturarak, içimizde bir güç yaratarak, bu güç ile mi ilerlemeyi mi isteriz?

Dünyada birçok insanın temel sorunların-dan birisi yapmak istedikleri şeyi yapabile-cek gücü bulamamalarıdır. Fikirler sadece fikir boyutunda kalır; ancak hayatta ba-şarılı hissedebilmek için  kazanım hissinin  oluşması gerekir. Sadelik erdemini haya-tımıza dâhil ettikçe, bizim için en iyi olanı görebilme yeteneğine sahip oluruz; kim olduğumuza ve ne yaptığımıza dair mem-nuniyet duyarız. Bu sayede odağımız daha net hale gelir ve hedefimize ulaşabiliriz.  Şimdi bereket tohumu olan sadeliği ha-yatımızda uygulama zamanı; günümüze, evimize, ilişkilerimize bakalım ve olması gerekenden fazla olanı fark edip, bu faz-lalığı  gerçekten kullanılabilecek alanlara yönlendirelim. Tamamen gereksiz olanla-rı ise sadece bırakalım… 

19

Page 20: Aktivist Dergi 6. Sayı

tatil

tatil planındaBütün bir yıl çalışınca tatil planı yapmak izne çıkacağımız o günün ha-yalini kurmak, heyecanla o günü beklemek ve mümkünse de tatilde hiçbir şey yapmamaktan ibaret oluyor elbette. Ülkemizde farklı tatil anlayışları, genelde ununu eleyip eleğini astığın emeklilik dönemlerine rast geliyor. Hal böyle olunca, izinli olduğumuz on beş günde sahil bölgelerine koşuyor ya da en fazla yurt dışına çıkıyoruz.Oysa tatilde bambaşka heyecanlara yol almak da mümkün. Uzmanlar, otomatik bilincin işlemediği, beynin ters köşe edildiği durumların in-sanı zinde tuttuğunu söylüyor. O halde, henüz rezervasyon yaptırma-yanlar için, alternatif tatil rotaları belirledik.

alternatif rotalar

Macera TurlarıTırman, Uç, Dal, Koş ama sakın yatma!Tatil yan gelip yatmak değildir! Diye düşünenler, tatil planlarını doğa, deneyim ve spor olguları üzerine kurgulayabiliyorlar. Programlarında, dağ bisikleti, tırmanışlar, kano, rafting, dalış ya da yamak paraşütü gibi fiziksel etkinliklerin de yer aldığı adrenalin dolu bu turlar macera tutkunları için.Otellerin ya da yazlık evlerin konforu, macera-cılara göre değil! Onlar kara, deniz, hava den-di mi; başka şeyler anlıyorlar. Tırmanmak, çe-tin doğa koşullarını aşmak, dalmak, kanyonları geçmek ya da uçmak… Yani, ayakların arkasına denizi alıp fotoğraf çekmek, pek de onların işi değil.www.bougainville-turkiye.com www.bukla.com

20 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 21: Aktivist Dergi 6. Sayı

Kültür TurlarıÇok gezen mi bilir, çok okuyan mı?

Kültür turları, cevap hakkını “çok gezen”den yana kullananlar için. Birkaç sene öncesine kadar sade-ce emeklilerin rağbet gösterdiği bu turlara, özel-likle diziler ve yeni nesil belgesellerden sonra genç kuşak da ilgi duyuyor. Ziyaret edilen bölgenin, ta-rihi, doğal ve kültürel özelliklerinin keşfedildiği bu turlarda “Öğretmenim istediğimiz sorudan başla-yabilir miyiz?”ci bir ilim irfan aşkı mevcut.

Kültür turlarında Kapadokya, GAP, Karadeniz ve Likya Turu en popüler yurt içi destinasyonlarda başı çekiyor.

www.folklorik.com

www.gapturlari.com.tr

21

Page 22: Aktivist Dergi 6. Sayı

LEZZET AVCILARI İÇİN LEZİZ SEYAHAT

ROTALARI GURME TURLARDA!

Kültürler Coğrafyasında, Kültürel ve Tarihi Varlıklar, Doğal Cazibe Alanları, Folklorik Yaşam ve Mutfak Özelliklerini tek bir tur programıyla yaşama getiren “Gezgin Damaklar”,temalı turlarda yörelerin kendine has ye-tişen ürünlerinin, örneğin Gül Hasadı olu-şumu uygulanışı gibi; Lezzet Festivalleri, Alaçatı Ot Festivali gibi; programlarla keş-fetmeye yönelik, Gezginlere farklı bir konseptle hizmet vermekte... Gezginler bir seyahatte en az kültürel ve görsel varlıklar kadar damak tadına da ilgi duymaktalar.

“Turda da lezzetten ödün vermem” diyenlere!“Buranın nesi meşhur?” veya “Burada ne yenir” gibi soruların her zaman ön planda yer alması, tadına varılan lezzetlerin içeriği-ni ve nasıl pişirildiğini de öğrenmek isteyen Lezzet Avcıları için “Gezgin Damaklar”ın Muhteşem Seyahat Rotaları var artık.

Dünya Gurme Turlarında Türkiye’yi GörmekGezginDamaklar’ın kurucusu Ferzan Kır-han, Gurme Turları ile ilgili görüşlerini şöyle aktarıyor, “Türk Mutfağı’nın dünyada daha çok tanınmasında ve ülkemizi Dünya Gurme Turlarında, önemli bir destinasyon merkezi haline getirmek için her türlü tanıtımda ak-tif yer almakta, faaliyetler düzenlemekteyiz. Bu çalışmalarımızı aynı zamanda, yurtiçinde de farklı tanıtım ve eğitim programları ile yapmaktayız.”

Ferzan Kırhan, Gezgin Damaklar’ın diğer projelerini anlatıyor“Özellikle, Kurum ve Şirketlere ‘Motivas-yonda Lezzete Focus’ projesiyle, Lez-zet Gezileri, Lezzet Workshopları, Yemek Eğitim Programları gerçekleştiriyoruz. Bu projemizde bize, İtalya ve Fransa’da Gastro Kültür merkezleri tarafından Şövalye unva-nı alan Uluslararası Gurme Haldun TÜZEL ile gerçekleştirmekteyiz.”

Gittiği, gezdiği, gördüğü yerlere “tat-tığı” yerleri de eklemek isteyenler için www.gezgindamaklar.com’ da pek çok al-ternatif destinasyon bulmak mümkün.

“GEZGİNDAMAKLAR la Her Yer Dilinizin Ucunda”

22 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 23: Aktivist Dergi 6. Sayı

“GEZGİNDAMAKLAR ile “Şeker Bayram’ının Tadı “Karadeniz Tur’unda”

Bu bölgenin tarihi yerleri, tabiatı, doğa güzelliği kadar, enfes lezzetleri de aklınızda hep kalacak. Seyahat prog-ramlarında yemek kültürünü öne çıkaran Gezgin Damak-lar’ın sizin için seçtiği yöresel yemeklerden bazıları; Akçaa-bat Köfte, Piyaz, Laz Böreği, Hamsikuşu, Kuru Fasulye,-Tereyağlı Pilav, Mıhlama, Ba-lık Köfte, Kuymak, Kaygana, Karalahana Çorbası, Turşu Kavurması

Sıradışı menülerle kahvaltı ve yemekler de dahil.

Paket Tur Fiyatı, Kişi başı/ Uçak dahil 1575TL

Bu bölgenin tarihi yerleri, tabiatı, doğa güzelliği kadar, enfes lezzetleri de aklınızda hep kalacak. Seyahat prog-ramlarında yemek kültürünü öne çıkaran Gezgin Damak-lar’ın sizin için seçtiği yöresel yemeklerden bazıları; Kele-doş, İnci Kefali Dolması, , Ka-yısı Tatlısı, Kars Çorbası, Etli Haşıl, Kaşık Salata, Kars Köy Helvası, Kesme Aşı Çorbası, Etli Güveç, Kadayıf Dolması, Cağ Kebap, Yöresel Abdigör Köftesi, Van Kavurması

Katılımcı sayısı 20 kişi ile sı-nırlıdır.

Sıradışı menülerle kahvaltı ve yemekler dahil.

Paket Tur Fiyatı Kişibaşı/ Uçak dahil 1450 TL.

www.gezgindamaklar.com0216 348 53 90/39

ŞEKER BAYRAM'INDA UNUTULMAYACAK SEYAHATLER

PİTORESK BİR ALEM: KARADENİZSamsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Uzungöl, Rize, Ayder 26/30 Temmuz 5 gün / 4 gece

AĞRI, SÜPHAN VE PALANDÖKEN GÖLGESİNDE YOLCULUKErzurum, Kars, Iğdır, Doğubayazıt, Tatvan, Van 26/30 Temmuz 5 gün / 4 gece

Page 24: Aktivist Dergi 6. Sayı

İstanbul Turuİstanbul içinde de günübirlik kültür turlarına katılmak mümkün. Felekten bir gün çalıp, hep hayal edildiği gibi İstanbul’da Turist Olmak arzusunun bir nebze yaşanabildiği bu turlar-da, Adalar, Erguvanlar, Camiiler ya da Boğaz Turu gibi günübirlik gezilere katılanların sayısı hiç de az değil.

İstanbul’un ünlü sokakları, mutlaka görülmesi gereken manzaraları, eski evleri, mahalleleri. Şehrine bir de keşfetmek için bak!

www.folklorik.com

www.karibu.com.tr

24 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 25: Aktivist Dergi 6. Sayı

Spiritüel TurlarKelebekler Vadisi, Katmandu, Sapanca…

Meditasyon, yoga ya da inziva ile hiç konuşmadan geçirilen iki gün… İlginç perhizleri, ruhsal arın-maya ve zihinsel dinginliğe yönelik aktiviteleriyle spiritüel turlar, tüm diğer turlardan farklı olarak bambaşka bir kitleye hitap ediyor. Onlar, sağlıklı besleniyor, bedenlerini koruyor ve ruhlarını ihya ediyorlar.

Doğal yiyeceklerle beslenilen, şehrin ve cümle kalabalığın, karmaşanın uzağında, gruplarla birlik-te yoga ve meditasyon yapılan spiritüel turlarda, farklı destinasyonları keşfetmek de mümkün.

www.299.travel

www.farnaway.com

www.johnofgodturkiye.com

25

Page 26: Aktivist Dergi 6. Sayı

Yayla TuruKaradeniz’in bir doğa cenneti olduğunu bilmeyen yoktur. Zigana’da, Ayder Yayları’nda, temiz hava yeşilin binbir tonuyla başbaşa bir tatile kim hayır diyebilir? Belki de yazın, deniz-kum-güneş olma-dan da dinlenebilirim diyebilirseniz, Karadeniz’in cennet gibi yayları size kucak açabilir.

Kısa sürede, birer turistik öğeye dönüşen şirin yayla evlerinden birini kiralayabilir ya da bölgeye özel düzenlenen yayla turlarından birine siz de katılabilirsiniz.

www.ayder.com.tr

www.tabiata.com

26 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 27: Aktivist Dergi 6. Sayı

Ego: “Bak gördün mü, sen diğerlerinden farklı ve daha üstünsün,” diye fısıldar fakat eksiklik hissini gidermez. Eksiksiniz çünkü dengeden uzaksınız.

27

Page 28: Aktivist Dergi 6. Sayı

Mustafa Acunbay

[email protected]

Birçoğumuz yaşamımızın bir noktasında bir şeylerin eksik olduğu hissine tosla-rız.

Kolay anlaşılır bir durum sayılmaz bu ve insan beyni, çoğu zaman olduğu gibi, en yakın nöron yollarını kullanarak sorunu basit nedenlere bağlar:Yaşamın bir döneminde kendisiyle aynı yerlerde olan kişilerin eriştikleri olanaklarla kendi olanakları kıyaslanır. Kendisi o olanaklara erişememiştir.Yakın arkadaşı veya dostu, yeni bir mo-del çıktığında cep telefonunu, belki dev ekran televizyon veya aracını değiştire-bilmektedir. Ama kendisi bunu yapa-mamaktadır.Üniversitede kendisi kadar bile başarılı olmayan arkadaşları yüksek mevkilere çoktan yükselmiştir veya birçok mal mülk edinmiştir.Beş yıl önce beraber mangal yaptıkla-rı komşusu zenginleşmiş, artık şehrin prestijli, kalburüstü mekânlarından bi-rinde yaşamaktadır. Kendisi hala aynı yerde oturmaktadır...

Her şey dengede. Fakat insanın dünyada kurduğu düzen ve o düzenin aktörleri, dengede değil. Kutlanası bir başarı(!)

Durum öyle değil.

Zira maddi olanaklar içinde olan da iç-ten içe benzer eksiklik hissine sahip.Maddi olanağı olanın durumundaki fark yeni dünyevi oyuncaklara erişebilmek konusundaki şansının daha geniş olma-

sıdır, buna sözümüz yok. Ve fakat bu olanak ona kısa, her seferinde daha da kısalan avuntu yaşatmaktadır, hepsi bu.Ego “Bak gördün mü, sen diğerlerinden farklı ve daha üstünsün,” diye fısıldar fakat eksiklik hissini gidermez.

Eksiklik dengeden uzak olmakla alaka-lı...

Sosyal düzeniniz dengede değil. Maddi imkânlarınız dengede değil. Yani ya ihti-yacınızdan çok fazla ya da ihtiyaçlarınızı karşılayamayacak kadar az... Maneviya-tınız, moral değerleriniz dengede değil. Çakralarınız dengede değil...

Eh, doğal olarak bu kadar dengesizlik-ten de mutluluk çıkması beklenmez. Avuntu çıkar ama mutluluk çıkmaz. Mutsuzluktan ne çıktığının cevabı ise çevredeki suratlara bir göz attığınızda alınabilecek olan cevap kadar açık ol-malı.

Gelişmiş ülkelerde daha çok mutlu in-san gözlenir. Sosyal yapıları ve gelir dağılımları görece daha iyi durumdadır. Manevi değerlerdeki zayıflık, akıl, bilim, sanat, zarafet gibi değerlerle karşılan-maya çalışılır. Kişisel çabalarla, özellikle son yıllarda doğuya ait mistik öğretilere (Budizm ve İslam sufizmi gibi) ilgi art-mıştır ve bunun da katkısı ile manevi taraftaki bireysel ve toplumsal denge-sizliklerin karşılanmasında bir parça iyi-leşme olduğu söylenebilir.

Bizim de içinde bulunduğumuz geliş-mekte olan ülkelerde ise durum epey savrulmuş gibi duruyor: Bu toplumlar-da mutsuz insanlar çok yaygın gözle-nir. Öncelikli neden sosyal yapılarının kesinlikle dengede olmaması, gelir da-

ğılımındaki derinleşmiş dengesizliktir. Mistik manada güçlü olan gelişmekte olan ülkeler mevcuttur. Fakat sorun şuradadır ki şekil çerçevesini nadiren aşabilen içsel gelişim yolları amacına ulaşamamakta ve kişisel arayış içinde olan bir azınlığı dışarıda tutarsak, bir iç denge aracı olamamaktadır. Bunun ve -en azından bu güne kadar- aklı yete-rince ön plana çıkaramayan toplumlar olmanın bir neticesi olarak moral de-ğerlerde de zayıflık yaygındır.Aslında konunun bu tarafı, yani gezege-nin farklı kesimlerindeki dengesizlikler arası etkileşimler hakkında yazılacak şeyler çok ama onu şimdilik başka bir yazıya bırakmış olalım.

İnsan ruhunda kocaman enerji kaçak-ları varken dengede kalamaz. Bu kadar dengesizlikle insanın ayakta durabilmesi bile mucize aslında.

Hâlbuki doğada her şey dengede. Bü-yük patlamadan itibaren dengeden nano mertebesinde bir sapma olsaydı ne Dünya, ne Güneş, ne yıldızlar, ne galaksiler ne senin, ne benim bedenim olamayacaktı. Çünkü ne atom altı par-çacıklar ne de madde oluşamayacaktı. Bunu bilim insanları söylüyor, kuantum fiziği deneylerinin sonuçları söylüyor, ben değil.

Her şey dengede. Fakat insanın dünya-da kurduğu düzen ve o düzenin aktörle-ri dengede değil. Kutlanası bir başarı(!)

Hani bilim insanlarımız her fırsatta di-yor ya; doğada bu böyle, doğada şu şöyle, güçlü olan kazanır, zayıf olan yok olur gider, doğada da bu var zaten, doğal seçilimdir bu, evrim aşağı, evrim yukarı...

yeni dünya Eksik olan ne?

28 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 29: Aktivist Dergi 6. Sayı

İyi söylüyorsun da sevgili kardeşim, doğada denge var. Senin sosyal düze-ninde neden denge yok?Neden 21. Yüzyılda açlıktan ölen in-sanlar, çocuklar var hala? Neden ge-lir adaletsizliği uçurum mertebesine ulaştı ve bırak düzelmesini daha da derinleşmesine çare bulunamıyor? Neden toplumunu oluşturan çoğun-luk bireyler bu derece mutsuz? Ne-den?

Neden insanların ruhlarında bu dere-ce büyük boşluklar var, diye sormu-yorum, çünkü ona cevabını tahmin etmek güç değil: “Ben ruha inanmı-yorum, ben pozitif olarak gözleyeme-diğim, ölçemediğim şeye inanmam. Serotoninin az salgılanmasındandır o mutsuzluk. Şu ilacı kullanırsa geçer.”

Evet, daya kimyasalı! İlaç şirketleri se-mirmeye devam etsin...

Neresinden tutsan elinde kalır...

Ben kitabımda bahsettiğim konularla alakalı olan Kur’an ayetleri paylaştı-ğımda iki tip olumsuz tepki almıştım:Tabii olumlu eleştiriler de çokça oldu, hakkını verelim ama anlatacağım ör-nek konu başlığıyla alakalı olduğu için buraya taşıyorum.

Birinci tip şöyle dedi: “Sen bu işin uz-manı mısın da bunları yazıyorsun?”Bu eleştiriyi yapmadan önce tabii ki Google’dan “yer ve gök ile ilgili ayet-ler” diye aratıp kitapta anlatılanlarda bir açık bulmayı denemiş, aradığını bulamadıktan sonra yapıyor, yüksek olasılıkla. Bulsa kim bilir ne şaşkınlık-lar yapacak!

Yapsın gariban. Herhalde sandı ki ya-zar Google’dan bulup yazdı, yazdıkla-rıxanı.

Kur’an’ı bir sözde uzmanlar -veya din adamları- sınıfının kitabıymış, başkası

bu işten anlamazmış zannetmek, her şey bir yana, Kur’an’ın ruhunu hiç anlamamış olmanın basiretsizliğidir. ‘Zannetmek’ diyorum, çünkü bu eleş-tiriyi getirenler halktan insanlardı ve onlara öyle gösterildiği için öyle zan-netmekteydiler.

Benim yaptığım iş özetle şu oldu: Tıp-kı yüzden fazla Kur’an ayetinde insa-na önerildiği gibi, ayetlerin üzerinde derinlemesine düşünmek, sahip oldu-ğum ve araştırarak üzerine yenilerini eklediğim pozitif bilgilerle bu ayetler arasındaki bağları belirlemek. Mad-di kazanç sağladığımız aktivitelere ara verip, üç yıl tam zamanlı devam eden bir yolculuğa çıkmak... Değdi mi? Kesinlikle değdi. Koskocaman bir deneyimdi. Bu tür değerleri, olay-lar ve nesneler arasında kurabileceği nöronik ilişkiler kısa olanların anla-ması beklenmez. Zira nöronik bağlar ne derece az ve kısaysa beyin o kadar çok ön yargı üretecektir, kaçınılmaz-dır.

İkinci tip ise - sözde modern, batı-lı olanlardan- şöyle dedi: “Bu adam Kur’an’dan örnekler vermiş, yobaz bu, belli.”Bunların içinden kendince insaf lı olan kesim ise şöyle dedi: “Vah vah! Kur’an’dan örnekler mi vermiş? Saf bir arkadaş olsa olsa...”

Bunların birini alıp ötekisine vurdu-ğunda ancak boş teneke sesi elde edersin. Vurma daha iyi...

Konuyu kişiselleştirmiş veya dağıtmış olduğumu düşünmeyin. Eksik olan ne, sorusunun cevabı tam da bu iki sığ al-gıda gizli.

Bu iki yaklaşımın birini alıp ötekisine vurduğunuzda gürültüden başka bir şey elde edilmez. Her iki notasından biri çıkartıldıktan sonra çalınmaya ça-lışılan müzik bestesi gibidirler. Bir ya-

rıları hep eksiktir, denge ve ahenk söz konusu değildir.

Eğer bilim ve rasyonel alana odakla-nır ve içsel gelişimi, manevi alanı yok sayarsanız denge elde etme olanağı-nız olmayacaktır. Eğer manevi alana odaklanır ama bilimi, rasyonel dünya-yı dışlarsanız denge yine gelmeyecek-tir. Hele ki bir tarafta bilim ve akla ait olan bilgilerin çıkar amaçlı manipüle edildiği, diğer tarafta içsel gelişime ve maneviyata dair olan bilgilerin çıkar amaçlı manipüle edildiği bir dünyada denge çok daha uzakta olacaktır.

Böyle bir dünyada ne sosyal denge sağlanabilir, ne gelir adaletsizliği dü-zelir, ne küresel çevre sorunları çö-zülebilir, ne bilimsel-teknolojik geliş-meler dertlerinize çare olur, ne de mutsuzluklar son bulur.

Sosyal denge sağlanamayacak; zira ego bilincine sahip bireyler birbirine üstün gelme ve üstünmüş gibi görün-me güdülerini sonlandıramayacak... Gelir adaletsizliği çözülemeyecek; zira toplumların zihni her doğan ço-cuğa yaşamı boyunca eşit şanslar su-nabilecek kadar gelişmiş hale gelmiş olmayacak... Küresel çevre sorun-larınız çözülemeyecek; zira şirket-leriniz daha çok kar etmekten daha geniş olan gerçekliği kavrayamamış olacak...

İyi haber ise şu: Pozitif bilim veya iç-sel gelişimi iki ayrı odak olarak dü-şünürsek bu odakların sadece biri diğerine yaklaştığında insanlığın bü-yük problemleri bir bir çözülmeye başlayacak.

Bu sonuca bizi götürebilecek en güç-lü aday kuantum f iziğindeki gelişme-ler gibi duruyor.

O nedenle benim umudum her şeye rağmen bilimde.

29

Page 30: Aktivist Dergi 6. Sayı

etik mideğil mi

Vejetaryenin dilemması

Hayvanları oldum olası çok sevmişimdir. Ama vejetaryen olmaya karar vermem yeni. Hayvanların kendi damak zevkimiz için öldürmenin zalimlik olduğunu düşünüyo-rum. Ama eşim benimle aynı f ikirde değil. Ve ricaları-ma rağmen et-tavuk yemekleri yapmaya devam ediyor. “Kendi yemeğini kendin yap” diyebilirsiniz ama öğret-menlik yapan eşim benden daha erken eve geldiği için yemeği yıllardır o yapıyor. Tercihlerime saygı göstermesi gerekmez mi? (G.E.)

Gerekmez. Etik yazarı olarak ben elbette ve-jetaryenlik tercihinize saygı duyuyorum ama eşinizin sizinle aynı hayat felsefesini benim-semesini bekleyemezsiniz. Aynı yastığa baş koymaya başladığınızda yaptığınız “sözleş-

meyi” değiştirip yeni maddeler eklemek istemişsiniz. “Söz-leşmeler” (Sözcüğü mecazi anlamında kullanıyorum elbet-te) iki tarafın karşılıklı rızasıyla yapıldığına göre değiştirmek için de karşılıklı rıza gerekir. Eşiniz rıza göstermediğine göre korkarım iş başa düşüyor. Böylece “Kadının yeri mutfağı” anlayışını en azından aile içinde yıkmış olursunuz. Bir veje-taryene de bu yakışır.

Müşteriyi “çalmak”

Eski bir gazeteci arkadaşımın sorusu:

Çalıştığım PR ajansında medya direktörlüğünü yaptığım bir müşteri, son görüşmemizde sözleşmeyi sonlandıraca-ğını, kendisine yeni bir ajans aradığını söyledi. Bana bir de teklif yaptı: Eğer işimden ayrılıp kendi ajansımı kurarsam ilk müşterim olmayı düşünebilirlerdi. Bir süredir kendi işimi kurmayı düşünüyordum. Bu teklif benim için büyük bir fırsat. Fakat diğer taraftan teklif i kabul etmek, yıllar-dır ekmeğini yediğim şirketin müşterisini çalmak olacak. Ne yapmalıyım? (S.K.)

Teklif i kabul etmelisiniz. Eğer müşterinin ak-lında başka bir ajans arama f ikri yokken allem edip kallem edip ilk müşteriniz olmaya ikna et-seydiniz, o zaman davranışınız “müşteriyi çal-mak” olurdu. Ama anlattığınız olay farklı. Müş-

teriniz size bu teklif i ayrılma kararını aldıktan sonra yapmış. Anladığım kadarıyla ayrılık kaçınılmaz; teklif i reddederseniz, başka bir PR ajansının kapısını çalacak. Hayır, bu durumda teklif i kabul edip kendi şirketinizi kurmanızda etiğe aykırı bir yan yok. Pek çok şirketin ayrılan yöneticilerine, belirli bir süre boyunca kendi müşterileriyle çalışma yasağı getiren sözleşmeler im-zalattığı bilinen bir gerçek. Ama “kurumsal” çıkarların karşı-sında bir de bireysel çıkarlar, yani çalışanların çıkarları var. Son sözü kurumlara bırakacak olsak kıdem tazminatı çoktan ortadan kalkmış, yıllık izin süresi yarıya inmiş olurdu. Ben elbette çalışanların yanındayım. Ama dikkat: Yarın patron ol-duğunuzda aynı durumla siz de karşılaşabilirsiniz. Yeni işiniz hayırlı olsun.  

Özel mi genel mi?

Üzerinde çalıştığımız bir projeyle ilgili olarak iş arkadaş-larımdan birine yazdığım e-mail, iznim olmadan grubun diğer üyelerine forward’lanmış. Arkadaşıma çok kızdım. Çünkü e-mail’de, başkasının bilmesini istemediğim birçok kişisel şey vardı. Arkadaşım, işle ilgili bir konu olduğu için

kişisel bir e-mail olarak algılamadığını söylü-yor. Haklı mı? (İ.S.)

Korkarım haklı. “Gazeteciden dost olmaz” derler. Kötü insanlar oldukları için değil, özel sohbetlerde geçen şeyleri çoğu kez izin alma-

dan yazdıkları için. Gazeteciler için söylenen bu söz işyeri arkadaşlıkları için de geçerli. İşyerlerinde insanın sırtını hep duvara vermesinde fayda var. Anlattığınız olay bunun somut bir örneği. Özel yazışmaların başkalarına forward’lanması, mahremiyetin ihlali olduğu için elbette etik değil. Ama arkadaşınızın haklı olduğu bir nokta var: Yazdığınız e-mail, üzerinde çalıştığınız ortak projeyle il-gili konuları da içerdiği için özel mi genel mi olduğu muğlak.

Etikle ilgili sorularınızı Barış Soydan’a yazın: [email protected]

Barış Soydan

[email protected]

etik

30 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 31: Aktivist Dergi 6. Sayı

Buna mahremiyetin ihlali, demek güç. Özel dünyanızla şir-ketin dünyası arasına kalın bir çizgi çekin.İş yemeği mi dost yemeği mi?

İş gezilerinde yediğim tüm yemekleri dönüşte şirkete fatura ediyorum. Kısa süre önce müşteri ziyareti için gittiğim Es-kişehir’de yaşayan eski bir üniversite arkadaşımla bir resto-randa yediğimiz yemeği de şirkete fatura ettim. O kentteki müşterilerimizle ilgili arkadaşımın fikrini danışmış olmam bu yemeği iş yemeği yapar mı? (A.T)

Ne iş yaptığınıza bağlı. Eğer bankacıysanız ve kredi müşterileriniz hakkında istihbarat topluyorsanız, yerel halktan tanıdıklarınızla yaptığınız görüşmeler elbette iş kapsamına girer. Ama eğer veterinerseniz ve hastaları-

nız, yani hayvanlar hakkında yaptığınız görüşmeler korkarım iş kapsamına girmez. Her mesleği kendi özel koşulları içinde değerlendirmeli.

Trafik magandası ve schrödinger’in kedisi

İşim gereği şehir içindeki TEM otoyolunu kullanmak zorun-dayım. Trafikte her gün kurallara saygısız şoförlerle karşıla-şıyorum ama bazıları gerçekten çok tehlikeli oluyor. Birkaç gün önce işaret vermeden sol şeride direksiyon kıran bir kamyona çarpmaktan son saniyede kurtuldum. Kamyonun arkasında “Hatalıysam arayın” yazısını görünce gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Şirketi arayıp şikayet etmeyi düşün-düm ama şoförü işten attırmak ihtimali beni tereddüt ettiri-yor. Siz olsaydınız ne yapardınız? (S.U.)

Sorunuz bana kuantum f iziğinin ünlü paradoksu “Schrödinger’in Kedisi”ni düşündürdü. “Kuan-tum f iziğinin traf ikteki kamyonun ne ilgisi var?” dediğinizi duyar gibiyim. İzin verin, açıklaya-yım…

Batı’da, özellikle de Amerika’da vatandaşlar tanık oldukları kurallara aykırı davranışları tereddüt etmeden yetkililere ihbar ederler. Bu ülkelerde ihbar mekanizmasının kamu düzeninin temel dayanaklarından biri olduğunu söylemek yanlış olmaz.

müşteri çalmak mı?

Ama ne burası Amerika, ne de o şoför Amerika’da direksiyon sallıyor.  Şikayet etmeyi düşündüğünüz şoförün o denli dikkatsizce di-reksiyon sallamasının sebebi neydi acaba? Başkalarının canını hiçe saymayı alışkanlık haline getirmesi mi? Yoksa  gitmesi ge-reken yere son sürat gitmesi gerektiğini emreden yöneticisi mi? Eğer ikincisi ise bir suç ortağı var, demektir. Böyleyse, kam-yonun arkasında yazan telefon numarasın aradığınızda şoför belki işinden olacak ama onun yerini “gideceği yere bir an önce gitmesi için” patronu veya müdürü tarafından sıkıştırılan bir başka şoför alacak. Tabii bir ihtimal daha var: Belki de o şoför bir traf ik magan-dasıydı. Bu durumda onu ihbar etmemek, başkalarının canını tehlikeye atmak anlamına gelir. Etiğe kafayı çok fazla tak-mak, başkalarının canına mal olmasın?Haklı bir endişe. “Schrödinger’in Kedisi” dediğim işte buydu. Kuantum fiziğinin ünlü paradoksunda (*), ölüm riski bulunan kutuya konan kedinin ölüp ölmediği, kapak açılana kadar bili-nemez. Kutu içindeki kedi o sürede hem ölü hem de canlıdır.Sizin karşınıza çıkan şoför de hem bir maganda hem de “sistem kurbanı.” Kamyonun kapısını açıp gerçeği öğrenme imkanınız olmadığına göre sorunuzun yanıtı yanıtı, kuantum fiziğinde olduğu gibi belirsiz: Onu ihbar etmek hem etik hem de değil.

(*) “Schrödinger’in Kedisi” ile ilgili bilgi notuWikepedia, yazımızda sözünü ettiğimiz kuantum dene-yini şöyle tanımlıyor: Deneyde kapalı bir kutunun içinde bir düzenek ve baş-langıçta canlı olan bir kedi vardır. Düzeneğin içeriği şöyle-dir: Bozunma olasılığı %50 olan bir parçacık, bu parçacığın bozunmasıyla ortama yayılacak olan zehirli gazdır.Buradaki önemli nokta ise, bozunma olasılığının tam olarak %50 olmasıdır. Bu şekilde parçacığın bozunup bozunmayacağı önce-den kestirilemez. Sonuç olarak kedi, kutu açıldığında ya zehirlenip ölmüş bir şekilde görülecektir, ya da parçacık bozunmadıysa diri olarak görülecektir.Ancak deneyin paradoks olarak tanımlanmasının nedeni sonuç değil, gözlemlenmeyen deney aşamasıdır. Önemli kısım, gözlem yapılmadan önce kutunun içinde neler olduğudur.Kutu açılmadan, gözlem yapılmadan önce kedi ne durumdaydı? Ölü müydü, diri miydi? Kuantum fiziğine göre hem ölü, hem diridir.

Etik mi? Değil mi?

Büyük bir iş fırsatı mı,

31

Page 32: Aktivist Dergi 6. Sayı

röportaj

Yazı: Elif BayarFo

toğr

afla

r: D

euts

ches

Arc

häol

ogis

ches

Inst

itut

32 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 33: Aktivist Dergi 6. Sayı

Kuzeyden Toros Dağları güneyden Harran Ovası ile komşu olan Gö-bekli Tepe, Bereketli Hilal olarak adlandırılan bölgede yer alıyor. Be-reketli Hilal ya da “Fertile Crescent” olarak bilinen bölge ise uzmanlar tarafından ‘bilinen en eski kültürün doğduğu ve insanların avcı-top-layıcı yaşamdan yerleşik hayata geçtiği bölge’ olarak tanımlanı-yor. Göbekli Tepe, binlerce yıldır Dicle ve Fırat nehirlerinin beslediği bu bereketli topraklarda yer alı-yor. Denizden yüksekliği 800 metre. 1996 yılından beri kazı çalışmaları gerçekleştirilen höyükten çıkartılan veriler ışığında tarihin en önemli bulmacası çözülmeye çalışılıyor. İn-sanlar yerleşik hayata neden geç-ti? Daha önce kabul gören görüşler yanlış mı?

Yüzeyden yapılan taramalarda, çapları 8 ile 30 metre civarında, etrafı taşlarla çevrili 20 adet dai-resel alan bulundu. Bugüne kadar 6 yapı çıkartıldı gün ışığına ve di-

ğerleri cevaplayacakları sorular için yerin altında bekliyor. Kazılar ışığında bulunan alanların neolitik dönem tapınak alanları olduğu dü-şünülüyor. Dönem insanlarının be-lirli zamanlarda bir araya geldiği, ibadet ettiği öngörülüyor. Dönem insanlarının avcı-toplayıcı insanlar oluşu, bu devasa tapınım alanla-rının nasıl inşa edildiği konusunda soru işaretleri oluştururken; dikilitaş-lara kazınan hayvan figürleri ne-olitik dönem inanışları konusunda merak uyandırıyor. Buluntular sade-ce geçmişi aydınlatmıyor, yepyeni sorular da doğuruyor. Bu insanlar neye inanıyordu? Kabartmalar bize neyi anlatıyor? T biçimli dikilitaşları hangi yöntemlerle getirdiler? Gö-bekli Tepe, tamamen ortaya çıkar-tıldığı zaman bile bazı sorular belki de cevap bulamayacak.

Uzman görüşleri Göbekli Tepe’nin uzun zamandır yapılan en önemli arkeolojik buluş olduğu yönünde. İnsanların yerleşik hayata geçişin-

12.000 yıllık miras Göbekli Tepe kazılarıyla gün yüzüne çıkıyor,

Örencik Köyü, Şanlıurfa’nın 17 kilometre doğusunda yer alıyor. 1983 yılında köyün biraz dışında arazisini süren çiftçi, karasabana takılan oymalı bir taşı müzeye götürdüğünde neler düşünüyordu kimse bilemez. Ancak o gün değişen sadece bölgenin tarihi değildi, o taş dünya tarihini değiştirdi.

insanlık tarihiyeniden şekilleniyor

33

Page 34: Aktivist Dergi 6. Sayı

34 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 35: Aktivist Dergi 6. Sayı

İnsanların yerleşik hayata geçişinde kabul edilen görüş beslenme ihtiyaçları ile ilişkili iken Göbekli Tepe, yerleşik hayata geçişte inançların etkisi olabileceğini düşündürüyor.

35

Page 36: Aktivist Dergi 6. Sayı

de kabul edilen görüş beslenme ih-tiyaçları ile ilişkili iken Göbekli Tepe, yerleşik hayata geçişte inançların etkisi olabileceğini düşündürüyor. Yaklaşık 11000 yaşında olan bu tapınma alanı, yerleşik hayattan, tarımdan, bilinen bütün uygarlık-lardan ve dinlerden eski. Kitapları değiştirecek, arkeoloji başta olmak üzere insanlık tarihi ile ilgili bütün bi-limlere yeni bir pencere açacak bu keşif, şimdiden UNESCO Dünya Mi-rası geçici listesine alındı bile. Çün-kü Göbekli Tepe sadece bölgenin neolitik tarihini aydınlatacak bir hö-yük değil dünya tarihini değiştirebi-lecek bir miras...

Aktivist ekibi olarak bu büyük mira-sın peşine düştük. Kazı başkanı Prof. Dr. Klaus Schmidt, karasabana ta-kılan taştan çok daha öncesinde bölgede araştırmalar yapıyordu. Yaklaşık 20 yıl önce başlayan Gö-bekli Tepe kazılarında geldikleri noktayı, döneme ve bölgeye ba-kışımızı değiştirecek bilgileri bizimle paylaştı. Schmidt, “Kazıları yapar-ken amacımız tüm buluntuları en hızlı şekilde ortaya çıkarmak yeri-ne, az kazı yaparak en fazla veriye ulaşmak. Arkeolojik çalışmalarımız sonunda, belki de tarih kitapları-nı değiştirecek önemli veriler elde edeceğimize inanıyoruz. Zira bu-güne kadar bulduklarımız,Göbek-li  Tepe  topraklarının altında çok güçlü bilgiler olduğunun önemli bir işareti” diyor.

Göbekli Tepe’yi uzmanından, Gö-bekli Tepe’nin “Önce tapınak gel-di, şehir sonra geldi” dedirttiği Klaus Schmidt’ten okuyalım.

Aktivist: Göbekli Tepe’nin bir Cilalı Taş Devri yerleşimi olduğunu biliyo-ruz. Bu dönemin insanlığı göz önü-ne alındığında; Göbekli Tepe’deki tapınağı nasıl değerlendirmeliyiz?

Prof. Dr. Klaus Schmidt: Avcı-top-layıcı bir yaşam tarzından, yerleşik hayata, çiftçi-üretici düzene geç-mek üzere olan insanların eseridir Göbekli Tepe. Binlerce yıl öncesi-nin avcı toplayıcıları, insanlık tarihi için önemli bir değişim sürecinde, sandığımız gibi mütevazı ve basit bir yaşam tarzıyla yetinmediklerini aksine, görkemli bir evre yaşadık-larına dair izleri günümüze taşıyor Göbekli Tepe.

Aktivist: İnsanlığın henüz avcı top-layıcı olarak tanımlandığı bu dö-

36 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 37: Aktivist Dergi 6. Sayı

nemde, sütunların nasıl inşa edildi-ğine dair tahminleriniz var mı?

Prof. Dr. Klaus Schmidt: Avcı top-layıcı ama gelişkin ve karmaşık bir sosyal düzenin, organizasyon kabili-yetinin mevcut olduğu; bunun yanı sıra büyük gruplar halinde hareket edebilen, yetkin taş işçiliğine sahip insanlar olarak düşünmeliyiz Gö-bekli Tepe’yi yapan ustaları... Kazı-lar sonucu bulduğumuz özel amaçlı yapıların yanı sıra burada kullanılan dikilitaşların ve heykellerin yapıldığı atölyeler, hammaddenin çıkarıldığı taş ocakları da SİT alanının sınırları içindedir ve üretim zincirinin bütün aşamalarını göstermektedir... Diki-litaşlar ve heykeller için kireç taşı kullanılmıştır, bu Göbekli Tepe’nin üzerinde bulunduğu platonun do-kusudur ve çok homojen, çok iyi kalitede, çok rahat işlenebilen bir kireçtaşıdır buradaki… Bunu işle-mek için ise çakmaktaşı ve basat-tan yapılmış aletler kullanılmıştır bu araç gereç örnekleri de kazı bulun-tularında sayıca çok fazladır.

Aktivist: Göbekli Tepe, insanlık ta-rihinin bilinen en eski tapınağı. Ta-pınakta yer alan betimlemeleri, sü-tunların büyüklüğünü bir arkeolog olarak değerlendirdiğinizde, döne-min insanlığının inanç anlayışını na-sıl yorumluyorsunuz?

Prof. Dr. Klaus Schmidt: İnsan eli ile inşa edilmiş ilk anıtsal yapılar, ilk ritüel amaçlı yapılar evet ama daha eski dönemlerde de insanoğ-lunun kendine ritüel alanlar oluştur-duğunu biliyoruz ama bunun için mağara gibi doğal ortamları kul-lanmışlardı... Dönemin inanış tarzı, ritüellerdeki ayrıntılar hakkında bir şeyler söylemek için henüz erken… belki de bu konuda çok uzun za-man kesin bilgilere kavuşamaya-cağız çünkü günümüzden yaklaşık 12000 yıl önceden bahsediyoruz, dönemin insanları bize muhteşem zenginlikte eserlerini bırakmışlar ama bunların ne anlama geldiğini anlatacak pratik bir rehber yok eli-mizde, yazılı kaynaklardan da çok çok uzaktayız... Yararlanabildiğimiz veriler kazı çalışmaları sırasında bul-duğumuz maddesel kalıntılar; bu noktada aynı döneme ait diğer kazı yerlerinden gelecek verilerle yapı-lacak karşılaştırma da çok önemli, bu yüzden çevrede neolitik dönem

37

Page 38: Aktivist Dergi 6. Sayı

Yaklaşık 11000 yaşında olan bu tapınma alanı, yerleşik hayattan, tarımdan, bilinen bütün uygarlıklardan ve dinlerden eski.

38 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 39: Aktivist Dergi 6. Sayı

39

Page 40: Aktivist Dergi 6. Sayı

araştırmalarının artmasını da sabır-sızlıkla bekliyoruz... Çünkü Göbekli Tepe o dönemde var olan bir kült grubunun, ortak bir ritüel yaklaşımın merkezi gibi görünüyor ama bu kül-tün diğer üyelerinin bulunabileceği yerlerde henüz kazı çalışmaları ya-pılmadı...

Aktivist: Göbekli Tepe, insanlık tari-hi ilgili bildiğimiz bazı gerçekleri de çürüttü mü?

Prof. Dr. Klaus Schmidt: Bildikleri-mize yeni bilgiler kattı demeyi ter-cih ediyorum. Neolitik dönem ile ilgili bilgilerimiz zaten vardı bunlar yanlış değildi ama bu dönemde daha önce bulunamadığı için bi-zim olmadığını düşündüğümüz bir anıtsallıkla karşılaştık Göbekli Tepe kazıları ile...

Aktivist: İnsanoğlunun bahsi ge-çen dönemlerde ilkel bir yaşam sürdüğünü biliyorduk. Ancak bu buluntular, o dönemin gelişiminin

aslında basit el aletlerinden ibaret olmadığını da gösteriyor. Sizce, in-sanlık defalarca kez ileri medeni-yetler kurmuş ancak bir şekilde yok olmuş olabilir mi?

Prof. Dr. Klaus Schmidt: Yaşam tarzında ve doğadaki değişiklik-ler keskin değişimleri gelişimleri de getirebiliyor... Yok oluşlardan değil ama değişimlerden bahsedebili-riz... Göbekli Tepe de insanoğlu için çok büyük bir adım olan avcı top-layıcı yaşam tarzından çiftçi-üretici yaşam tarzına geçilen kritik bir dö-nemin tanığı...

Aktivist: Yerin altında henüz çı-kartılmamış 20’ye yakın çemberin daha olduğu söyleniyor. Bunların hepsi çıkartılacak mı? Çalışmaların ne kadar daha süreceğini öngörü-yorsunuz? 

Prof. Dr. Klaus Schmidt: Kazı yap-madan önce jeomanyetik ve jeo-radar dediğimiz yöntemlerle top-rak üstünden ölçüm ve analizler yapıyor, kazı yapacağımız yere bu

çalışmaların sonuçlarına göre karar veriyoruz... Çünkü bahsettiğimiz bu çalışmalarla, yapıların ana hatları ve derinlikleri belirlenebiliyor… Bun-lar tabii çok ayrıntılı planlar olarak elde edilemiyor ve kazı yapılmayan alanda kaç tane daha yapı olduğu hakkında çok kesin bir bilgi veremi-yor ama ana hatları ile değerlen-direbildiğimiz yapı izleri ile en az 20 tane yuvarlak yapıdan bahsedebi-liyoruz… Bunların sekizinde kazı ça-lışmaları yapıldı ve devam ediyor. Kaya tapınağı olarak adlandırdığı-mız bir tanesi de yüzeye çok yakın olduğu için başlangıçtan beri görü-nür halde idi…

Kazı yapacağımız alanları araştır-ma programımızda oluşturduğu-muz plana ve hedeflere göre seçi-yoruz… Amaç hızlı bir şekilde kazıp, güzel eser ortaya çıkarmak değil... Aksine en az kazı ile en çok veriye ulaşabilmek... Arkeolojik kazı ni-hayetinde bir tahriptir geri dönüşü yoktur... O yüzden arkeolojik rezerv alanlarını da düşünmek ve gelecek nesiller için de sağlama ve yeni araştırma olanakları bırakmak ge-rekir...

Aktivist: Bu tapınım alanının bin-lerce yıl sonra bile korunmuş ola-rak kalmasını nasıl açıklıyorsunuz? Tapınağın gömülü oluşunu nasıl yorumluyorsunuz? Sizce insanlar mı gömerek bırakıp gitmişler yoksa bir doğa olayı sonucu mu tapınak top-rak altında kalmış?

Prof. Dr. Klaus Schmidt: Korunmuş olarak kalmasının nedeni yapıla-rın bilinçli olarak dönem insanları tarafından doldurulmuş olması... Doldurulmanın yapım sürecinin bir parçası olarak baştan itibaren planlandığını düşünüyoruz...

40 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 41: Aktivist Dergi 6. Sayı

Göbekli Tepe’de Neler Oluyor?

*Mısır piramitlerinden yaklaşık yedi bin yıl öncesine dayanan bu kalın-tılar insanlık tarihiyle ilgili bilinenleri yeniden şekillendiriyor.

*Bu sene 20’inci yılına giren  Gö-bekli  Tepe kazıları bilinenin aksine neolitik dönemin avcı-toplayıcı insanlarının mütevazı ve basit bir yaşam sürmediklerini görkemli bir evre yaşadıklarını gösteriyor.

*20 yıldır  Göbekli  Tepe  kazılarının başkanlığını sürdüren Prof. Dr. Klaus Schmidt, 90 dönüm alanı kapla-yan  Göbekli  Tepe’nin 50 ila 60 yıl sürecek bir araştırma potansiyeline sahip olduğunu söylüyor.

*T-biçimli dikilitaşlar  Göbekli  Te-pe’nin en karakteristik buluntuları. Bu taşlardan ikisi, yapıların mer-kezinde bulunuyor ve boyları beş metreye kadar çıkıyor. 

*Ağırlıkları 40 ila 60 ton arasında değişen ve insan tasvirlerinin stilize edildiği T şeklindeki sütunların ilkel el aletlerinden başka bir aletin ol-madığı bu dönemde nasıl taşındığı ve dikildiği en çok merak edilen so-rular arasında yer alıyor.

*Dikilitaşların üzerlerinde kabart-ma tekniğinde yapılan hayvan motifleri ve çeşitli soyut semboller bir tür haberleşme sisteminin kalın-tılarını, 12000 yıl öncesinin sembo-lik dünyasını, hafızasını, mesajlarını bugüne ulaştıran bulgulardır. *1.derece SİT alanı olan Göbekli Tepe 15.04.2011 tarihinden beri UNESCO Dünya Kültür Mirası aday listesinde bulunmaktadır.

41

Page 42: Aktivist Dergi 6. Sayı

sosyal medyanın gücü adına,

röportaj

Sosyal medyada geçirdiği zamanı,

kara dönüştürmeyi kim istemez! Hepimiz hatırı

sayılır bir süreyi sosyal medya hesaplarımızla geçiriyoruz,

iletilerimiz pek çok etkileşim alıyor. Popülaritemiz, güvenilirliğimiz ya da itibarımız aslında artık biraz da sosyal medyadaki etkileşimlerimizde gizli. İşte Sosyologger, sosyal medyadaki etkileşimlerimiz üzerinden bizi ölçümleyen, etki alanımızı saptayan bu değerler üzerinden bizi tıpkı birer yayıncı

beğen…paylaş…yorum yap…

retweet,retweet,

retweet:)

42 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 43: Aktivist Dergi 6. Sayı

gibi reklam mecrası olarak kabul eden bir sistem. Şu anda beta aşamasında olan Sosyologger’a, Facebook, Twitter, Foursquare, Instagram, LinkedIn ve YouTube hesapları bağlanabiliyor.

Aktivist: Sosyologger’ın yaratıcı şirketi hakkında bilgi verebilir misiniz? Sizi tanıyor muyuz?Sosyologger: Sosyologger, Levent Gözener ve Sanny Anavi tarafından kurulan, sosyal medyada yarattığınız etkinin gerçek hayatta hediyelere, indirimlere, kişiye özel deneyimlere, hatta gerçek kazanca dönüştüğü, yepyeni bir etkileşim platformu. Amacımız kullanıcılarımızın kendileri olmaları, sürekli olarak içinde yer aldıkları sosyal medya platformlarında, her zaman yaptıklarını yapmaları ve hep hayalini kurdukları üzere, sosyal medyada geçirdikleri etkin sürenin onlar için gerçek hayatta değere dönüşmesini görmeleri.

Sosyologger, sosyal medya üzerindeki etkileşim gücünüzü ölçerken bir yandan da kazanç sağlıyor

güç bende

artık!

43

Page 44: Aktivist Dergi 6. Sayı

Aktivist: Sosyologger nasıl çalışacak?Sosyologger: Sosyologger çok basit bir ihtiyaç / eksiklik üzerine kurgulanmış bir platform. Şu basit soru / önerme hepimizin aklına bir dönem gelmiştir, “Şu Facebook’ta harcadığım zaman karşılığı para alsam zengin olmuştum.” ya da “Sosyal medyada harcadığım zaman gerçek hayatımda da değerli bir şeye dönüşse keşke”. Sosyologger bu düşüncelerin hayata geçirilmesi üzerine kurulmuş bir platform. Yani Sosyologger kullanıcılarına, sosyal medyada geçirdikleri vakti gerçek hayatlarına katma değer oluşturacak şekilde düzenleme fırsatı veren bir yapının vaadini getiriyor.

Sistemde kazanılan puan başlangıçta sadece bir rating sistemi gibi görünse de aslında sosyal medyadaki kimliğinizin potansiyelini gösteren bir ölçü. Puanların haricinde sistem, kullanıcıların, ödüller, özel deneyimler ve hatta nakit para ödülleri kazanmalarına imkan verecek bir yapıda kurgulandı.

Sosyologger’a şu an için, Facebook, Twitter, Foursquare, LinkedIn, Youtube ve Instagram hesaplarınızı bağlamanız mümkün. Sistem, siz Facebook, Twitter ya da Foursquare hesaplarınızdan biri ile giriş yapar yapmaz sizin beğenileriniz, zevkleriniz ve ilgi alanlarınıza göre analiz yapıyor. Yapılan analizlerle birlikte size özel, cazip teklifler sunuluyor. Bu teklifler sosyal medyada paylaşıldıkça ne kadar etkin olduğunuz, etrafınızdakileri ne kadar etkilediğiniz Sosyologger tarafından ölçülüyor. Sosyologger, sosyal medya üzerindeki etkileşim gücünüzü ölçerken bir yandan da kazanç sağlıyor. Bu kazanç kimi zaman bir deneyim, kimi zaman bir ürün ya da nakit para olabiliyor.

Aktivist: Kimler bu sistemi kullanabilir?

Sosyologger: Projenin kullanıcı tarafında öncelikli hedef kitlesi ağırlıklı 15-30 yaşları arasında, öğrenci, yeni mezun, çalışan… ev hanımı… kadın ve erkekler. Sosyologger yapısı ve vaatleri sebebiyle her yaştan, her gelir kesiminden, tüm internet kullanıcılarına hizmet vermeyi hedefliyor. Bu sebeple geniş bir kitleden söz etmemiz mümkün.

Aktivist: Peki, siz arka planda nasıl bir operasyon yürüteceksiniz? Şirket ile kullanıcıyı bir araya getiren ağ nasıl işliyor?Sosyologger: Sosyologger projesini bir dev veri projesi olarak da tanımlayabiliriz. Dev veri analiz araçlarımızla kullanıcıları gerçekten ilgileneceği marka ile markaları da ilgilenecekleri hedef kitle ile buluşturuyoruz. Doğru ürün( marka) ile doğru kullanıcıyı buluşturmak da aslında yaptığımız işin özeti. Bununla beraber analiz araçlarımızla yine marka için çok detaylı filtrelendirilmiş kırılım bilgileri de sunabiliyoruz.

Aktivist: Hediye, deneyim, indirim, nakit para gibi kazançlardan söz ediyorsunuz. Kullanıcı bu kazanımlara nasıl bir yolla ulaşıyor? Sosyologger: Sosyologger’a şu an için, Facebook, Twitter, Foursquare, LinkedIn, Youtube ve Instagram hesaplarınızı bağlamanız mümkün. Sistem, siz Facebook, Twitter ya da Foursquare hesaplarınızdan biri ile giriş yapar yapmaz sizin beğenileriniz, zevkleriniz ve ilgi alanlarınıza göre analiz yapıyor. Yapılan analizlerle birlikte size özel, cazip teklifler sunuluyor. Bu teklifler sosyal medyada paylaşıldıkça ne kadar etkin olduğunuz, etrafınızdakileri ne kadar etkilediğiniz Sosyologger tarafından ölçülüyor. Sosyologger, sosyal medya üzerindeki etkileşim gücünüzü ölçerken bir yandan da kazanç sağlıyor. Bu kazanç kimi zaman bir deneyim, kimi zaman bir ürün ya da nakit para olabiliyor.

Aktivist: Kullanıcıların sadece paylaşım yapması değil, bir de etkileşim alması da gerekiyor sanırım. Burada ne gibi yöntemler kullanılacak?Sosyologger: Sosyologger’ın en büyük güzelliği de burada paylaşımınızı yaptıktan sonra kullanıcının ekstra bir çalışma yapmasını beklemiyoruz. Siz zaten yaptığınızı yapmakla yetindiğinizde Sosyologger, oluşacak etkileşimi sizin için takip edecek ve gerçek kazanca dönüştürecek.

Aktivist: Dünyada Sosyologger benzeri sistemler var mı?Sosyologger: Dünyada benzer projeler mevcut. Bunlardan en ünlüsü, blog ve online dergilerde Türk rakibi olarak tanımlandığımız; Klout. Aslına bakarsanız bu konudaki çalışmalar ve gelir modeli mantığı 2008 senesinde Klout’un ortaya çıkmasından çok daha öncesine, sizin de çok hakim olduğunuza inandığımız, Pierre Bourdieu’nün 1890 yılında ürettiği Sosyal Kapital Teorisine dayanır. Sosyologger, Klout ve benzeri diğer projelerin hepsinin, ortak noktası ya da benzerliği bu teorinin sosyal medyaya uyarlanma aşamasındadır. Benzerlik sadece bu temel teorinin oturduğu ana fikirdir. Teknik yapı, işleyiş, gelir modellerinin çalışma yapısı ve iletişim modeli dahi tüm bu projelerde büyük farklılıklar göstermektedir. Aktivist: Hangi sosyal medya kanalları sistem dâhilinde? Bu kanallar arasında kazanç farkı oluyor mu? Sosyologger: Sosyologger’a şu an için, Facebook, Twitter, Foursquare, LinkedIn, Youtube ve Instagram hesaplarınızı bağlamanız mümkün. Sosyologger’dan kazanç sağlayabilmek adına hangi kanalları kullandığınız önem taşımıyor. Sosyologger üzerinden gelişen tüm paylaşımlarınız ve etkinliğiniz kanallardan bağımsız olarak takip ediliyor ve toplam

44 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 45: Aktivist Dergi 6. Sayı

etkinliğiniz size kazanç olarak dönüyor.

Aktivist: Şu an aktif kampanyalarınız neler?Sosyologger: Şu an aktif kampanyamız Sosyologger’ın kendi kampanyası olan sinema bileti kampanyası. Bir ay süreli bu kampanyaya katılan tüm kullanıcılarımız arasından en yoğun etkileşimi sağlamış ilk 50 kişiye iki kişilik toplam 100 sinema bileti hediye ediyoruz. Kullanıcılarımız için sürprizlerimiz sürekli olarak devam edecek.

Aktivist: Ne tür şirketlerle, kullanıcıyı bir araya getiriyorsunuz? Sistemin, müşteriler açısından işleyişi nasıl?Sosyologger: Bu konuda bir kısıtlamamız yok aslında. Sosyal sermayesine katkı sağlamayı ve bunu organik olarak ölçümlemeyi hedefleyen tüm marka ve firmaları kullanıcılarımızla bir araya getirmeyi hedefliyoruz.

Sosyologger’ın sözünü etmediğimiz en önemli özelliklerinden biri dev veri projesi olmasıdır. Konu dev veri olduğunda da gelir modellerinin sonu yoktur diyebiliriz. Marka ve firmalara sunduğumuz özel projeler ve iç görü raporları, gelir modellerimizden en yoğun pazarlamayı düşündüğümüz iki tanesidir. Özel projeleri biraz açmak gerekirse; hedefimiz zaten marka/firma/konu ile ilgili olan Sosyologger kullanıcılarını bulup markanın onların ilgisini çekeceğine inandığı içerikle buluşturmak ve bu kullanıcıları oluşturdukları etki oranında marka aracılığıyla ödüllendirmek. Özel projelerde aslında markalara sunulan hizmet, paylaşılan içerikle ilgili oluşmuş gerçek etkinlik ölçümlemesidir. Geleneksel reklam modellerindeki gibi toplu iletişim yaparcasına hayran sayılarının başarı kabul edildiği dönemde, gerçek iletişim

gücünü gösteren, sosyal kapitale katkı sağlayacak direkt etkinliği ölçümlemek ve paylaşmak firmaların esas ihtiyaç duydukları konu diye düşünüyoruz.

Aktivist: Şirketler için sizler mi kampanya, caps vs. üreteceksiniz; yoksa onlar mı paylaşımları hazır gönderecek?Sosyologger: Başarılı bir çalışma için bizim yaklaşımımız, bu içeriklerin ortak planlanması olduğunu düşünüyoruz ama üretimini markaların ve firmaların kendisinin

ya da ajanslarının yapmasının doğru olduğuna inanıyoruz.

Aktivist: Sistemin gelecekte hangi noktaya ulaşacağını öngörüyorsunuz?Sosyologger: Gelecekte, zaman ne gösterir bilemeyiz ama Sosyologger gelişmeye çok açık bir proje olarak kurgulandı. Sürekli evrilmesi doğasında var. Bu sebeple planlarımızda yer alan, ikinci, hatta üçüncü fazda kullanıcılarımıza sağlayacağımız kazanç modellerini geliştirmeyi hedefliyoruz.

45

Page 46: Aktivist Dergi 6. Sayı

Timur Tiryaki

[email protected]

kişisel gelişim

kaderin ağlarını“

” okumak“Doğru yol, hayırlı yol, adına ne derseniz deyin, hayatın işaretleri ile kendini belli etmeye başlar.”

(2)

46 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 47: Aktivist Dergi 6. Sayı

Tolga’nın doğumuna 1 ay kalmıştı.

Ve her şey Gezi Parkındaki ağaçların kesil-mesi ile ilgili kararlar üzerine alevlendi. Barış-çıl protestolar yapan göstericilerin çadırları-nın ateşe verilmesi ise ateşi harlayan hareket oldu. Yanlış üzerine yanlış yapılmaya devam etti ve Türkiye’deki tehlikeli kutuplaşma oyu-nu birden ivmelendi.

Çiğdem’in karnı burnundaydı, ben sokaklar-da ya da balkonlarda tencere tava halindey-ken bir süre sonra Çiğdem de elinden gelen desteği sosyal medya üzerinden vermeye başladı. Yaşadığımız o sıra dışı ay, bizi de kendi gerçeklerimiz üzerinde düşündürdü. Kendi yaşam sistemimiz. Kendini gösteren toplumsal devinimin bize verdiği heyecan, günlük rutinimizi ve alışkanlıklarımızı sorgu-lattı. Kişisel yaşamımızda bir devrim gereki-yordu!

Bunun paralelinde kendi alanım ve mesleğim ile ilgili, bilgi olarak da bir kısır döngü içine girmeye başladığımı hissettiğim bir dönem-deydim. Kendi bilgilerimi geliştirmek, kendi-mi yenilemek ve yüksek eğitim yolculuğuna devam etmek istiyordum. Türkiye’de bir özel üniversitenin yüksek lisans programına kayıt oldum. Kayıt olduğum okul aman aman bir okul değildi, çok daha iyileri vardı ancak tam zamanlı çalışma ile bir arada yürümesi çok zordu bunların.

Tüm bu sorular aklımızda dolaşırken yeni bir soru daha tetiklendi. Oğlumuzu en azından bir süre yurtdışında yetiştirsek nasıl olurdu? Yüksek eğitimimi yurtdışında gerçekleştir-memin acaba yolculuğuma daha büyük bir katkısı olur muydu? Çiğdem’in hayalleri ile de kesişir miydi tüm bunlar? Acaba çocuklu-ğumun geçtiği, çok sevdiğim Kanada’ya gide-bilir miydik? Gitsek, ne yapardık acaba diye hayal kurmaya başladık.

Fikir TohumdurAğustos ayındaki bayram tatili sonrasında ofise geldiğim ilk pazartesi sabahı şirketimiz-deki Genel Müdürlerinden biri ile rastlaştım. 30 saniye önce ya da 30 saniye sonra gel-miş olsaydım belki kapıda rastlaşmayacaktık. İçeri girerken tatilde neler yaptığını sordum. “Kanada’daydım” diye cevap verdi. Ve sonra itiraf etti, “Ya aslında Pazartesi sabahı ilk iş seni görmeseydim herhalde bunu paylaş-mazdım” dedi “Kanada’da çok sık aklıma geldin, senin Kanada vatandaşlığın vardı diye hatırlıyorum neden Kanada’ya gitmiyorsun

diye düşünüp durdum” diye ekledi. Ofise geldim ve Çiğdem’i aradım. Hayatın işaret-lerinden ilkini almıştık. Doğru yol, hayırlı yol adına ne derseniz deyin, hayatın işaretleri ile kendini belli etmeye başlar. Ve işte bundan sonra her şey çığırından çıktı, kaderin ağları bizi zaten yönlendirmeye başladı.

Başvurabileceğim programları araştırmaya başladım. Ve biri o kadar içime sindi ki, tam tabiriyle programa aşık oldum. İşte ilerlemek istediğim alan dediğim bir alanı buldum. Ve bu program Calgary Üniversitesi’ndeydi. Kuzenlerimden birinin yaşadığı bir şehir ol-duğunu görmek sevindirmişti, şehri biraz araştırdığımda en güzel şehirlerden biri oldu-ğunu görmek daha da sevindirmişti.

Bu süreçte kader ağlarından başka bir tanesi daha kendini gösterdi. İş yerinde bir yönetici arayışı için bir head hunter – yönetici bulmaya yarayan firma/kişi – ile temas etmem gerekti. Kendisi ile yaptığımız sohbet sırasında bana kendi planlarımı da sordu. Calgary planım-dan kendisine bahsettim. Ofislerindeki çok değerli danışmanlardan birinin Calgary ofisi-nin kurucusu olduğunu ve orayı çok iyi bil-diğini söyledi. İstersem bizi tanıştırabileceğini söyledi. Calgary’deki uluslararası bir head hunterın kurucusu olan Türk ile tanışma ve sohbet fırsatı! Evren “Buyurun başka bir arzunuz var mı?” demeye başlamıştı adeta. Bu keyifli sohbet sonucunda kapı kapıyı açtı ve daha gitmeden Calgary’de iş bağlantıları oluşmaya başladı.

Tohum Yerini SevinceKaderin ağları devam ediyordu. Yıllar önce JCI’da bir konuşma yapmama yardımcı olan bir arkadaş, Propeller Club adındaki bir ku-lüpteki bir arkadaşına beni konuşmacı olarak önermiş. Bu hanımefendi ile konuşmalarımız kulübün Amerikalı başkanı ile beni ofisimde ziyaret etmelerine vesile oldu. Tanıştığım bu Amerikalı avukat beyefendi planlarımı öğrenince bana Calgary’de çok çok sevdiği bir Türk arkadaşından bahsetti, Solmaz ile tanışmamız böyle oldu. Başlayan elektronik posta sohbetleri ardından Solmaz bize müt-hiş yardımcı oldu. Derken bir gün kendisin-den bir mail geldi. Kanada’da Saskatoon’da oturan annesi ve babasının bir haber almış-lardı. Komşuları Feyhan Teyze yeğeninin Cal-gary’ye yerleşeceğinden bahsetmiş. Bu aca-ba siz olabilir misiniz? Dedi. Evet biziz diye yanıt verdim. Solmaz’ın çocukluğu kendi öz

teyzemin yan evinde geçmiş ve kendisini çok severmiş. Hatta annem son Kanada ziyare-tinde teyzem ve Solmaz’ın annesi ile birlikte yemek de yemişler! İsimler biraz karışmış ve dolanmış olabilir ama özeti şu, tesadüfen Calgary’de tanıştığımız bir kişinin yakın bir aile dostu ve neredeyse akraba çıkmış ol-ması komik doğrusu. Dünya ne kadar küçük bazen gerçekten… İşte kader bunun gibi ör-neklerle ağlarını örmeye başlamıştı.

Tohumdaki Bereket “Rızık”Elbette sadece 2-3 bağlantı ya da olasılık ye-terli olmayabilir bu değişiklikleri yapmak için. Ancak hayatın işaretlerini ve kaderin ağlarını okumaya başlamak için yeterli. Bu değişiklik sürecinde 6 aylık bir düşünme ve 6 aylık bir fiziksel, maddi planlama döneminden geçtik.

Sizin için kaderin hangi ağları ördüğünü göre-biliyor musunuz? İşaretleri görebiliyor musu-nuz? Gerekli kararları zor da olsa verebiliyor musunuz? Yolculuğa çıkmak için gerekli kon-disyonu (maddi, manevi), gerekli sermayeyi (maddi, psikolojik, duygusal) toparlamak için plan yapabiliyor musunuz? Elbette bunlar da hayatın mucizeleri ile gerçekleri arasındaki dengeyi kurmayı gerektiren sorular.

Çiğdem’in dedesinin güzel bir hikâyesi vardı. Dünyaya gelmeden önce insanın kaderinden gelen rızk kâğıdı melekler tarafından yırtı-lırmış ve parçaları dünyaya saçılırmış. Kimi zaman hepsi bir şehre, kimi zaman farklı şehirlere, kimi zaman da farklı ülkelere da-ğılırmış. İnsanın hayatı boyunca da zaten yapması gereken gidip rızk kâğıtlarını etraf-tan toplamakmış. Rızkın varsa orada zaten kapılar açılır, yoksa da insan yolculuğuna ve arayışına devam edermiş. Biz kâğıtlarımızı toplamaya gidiyoruz, ne kadar süre oradayız şimdilik belli değil. Teslimiyet içerisinde yol-culuğumuza devam ediyoruz. Belki 2-3 sene, belki 10 sene sonra görüşmek üzere diyoruz bu vesile ile.

İlk sayısından beri parçası, destekçisi ve oku-yucu olduğum Aktivist’ten de bu vesile ile kısa bir dinlenme molası rica ediyorum. Yeni dünyamızda, yeni bilgilerle, bakış açıları ile tekrar görüşünceye dek sevgiyle kalın.

Bu arada, gelişmeleri web sayfamdan ve Fa-cebook Page – Timur Tiryaki Başarı Akade-misinden takip edebilirsiniz.

Kaderin Ağlarını Okumak (1)’e buradan ulaşabilirsiniz.

47

Page 48: Aktivist Dergi 6. Sayı

hayali açlık

kın akraba. Üçüncü kişi ise sağlık sorun-ları sebebiyle kaç aydır ofise uğramasa bile maaşı yatıyordu.

Detayları boş verelim. Neticede perso-nel verim ortalaması hızla yükselecek. Ama bunu dışarıdan biriyle konuşacak olursam hemen verim artıran küçülmeyi ve özellikle artık çalışmayan personelin durumunu sorguluyorlar.

Depolama sistemleri üzerine bir panele katılmıştım yıllar önce. Büyük bir firma, ileri düzey bir otomasyon sistemine geç-mişti. Eskiden sadece depo içinde bile 300’den fazla insan çalıştırırlarken, şimdi temizlikçisiyle, güvenlikçisiyle, her şeyiyle toplam 70 kadar kişiyle aynı işi yapabi-liyorlarmış. Otomasyon kavramını çev-reme anlatırken, bizzat gerçekleşen bu projeyi konuştuğumuzda aldığım ilk tepki şuydu; “Yani 250 kişi işsiz mi kaldı?”

Kamuyu Personelleştirerek Sahiplenme SistemiSorun yaşadığım bir kurum var. Şimdi özelleşti ama çalışanları kamudan yeni firmaya transfer olmuşlar, yani memurlar hala. Kuruma gide gele o kadar çok sah-neye tanık oldum ki, memur hayatında-kilere içimden sabır diledim. Ama merak da ediyorum. O sebeple seneye memur olmayı düşünüyorum. Kısa bir süreliği-ne bu yapıdaki çalışma ortamlarında bulunarak insanları gözlemlemek… Çevremdeki “devlete kapağı atmak”

Müşterilerimden biri geçen hafta 3 kişiyi işten çıkardı. Bugünlerde sık oluyor, kriz ekonomisi, şirket küçülmeleri…

Oysa müşterim bu sebeple çıkarmamıştı. 3 kişi de verimliliği sorgulanan personel-lerdi. Hatta biri aile dostu, bir diğeri ya-

güdüsündeki arkadaşları, iş ortamında gözleyebileceğim. Ama bu bir fikir ne-ticede ve bu fikrimi paylaştığım kişilerin genelde ilk tepkisi, başkasının memuri-yet hayalini engelleyecek olmam.

Açıkçası bunu duyunca daha da heves-lendim.

KPSS ile memur olunuyor ya; Kamuyu Personelleştirerek Sahiplenme Siste-mi benim için. Umarım birisinin yerini alırım da kendi yolunu açmasına vesile olurum.

Evet. İşsiz kalan insanlar gelişen tekno-loji yüzünden işsiz mi bırakılıyor yoksa yaratabilecekleri diğer ihtimaller için imkân mı tanınıyor?

Ben bir memur hayali kuran kişinin yeri-ni mi gasp edeceğim yoksa kalkınmanın önündeki en büyük engelden bir insanı mı kurtarıp kendi olanaklarını açacağım?

Bu noktada zihnimde bir oksimoron canlandı, tezatlık içeren bir durum.

“Benim de girişimcilik hayallerim var ama çeşitli sebepler yüzünden şimdilik KPSS’ye çalışıyorum.” Birçok kişi, sa-dece kendi öyle bir durumdaymış gibi girişimcilik konuşulurken bunu söylüyor.

Her sorun yeni bir deneyim kapısı olur, her işsizlik yeni bir iş getirir, her kriz yeni bir fırsat doğurur ve her zorluk, hayalinin

bir küçük nazıdır onun için. Onlar işte hayalcilerdir. Hayallerini icra ederek bulundukları ortamda parmakla gösterilirler.

Mustafa Emin Palaz

[email protected]

kişisel gelişim

48 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 49: Aktivist Dergi 6. Sayı

Acaba girişimcilik dediğimiz yolculuk, her şey rahatken mi yapılıyor? Yoksa bilakis sorunlar arasından çözüm yaratma süreci mi bizleri girişimciliğe yöneltiyor?Tekrar bir düşünün lütfen!

Eğer “Ya haklısın ama…” diye başlayan bir cümle kuruyorsanız, güle güle!

Birkaç sene çalışıp, biraz bir şeyler biriktirip ayrılmayı düşünen kurnazlar…

Sistem sizden daha kurnaz… Ve verdiği morfin etkisiyle, “Ben az daha burada du-rayım” dedirtiyor çünkü o maaşlar, unvan-lar, yan imkânlar ufak morfin damlaları. Ve evet, duruyorsunuz, az daha duruyorsunuz ve gelişmiyor, kalıyorsunuz!

İşle alakalı olumsuz bir pencere daha açalım mı? Morfinlerden kurtuldunuz diyelim ve ken-di girişimlerinize yelken açtınız. Ama hiçbir şey dilediğiniz gibi gitmiyor. Uzun bir süre dikiş tutturamazsanız en kötü ne olur? Maddi alandan gidersek en kötü işsiz ka-lırsınız. İşsizliği uzun bir süre çözemezseniz en kötü ne olur? Parasız kalırsınız. Parasız-lığınızı uzun bir süre çözemezseniz en kötü ne olur? Aç kalırsınız.

Birileri hayal kurmaktan keyif alır ve hayal kurar, o kadar. Hayal kurar ve bırakır; hayal severdir onlar, hayalperest diye de bilinir.

Diğer grup ise hayal kurar ve onu icra ede-bilmek için her şeyi göğüsler. Her sorun yeni bir deneyim kapısı olur, her işsizlik yeni bir iş getirir, her kriz yeni bir fırsat doğurur ve her zorluk, hayalinin bir küçük nazıdır onun için. Onlar işte hayalcilerdir. Hayalle-rini icra ederek bulundukları ortamda par-makla gösterilirler.

İş kavramını da hayal kavramını da tekrar gözden geçirin.

Peki, parasızlığın getirdiği açlığınızı uzun bir süre çözemezseniz ne olur? Hiçbir şey!

Açlıktan daha ötesi yok. Açlıktan ölüm ha-beri neredeyse hiç duymamışızdır. Dolayı-sıyla ölmedikten sonra çözüm için önünüz-de bir sürü imkân yok mu?

Peki, bu cümleler kime ait? Öncelikle az önce anlattığım açlığı bizzat deneyimle-dim. İşlerimin berbat gittiği dönemler oldu, bunu düzeltmediğim ve kimseyle paylaş-madığım zamanlar oldu, hatta aylar sür-dü… Ama gördüm ki açlık korkulduğu gibi öldürmüyormuş. Bilakis beni daha cesur yaptı o günlerim. Ayrıca ailesinden destek almadan sıfırdan çevre yaratan, iş yaratan, işini global düzleme taşıyan bir basit insa-nım. Kendi işlerimin kötü gittiği zamanlar-da dışarıdan maaşlı iş teklifleri alıyordum. Ama onlardan birini kabul etseydim şu cümleyi rahatça yazamazdım:

“Hayal kur ve hayalini takip et.” (Dreamer, Tanrılar Okulu isimli kitaptan)

Normalde yazıyı burada kapatmak istemiş-tim, kısa bir değineyim hayallere.

Hayalci ve hayalperest arasında bir fark var, öyle küçük falan da değil, kocaman bir fark.

49

Page 50: Aktivist Dergi 6. Sayı

röportaj

50 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 51: Aktivist Dergi 6. Sayı

oyunculuk yolculuğunu

Cabaret’in Yıldızı

Mert Turak,anlatıyor

Aktivist: Mert, tiyatro maceran nasıl başladı?

Mert Turak: Lisede bir tiyatro oldu. Düğün ya da Davul’u oy-nadık ben de İbiş’i oynuyorum. Çok da aman aman bir iş çıkar-madım aslında o dönem. Okul-dan sonra annemler muhasebe firmamızda çalışmamızı istedi ama ben istemedim. Konserva-tuar sınavlarına girmeye başla-dım. Sonra bir liste yaptım. Bu sınav macerası gerçek bir koş-turmacadır. Eskişehir, Ankara, İzmir nerede sınav varsa oraya giriyorsun. Birinin birinci aşama-sını geçsen bile diğerine yetiş-meye çalışıyorsun. Bir süre sınav peşinde geçti. En sonunda 1998 yılında özel bir üniversiteyi ka-zandım. Hesaplar yapıldı falan, annem altınlarını babam ara-basını sattı. Ancak okul ödeme-si umduğumuzun üzerinde çıktı. Hiç unutmuyorum annem “Ben ne yapar eder seni bu okulda okuturum ama sen gerçekten bu okulu mu istiyorsun” diye sor-du. O an, yok anne dedim, ben başka bir okula gireceğim. Bir akşam telefon çaldı, Bülent Sey-ran, çok sevdiğim bir arkadaşım, Mert dedi Isparta’da tiyatro bö-lümü açılmış. Başında da bizim Öner Baker varmış. Baba dedim, böyle bir durum var. “Ben fikrimi değiştirmeden git” dedi, çan-ta zaten hazır, sınavdan sınava koşuyorum. Sınava girdim ve ka-zandım, 1998 yılında Isparta’da-Süleyman Demirel Üniversitesi

Mert Turak bir oyun-cu. Çok genç ancak birçok kez hem Afife Jale Ödülü hem de Sadri Alışık Ödülü al-mış. Son olarak Vasfi Rıza Zobu En İyi Erkek Oyuncu ödülü de yine kendisinin oldu. Geçtiğimiz sezon Şehir Tiyatroları’nda Cabaret tüm sezon boyunca kapalı gişe oynadı. Tiyatroda iz-lememiş olanlar ise onu TRT’de yayımla-nan Beni Böyle Sev ile tanıdı. Mert Turak son olarak, 15 Ocak 2015’te vizyona gi-recek, Mahsun Kır-mızıgül’ün son filmi Mucize ile kamera karşısındaydı.Mert Turak ile sine-mayı, tiyatroyu ama en çok da oyuncu olmayı konuştuk.

51

Page 52: Aktivist Dergi 6. Sayı

Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Oyunculuk bölümüne başla-dım ve iki yıl okudum, orada Gökhan Avkıran bizim derslere giriyordu, benim aklıma bir to-hum bıraktı ve gitti. Onun bana bıraktığı tohumla İstanbul’da

okuma isteği belirdi bende. O dönem de İzmir’e yatay geçiş yapmaya çalışıyorum. Notlarım da yüksek. Ve yatay geçişim kabul edildi. Ama hep hayalim-de İstanbul var, ÖSS’ye girdim.

Anneme dedim ki “İstanbul’a gidiyorum, bir daha gireyim sınava”, hiç hesapta yokken kazandım. İzmir’i bıraktım ve 2000 yılında İstanbul Üniversite-si Devlet Konservatuarında 1.sı-nıftan başladım.

Aktivist: Gerçekten azmetmiş olmalısın:) Sahneyle nasıl tanış-tın?

Mert Turak: 2003 yılında şehir ti-yatrolarına girdim. Haldun Ho-

ca’nın bir arkadaşı vardı, Hamlet sahneye konulacak. Ben de 2003 yılında Hamlet oyunuyla başla-dım Sonra da Kantocu geldi, ora-da da Çığırtkan’ı oynadım. Bu rol ile Afife Jale’de en iyi yardımcı oyuncu ödülünü aldım.

O sene ufaktan ismim duyulmaya başladı. Derken Kenan Işık, sah-neye Yaşar ne Yaşar ne Yaşamaz’ı koyacak. Ve henüz isim yapmamış birini arıyor. Ben gittim, Kenan Işık

52 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 53: Aktivist Dergi 6. Sayı

oturuyor ama hiç yüzüme bile bakmıyor. Ortam o kadar geril-di ki, Kenan Hoca’nın tavrından “Bu mu oynayacak ya” mesajı bana kadar geliyor :) Görüş-meye vesile olan arkadaşım da durmaksızın beni övüyor, Mert şöyledir, Mert böyledir, şu ödülü var falan. Hiç! Kenan Hoca’nın mimiği bile oynamıyor. En so-nunda “Hocam, Mert Malatya-lıdır” dedi. Onu duyunca kalktı Kenan Hoca “Yahu niye söyle-miyorsun!” dedi. Sarıldı, öptü beni. Ona da buradan geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyo-rum umarım en kısa zamanda aramıza döner. Bu oyunla Sadri Alışık En İyi Erkek Oyuncu Ödü-lü’nü aldım.

Aktivist: Ve şimdi de Caba-ret… Oyun çok sevildi. Caba-ret de sana ödül getirdi…

Mert Turak: Evet, Cabaret’ten önce oynadığım tüm rollerin, Cabaret’in prototipi olduğunu düşünüyorum. Soytarı, Çığırt-kan… Hepsi… Bu oyunla birçok ödül aldım. 8 ay Cabaret çalıştık biz. Orda mikrofonsuz şarkı söy-lüyoruz, orkestramız var. Gerçek bir performans oyunu. Gelecek sezon da devam edeceğiz.

Aktivist: Şu sıralar pek çok özel tiyatro var. Sen bir salon açmayı düşünüyor musun?

Mert Turak: Özel tiyatroda bi-liyorsun 10 kişi geliyosa fullsün:)ve iyi hissediyorsun, 5 kişi geli-yorsa, salon yarı dolu. 2 kişi ge-liyorsa da sana böyle ruhani bir şey geliyor “Oyyyynamam lazım!!!” :) Özel bir duygu, çok istiyorum ileride kendi tiyatromu yapmayı, kendi yazdığım şeyleri oynamayı çok istiyorum.

Aktivist: Tiyatrocular, sinema ya da dizi oyuncularından da biraz farklı oluyor gerçekten…

Mert Turak: Geçenlerde bir sinemacı arkadaşımla konuş-tuk, nedir bu tiyatroculardan çektiğimiz dedi. Neden dedim “E her şeyi biliyorlar arkadaş! Rejidir, kostümdür, montajdır, makyajdır. Her şeye dair bir fikir var.” Ben de ona ne ya-palım, bu ülkede tiyatrocular öyle yetişiyor dedim. Yani ben de Caberet’te kendi makyajı-mı kendim yapıyorum. Çünkü tiyatro dediğimiz zaman mi-lattan önceki metinler, buralar kaliteli topraklar; her şey o me-tinlerden geliyor. Dünyanın en iyi senaryolarında hala Shakes-peare’in kurguları var. Ve sen o kaynaktan geçiyorsun.

Aktivist: Oyundan sonra biri-lerinin seni görmek istemesi seni mutlu ediyor mu?

Mert Turak: Etmez mi? Çok gü-zel bir duygu. Ben de senelerce kendi beğendiğim oyuncuları bekledim. Özellikle tiyatro öğ-rencileriyle karşılaşmak beni çok çok mutlu ediyor.

Aktivist: Şimdi böyle ödüller, oyunlar, sinema filmi falan. Neler hissediyorsun, tatmin oluyor musun?

Mert Turak: Bence bir oyuncu kendi özel hayatına çok özen göstermeli. Ben hep kendimi beğendiğim oyuncuların yeri-ne koyarım. Şener Sen olsa ne yapardı, Bülent Emin Yarar bu-rada nasıl davranırdı. Bu bü-tün dünyanın problemi. Çok iyi oyuncular bile şartlara değil, yönetmene, hikâyeye bakıyor. Bir oyuncu bir şey yapıyorsa bunu kalbiyle yapmalı. Yoksa değecek bir kazanım olamaz verdiklerinin karşılığı. Sen her rolde, her oyunda kendinden bir parça bırakıyorsun ardında. Ben bir şeyi tüm kalbiyle yap-mak isteyen insanlardanım. Bu yüzden biraz zor oluyor kendini hatırlaman. Turgut Uyar’ın bir şiiri

53

Page 54: Aktivist Dergi 6. Sayı

vardı ya, “Durma sevgilim, ken-dini hatırlat, hadi gel göğe ba-kalım” bir oyuncunun da sık sık kendini hatırlaması gerekir. Yok-sa çok kolay kendinizi unutup gitmeniz. Celebrty diye bir kav-ram var mesela. Ben “semisele-biriti” oluyorum meselaJ Marlon Brando’nun çok güzel bir sözü var, “İnsanların size dair yarattığı dünyada yaşamaya başlarsa-nız, yapacak hiçbir şey yoktur sizin için”.

Aktivist: Sinema filminde oy-namak nasıl gelişti?

Mert Turak: Bu yıl da Mahsun Kırmızıgül’ün filmi Mucize’de oynadım. Ben tiyatrodaki ma-ratonu 2003’ten 2013’e kadar çok hızlı koştum, çok da şans-lıydım. Bütün o güzel oyunlar bana nasip oldu. Dedim ki çok tiyatro yaptım keşke bir sinema filmi olsa… Tam o dönemde Mahsun Kırmızıgül aradı. “Özür-lü bir çocuğu oynayacaksın. Bir de arkadaşın olacak, At” dedi. Ben de nasıl hayvandan korka-rım! Bir anda başka bir serüven

başladı. 60’larda geçiyor film. Egeli bir öğretmenin, ki Talat Bu-lut oynuyor, Kars’a atanmasıy-la başlıyor hikaye ve öğretmen orada özürlü bir çocuk olan Aziz-le tanışıyor. Aralarında başka bir dostluk başlıyor. Benim ilk başro-lümdü.

Aktivist: Sinema, farklı mıy-mış?

Mert Turak: Başka bir serüven ve sahada öğrendiğiniz bir iş. Ne kadar gözlem ve düşünme dönemi yaşasanız da sahada öğrendiğiniz bir şey. Bir aileyle tanıştım. Çocuklarından biri en-gelli biri de kör olarak doğmuş. Bir süre onlarla beraber oldum. Sonrasında da Karsa gittim. Erol Demiröz, Ali Sürmeli, Erdem Ye-ner, Talat Bulut gibi oyuncularla çalıştık. Tiyatroda şuna alışıksınız,

54 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 55: Aktivist Dergi 6. Sayı

bir şey yaparsınız ve hemen size döner, olumlu ya da olumsuz. Ama sinemada bir sürü teknik ayrıntı, görüntü tutturma gibi şeyler oluyor. İyi oynuyorsun ama bulut geçiyor mesela, ye-niden çekiyorsun; en kötü oyna-dığına da oldu diyorlar. Oyuncu-nun kendine acımasız olması ve olmaması gereken bir süreçmiş. Ben de bir sürü yönümü bu filmle öğrendim.

Aktivist: Kars’ta günler nasıl geçti?

Mert Turak: Güzel kısmı 2.500 ra-kımdaki bir köye çıkıp, beraber oynadığımız atım Piafla, birlikte olmaktı. Bir gün sete 35-40 tane cirit atı geldi. Piaf o arada düşüp sakatlanmış. Yanına gittiğimde bana sanki sitem eder gibi bak-tı. Çok güzel bir ilişki oldu aramız-

da. Filmin en güzel zamanlarını Piafla geçirdim. Çok ilginçti.

Aktivist: Mahsun Kırmızıgül na-sıl bir yönetmen sence?

Mert Turak: Mahsun Kırmızıgül hakikaten çok özel bir yetenek. Gerek yönetmen olarak, gerekse insan olarak gerçekten çok özel biri. Hiçbirimizi kırmadı, üzmedi, hepimizden çok çalıştı.

Aktivist: Şimdilerde bir projen var mı?

Mert Turak: Bana sorarsan dizi yapmak ister misin diye, eğlene-ceksem, ayaklarım geri geri git-meyecekse isterim gerçekten. Şu an şehir tiyatrolarında sadece Ca-baret’te oyunuyorum. Önümüz-deki sezon, şu an için bir şey yok.

Ve bir oyuncu için dinlenmek de gerekiyor. Ben de bu sessiz zamanı iyi değerlendirmek istiyorum. Haz-metmek ve kendinle yeniden yüz-leşmek için çok güzel zamanlar. En yakınındaki insanın bile seni dilin-den dökülen pohpohlayıcı sözler seni yanıltabilir. Bu başarı odaklı sözler, başarı odaklı sistem seni bir yandan da madde bağımlısı gibi yapıyor. Şimdi başardım diyemem ama başardım dediğim şey şu, neyi yapamadığımı fark etmek, neye gücümün yetmediğini, ye-tersiz olduklarımı fark etmek, sınır-larımı bilmek. Galiba bu biraz üze-rindeki yükü alıyor. Çünkü ipin ucu kaçarsa ben, dünyanın en kibirli en şımarık insanına dönüşebilirim. Marlon Brando’nun çok güzel bir sözü var. İnsanların size dair yarat-tığı dünyada yaşamaya başlarsa-nız, yapacak hiçbir şey yoktur sizin için” diyor

55

Page 56: Aktivist Dergi 6. Sayı
Page 57: Aktivist Dergi 6. Sayı

bereketdosya:

Page 58: Aktivist Dergi 6. Sayı

Dergimizin biricik yazar-larından, Para Psikoloğu adlı kitabın yazarı Finans Danışman Hakan Ayvaz ile daha önce ikinci sa-yımızda yine para ile ilgili söyleşmiştik. O zaman ko-nuştuklarımıza buradan ulaşabilirsiniz. Şimdi de konumuz “Bolluk&Bereket” olunca, elbette yine ken-disine soracak birçok so-rumuz oldu. Hakan Ayvaz yanıtladı, “Para iyi midir, kötü müdür, kendisini şey-tan mı doldurur yoksa ma-sum bir güvercin midir?” Hepsi burada:)

Aktivist: Türk insanın “para” ile ilgili kültürel inançlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hakan Ayvaz: Türk toplumunun para ile ilgili inanç yapısı eşi ben-zeri olmayan tezatlarla örülmüş. Hem paradan neredeyse nefret edip hem de yaşamın en önem-li yapı taşı olarak odakta tutmak pek anlaşılır bir anlayış değil as-lında. Parayı kararsızlaştıran ve korkutan bir yaklaşım bu. Tarih boyunca para ve zenginlik konu-sunda olumsuz düşünceleri üret-miş toplumumuz. Kirli ve mutluluk düşmanı ilan etmişiz. Ama bir o kadar da hayatın kaynağı olarak görmüşüz. Hem zenginliğin mak-bul olmadığını düşünmüşüz hem de zengin olmak için çabalamı-şız. Elbette bunun sebepleri var. Sebebin bir kısmı güven bunalı-mından geliyor. Güvende olma-nın tek yolunun zenginleşmekten

geçtiğine inanmışız. Bir kısmı da parayı elde etmenin çok zor ol-duğuna karar vermiş olmamızdan kaynaklanıyor. Aslında genişletti-ğimiz ihtiyaç havuzunu doldura-cak kadar para kazanmanın zor oluşu bu sebebi körüklemiş. Ya-şam kalitesini üst seviyede tutmak için en riskli yolu benimsiyoruz. Para ile elde ettiğimiz unsurların sağladığı yaşam kalitesini gerçek sanıyor oluşumuz etken burada. Biz sahiplik hormonu oldukça ge-lişmiş bir toplumuz. Daha çok şeye sahip olmanın yaşam kalitesini ar-tırdığını düşünüyoruz. Bütün bun-lara iç dünyamızda geliştirdiğimiz parasız kalma korkusu da ekle-nince problem yumağı büyümüş durumda. Bu durum sosyopolitik alanda artık kullanılıyor. Yani top-lumsal olarak kısa zamanda bir gelişme elde etmek, bu problem yumağından kurtulmak zor gö-rünüyor. Ama bireysel olarak en

röportaj

para güzel dir!

58 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 59: Aktivist Dergi 6. Sayı

azından problemin büyümesine katkıda bulunmamak ve kendi öz yaşam kalitemizi artırmak müm-kün elbette.

Aktivist: Sizin “para” ile ilgili far-kındalığınız nasıl gelişti?

Hakan Ayvaz: Sisteme olan gü-veniniz geliştikçe para ile ilgili farkındalığınız da gelişiyor. Yaşa-dıklarımızı, karşılaştığımız olayları öncesi ve sonrası ile dikkatle de-ğerlendirmemiz gerekiyor. Kor-kularımızı ve bu korkuların bize neler yaşatabildiği gerçeğini mutlaka yalıngözle görebilmemiz gerekiyor. Kişisel yaşam kalitemi-zi gerçekte nelerin geliştirdiğini anlamamız gerekiyor. Sistemin mükemmelliğine inanmış, kendini tanımayı ve tanımlamayı başar-mış, ruhunun ihtiyaçlarını tespit edebilmiş bir bireyin para ile ilgili farkındalığı otomatik olarak geli-şecektir. Bunun başka bir yolu ve yöntemi yok açıkçası.

Aktivist: Parasal tablomuzu na-sıl oluşturabiliriz?

Hakan Ayvaz: Parasal tablo-muzda iki unsur var. Kazanıyoruz ve harcıyoruz. Bunu küçük yaş-tan itibaren yapıyoruz. Burada önemli olan nereye konsantre olduğumuz. Para ile ilişkimizde stresin boyutunu yükselten unsur harcama listesinin içeriğini olması gerekenden daha hızlı büyütmek oluyor genelde. Kazanç tarafını geliştirebilmek mümkün herkes için. Ancak, harcama tarafını hızlı büyüttüğünüz zaman kazanç ta-rafını baskı altına alıyorsunuz. Bu-nun sonucunda harcamalarınızı çoktan büyütmüşken kazanç ha-vuzunu baskıladığınız için maale-sef büyütememiş oluyorsunuz. Ve kendinizi, kendi elinizle müthiş bir mutsuzluğun ortasına sürüklemiş oluyorsunuz. Para ile ilişkiniz bo-zuldukça bozuluyor, toparlanması zor bir hale geliyor.

Parasal tablonuz daima kazanç havuzunun doluluk seviyesi dikka-te alınarak oluşturulmalı. İhtiyaç gelişiminiz kazanç havuzunuzun gelişimine paralel değişmeli. El-

bette hayaller olmalı. Elbette ya-şam kalitemizi gerçekten artı-racağına inandığımız unsurlara ulaşmayı önemsemeliyiz. Bu un-surlar bizi motive etmeli. Bu mo-tivasyon kazanç havuzumuzu büyütmek için bizim çok işimize yarayacaktır çünkü. Ancak, ge-lişimin yönünü doğru çalıştırırsak stresin boyutunu yükseltmemiş oluruz, kazanç aktivitesini baskıla-mamış oluruz. Para için güvenli bir alan oluşturmuş olacağımız için mutlaka, er ya da geç hayalle-re ulaşılacaktır. Sabırlı olabilmek, planlı davranabilmek önemli.

Yaşam İçerisinde Sabırsızlık Hâkim

Aktivist: Birikimin yapmanın ge-lir/gider hesabı içinde bir for-mülü var mıdır?

Hakan Ayvaz: Birikim, mutlaka ihtiyaç haline dönüştürülmüş bir hayal için planlanmalı. Çünkü genellikle birikim konsantrasyonu bazı alanlarda feragat davranı-şını gerektirecektir. Feragat sizi, hak etmiş olduğunuz bazı yaşam zevklerinden mahrum edecektir. Ancak bu feragat bir hayal için yapılmıyorsa, birikimi bir yaşam stili haline getirmişseniz ve sonsuz bir birikim eğilimi içindeyseniz, bu eğilim sizi yalnızlaştıracaktır. Para-ya olan aşkınızın her geçen gün büyüyeceğini söyleyebilirim. An-cak, bu aşkın yaşam kalitenize bir katkısı olacağını düşünmüyorum.

İhtiyaç haline dönüştürülmüş bir hayal için birikim gönüllü feragat-lere karar vermeyi gerektirecektir. Bu kararı verirken şunu asla göz ardı etmemeliyiz. İnsan olduğu-muzu, yaşam standardının doğal hakkımız olduğunu ve feragat ederken bu standardı korumamız gerektiğini asla unutmamalıyız. Yaşamı pişmanlıkların gölgesinde bırakmanın pek akıllıca bir hare-ket olmayacağını özellikle belirt-mek istiyorum. Eğer hali hazırda arzu ettiğimiz yaşam kalitesine sahipsek ve kazanç/harcama dengesi fazla veriyor ise ve oluşan

birikimi yönlendirebileceğimiz bir hayalimiz de kalmamış ise paylaş-mayı deneyimlemeyi öneriyorum. Paylaşma hareketinin yaşam kali-tesine olumlu etkisi olduğunu söy-leyebiliriz.

Aktivist: İnsanlar eskiden, ge-lecek ihtiyaçları için önceden para biriktirir sonra o bütçe içinde harcamalarını yapardı; bayram alışverişi, tadilat, yeni eşya vs. Şimdi, özellikle büyük şehirlerde benzer tutum sergile-yen insan yok gibi. Bu gerçeği göz önüne alarak, bizim gibi yeni başlayacak olanları “terbi-ye:)” etmek için sihirli bir bakış açısı var mı, bizimkini değiştire-lim hemen:)

Hakan Ayvaz: Aslında az önce bu sorunun da cevabını vermiş oldum. Ancak, bu soru özelinde ilavem şu:

Sadece büyük şehirlerde de-ğil artık toplumun genelinde bu davranış şeklini görmek mümkün olmuyor. Çünkü, yaşam içerisin-de sabırsızlık hakim. Hal böyle olunca, oluşmuş olan ve henüz ihtiyaç olduğu kanıksanmamış bu durum, tüketimi canlı tutmak isteyen piyasalar tarafından fark edildi. Ve sizin sözünü ettiğiniz tu-tumu sergilemeye gerek kalmadı

“Sistemin mükemmelliğine inanmış, kendini

tanımayı ve tanımlamayı

başarmış, ruhunun ihtiyaçlarını tespit

edebilmiş bir bireyin para ile ilgili farkındalığı

otomatik olarak gelişecektir. Bunun

başka bir yolu ve yöntemi yok”

59

Page 60: Aktivist Dergi 6. Sayı

pratikte. Sabredilmesine gerek olmadığı aşılandı topluma. Borç-lanabilme opsiyonu fazlasıyla pompalandı maalesef. Sihirli ba-kış açısı ihtiyaca dönüştürülmüş bir hayal için, gönüllü feragat ile elde edilmiş planlı ve sabırlı biri-kim modelidir.

Aktivist: “Cazip kredi fırsatı” gibi sloganlar döndürüyor ban-kalar. Kredi hangi durumlarda cazip bir fırsattır?

Hakan Ayvaz: Kredi sadece ger-çekten yaşam kalitenizi artıraca-ğına karar verdiğiniz bir hayalin gerçekleştirilmesi sonucunda varlık artışı sağlayan, likidite ka-biliyeti olan unsurlara ulaşmak için kullanılıyorsa cazip bir fırsat-tır. Ve prensip olarak harcama havuzunuzda gönüllü olarak karar verdiğiniz feragat ile olu-şan birikim tutarını aşmayacak aylık taksitler benimsenmelidir. Şunu unutmamak gerekir. Kredi ile elde edeceğiniz unsurun likit olma kabiliyeti olabilmesi, yaşam stresinizi düşürecektir. Sonuçta borçlanma ciddi bir stres içerir. Asla “Nasıl olsa zaman içerisinde kazanç havuzum büyür ve daha rahat öderim” öngörüşü ile hare-ket etmemek gerekir. Vadesinin uzunluğu da yaşamımız üzerinde ciddi bir baskı oluşturacaktır. Bu durumun kazanç tarafını baskı-lamasına izin vermemek gerekir. Para ile ilişkimizin bozulmasına se-bep olacaktır çünkü. Buna dikkat diyorum özellikle.

Arzu, İhtiyacı Besleyen En Önemli

Unsurların Başında Gelir

Aktivist: Peki, iş kurmak ya da işleri büyütmek için kredi almayı öneriyor musunuz?

Hakan Ayvaz: Bireysel alanda tavsiye ettiğim bakış açısı bu-rada da aynen geçerli aslında. Bu işi kurmanız veya büyütme-niz sizin için ne kadar önemli?

Burada aslında kredi alma ka-rarından önce, iş kurma veya işi büyütme kararlılığını sorgu-lamak daha önemli. Yaşamını-zın geride kalan kısmında para ile ilgili farkındalık düzeyinizde bir sorun yoksa ve bu işi kur-manız veya büyütmeniz sizin yaşam kalitenizi gerçekten ar-tıracaksa, öncelikle mevcut kaynaklarınızı gözden geçir-meniz gerekecek. Bu yatırımın tüm varlıklarınızı tüketmemesi son derece önemli bir nokta. Kurulan işin veya büyütülen işin hemen, birinci günden karşılı-ğını size hediye etmeyeceği-ni bilmeniz gerekiyor. Dolayısı ile bir dönem taksitleri finanse edecek birikiminizin hazır ol-ması gerekiyor. Çünkü kazanç havuzunuzu dolduran kaynak bu iş. Benim önerim; kurulan işe göre değişebilmekle birlikte or-talama bir yıllık bir süreyi finan-se edebilecek birikim düzeyinin korunmasıdır.

Aktivist: Çağımızda tüketim alışkanlıkları çok değişti. “Arzu ile ihtiyaç” kavramları-nı ayırt edemez bir hale gel-dik. Herhangi bir şey satın almadan önce, kendimize hangi soruları sormalıyız?

Hakan Ayvaz: Arzu, ihtiyacı besleyen en önemli unsurla-rın başında gelir. Arzu ettiğimiz şeye ulaşmak üzere harekete geçmişsek artık onu bir ihtiyaç olarak benimsemiş oluyoruz. İşte bu arada olup biten önem-li. Yani arzunun ihtiyaca dönüş-me süreci. Tüm arzularımızın ihti-yaca dönüşmesi biraz tehlikeli. Ancak, hiçbir arzunun ihtiyaca dönüşememesi de tehlikeli. Burada dengeyi koruyabilmek gerekiyor. İnsan sosyal bir var-lık. Yaşam boyunca ruhunun beslenebilmesi için sosyal alan-da aktif kalabilmelidir. Arzula-dığımız bir unsura ulaşabilmek bu açıdan son derece önemli. İşte bu dengeyi koruyabilme-nin yolu da şu aslında. Arzunun ihtiyaca dönüşme sürecinde değerlendirme yapmamız ge-

rekiyor. Eğer biz halihazırda bir hayalimizi ihtiyaca dönüş-türmüş ve bunun için feragat ediyorsak bu arzunun ihtiya-ca dönüşebilmesi mutlaka ila-ve bir feragat gerektirecektir. Hangi yaşam unsurundan fe-ragat edeceğimize karar verip bu arzumuzu gidermeliyiz. Ayrı-ca, arzunun ihtiyaca dönüşme sürecini biraz uzatmanın her zaman çok faydası olacaktır. Çünkü arzunun satın alma dür-tüsü, ihtiyaç kadar uzun ömür-lü değildir. Kuvvetli olduğu ilk anda değil de ertelenmiş bir anda satın almaya dönüştürü-lürse çok daha rasyonel bir so-nuca ulaşılacaktır.

Aktivist: Artık kimse kimse-den borç isteyemiyor. Aile, arkadaş, akraba arasında para alış verişi bitti gibi. Siz “borç” kavramına nasıl ba-kıyorsunuz? Borç almanın ve borç vermenin kuralları ne-lerdir?

Hakan Ayvaz: Toplumsal yak-laşımların değiştiği bir gerçek. Bunun en önemli sebebi top-lumsal olarak para ile ilişkimizin pek iyi olmaması aslında. Bir gerçek de artık toplum içeri-sinde insanların birbirine olan duygusal ihtiyaç düzeyinin de çok düşmüş olması. Özellikle borç verme tarafındaki hare-ket tarzını etkilediğini düşünü-yorum bu değişimin. Borç al-manın da borç vermenin de en önemli kuralı birbirini çok iyi tanımaktır. Borç alışverişi ilişkiyi ister istemez farklı bir boyuta taşır. Bunu göze almak gerekir. Çok gerekmedikçe bu alışveri-şe girilmesini önermiyorum as-lında. Borç alma hareketi bana sorarsanız son çare olmalıdır. Borç verecek kişinin de yuka-rıda sözünü ettiğim “birikimini paylaşabilme” pozisyonunda olması esastır. Çünkü bu bir risk-tir. Ve en önemli kaybı bozulan ilişki olacaktır.

Aktivist: Diğer yandan bakıl-dığında herkes bir şekilde

60 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 61: Aktivist Dergi 6. Sayı

para sıkıntısı çekiyor. Ülke-mizde, parasal duruma göre yapılan sınıflandırma yok oldu gibi. Artık, yoksullar, ne olduğunu bilmeyenler ve zenginler varJ Diğer yandan özellikle maaşla çalışanlar gerçek anlamda “ay sonu sendromu” yaşıyorlar. Var olan sistemdeki “maaş-yev-miye-asgari ücret düzeni” ça-tırdıyor olabilir mi?

Hakan Ayvaz: Ben bunu pa-ranın güven bunalımı olarak tanımlıyorum. İş veren bir işi ka-liteli ve ucuza yaptırmanın yo-lunu zorlarken, iş gücü ise bir işi en az efor harcayarak en yük-sek ücretle yapmanın yolunu zorluyor. Bu zorlayıcı bir çekiş-me. Her iki taraf parayı kendine doğru çekiştiriyor. Bunun aşıl-ması gerekiyor. Öncelikle stan-dartların oturması gerekiyor. Bir de tabii ki yukarıda sözünü etti-ğimiz kazanç/harcama havuz-larının dengesinin farkındalıkla sağlanması şart.

Aktivist: Peki, çocuklarımızın para ile ilişkisini düzenlerken, nasıl tutum sergilemeliyiz?

Hakan Ayvaz: Çocuklarımı-zın değer kavramını öğrenme-si gerekiyor. Daha rakamlara dökmeden bunu öğretmeliyiz. Çocuğa kendi dünyasından, kendi değerler havuzundan örnekler vererek değer ölçüm-lemesini öğretmemiz gerekiyor. Bunun arkasından rakamlara dökmek işi çok kolaylaştıra-caktır. Ayrıca, bütçe kavramını aşılamamız gerekiyor. Yani, ka-zanç/harcama dengesi. Bunun için, ilköğretim düzeyinde belirli bir kazanç sistemine sahip ol-masını ve kendine öz harcama havuzunu buna göre oluştur-masını öğretmemiz gerekiyor. Bunu öğrenmesinin yanında kanıksaması için biz örnek ol-malıyız elbette. Bütün bunları yaparken asla yoksunluk bilin-ci geliştirmesine izin vermemiz gerekiyor. Çocuğumuzun bazı şeyleri ulaşılamaz bilmesi, ilerle-

yen hayatında para ile olumlu bir ilişki kurmasına engel ola-caktır. Özellikle kaçınmalıyız bu bilinçten. Unutmamamız ge-reken şey, ne öğretirsek öğre-telim, eğer biz uygulamıyorsak kalıcı olmayacaktır, yerleşme-yecektir.

Aktivist: Bir de “Bereket Etki-si” var:) Sizin evinize ve yaşa-mına etki eden inanışlarınız ve tutumlarınız var mıdır? Bi-zimle paylaşabilir misiniz?

Hakan Ayvaz: Güzel bir laf var-dır. Azla yetinmeyen çoğu bu-lamaz. Tabii burada azla yetin ve sesini hiç çıkarma demek is-tenmemiş. Sadece, azı beğen-meyip para ile ilişkini bozma, kazanç aktivitesini baskılama,

kendi önünü kapatma demek istenmiş. Ne kadar olursa ol-sun kazancımı ve bu kazancı bana sağlayanı sevdim daima. Bir de daima hak ettiğim stan-dardı korumayı ilke edindim. Ne için çalıştığımı, kazandığımı unutmadım. Daima güne er-ken başlamayı, günün ilk taze enerjisinden faydalanmayı önemsedim. Vicdanlı olmayı, paylaşmayı yaşamımın önemli unsurları arasına koydum. Yaşa-mımızdaki her unsurun bir enerji varlığı olduğunu ve onunla bir enerji alışverişinde olduğumu düşünürüm hep. Bu sebeple para ile ilişkimi daima aktif ve olumlu düzeyde tutuyorum. Ve en önemlisi, sisteme olan inan-cımı ve güvenimi hiçbir zaman kaybetmiyorum.

61

Page 62: Aktivist Dergi 6. Sayı

Hintlilerin çok güzel bir sözü var “Yemek Tanrıdır”. Felsefi olarak çok derinlikli bir söz. Yeni akımlardan birinde de “Ne yersen, O’sun” diyorlar. 21.yy insanı, en temel ihtiyacıyla ilgili farkındalığını belki de yeni yeni kazanıyor.

Yemek sadece yemek olmalı. En basit haliyle. En temel ihtiya-cımız. Bazen düşünmüyor değilim, dünyada ya da ülkemizde büyük bir kriz olsa, kendi kendini doyuramayacak ne çok insan var. Hele ki erkekler! Oysa mutfak bir evin kalbidir, can suyudur, özüdür. Belki de artık oraya geri dönmenin vakti geldi. Yeniden yemek pişirmenin vakti geldi. Bakmayın siz, birileri bir şeyleri demode bulalım istiyor, daha çok harcayalım, daha çok kendine

yetemez olalım, daha çok mutsuz olalım istiyor. Sanki, bize öyle geliyor.

Mutfak sadece kadınlar için mi?

Aslında yanlış başlık. Mutfak sadece bazı kadınlar için mi? Çünkü değişen yaşam şartları, eskiye nazaran kadınların çalışma haya-tında daha fazla yer alması bazı kadınları mutfaktan uzaklaştırdı. Erkeklerin pek çoğu ise hâlihazırda mutfakta bir şeyler yapmak-tan “hicap duyar” halde.

Oysa mutfak herkes içindir :) Toplumsal imaj, örfi alışkanlıklar, bilinçaltı kodları, mahalle baskısı… Bazı erkekler, sanki iki kap yemek pişirseler dünyanın en rezil erkeği olacaklarmış gibi his-sediyorlar. Oysa biz filmlerde krep yapan Brad Pitt, omlet yapan Al Pacino gördük. Ne oldu, incileri mi döküldü :) Yok, hayır, feminist laflar değil bu söylediklerim; bilakis pek hümanist. Kadınlar üzerindeki baskıların benzeri aslında erkekler üzerinde de var. Bizleri hanım hanımcık yapmaya çalışan sistem, erkekleri de azıcık beceriksiz yaptı. Bence tüm erkekler bu duruma isyan etmeli: “Ben de Ezo Gelin Çorbası yapıcam! Ben de Erişte kesi-cem! Ben de Zeytinyağlı Enginar pişiricem!”

güncel

“MUTFAĞA DÖNÜŞ 1”Biliyorsunuz, konumuz bereket… Ve bereket önce mutfaktan geçiyor. Herhangi bir şeyi ziyan etmemek, var olanı çoğaltmak, sabırla yeni bir şey yaratmaya çalışmak… Belki de insanların en çok, “doymak, lezzet ve tatmin” kavramlarını yeniden ele alması gerekiyor. Yemeği statü göstergesi olmaktan çıkarmak gerekiyor. Hoş, tümden statü kavramına çok da değer verme-mek gerekiyor ya:)

en güzel yemek, evde pişen yemek!Hazırlayan: Serda Kranda Kapucuoğlu

62 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 63: Aktivist Dergi 6. Sayı

Biz 21. Yüzyıl insanı neler başardık, mercimek çorbasından mı korkacağız?

Evet. Çok yorgun olduğumuz bir gerçek. Bizden beklenen o kadar çok şey var ki! Günde sekiz on saat çalışacağız, hak et-tiğimizin çok azını para olarak kazanacağız, kazandığımızın çok daha fazlasını harcayarak ancak hayatta kalabileceğiz, bu esna-da kendimizi her fırsatta değersiz, eksik, yetersiz hissedeceğiz. Avunmakla o kadar meşgul olacağız ki, övünmeyi aklımıza bile getirmeyeceğiz.

Kocaman buzdolaplarımız olacak, içini doldurmak için ömrümü-zü tüketeceğiz, fırınlarımız dört gözlü olacak ancak dördü birin-den çalışırken içimize fenalıklar da gelecek. Büyük ya da küçük, evlerimizi kabul görecek hale getireceğiz, aylık üyeliklerimiz, zorunlu faturalarımız, vergilerimiz, sabit giderlerimiz boyumu-zu aşacak ancak bunu belli etmemek için var gücümüzle giyip, kuşanacağız, süslenip püsleneceğiz. Tepeden tırnağa marka gi-yineceğiz, sanki kendimiz bir marka değilmişiz gibi, “cemiyet” bizi el üstünde tutsun, bize burun kıvırmasın diye harcadıkça harcayacağız ama kuyruğu da dik tutacağız! Bu arada da dünyayı kurtarmamız da beklenecek. Oldu :)

Şükürdür, sabırdır, hamdetmektir, umuttur, beklentidir, öz-lemdir bizden sorulacak. Her şeye sahip olabilecek kadar özgür ancak çoğuna sahip olamayacak kadar güçsüz olacağız:) Sahip olduğumuz şey kadarıyla da değerli olacağız.

Ama tabii bu arada çok mutlu da olacağız. Hele ki İstanbul’da. Kolay mı? Üstelik her gün en az bir kere böyle hissederken:

BİZ!!! Mercimek Çorbası mı pişiremeyeceğiz yani!

Mutfakta başarılı olmanın sırları

Yemek pişirmek dünyanın en önemli işidir neden mi? Çünkü pişiremezsen, başkalarına bağımlı kalırsın ve yemezsen yaşa-yamazsın. Bu iç gıcıklayıcı başlıkla subliminal bir çağrışıma yol açtığımızı umarak sizin için bir liste hazırladık. Bu küçük liste, mutfağınıza bir daha bakmak için sizi yüreklendirir umarım; biz size inanıyoruz:)

üMutfak mabettir. Evinizdeki yaşamın ne derece mut-

luluk verici olduğunu mutfağınıza bakarak anlayabilirsiniz. Eski, yeni, şık ya da dökük olması fark etmez. İçinde kek pişiyor mu, ondan bahsedin:)

üMutfağınızı düzenleyin, nerede ne olduğunu bilin. Ora-nın hakimiyeti sizde, ne derseniz o!

üEksiklerinizi saptayın. Üstat sizsiniz…

üFonksiyonel gereçler, pratik elektrikli mutfak aletleri, karıştırma kapları, kesme tahtası, rende, tahta-çelik-silikon ka-şık, spatula ve karışma aletlerini kontrol edin, yoksa mutlaka edinin. Alet işler, el övünür. Bu sözü seveceksiniz:)

üStreç Film, yağlı kağıt, alüminyum folyo, buzdolabı po-şeti gibi sarf malzemeleri edinin. Sarf dediysek, bir bildiğimiz var!

üKilerinizi kontrol edin. Yemek pişirebileceğiniz temel bakliyatların, yağların, tuzun, unun, yumurtanın, patates ve so-ğanın, salçanın, şekerin mutfağınızda hep olmasını sağlayın.

üOlabildiğince aynı marketten, kasaptan, manavdan alışveriş etmeye çalışın, onlarla tanışın. Esnaf candır ve hem de ne pişireceğinize çoğu zaman onlar karar verecek. “Sana patlı-can vermiyim abi, sen bezelye al”

üBüyük tencereler, büyük tepsiler, büyük pişirme kapla-rı yerine daha küçük olanlardan edinin ve misafir gelmeyecekse onlarla yemek pişirmeyin. Küçük tencere, az ölçü, az malzeme, az zaman ve hiç israf demek.

üMutfağınıza minik bir radyo koyun, sizi eğlendirecek, mutlu edecektir.

üGeleneksel Türk sebze yemeklerinin neredeyse hepsi-nin aynı usulde piştiğini söylememiz gerekir. Üstelik iki-üç kişilik bir yemek en fazla bir saatte pişmiş olacaktır. Soğanı pembeleş-tirmeyi, malzemeleri “şöyle bir çevirmeyi”, bir yemeğe ne kadar su konulacağını bilin yeter.

üYalnızım, tek kişilik yemek mi pişireyim demeyin. Ken-diniz için bir şey yapmanın en önemli adımı; yemek pişirmek olabilir!

üSon olarak, bırakın düdüklü tencereniz mikrodalga fı-rınınızı dövsün!

63

Page 64: Aktivist Dergi 6. Sayı

“Maya”her şeyin başlangıcı, ilk hali, atası:

konuk yazar

dogalmaya.com

64 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 65: Aktivist Dergi 6. Sayı

Kızım İpek, kırkıncı yaş doğum günüm-den bir gün önce aramıza katıldı. Gelişi tam bir sürprizdi. İpek’le birlikte haya-tımız temelinden değişti. Eşimle on üç yıllık mutlu bir evliliğimiz vardı ve bu on üç yıl içinde karşılıklı anlayış ve özenle birlikte ama ayrı ayrı da birer hayat kurmuştuk. İkimizin de farklı hobileri, uğraşları vardı. Kızımızla birlikte alışkan-lıklarımızda da pek çok değişiklik yap-mak zorunda kaldık. Her şeyden önce İpek minicik bir bebekti. Düşük doğum kilosu yetmezmiş gibi anne sütünden de mahrumdu. O kadar minikti ki üç aylık-ken yeni doğan kıyafetleri alırdık. Dü-zenli olarak doktor kontrolüne gidiyor gramları, santimleri sayıyorduk.

En Güzel En Sağlıklı Yoğurt Markası Hangisi? Elbette Anne Marka!

Doktorumuz, ki hala İpek’in sağlığıyla ilgili konularda tek güvendiğim kişidir, as-lında bir çocuk onkoloğu. Az ilaç, doğal beslenme ve pek çok konuyu çocuğun biyolojik ritmine bırakmaktan yana... İpek dört aylık olunca bize artık ek gı-daya geçme zamanının geldiğini ve işe yoğurtla başlayacağımızı söyledi. Ben de gayet ciddi elimde not defterim sordum. Hangi marka? Gelen cevap ailemizin mayası oldu. Anne Marka.

Bir söz var ya hani “Ne yiyorsanız O olursunuz” diye. İşte konu çocuklar olunca “ Ne yedirirseniz O oluyorlar”. Biz de oturduk tartıştık. İpek için bes-lenme hayatiydi akranlarını yakalayabil-mesi, minicik aklının bedeninin gelişe-bilmesi doğru beslenebilmesiyle ancak mümkün olabilirdi.

Tüketim toplumu üyesiyiz ya hemen muayenehane çıkışı bir yoğurt makinesi aldık ve başladık denemelere. Hala bir şeyi İpek’e yedirmeden önce kendim yerim. O zaman da önce biz yedik. El-bette hemen alıştık. Meğer ne kadar da çok özlemişiz gerçek yoğurdun tadını. Aldığımız makine ile yaptığımız yoğurt yetmemeye başlayınca geleneksel anne usulüne döndük.

Biz eşimle aslında pek çoklarına göre şanslıydık, çünkü biz çocukken evimizde yoğurdu annelerimiz yapardı. Hatta

çevremizde herkes yoğurdunu evde yapardı. Annemin yoğurt mayası kal-mazsa sorun değildi hemen beni yollar, yan komşudan isterdi. Mutlaka komşu-larda taze yapılmış yoğurt olurdu. Bu maya alışverişi hiç tükenmez yoğurtlar sürekli merdivenler arası gider gelir, sütçü geldiğinde tüm kapıları teker teker çalar, uzatılan tencerelere güğümünden mis gibi sütü boşaltırdı. Belki annem, kayınvalidem bu konularda ustaydı ama biz hiç yapmamıştık. Bir yığın ayrana çevrilen yoğurtlar mayaladık. Evde yapı-lan hiçbir şeyi atmak zorunda değilsiniz mutlaka değerlendirilebilir. Oysa üretim sonucu ortaya çıkan, raf ömrü biten ve işlem görmüş gıdalar bozulur ve mutlaka atılır onları değerlendiremezsin. Sonra anladık ki yoğurt mayalamak gibi en basit konuda bile ne çok bilmediğimiz şey varmış.

Mayaların her biri kadındır annedir, do-ğurup çoğalırlar. Şayet incitmez biraz ilgi ve zaman ayırırsanız, gelişirler, artarlar ve kaplarına sığmaz taşarlar. Mutlular-

sa sizi de mutlu ederler. Hamurunuz kabarır. Yoğurdunuz, peyniriniz tutar. Kefiriniz olgunlaşır, koyulaşıp hafif ekşir. Sonuç olarak mutfağınız şenlenir, bere-ketlenir.

Tüm kadınlar gibi mayaların da küsme-meleri, verimli olmaları için biraz teşvik, biraz ilgi şarttır. Azıcık bir emekle ekşi mayanızı ömür boyu kullanıp, mis koku-lu ekmekler yapabilirsiniz. Bizim ekmek yapma merakımız İpek’ten çok önceye dayanır. Ekşi mayamızı kaybetmeden yaklaşık on yıldır ekşi mayalı ekmek

“Mayaların her biri kadındır annedir, do-ğurup çoğalırlar. Şayet incitmez biraz ilgi ve zaman ayırırsanız, geli-şirler, artarlar ve kap-larına sığmaz taşarlar.”

65

Page 66: Aktivist Dergi 6. Sayı

yaparız. Öyle bereketlidir ki, bir kez uğraşıp ürettiğimiz ekşi maya ile sayısını bilemediğimiz yüzlerce mis kokulu ek-mekler, börekler yaptık. Hazır mayalara göre hem daha ucuz hem de çok sağlık-lı. Yeni çekilmiş bir kahvenin, sıcacık yeni pişmiş ekmeğin davetkâr kokuları gibi, evi yuva yapan mayanın ta kendisidir.

Zaman içinde evde yaptığımız ekmek ve yoğurda öyle alıştık ki marketten alamaz olduk. Ekmeksiz yoğurtsuz yemek ye-mez ama bir türlü hazır alamaz olduk. Kefir mucizesine ise bizzat ben tanığım. Yüz binde bir görülen bir bakteri kapa-rak çok hastalandım. Hastalığımı teşhis etmeleri bile üç ayı geçti. Tam on dört ay, günde üç kez, üç değişik antibiyotik kullandım. Bu süreçte beslenmeme daha bir özen gösterdim. Her gün dü-zenli olarak üç porsiyon fermente gıda tükettim. Sabah kahvaltısında mutlaka kefir içtim. Her ay düzenli yapılan kont-rollerimde çok şükür kayda değer bir sorun yaşamadım. Antibiyotik kullanımı-nın yol açtığı hiçbir yan etkiyi görmedim. Benim minik mayalarımın bereketi vücu-duma yansıdı. Antibiyotiklerin yok ettiği yararlı bakterilerin mantarların yerine sürekli bıkmadan usanmadan yenilerini koydular. Zararlılarla mücadelede ba-ğışıklık sistemimi güçlendirdiler. Şefkatli bir anne gibi beni sarıp sarmaladılar.

Maya öz demek. Her şeyin başlangıcı, ilk hali. Aynı zamanda değiştiren, birbirine kaynaştırıp olgunlaştıran. Bizim ailemiz için de maya değişimin başlangıcı oldu. Mutfakta geçirdiğimiz saatler arttı ve eşimle birlikte el ele vermek zorun-

da kaldık. Kızımız da büyüdükçe bize katıldı. Birlikte pişirip, birlikte yedik. Televizyon ya da bilgisayar başında ayrı ayrı zamanlar geçirmek yerine, birlikte iletişim içinde günümüzü tartışarak, şa-kalaşarak, akşamlarımızı geçirdik. Bu bizi birbirimize görünmez kopmaz bağlarla bağladı. Kızımız hiç çizgi film izlemeden, bilgisayarda oyun oynamadan, yanımızda şarkılarla, tariflerle, kitaplarla büyüdü. Bireysel olarak benim için maya ise yeni-den doğuş, yeni bir hayat demek. Hem anne olarak yeni bir hayat hem de sağlı-ğın ne kadar önemli olduğunun bilinciyle yepyeni bir başlangıç.

Gelirlerimiz arttı ama evlerimizin bereketi kaçtı

Sanayi Devrimi’yle başlayıp Dünya Sa-vaşlarıyla artan bir oranda kadınlar önce zorunluluktan sonra severek evlerinden çıkıp, iş hayatında erkeklerin yanında haklı yerlerini aldılar. Fakat bu süreç bir-çok toplumsal değişikliği de kaçınılmaz olarak beraberinde getirdi. Market raf-ları yüzyıl önce olmayan gıda ürünleriyle doldu taştı. Kısıtlı zamanı olan kadınlar aile bütçesine çok katkıda bulundu ama en büyük katkıyı hayatlarını kolaylaştıran ürünleri üreten firmaların bütçelerine yaptı.

Yüzyıl önce yaşayan kadının hayal bile edemeyeceği ürünler marketlerde alıcı buldu. Dondurulmuş doğranmış kuru soğandan haşlanmış kuru fasulyeye kadar. Bu ürünler pratiklikleriyle zaman-dan tasarruf sağlarken, aynı zamanda da koruyucu maddeler, kıvam arttırıcılar, tatlandırıcılar gibi daha önce hiç duyma-dığımız kavramları günlük literatürümü-

ze soktu. Ticari kaygılarla ürünlerimiz daha lezzetli daha uzun ömürlü olsun diye diye firmalar her gün daha çok ve daha çeşitli kimyasal maddeler üretme-ye, kullanmaya başladı. Aldığımız ürün-lerin içinde neler olduğunu artık takip edemez olduk. Bir de artan obezite, kalp damar hastalıkları, bağışıklık sistemi hastalıkları konusu var. Hazır yemek, kolaycılık, az hareket hepimizde sağlık sorunları açarken en çok çocuklarımızı vurdu. Artık minicik bedenler obezite ile şeker hastalığı ve astımla boğuşuyor. Kısacası gelirlerimiz arttı ama evlerimi-zin bereketi kaçtı.

Biz bu sorunu yapabildiğimiz her şeyi evde yaparak aşmaya çalışıyoruz. Bu tür şeyleri öğrenmek, bisiklete binmek gibi. Bir kere öğrendiniz mi bir daha unut-muyorsunuz. Doğru metotlarla her şeyi öğrenmek kolaydır. Çocuklara bisiklete binmeyi iki tekerlekli bisikletlerin arka tekerlerinin yanına yardımcı tekerlekler takarak öğretmeye çalışıyorlar. Oysa bisiklete çocuklar pedalsız denge bi-sikleti ile başlarlarsa, pedallı bisiklete geçtiklerinde hiç zorlanmazlar. Biner giderler, arkalarından desteklemeye bile gerek kalmaz.

Biz yoğurt, kefir, peynir ve ekmek ya-parken çok zorlandık çünkü doğru tarif ve kaynaklara ulaşmakta hep zorluk çektik. Biraz oradan biraz buradan bir şeyler yakaladık. Sorduklarımızın hepsi “Annem yapardı… Anneannem bilirdi ama ben bilmiyorum…” diye cevap verdi. Biz de bunca çaba boşa gitmesin bizim gibi doğru ve düzgün beslenmek isteyenlere rehber olsun diye sitemiz www.dogalmaya.com’u kurduk. Burada deneyimlerimizi interaktif olarak okuyu-cularımıza paylaşıyoruz. Herkesi de bize katılmaya davet ediyoruz.

Sağlıklı kalın, mutfağınız bereketli, yuva-nız huzurlu olsun.

66 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 67: Aktivist Dergi 6. Sayı

güncel

“MUTFAĞA DÖNÜŞ 2”Bu sayımızı hazırlarken o kadar çok oku-duk, o kadar çok öğrendik, o kadar çok kişiyle konuştuk ki… Anladığımız şu oldu, biz sürekli bir şeyleri atıyoruz. Mutfakta malzemeleri kullanmak hakkında çok az şey biliyoruz. Bozuldu sanıp attığımız birçok şey aslında kullanılabilir ya da dönüştürülebilir şeyler. Biz aslında mutfak işini pek de bilmiyoruz. Çok alıyoruz, çok atıyoruz, az yiyor, çok tü-ketiyoruz. Sonuç, korkunç bir israf. Biz sa-dece birkaç tarif derledik. Sadece, aslında ne kadar kolay olduğunu anlayabileceğimiz tarifler. Sizler de boş vakitlerinizde yemek bloglarını gezin, tarif kitapları edinin, züca-ciyecileri, ucuzlukçuları gezin. Aletleri, araç-

ları, makineleri tanıyın. Biz mutfağa döndüğümüzde, süpermarket koridorlarında geçirdiğimiz vakti yeniden mutfağa aktarabildiğimizde, tüketimden üretime geçtiğimizde, bizler sağlıklı, para-mız bereketli, evimiz sıcacık olacak.Şimdi, hamur yoğurmanın, tencere ka-rıştırmanın, bir şeyler rendelemenin, sar-manın, kesmenin, doğramanın hareketine dönelim. Şimdi beklemenin, sabretmenin, ummanın, emek vermenin ferasetine, mut-fağın gerçek lezzetlerinin doyulmaz nefase-tine dönelim.Denemekten korkmayın, yanılmak, bir şey-lerin tutmaması, olmaması sizi yıldırmasın. Çünkü mutfakta hayat var!

klavyeden kesme tahtasına

YOĞURT

Malzemeler1 kg Süt1 tepeleme yemek kaşığı ev yo-ğurduCam Kase ya da toprak çömlekBüyük, kalın ve pamuklu sofra bezi

Yapılışı1.Sütü tencereye koyun ve bir taşım kaynatın.2.Bir taşım kaynadıktan sonra altını kısarak yaklaşık 45 dakika boyunca sütü kaynatın. Bu esnada ara sıra sütü karıştıra-rak, havalandırın. İçindeki suyun buharlaşmasına yardım edin.3.Masa örtüsünü yoğurdu bek-leteceğiniz yere serin. Yoğurt mayalayacağınız kabı, üzerine yerleştirin.4.Yeterince kaynayan sütü, ha-zırladığınız kaseye boşaltın. Ve hiç dokunmayın, sallamayın.5.Yaklaşık 15 dakika sonra sütün ısısını serçe parmağınızla kontrol edin. Süt parmağınızın dayana-cağı durumda ama hala sıcak

olmalı. Bu işlem için, üçe kadar sayabilirsiniz. Süt çok sıcaksa, birkaç dakika daha bekleyin. Çok sıcakken mayalarsanız tadı ekşi olacaktır ve kıvam almakta da zorlanacaktır.

6.Sütün yeterli ısıda olduğunu düşündüğünüzde, bir tepeleme yemek kaşığı dolusu yoğurdu, kasenin kenarından usulca sütün içine bırakın.

7.Kabın üzerine, süzgeç benzeri bir araç koyun. Ve üzerini sofra bezi ile iyice örtün. Mayalanması için, karanlık ve ısısının yavaş ya-vaş düşeceği bir ortam yaratın.

8. En az 8 saat, hiçbir şekilde açmayın, kıpırdatmayın ve salla-mayın.

9.Sonrasında yoğurdunuz maya-lanmış olacaktır. Kapağını kapa-tıp en az 2 saat boyunca buzdo-labında bekletin.

10. Yoğurdunuzu mayalarken de servis ederken de sadece tahta kaşık kullanın.

Ya Tutmazsa:)

Üzülmeyin. Bol bol ayran içer-siniz. Ama mutlaka yeniden de-neyin.

67

Page 68: Aktivist Dergi 6. Sayı

SÜZME YOĞURT Karatay Mutfağı Tarifi

Tarif2 kg ev yoğurduTemiz beyaz tülbentYoğurt suyunu toplamak için cam kase

YapılışıÖnceden mayalamış olduğu-nuz yoğurdunuzu temiz bir

tülbendin içine boşaltın ve tülbendin dört köşesinden tu-tup bağlayarak yoğurdun su-yunun akabileceği yükseklikte bir yere asın. Altına cam kase koyun ve yoğurt suyunun top-lanmasını sağlayın. 2-3 günde süzme yoğurdunuz hazır ola-caktır.

Not: Yoğurttan akan suyu asla atmayın. Bu suyu içebilir ya da krep, akıtma gibi tarifler-de kullanabilirsiniz.

YOĞURT EKŞİMİĞİ

Karatay Mutfağı TarifiEkşiyen Yoğurdu Değerlendime Usulü

MalzemelerDolapta kalmış ekşimiş yoğurtKaynatılıp soğutulmuş süt (bir su bardağı yoğurda bir çay bardağı süt ölçüsüyle)Taze sıkılmış limon suyu (bir su bardağı yoğurda, bir çay kaşığı limon suyu)

Yapılışı1.Ekişimiş yoğurdunuzu bir tencereye boşaltın, üzerine sütü ve limon suyunu ilave edin, kısık ateşin üzerinde ke-silmeye bırakın

2.Kaynamaya başlayınca yo-ğurt ve süt kesilip sulanacaktır. Bu aşamada ateşi açıp, bir iki taşım kaynatın ve sonra ocağı söndürüp soğumaya bırakın.

3.Daha sonra bir kevgir veya tülbent bez içinde süzün. Suyu iyice süzülünce, ekşimiği buz-dolabında muhafaza edin.

SÜT EKŞİMİĞİ Karatay Mutfağı TarifiÇiğ Sütü Uyundurma Usulü

Malzeme1 kg süt

Yapılışı1.Bu tarifte sütü kaynatma-dan, kesilmeye bırakıyoruz.2.Mandıradan ya da çiftlik sütü satan bir şarküteriden aldığınız sütü bir tencereye boşaltın ve kapağını kapatıp ılık bir ortamda 1-2 gün bek-letin.3.Süt katı bir kıvam alınca (yoğurt gibi), tencereyi kısık ateşin üzerine koyun ve ka-pağını açıp kaynamaya bıra-

kın. Bu noktada sütün içinde yoğunluk olduğu için arada bir karıştırın ki fokurdarken sıçramasın. 4. Daha sonra bir kevgir veya tülbent bez içinde süzün. Suyu iyice süzülünce, ekşimiği buzdolabında muhafaza edin.

Önemli Notlar• Ekşimiklerin sularını atma-yın. Bu suları ayran olarak içe-bilir, akıtma ya da krep tarifle-rinizde kullanabilirsiniz.• Normal kullanım için aldığı-nız süt, isteğiniz dışında kesi-lirse yine aynı şekilde ekşimik olarak değerlendirebilirsiniz.Bozuk sütü asla atmayın.• Maya alerjisi olanlar bu ta-rifleri yaparak, peynir yerine tüketebilirler.

68 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 69: Aktivist Dergi 6. Sayı

TARHANA Karatay Mutfağı Tarifi

Malzemeler1,5 kg Tam Buğday Unu500 gr Kuru Soğan500 gr Kırmızı Biber 1 kg domates1 kg süzme yoğurt1 demet maydanoz1 demet dereotu1 demet reyhan1 demet fesleğen2 tatlı kayışı kristal kaya tuzu1 bağ tarhana otu

Yapılışı1.Tüm sebze ve otları yıkayıp, so-yun ve doğrayın. Biberlerin içlerini çıkarın. 2.Soğan, domates, biber küp küp

doğrayın bir tencereye koyun. Üzerine tarhana otunu da bütün halde koyarak, tencerenin kapağı-nı kapatın. Hepsini birlikte pişme-ye bırakın.3.Bütün malzeme güzelce pişip, menemen kıvamını alınca, tarha-na otunu içinden çıkarın ve mal-zemeleri genişçe bir hamur yo-ğurma kabına boşaltın. Plastik kap kullanmayın. Üzerine un ve süz-me yoğurdu da ekleyip, yoğurun.4.Hamur soğumaya bırakılırken, maydanoz, dereotu, reyhan ve fesleğeni ince ince doğrayın. So-ğuyan hamura ekleyip, bir süre daha yoğurun. Daha sonra ha-murun üzerini kapatacak kadar un serpip, kabınızı beyaz, pamuklu bir bez örterek kaldırın.5.Hamura, 5 gün boyunca 1 çay bardağı kadar un ilave edip ye-niden yoğurun. Her defasında yoğurma işlemi bittikten sonra hamurunuzu yine unla kaplayıp sarın. Beşinci günün sonunda

hamur ekşiyip, mayalanmış ola-caktır. 6.İki gün daha aynı işleme devam edip, hamurunuzu son olarak tuzla tatlandırın.Not: Hamurunuzu ilk yoğurdu-ğunuz gün de kurumaya bıraka-bilirsiniz. Tek kaybınız fermantas-yon işlemi olmayacak, hamurun mayalı olmayaktır.7.Serin ve havadar bir yere te-miz, beyaz bir çarşaf serin. Ha-murlardan küçük parçalar alıp, çarşafın üzerine yerleştirin. Bu parçalı gün boyu daha da küçül-tün ve ters yüz edin. 8.Bir iki gün boyunca kuruyan hamur, ikinci üçüncü günün so-nunda çekilecek hale gelir.9.Ufalanmış olarak da üzerini örtüp, bir iki gün gölgede, iyice kurumasını sağlayın.10.Daha sonra bez bir torbaya koyup, serin ve kuru bir yerde saklayın.

ERİŞTE

Malzemeler1 kg un

8 yumurta

1 çorba kaşığı zeytinyağı

1 çay kaşığı tuz

Açmak için 1 su bardağı un

Yapılışı1.Unu hamur yoğurma kabına alın, ortasını açın ve tüm mal-zemeleri oluşan çukura koyun.

2.Çukurun kenarından unu toplaya toplaya, hamuru yoğur-maya başlayın.

3. Hamuru ele yapışmayacak kıvama gelmesi için, ara sıra un serperek yoğurmaya devam edin.

4.Kıvam alan hamuru silindir

şekline getirip 8 eşit parçaya bölün.5.Her bir parçayı, merdaneyle 2mm kalınlığında açın.6. Açtığınız minik hamurları tek tek temiz bir mutfak bezinin üzerine serin ve üzerlerine un serpin.7.Daha sonra her bir yufkayı eşit şekilde rulo olarak sarın.8.Ruloları, eşit bir şekilde yak-laşık yarım santim kalınlığında kesin.9.Elde ettiğiniz şeritlerin birbi-rine yapılmaması için dikkatlice silkeleyerek birbirinden ayırın.10.Hazırladığınız şeritleri he-men pişirebilir ya da kurutarak saklayabilirsiniz.

Not: Eriştenin, makarna gibi bol suda değil, çektirerek pişiril-mesi gerekiyor.

“Bizimle tariflerini paylaşan

Sayın Prof.Dr. Canan Karat

ay

Hanımefendi’ye Tüm Kalbimizle

Teşekkür Ederiz”

69

Page 71: Aktivist Dergi 6. Sayı

Mütevazı ve Gerçekçi Bir Şeften, Mutfağa Hayat

Vermenin Yolları71

Page 72: Aktivist Dergi 6. Sayı

Arda Türkmen uzun zamandır yemek programı yapıyor ancak Turkmax Gurme açıldı açılalı bizim de daha çok dikkatimizi çekiyor. Yemek ya-parken sanki “ben yapabilirsem sen de yapabilirsin” diyor gibi… Ger-çekten de insanı cesaretlendiriyor. Erişilemeyecek malzemelerle, har-canamayacak mesailer gerektiren yemekler pişiren bir aşçı değil o. Aksi-ne, mutfakta heyecan aradığınızda Kaymaklı Bulgur Pilavı tarifi önerecek kadar gerçekçi. Onu izlerken, ye-mek pişirmenin hatta lezzetli yemeklerin pişirmenin kolay olduğunu düşünüyorsunuz.

Biz de, “Hadi biraz mutfağa dönelim” diye düşündük 6.sayımızda. Mutfağın sırları-nı değil, zaten aşikar olanını sorduk. O da anlattı. Çünkü mutfak sırrı yoktur olsa olsa püf noktası vardır!

Aktivist: En baştan başlarsak, sizce yemek pişirmeye elverişli bir mutfak için, en basit listey-le kilerimizde, buz-dolabımızda neler olmalı?

Arda Türkmen: Un, Yumurta, Şeker, Pi-rinç, Patates, Soğan

Aktivist: Dondurul-muş gıdalar, konser-veler ve doğranıp yıkan-mış halde paketlenerek satılan ürünler hakkında neler düşünüyorsunuz? Şahsen ben “hiç yoktan

iyidir” diyorum çünkü çok pratikler:)

Arda Türkmen: Tazesine ulaşamıyorsanız ve o anda yapacağınız yemeğe o sebzeyi mutlaka koymanız gerekiyorsa neden olmasın ancak her meyve ve sebzenin tazesini kullanmayı öncelikli olarak tavsiye ederim. Donuk hiçbir ürün tazesinin yerini almaz.

Aktivist: Siz ekipmanlar hakkında ne düşünüyor-sunuz? Pratik bir mutfak için neler elimizin altın-da olsun dersiniz?

Arda Türkmen: Mutfakta zaman geçirmekten hoşlanan veya akşam evde sofraya yemek koymak zo-runda olan herkes belli başlı temel

mutfak ekipmanlarına sahip olmalı. Mut-fağa sürekli girdiğiniz zaman da kendi düzeninizi oluşturuyorsunuz. Nasıl ki bir başkasının mutfağına girdiğinizde sürekli o nerede bu nerede diye soruyorsanız, kendi mutfağınızda tam aksine elinizi attığınızda o çekmecede ne olduğunu bilmek sizi mutfağa daha çok bağlaya-cak unsurlardan.

Aktivist: Bize hem bizim tencere yemekle-rimiz hem de havalı :) yemekler açısın-dan yarım saatte pişebilecek yemek-

lerden örnekler verebilir misiniz?

Arda Türkmen: Cafe de Paris soslu bonfile hem çok şık, kulağa havalı gelen hem de yarım saat-ten daha kısa bir sürede yapabi-leceğiniz harika bir alternatif. www.ardanınmutfağı.com adresinden de tarifine ulaşa-bilirsiniz.

Aktivist: Tarif kitapla-rındaki ya da internet-

teki reçeteleri daha kü-çük ölçülerde yapabilmek

için bir oran var mıdır?

Arda Türkmen: Bazı güveç ve yah-niler veya zeytinyağlılar maalesef küçük ölçülerde yapılmaz ancak

72 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 73: Aktivist Dergi 6. Sayı

küçültülebilecek reçeteleri direkt ikiye veya dörde bölerek daha küçük porsiyonlarda yapabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey diyelim ki yarısını yap-mak istiyorsunuz, her malzemeyi ikiye bölmek ve o kadarını yapmak.

Aktivist: Biz dolu dolu alış veriş yapıyoruz, buz-dolabımız kimi zaman dolup taşıyor ama ham-burger, pizza, lahmacun kısır döngüsünden yine de kurtulamıyoruz. Yemeklerimizi pişirmek ve sebze meyvelerimi çürüyüp atmaktan kurtar-mak için bize neler söylersiniz?

Arda Türkmen: Öncelikle dolu dolu alışveriş yap-mak bence çok anlamlı değil, hepimizin evinin çok yakınında birçok süpermarket mevcut. 2-3 günde bir ihtiyacımız olduğu kadar almak çok daha man-tıklı geliyor bana. Kimi zaman bir sürü alışveriş yapı-yoruz, 3 gün evde yemesek farklı programlar çıksa ve dışarıda olsak aldığımız birçok meyve sebze çürüyüp gidiyor o yüzden dayanıklı olmayan şeyleri daha küçük adetlerde almak ve tükettikçe yeni-den almak daha akıllıca olur. Ama illa ki ben top-tan alışverişimi yaparım, vaktim yok diyorsanız da, pişirip porsiyonlayıp dondurabilirsiniz. Böylece çöpe giden gıdalardan kurtulmuş olursunuz.

Aktivist: Artık aileler de maksimum 4 kişiden oluşuyor. Ancak biz Türkler biraz bol kepçeye alışkınız. Cömert ellerce pişirilmiş ancak arttığı için, iki kez yenilmek istenmeyen yemekler olu-yor. Bize kalan yemekleri değerlendirmek, onları yeniden iştah açan hale getirmek ile ilgili bir bakış açısı sunar mısınız?

Arda Türkmen: Türk mutfağında evlerde en çok pişen şeyden yola çıkalım; pirinç pilavı. Pirinç pilavı yaptınız ve bir gün sonraya kaldıysa onu çok güzel bir çorba veya harika bir kadınbudu köfteye çevi-rebilirsiniz. Hatta bir gün önceden kalan pilavla bu yemekler çok daha lezzetli olur bazen. Ya da yeni yemek yapın ve bir gün önceden kalan yemeği de o gün sofraya koyun ve emin olun her iki yemek de o gün yenilecektir. Sofra da bir gün öncekinden farklı olacaktır.

Aktivist: Marketler… İnternetten alış veriş kolaylığı… Kendimiz her-hangi bir şeyle uğraşmaktan-sa, kıymetli vaktimizi yemeği pişirmek yerine, gelmesini

beklemekle geçiriyoruz:) Mutfakta vakit geçir-meyi zevkli bir hale getirmek, günlük yaşamımı-zın bir parçası haline getirmek gerek. Eskiden annelerimiz ilk iş yemekleri pişiriyordu. Ama ar-tık yemekler, iş dönüşü pişirilmek zorunda çünkü sabah erkenden işe gidiyoruz.. Pişirmek, ortalığı toparlamak vs. Gözümüzde büyüyor.  Bir çözüm haftalık yemekler pişirmek. Bununla ilgili öneri-leriniz var mı?

Arda Türkmen: Hafta sonu birkaç saatinizi ayırıp derin dondurucuda saklanabilecek yemekler pişirip onları saklayıp, haftanın her günü sofraya farklı bir yemek koymak mümkün. Ancak hafta sonunuzu yemek pişirerek geçireceksiniz bunu sağlayabilmek için.

Onun yerine tüm hafta için düzenli bir yemek planı yaparsanız, yemek yapmak gözde o kadar da bü-yümeyecektir. Aynı zaman da artık evlerde sadece kadınlar değil erkekler de yemek yapıyor. Çünkü hem kadın hem de erkek çalışıyor.

O yüzden de bir gün erkek bir gün kadın yemek yaparsa belki de bu yemek yapmaktan sıkılma hali eğlenceli bir hale dönüşebilir.

Aktivist: Siz restoranınızın mutfağında israfı önle-mek için ne gibi şeyler yapıyorsunuz?

Arda Türkmen: Restoran mutfaklarında en önemli olan temellerden birisi şudur; Menünüze koyacağı-nız bir yemekte kullanacağınız ürün mutlaka birkaç farklı yemekte de olmalıdır. Örneğin; kuşkonmazlı risotto varsa menü de, kuşkonmaz aynı zamanda bir salatada belki bir pizzada veya bir güveçte bulunmalıdır. Aksi takdirde siz kuşkonmaz siparişi verir ve alırsınız ve o sebzeyi ancak risotto siparişi geldiğinde kullanabilirsiniz. Yani kuşkonmazlı risotto siparişi gelmezse 4-5 gün sonra hepsini çöpe atmak zorunda kalırsınız, bu restorana hem maddi olarak zarar verir hem de çok değerli bir sebzeyi çöpe atmış olursunuz.   

Arda Türkmen Aktivist okurları için 4 değişik tarif hazırladı. Daha fazla tarif için web sitesini ziyaret

edebilirsiniz

www.ardaninmutfagi.com/izle-ve-pisir

73

Page 74: Aktivist Dergi 6. Sayı

3 demet maydanoz 2 diş sarımsak 1 limon 1 yemek kaşığı çam fıstığı 100 gr rendelenmiş taze eski kaşar 100 gram yağsız yoğurt 3 yemek kaşığı krema Tuz-taze karabiber 1,5 kg lık tavuk 1 yemek kaşığı zeytinyağı 1,5 çay kaşığı zencefil tozu

30 adet kuru patlıcan

iç harç500 gr az yağlı kıyma5 adet ezilmiş sarımsak1 su bardağı yıkanmış pirinç½ su bardağı ıslanmış bulgur2 tepeleme yemek kaşığı domates salcası1 tepeleme yemek kaşığı acı biber salcası2 kaşık nar ekşisi1 su bardağı haşlanmış nohut1 corba kaşığı kadar

acı pul biber 1 tutam kimyon1 dolu tutam kuru naneAldığı kadar su

Sos için1 litre kaynamış su2 kaşık domates salcası4-5 kaşık ayçiçek yağı

Üzeri içinSüzme YoğurtTaze nanePul biberTereyağ

YapılışıOrta boy bir tavuğun içini iyice yıkayıp, kurulayın. Üzerini deniz tuzu ve iri çekilmiş değirmen karabiber ile iyice ova-layın. Bir limonun kabuğunu rendeleyin ve suyunu sıkın, Üzerine 4 kaşık zeytinyağı ilave edip bu karışımı da tavu-ğun her yerine sürün. Ayrı bir kapta 2 demet maydanozun

üzerine 1 çay bardağı krama, 1 çay bardağı yoğurt, tuz karabiber ve toz zencefili ilave edin ve iyice karıstırın. Bu harcı tavuğun içine doldurun ve açık yerleri kürdanla ka-patın. 200 derece fırında 1 saat kadar pişirin. 15 dakikada bir süzülen suyu kaşıkla tekrar tavuğun üzerine verin. Pişen tavuğu taze kişniş doğrayarak servis edin

Yapılışı* Patlıcanları kaynar suda 3-4 dakika kadar haşlayın, cok yumusamasın cok da diri kalmasın, hemen çıkartıp soğuk suya sokup pismesini durdurun* Bütün harç malzemesini bir kaba koyun ve iyice yoğura-rak harmanlayın* Patlıcanların içini bu harçla doldurun ancak tam ağzına kadar doldurmayın, üzeri 1, 1 buçuk parmak boş kalacak şekilde doldurmaya özen gösterin* Tencereye ağızlari üst üste gelip birbirini kapatacak sekil-

de dısardan içeriye doğru dizin* Ayrı bir kapta sos kaynar suda domates salcasını eritin, dolmalarin üzerini kapatacak şekilde tencereye ekleyin.* Ayçiçek yağını da tencereye ekleyin, üzerine 1 tabağı ters kapatın ve 50- 60 dakika kadar kısı ateşte tencerenin ağzı kapalı şekilde pişirin* Bir tavada tereyagını eritin, köpüklenirken ateşten alın ve pul biberi ekleyin hafif karıştırın, Dolmaların üzerine önce yoğurt sonra ince kıyım nane ve en üste bu sosu dökerek servis edin.

Dolgulu Fırın Tavuk

Kuru patlıcan dolması

74 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 75: Aktivist Dergi 6. Sayı

1/2 kg. parça dana antrikot 4 adet kızartmalık orta boy patates (nişastayla bulanabilir çıtır olması için)3 su bardağı yoğurt 5 diş sarmısak 1 tatlı kaşığı salça 1 adet domates1 tatlı kaşığı tuz 4 yemek kaşığı sıvı yağ1 yemek kaşığı zeytinyağ

Etleri şerit halinde doğrayın.Bir tencerede sıvı yağı kızdırın ve etleri içine atarak kavurun. Etler yumuşayınca tuzunu ekleyip tencerenin altını kapatın. Bu arada patatesleri soyun , rendeleyin veya kibrit çöpü şeklinde doğrayın. Rendelediğiniz patatesleri yıkayın, iyice sıkın ve sıvı yağda nar gibi kızartın.Sarmısakları soyun ve dövün. Yoğurda katıp iyice karıştırın.Domatesi rendeleyin.Zeytinya-ğında çevirin.Bir tatlı kaşığı salçayıda ekleyin.Bir taşım çevirin.Bir servis tabağının en altına patatesleri yayın. Üstüne yoğurdu,onun üstüne de eti yerleştirin.Arzuya gore kuru nane ve pul biberle servis edin.

250 gr tereyag2 paket pötibör bis-kuvi8-10 kaşık toz kakao8 kasik pudra sekeri2 yumurta5-6 adet bergamut receli kabuğu2 avuç içi portakal se-kerlemesi3 avuc iç antep fıstık

* Bir tencerede 125 gram tereyağını eritin ve ateşten alın* Üzeri köpüklenirse köpüğünü ayırın* Bisküvileri unufak et-meyecek sekilde kü-çük küçük kırın* Diger tüm malze-

melerle birlikte tere-yağına atın ve iyice karıştırın* Derin dondurucuya atacağınız kaba hışır kağıt serin* Karışımı içine boca edin ve iyice bastırın* hışır kağıdın kenar-larını da üzerine ka-patip 2 elinizle iyice kalıbın şeklini verin* Üzerini kapatıp de-rin dondurucuda 1-2 saat bekletin* Canınız her çekti-ginde cıkartıp çözül-meden 2 porsiyon kesip kalanını derin dondurucuya atarak aksamlari tatli kriziniz geldiğinde alarm zil-lerini söndürün

Şipşak mozaik pasta

Çökertme kebabı

75

Page 76: Aktivist Dergi 6. Sayı

röportaj

76 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 77: Aktivist Dergi 6. Sayı

Bereket konulu bir yayın hazırlayıp, kadın ve erkeğin yarattığı bereketten

bahsetmemek olur mu?

bedenindekiinsan

bereketSperm ile Yumurta’nın Kavuşması

77

Page 78: Aktivist Dergi 6. Sayı

Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi dok-torlarından, Kadın Sağlığı ve Doğum uzmanı Op.Dr. Yasemin Yakut hem bir hekim hem de bir kadın olarak tüm sa-mimiyeti ve meslek aşkıyla sorularımızı yanıtladı. Okuyacağınız röportaj, her zaman karşılaştığımız “Hamilelik ve Doğum” röportajlarından biraz fark-lı… Öyle ki “Anne ben nasıl doğdum” sorusu karşısında, aklınıza geldikçe mutlu olacağınızı düşündüğümüz şey-ler anlattı Yasemin Hanım…

Aktivist: Merhaba Yasemin Ha-nım, Bu sayımızda “bereket”i temel aldık. Tabii böyle bir konu-da “sperm ve yumurta” ilişkisini irdelememek olmazdı. Kadın be-deni “doğurma” fonksiyonu ile donatılmış. Bu açıdan kadın ana-tomisi ne tür özellikler taşıyor?

Op. Dr.Yasemin Yakut: Aslında ka-dın bedeni doğurma fonksiyonu ile do-natılmış o kadar güzel bir ifade ki çün-kü kadını birçok gözle görebiliyoruz, tarlada işçi, masa başında patron ya da cinsel obje olarak… Bir kadın hangi şapkayı takarsa öyle görünür. Doğur-ma fonksiyonuyla donatılmış denildi-ği zaman aslında çok ilahi bir şeyden bahsediyoruz. Doğurganlık ve üreme doğadaki en güzel şey, en saf şey, ço-ğalmadan başka bir şey. Kadın anato-misi Tanrının kadına verdiği bir lütuf gerçekten. Bir kere kadını öyle bir ya-ratmış ki, rahim denilen organı öyle bir yere koymuş ki onun içinde küçücük iki hücreden, iki tane mikro hücreden bir büyük hücre oluyor ve bizim gibi bir insan yavrusu oluşuyor. Rahim de-nilen yerin içi büyüyebiliyor ve o rahim büyürken de karın içinde rahimin bü-yümesine müsait bir yapı kurgulanmış. Doğurmak için bir yol var, sonra da onu beslemek için göğüslerden gelen süt var. Hakikaten bu böyle, kadına bu gözle bakarsak anatomik özelliklerin-den dolayı bir ilah gibi görebiliriz. Fazla feminist gibi oldu ama değil, doğrusu bu. Erkeğe böyle bir fonksiyon verme-miş. Ve anne olduğunuzda, emzirdiği-nizde kendi bedeninizin güzelliğini anlı-yorsunuz. Dünyanın en güzel duygusu, göğüslerinden süt gelmesi ve o sütle bir bebeği beslemek. Doğum sancıları mesela, ne kadar ağır ne kadar büyük sancılar. Ağlıyor, acıdan bağırıyor-sun… O kadar büyük bir sancı o kadar

güzel dengeli ve özel bir zamanlamayla gerçekleşiyor bitiyor ki… Ara verme-den o sancıyı çeksen herhalde çıldı-rırsın. Öyle zaman aralıklarında sancı geliyor ve sonra rahatlıyorsun ki... Aralarda gülüp şakalaşıyorsun.. Sonra bir daha başlıyor. Bir daha duruyor. Ve kadın bedeni bunu kaldırabilecek güç ve yetenekte.

Aktivist: Doğum yapan her ka-dın, bir mucizenin de tam kal-binde yer aldığında hissediyor aslında. Ancak elbette, asıl mu-cize sperm ile yumurtanın bu-luşmasında... Ancak bu buluşma her zaman bir embriyo ile so-nuçlanmıyor. Peki, embriyonun

yaratılması için, hangi koşullar gerekiyor?

Op. Dr. Yasemin Yakut: Aslında embriyonun yaratılması için hakikaten yumurtayla ve spermin kalitesinin iyi olması gerekiyor. Onların iyilik haliyle iyi bir embriyo oluşuyor. Her siklusta, her ay kadın belli miktarda yumurt-luyor. O yumurtadan bir tanesi döl-leniyor milyonlarca sperm var ama o milyonlarca sperm ilişki esnasında se-menin içerisine bırakılıyor. Yumurtalık kanalına kadar sperm gidiyor. Atılan Yumurta da, yumurta kanalının içinde ilerlerken; yumurta kanalı içinde birle-şiyor, saniyeden milyonlarca kez kısa bir anda denk geliyorlar…

Bir tanesi kanaldan geçiyor, o yumur-

78 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 79: Aktivist Dergi 6. Sayı

tayla buluşuyor. Hangi sperm hangi yumurtaya denk gelecek bilinmiyor. En hızlı, en normal olan, en akıllı sperm, en iyi en akıllı en güzel yumurtayı yaka-lıyorJ Sperm o yumurtanın içine giriyor ve ondan sonra bölünerek çoğalıyor-lar. Önce 2, sonra 4, sonra 8, 16, 32, 64 böyle katlanıyor. Yuvarlak, morula dediğimiz yumurta ile spermin buluş-ması her zaman ve daima yumurtalık kanalında oluyor.

Yumurtalık kanalında birleşiyorlar ve iniyorlar. Hem bölünüyor hem çoğalı-yor hem de döne döne inerek, kavite dediğimiz rahimin içine oturuyorlar. Kavite dediğimiz yer armuta benzer. Armudun etli kısmı rahimin kas ta-bakası, içinde çekirdek olan kısım da bizim kavite dediğimiz yer. Adet olun-ca kanayan, gebeliğin olduğu, spira-lin takıldığı yer. Yumurtalık kanalında spermle birlikte bileşip, o yolculuğu yapıyor ve buraya oturuyor. Ve adet olunca kanayan yer artık kanamıyor çünkü içinde kese var. Bir bakıyoruz, orada keseyi görüyoruz. Önce kese oluşuyor. O yuvarlak top gibi hücreler aslında bir çemberin çeperini oluştu-racak şekilde bir dizi haline geliyorlar. İçi boş, su dolu bir kese. Bu gebelik kesesi oluyor. Bu kese oluştuğunda biz ultrasonda görüyoruz kesenin içinde de daha sonra embriyoyu görüyoruz.

Aktivist: Üreme tüm canlıların ortak özelliklerinden biri. As-lında hepimiz büyük bir planın parçasıyızJ Bu konuda da biz ka-dınlar erkeklerden biraz rol çalı-yoruz gibime de geliyorJ Bu se-beple bize erkek anatomisini de anlatabilir misiniz? Bir embriyo-nun meydana gelmesi için, sper-min taşıması gereken özellikler var mıdır?

Op. Dr. Yasemin Yakut: Evet, as-lında erkek anatomisi çok beni konum değil ama erkekler de yine gerçekten bir mucizenin parçası. Vücudumuzda salgı yapan birçok bez var. Gözyaşı bezi, tükürük bezi, bu bezlerin işlev-leriyse yine bir mucize. Tükürük sal-gılanmasaydı ağzımızın içi ıslak olma-

yacaktı ve biz konuşamayacaktık. Ya da sindirim yapamayacaktık. Semenin salgılandığı bezlere de bakınca, içinde sperm var. Spermin yaşadığı semenin de özelliği var.

Aktivist: Döllenme ile kadın be-deninde ve metabolizmasında gerçekleşen değişiklerden bah-sedebilir misiniz?

Op. Dr. Yasemin Yakut: Aslında en sıkıntılı dönemi ilk 3 ay. Çünkü doğdu-ğu andan itibaren vücudumuzda öst-rojen ve progesteron denilen bir hor-mon oluyorHamilelikte ve menopozda vücudumuzdaki hayatımızın uzun bir döneminde halim olan hormonların sıfırlandığını görüyoruz. Nasıl meno-pozda kadınları ateş basıyor, sıkıntı hali oluyor gebelikte de menopoz gibi östrojenden yoksun bir dönem başlı-yor. Şişkinlik, sinirlilik, duygusal olarak alınganlık hali yapıyor. Östrojen aslın-da güzellik hormonu, gebelikle o ışık da gidiyor. BetaHCG denilen sadece gebelikte salgılanan bir hormon var, o salgılanmaya başlıyor. Bu hormon her gün iki katına çıkıyor. Vücudumuz için çok yabancı bir hormon da salgılanma-ya başlayınca mide bulantıları kusma-lar ve duygusallıklar başlıyor.

Ama herkes böyle mi yaşıyor? Hayır aslında metabolizmamızda fizyolojik olarak zor bir değişiklik oluyor ama gebelik duygusu o kadar güzel bir duy-gu ki insan umutla doluyor, bir ağacın yaprağının üzerindeki o güzel çiçek ya da çiçekten sonra çıkan küçücük bir meyve tomurcuğu… Onun planları yapılırken, kadınların büyük bir çoğun-luğu vücudundaki değişikliği olumsuz olarak yaşamıyor ama daha az bir kıs-mında da maalesef hassasiyetler ola-biliyor.

Aktivist: Milyonlarca sperm hüc-resi, aynı şekilde yumurta hücre-leri… Spermin kısacık ve mace-ra dolu yolculuğu… Kusursuzca hazırlanmış bir ortam… Ama başarıyla sonuçlanan -istisnai du-rumları saymazsak- tek bir emb-riyo… Bedenin kendi bilincinde en mükemmel birleşimi, dolayı-sıyla ihtimali seçtiği ve olgunlaş-masına izin verdiği gibi bir varsa-yım mümkün mü?

“Hani kutsal topraklar denir ya; dünya

üzerinde yer alan ve kimsenin aklına

getirmediği bir kutsal toprak aslında kadının rahmi.

Ve erkek spermi gerçek bir tohum.

Toprak ile tohumun bir araya gelmesi

ve bir meyveyi meydana getirmesi

nasılsa, sperm ile yumurtanın

birleşerek bir tohum gibi rahime düşmesi

de öyle bir şey.”

79

Page 80: Aktivist Dergi 6. Sayı

80 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 81: Aktivist Dergi 6. Sayı

Op. Dr. Yasemin Yakut: Kesinlikle. Her zaman… Her bebek, anne karnı-na düştüğü andan itibaren bizim için bir birey. Bu sonuç zaten mükemme-liyetten kaynaklanıyor. Doğacak olan bebek, bir mükemmel varlık. Eğer ara-da bir şekilde bir anomali varsa, doğa zaten bunu kendi kendine sonlandırı-yor. Ama var olan bebek, olabilecek-lerin en kusursuzudur.

Aktivist: Siz bir Kadın Doğum Uzmanısınız. Bütün bu olup bi-ten fizyolojik olaylar içinde bi-limle açıklanamayan, şaşırtıcı bir nokta var mı?

Op. Dr. Yasemin Yakut: Tabii ki bütün bu süreç bana göre şaşırtıcı. Küçük bir hücreden bahsediyoruz, küçük bir hücre ile birleşiyor ve ben onu gebelik kesesi olarak görüyorum. Ne kadar, 1 cm bile değil! Doğada bir santimi düşün, bu siyah boşluk, etra-fında bembeyaz bir çember, hare… Bu halden dokuz ay sonra eli, kolu, ayağı, parmakları, tırnakları gözü kir-piği, saçı her şeyi olan bir şey doğuyor. Ben onun progresive olarak gelişmesi-ni görüyorum 9 ay boyunca. O minik fasulye tanesi gibi şey, git gide başka-laşıyor, büyüyor, ayrılıyor, gelişiyor, iç organları oluşuyor… Bütün bunların

olabilmesi nasıl bir mucize olmasın ki! Doğanın en güzel mucizesi. Sözün bittiği yer.

Aktivist: Siz bir hekimsiniz ve bel-ki binlerce gebelik takip ettiniz, kanıksadınız mı? Yoksa her sefe-rinde heyecanlanıyor musunuz?

Op. Dr. Yasemin Yakut: Kesinlikle her seferinde farklı bir heyecan yaşıyo-rum. Her bir doğum anında yaşadıklarım anlatılamaz. Çünkü dünyanın en temiz ve en saf şeyine ilk ben dokunuyorum. Ne kadar şanslıyım. Sanki bana fark-lı bir enerji veriyor, beni besliyor. Her birini kendi çocuğum gibi seviyorum, hissediyorum. Bazen doğum anı fotoğ-raflanabiliyor ya bazı fotoğraflar var, bir bakıyorum yüzümdeki ifadeye, o anda yaşadığım her şey orada görünüyor. Bebeğe olan saygı anneye olan saygı, doğaya olan saygı… Olayın mükemme-liyetine saygı… Ve elbette onu o şekil-de, oradan canlı kusursuz çıkardığım için kendime olan saygı.

Tabii bu saygının yanında, bütün olanla-ra dair duyduğum büyük sevgi ve korku! Hepsini yüzümde görebiliyorum. Ve bu duyguları, hepsini her doğumda yaşıyo-rum.

(bir fotoğraf gösteriyor) İşte bu, “Her şey yolunda mı?” bakışı…

Aktivist: Döllenmiş yumurtadan, bölünme ile meydana gelen hüc-reler, daha sonra bütün bir be-denin neredeyse “atası” olacak diğer hücreleri meydana getiri-yor. İnsan bedeni adeta bir fabri-ka gibi çalışıyor. Siz bu mucizeye her gün defalarca kez tanık olu-yorsunuz. Kadın ve erkek aslında “bereketin” timsali olarak yer-yüzünde bulunuyorlar. Peki, siz bir hekim olarak kadın ve erkeği nasıl tanımlarsınız?

Op. Dr. Yasemin Yakut: Gerçekten çok güzel ifade etmişsiniz. Hani kutsal topraklar denir ya; dünya üzerinde yer alan ve kimsenin aklına getirmediği bir kutsal toprak aslında kadının rahmi. Ve erkek spermi gerçek bir tohum. Top-rak ile tohumun bir araya gelmesi ve bir meyveyi meydana getirmesi nasıl-sa, sperm ile yumurtanın birleşerek bir tohum gibi rahime düşmesi de öyle bir şey. Tohumun filizlenip, büyümesin-den ve bir insan yavrusu olmasından bahsediyoruz. Bugün bir bebeğe de dünyanın en değerli tomurcuğu desek yanlış olmaz sanırım. Ve tomurcuk bü-yüyor, sen oluyor, ben oluyor, biz olu-yoruz… Sanırım bütün bunlar senin de dediğin gibi bir mucizevi bir bereketin timsali kadın ve erkeği ifade ediyor.

81

Page 82: Aktivist Dergi 6. Sayı

röportaj

Röportaj: Hande Ceyhun

82 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 83: Aktivist Dergi 6. Sayı

Aktivist: Mühendislik eğitimi almış ancak meslek olarak sür-dürmemişsiniz. Bunun yerine Londra’da sanat eğitimi almış, mütemadiyen de müze gezmiş-siniz. Ressam olma fikri nasıl oluştu?

Canan Berber: Okuldan mezun olunca mühendislik yapmaktan başka bir şey düşünemiyordum. Beş sene sektörde çalıştıktan sonra yurtdışına gitmek ve bir süre yaşamak kararıyla son çalıştığım işyerimden ayrıldım. Re-sim çocukluğumdan beri süregelen bir uğraştı, hayatımda hep vardı ama baskın değildi. Londra’da sanatla iç içe olma fırsatı buldum ve galiba her işi bırakıp resimle yaşama düşüncesi o zamanlar doğmaya başladı. 

aşkı, bereketi ve ka

dınlarıyla

rengârenk

bir resim serüveni

Kendimce bir disipline sahibim ve çalışmak beni cezbediyor. Çok çalışırım. Tutkulu ve azimliyim.

Onu hepimiz, kocaman

gözlü güzel kadınların yer

aldığı aynalı, pullu renga-

renk resimleriyle tanıyo-

ruz. Geçtiğimiz sayıları-

mızdan birinde kendisini

kültür sanat kapağımızda

ağırlamıştık. Şimdi, “Bere-

ket” konulu bir sayı hazır-

larken, o yine aklımıza geldi.

1994 - 1996 yılları arasın-

da Şizofrengi Dergisi’nde Lola

ismi ile deneme yazıları yazan,

1997 yılında Zed Yayınevi’nden

Canan Adomilli adıyla “Chikka

Boo” ismli kitabı yayımlanan

Canan Berber, halen “Sokakta

Kültür Sanat Kent” dergisinde

plastik sanatlar üzerine dene-

me yazılarını sürdürüyor. Hatta

Chikka Boo, 2015’te yeni baskı-

sıyla bir daha yayımlanacak.

Canan Berber, bize o kadar

güzel şeyler anlattı ki… İnsa-

nın derinindeki özü, fikrindeki

özgürlüğü ve ruhun kabına

sığmaz yaratıcılığını düşün-

dürdü bir kez daha. Anlat-

tıkları, bakış açısı ve serüveni,

herhangi bir şey için “ben bu

iş için doğmuşum” diyebi-

len herkesi yüreklendirecek

türden.

83

Page 84: Aktivist Dergi 6. Sayı

Aktivist: Bütün çocuklar aslında ressamdır demişsiniz bir söyleşide. Hakikaten, bence de öyledir. Sonra zihinler bulanır. Ya yapamazsam girer işin içine. Siz küçük bir ço-cukken ressam olmayı hayal eder miydiniz? Ya da neydi çocukluk hayaliniz.

Canan Berber: Çocukken her çocuk gibi ben de pek çok şey hayal ederdim ama içlerinde ressam olmak yoktu. Çün-kü bu o zamanlar, şimdiki kadar yaygın bir konu değildi. Başarılı bir öğrenciydim. Çevremdekiler benim büyüyünce mimar, mühendis, doktor, avukat gibi meslek-lerden birine sahip olmamı istediler. Çocukken yere yüzüstü uzanmış defte-rime resimler yaparken, dünyanın başka yerlerine gitmek, gezgin olmak gibi şeyler düşünürdüm.

Aktivist: Yine bir başka röportajda demişsiniz ki gerçekleştiremedi-ğim hayalim yok. Hırsla mı oldu bu tutkuyla mı yoksa sadece planlı ve disiplinli bir şekilde çalışarak mı?

Canan Berber: Hayallerimin her zaman gerçeğe dönmesinde birçok etmen olabi-lir, bilemiyorum. Ressam olarak sanıldığı gibi fazlaca duygular, hislerle yaşayan biri değilim. Ben düşünceyi, düşünmeyi sevi-yorum ve gerçekçi biriyim. Kendimce bir disipline sahibim ve çalışmak beni cezbe-diyor. Çok çalışırım. Tutkulu ve azimliyim. Sanırım bunların neticesinde hayaller gerçekleşiyor. Şu an sahip olduklarım, bir zaman önce gözümü kapatıp canlandır-dıklarımdır, sürekli gelişen, değişen, ilerle-yen vizyonumdan farklı bir şey değildir. 

Aktivist: Resimleriniz kadar renkli misiniz? Canan Berber: Resimlerim demek, ben demek. İç dünyam hep çok renklidir ancak fazla dışa vurmam. Biraz mesafeli ve kendime dönük yaşamayı severim. 

Aktivist: Sanat algısı çok da geliş-memiş bir ülkeyiz. Sanat satmıyor pek. Devlet de destek vermiyor. Dolayısıyla sanatçılarımız çok ünlü olmadıkça yaptıkları işlerden para kazanamıyor ve yan işler yapmak zorunda kalıyor, sizde durum nasıl? Canan Berber: Sanatla ilgili iş yapan insanlar dünyanın her yerinde sanatla

para kazanmanın garantisi olmadığını bilirler. Ev yapan usta dizdiği her tuğla için para alır da müzik, tiyatro, resim, heykel yapan sanatçıların veya bir yazarın, şairin her üretiminin paraya çevrilmesi söz konusu değildir. Sanatçılar bu anlamda yalnız ve cesurdur, garantili bir iş arayışın-dan uzak yaşarlar. Zor olmasına rağmen yine de birçok yaratıcı ruha sahip bireyin eskisinden daha çok sanata yöneldiğini gözlemliyorum.  İşsizlik ve yoksulluk barındıran bir ülkede sanat tüketimi de haliyle yüksek olamaz. Sanat almak hem kültürle, hem de parayla ilgili. Bu ikisine birlikte sahip olmadan bir insanın resim alıp duvarına asması tabii ki mümkün değil. Diğer harcamaları kolay-lıkla yapabilen ama resim alırken duraksa-yan kitle hep olacak ve resme para ver-meyi fuzuli bilmeye devam edecek. Sanat lüks bir tüketimdir. Lüks bir çantayı, saati ya da koltuğu sorgulamadan alıp resim için harcamakta tereddüt eden, sağlam pazarlık yapan kitle var bir de ve çığ gibi büyüyor. Bunların bir şekilde resim satan aracılar, komisyoncular, bazı galericiler tarafından türetildiğini düşünüyorum. 

Aktivist: Siz resimleriyle para ka-zanan ve kısa bir zamanda da gayet güzel bir isim yaptınız. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Canan Berber: Ben kendime yüksek gelir sağlayabileceğim garantili bir mesleği terk ettim. Benim gibi birçok insan bunu

yapıyor, yine de ek işe gerek duymaksızın sanat yapabilen elbette çok az.  Ben başından beri yaptığım resme, kendi resmime inandım, doğrusu bu yolda kim-seyi bilmedim, görmedim, dinlemedim. Kendi tekniğime, kendi gözüme, kendi derdime sadık kaldım. Başladığımda re-simden para kazanmak aklımın ucundan geçmedi. Yüklüce bir mirasım olsaydı tek bir resmimi satmazdım. Ne yaparsam yapayım, kendim için yapıyordum ve re-sim yapmama fazlaca anlam yüklemedim, bunun beni eğlendiren çocukça bir iş olduğunu düşündüm hep. Yaptığımı ken-dime beğendirmem benim için asıl olandı. Bu her zaman böyle. İçimde beni motive eden, yaratıcılığımı canlı tutan, resmi her şeyin ötesine koy-mamı sağlayan bir şey var, belki güçlü bir itki, bir tutku gibi bir şey ve beni her zaman iyi resim yapmaktan da öte bir değer yaratmaya motive etti. Bu yolda ilerliyorum.  Başka bir işe mesai harcamadan resim yaparak yaşayabilmem, resimden para kazanmam elbette resimlerimin talep görmesiyle ilgili. Başından beri böyle süregeldi. Bu güçlü talebin temelinde insanların işlerimi edinmek istemelerini tetikleyen şeyin, yaptığım işlerin özgün oluşu, var olduğum coğrafyaya, yaşadığım kültüre dokunan etnik tatlar içerişi, ren-gin parıldayan cazibesi ve resimlerimin, bakanların ruhlarını zarifçe gülümsetmesi diye düşünüyorum. 

84 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 85: Aktivist Dergi 6. Sayı

85

Page 86: Aktivist Dergi 6. Sayı

86 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 87: Aktivist Dergi 6. Sayı

Aktivist: Resimleri pullarla aynalarla boncuklarla süs-lemek nereden çıktı? Canan Berber: Farklı malzemeleri resmime yakıştırıyorum. Resim yapan fırçayı tutan parmaklarım, hey-kel, fresk, mozaik vs hepsini benzer yolla çalışabilir. Resim yaparken bende sadece resmimi yapmak değil, herhangi bir sanatsal iş için çalışma, yaratma dürtüsü hakim. Bun-dan kaynaklanan bir tavrım var ve başından beri kalın tabakalar halin-de boya kullanmaya, ayna, kristal taş, varak ya da metal gibi malzemeleri resmime katmaya yöneldim. Tuvalin, boyanın düzlüğünü, duvarda dört köşe bir resmin biçimsel, hacimsel o beni usandıran ezeli tek-düzeliğini bozmayı, mümkün oldukça farklı boyut ve ışıltı ile dönüştürmeyi, tuvalin üstünde sürprizler yakalamayı seviyorum. 

Aktivist: Nazra Una Mirada gibi fantastik.  Naira, Almila, Dilşikar gibi Osmanlı, Emarald gibi Fransız, Buhuru Meryem gibi Anadolu kız-larının yani resimlerin isimlerinin özel bir nedeni var mı? Nereden geliyor bu isimler? Canan Berber: Resimlerimdeki ka-dınlar rengarenk, canlı ve eski zaman kadınları belki. Ben onların çoğunlukla büyürken etkilendiğim Hitit kültüründen, ya da eski Anadolu uygarlıklarından kızlar, gelinler, tanrıçalar olduklarını düşündüm. Bunun yanı sıra kimi zaman onların Türk-men, Yörük, İskit, belki Maya, Aztek, Inka kadınından ya da eski Tibet’ten, Kaş-mir’den, Altaylar’dan, İran’dan, bir Afrika kabilesinin kadınından ruhlar taşıdığını da gördüm. Kadına şimdi görmediği önem, hak ettiği değer, tarih öncesi toplum-larda verildi, kadın el üstünde tutuldu. Becerisi, zekası, bereketli doğası tanrıça mertebesinde değerlendirildi. Tarihin en eski tanrıları, tanrıçalardır. Babil’de İştar, Anadolu’da Kibele, Mısır’da İsis... Benim kadınlarımın hepsi tarihteki ana tanrıça

kültünden varyetif ruhlar taşır. 

Aktivist: Resimlerinizle ilgili fikir aldığınız kişiler var mı? Canan Berber: Bu resim oldu demem için kim ne derse desin kendimin ikna olması gerek. Yine de yanımdakilere sormadan edemem, bana yakın kişilerin, sevdiklerimin fikrini almak isterim. Canan buna sakın dokunma çok güzel olmuş, deseler de onları dinlemediğim çok olur.  Aktivist: O klasik soruyu size de soralım. Sanat ne için? Toplum, sanat, kainat? Canan Berber: Sanat insan için bir ihtiyaçtır ve tabii ki insan içindir. Sanat üretmek de tüketmek de entelektüel beynin yüksek faaliyetidir. Yemek, içmek, maddesel refahtan faydalanmak gibi ihti-yaçların ilkel doğamıza güçlü bir şekilde hükmettiği bu dünyada sanata yer açmak duygusal ve düşünsel incelik arz eder. 

Aktivist: Hep kadınların narın res-samı deniyor size ama ben içinde çok daha fazla şey görüyorum, bir sürü masal, bir sürü hikâye bir sürü başka dünyalar görüyorum, bu size sınırlama gibi geliyor mu hep narın kadının ressamı diye anılmak? Canan Berber: Resim serüvenimde dönem dönem nü’den naturmorta,

portreden manzaraya, bazen de soyut, farklı farklı resimler yaptım. Bu yolda yürürken,

kadınlarıma ve elmalarım, nar-larıma gelince durdum. Çünkü

çok bana aitlerdi ve insanları olduğu gibi beni de çektiler. Belki

çoğu benim Hitit kızlarıyla resme başladığımı zannedebilir. Öncesinde

bir ömür, kadınlarla narların olmadığı pek çok resmim, sergim var. Bu yolculuk devam ediyor ve ben nereye yürür, neler yaparım, insanların nezdinde nelerin res-samı olurum, bilmiyorum. Takipçilerimin benim için “kadın ve narın ressamı” deyişi yarın değişip başka bir şey olur. Bu tür yargılar normal ve anlaşılır ancak beni etkilediği pek söylenemez. Kendimi bir ressam olarak hiçbir zaman kategorize etmedim. Hatta kendimi ressam olarak bile sınıflandırmaktan hoşlanmıyorum. Kreatif bir kişiliğim. Sevdiğim işi yapıyo-rum. Dünyanın, evrenin, resim gibi engin, sayısız başka değerleri ve dertleri olduğu-nu bilerek resim yapıyorum.  Tek bildiğim, sonsuz düşleme ve düşün-me özgürlüğüne sahibim. İstemediğim bir resmi yapmam mümkün değil. Benden beklenilen resimleri yapmak da öyle. 

Bir ressam kendine dokunan temaları ele alır. Bu tek bir çizgi de olabilir, sayısız çeşitlilik de gösterebilir. Ressam için tek bir temayı renk ve malzeme çeşitliliğiyle sayısız varyetede çalışmak mümkündür. Bu sıkıcı değildir tam tersi heyecan verir ve tuvalde her anlamda derinleşmenizi sağlar. İlkinde sürmek isteyip de cesaret edemediğiniz bir boyayı diğerinde kulla-nabilirsiniz. İlkinde silmek isteyip vazgeçe-mediğiniz bir detayı diğerine almazsınız. Bu böyle böyle devam eder. Deney içerir, oyun gibi. Sonunda sadeleşmiş, renkler-de, çizgilerde dorukta bir ahenk yakala-mış, teknik problemlerinizi azaltmış ya da aşmış, kendi derdinizi anlamış olarak, iyi bir yerde bulursunuz kendinizi. Çünkü

tuval in üstünde sürprizler yakalamayı seviyorum

87

Page 88: Aktivist Dergi 6. Sayı

resim düşünceyle başlar ve ilerler. Her resim tuvale yüklenmiş bir düşüncedir. Bir tuvalin üzerindeki çizgiler, renkler, ışık, gölge, yani o resim dediğimiz şey, yaparken boğuştuğumuz düşüncelerdir. Resim, ressamın özenle seçtiği, estetik anlatımlı bir düşünceden başka nedir ki!

Aktivist: Etkilendiğiniz, takip ettiğiniz ressamlar var mı? Canan Berber: Resimle ilgili merak ettiğim her konuda bilgilenme olana-ğım oldu. Dünyadaki ünlü ressamların pek çok eserini dünya müzelerinde görüp inceledim. Birçok esere aşık oldum, kıskandım. İnsanlar resimle-rimde kimi zaman Klee, Klimt, Mo-digliani, Chagall, Bedri Rahmi, Nuri İyem gibi ressamlara ait tatlar, ögeler gördüklerini söylüyorlar. Hepsi de çok sevdiğim ressamlar. Herhangi birinin takipçisi olmak benim için çok kolay bir yol iken kendi resmimi yapmayı seçtim. Takipçi değil de bir avangart olduğumu düşünüyorum ve kendi söy-leyecek sözüm olduğunu başından beri biliyorum. İnsanların eserlerimi sevip alması, değer vermesi belki sözlerimin şimdiden anlaşılmakta olduğuna delalet ediyordur, bilemiyorum. Öyle bir iş yapıyorum ki görenler beni anlamadan, bilmeden sevebilirler. Bu bir talihsizlik ya da şans olabilir.

Aktivist: Resimlerinizin, insan-ların evlerinde olduğunu bilmek nasıl bir duygu? Canan Berber: Çok güzel bir duygu. Çoktan resim tarihine geçmiş çağdaş-larla bir duvara asılmak gurur verici. Bunun yanısıra sadece koleksiyoner değil kimin evinde olursam olayım, bu beni gerçekten de çok mutlu ediyor. 

Aktivist: Hitit kızları diyorlar bu renkli kızlara nereden çıktı hitit kızları, nasıl başladı Canan Berber: “Hitit gelinleri” kızları-ma kendi verdiğim bir isim. Merzifonlu-yum, Hitit’in merkezi olan Boğazköy’ün 60 km uzağında doğdum ve bir şekilde beslendiğim kültürde Hatti diyarının,  Anadolu’dan geçmiş görkemli antik medeniyetlerin etkisi var. Bir tuvale bir kadın figürü çizip elbisesinin karın kısmı-na büyük kırmızı bir nar, başına da Wil-liam Tell’deki gibi bir elma boyadım ve yapmaya çalıştığım kızın kendimce, tarih öncesine ait sıra dışı bir Hitit kadını/ge-lini ya da tanrıçası olduğunu düşündüm. Tarihi araştırmayı ve bilgilenmeyi çok se-viyorum. Kızlara verdiğim Nazra, Almıla vb gibi isimlerin birçoğu eski Türker’de kullanılmış isimler. Perslerde ve  Os-manlı’da kullanılan isimlerle birlikte bazı Hitit kraliçelerinin adları da kullandığım isimler arasında. Tatavanna gibi, Pudu-hepa gibi. Resim bitince her birinin birer adı olduğunu düşünüyorum ve o adın ne olduğunu bulmak için araştırıyorum. Bu kızların hepsinin farklı hikâyesi var elbet, baktığınızda size anlatır umarım.

Aktivist: Eserleriniz yoğun bir şekilde telifsiz olarak çoğaltılıyor, taklitleri yapılıyor… Canan Berber: Bu çok üzücü bir durum. Kendi taklitlerim ve çoğaltmala-rımla karşılaştığım zaman artık çaresizlik hissediyorum. Ben avukatımla birlikte kendimce mücadele ediyorum ama bu konuda ciddi bir yasal destek olmaksızın bunu yapan kişileri durdurmanız zor.  Diğerlerinin bir eseri telifsiz ve izinsiz kullanma hakkının asla olmadığı, bu su-çun suç kabul edildiği bir dünyada ama neredeyse hak görüldüğü ülkemde resim yapıyor, sanal yolla ya da reel olarak sergiliyorum, binlerce insana ulaşıyor. 

Bazen işlerimi çok sevdiği için, hevesle kendi duvarına yapmak isteyenlere rast-lıyorum. Çok sevdikleri için sanırım buna hakları olduğunu da düşünüyorlar. Benim için, verdiği olumsuz duygu bakımından bir tane ya da bin tane çoğaltılmak fark etmiyor.  Ne sebeple olursa olsun başkaları ta-rafından kopya edilip üretilmeye benim hoşgörüm de iznim de yok. Kendisine ait en kötü resmin en iyi kopyadan daha kıymetli olduğunu çok iyi anlaması gere-ken bir çeşit “sanatsever” ama ressam bir kitle var ülkemizde. Bu saygının ve bilincin yerleşmesi, yasal düzenlemelerin oluşması, gerçek yaptırımların uygulan-ması en büyük dileğim. 

Aktivist: Hem otantik büyülü buğulu bir yanı var bu resimlerin hem de gayet modern. Hepsi çok gizemli aynı zamanda… Canan Berber: İlgimi çeken birçok şeyin içinde gizemcilik de var. Agnostik yazarları, filozofları okumayı seviyorum. Zihinsel olarak bir konuya odaklanıp orada kalmak, bir şeyci olmak, dünyaya oradan bakmak bana göre değil. Mesela okulda iyi öğrendiğim fizik ama o cahili olduğum metafizik benim için eşit de-ğerler taşır. Hepsi bu dünyanın zekasının ürünleri, kavramları ve bu sebeple bir anlam içerir. Madde ve antimaddeye olan ilgim belki bu yaşamın gizemlerine olan, belki de bilime olan merakımla ilgili ve ben öğrenmeyi de merakı da seviyorum. Neyi düşünmek istediğinizi seçersiniz. Resim yaparken vaktim çok, ben de zihnimi pek çok şeyi düşünmeye açı-yorum. Çoğu zaman öğrendiklerimi takip etmek yerine risk alıp bilmediği-min peşinden gitmeyi seçiyorum ve bu yaşamda bir şeyci değilim. Olsa olsa renkçiyim. 

Resim, ressamın özenle seçtiği, estetik anlatımlı bir düşünceden başka nedir ki!

88 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 89: Aktivist Dergi 6. Sayı

89

Page 90: Aktivist Dergi 6. Sayı

Osman C. Aydoğmuş

[email protected]

zengin olmak, bolluk,

spiritüalite

bereket, yargı, algı, gerçeklik

Hayatımızdaki bereket, bolluk, zenginlik çok yönlü etkenlerden dolayı değişim gösterir. Bu etkenler ailemizden getirdiğimiz his durumu, hayata bakış açımız gerçekte ne istediğimiz ve tabii hayat döngümüzdeki dönemler. Bunlardan kısa kısa bahsetmek istiyorum.

Ailemizden getirdiğimiz his durumu

İnsanlar büyüdükleri ortamdaki his durumu-nu hayatlarında farklı açılardan taşır ve bunu yaşarlar. Bazıları o his durumunun tamamen içine girip, o hissi yaratan yaşama dönüşür. Bazısı aileleri gibi olmak istemese bile ço-cukluklarında yaşadıkları hisleri farklı bir yaşam tarzında devam ettirirler. Bu açıdan ilk önce yaşadığımız ortamın, çevremizin, ilişkilerimizin ve her şeyin bizde yarattığı his-lere bakmalıyız. Bizi bloke eden, kısıtlayan, zorlayan hisleri algıladıktan sonra o hisleri dönüştürecek elementleri, insanları, eşyaları, renkleri, etkinlikleri hayatımıza sokmalıyız. Aynı zamanda bizi engelleyen hisleri yaratan durumları hayatımızdan çıkarmalıyız.

Para Algımız

Elbette mutluluk, maddi konumumuzun ne kadar yüksek seviyeye çıktığıyla değil içsel

durumumuzun ne kadar yüksek seviyeye çıktığıyla ölçülür. Tabii mutluluk para ile elde edilmez diyemeyiz çünkü buda bir yargı, para ile de mutlu olunurJ Para elinin kiridir... Bütün zenginler mutsuz... Çok para çok dert... Büyük başın derdi büyük olur… böyle ifadeler, insanların yüksek maddi ko-numlara gelmelerini engeller. Yargı denilen şey insanı oldu-ğu yere çiviler ve zincirlerle takılı bırakır bu nedenle, ne düşündüğünüze, ne söyle-diğinize dikkat edin. Algı ve his olarak kendinizi ne kadar sınırsız ve geniş hissederse-niz o kadar rahatlık, kolay-lık, bolluk ve bereket içinde olursunuz. His olarak nasıl hissetmemiz gerekiyor? Geniş, sınırsız, büyük, kalıpsız hissetme-lisiniz. Sizi neşelendirecek, mutlu, keyif li yapacak içsel aktivasyonları gerçekleştirmelisiniz.

Para sizin his durumunuzdur

İçsel his durumlarını hayatınızdaki pek çok şeye bağla-yabilirsiniz ama bu gerçekte sadece bir illüzyondur. Gerçek olan şudur ki, sizin içsel durumunuz sizde başlar ve sizde biter. Her gün yapılan yürüyüş, dinlenilen keyif li müzikler, renkli dekoras-yon ve kıyafet tercihleri, sevdiklerinizle olmak, sizi mutlu edecek et-kinlikler bulmak için paraya ihtiyacınız yok. Para sadece gelir. Para bir araçtır. Para bir enerjidir. Para sizin his durumunuzdur. Para algıdır. Para sevgidir. Zengin olmak için parayı biriktirmeyi sevmelisiniz. Para beslenilen bir enerji çeşididir. Para yatırım yapmak için vardır. Para çoğaltılabilir. Az para kazanıyorsanız damlaya damlaya göl olur lafını bilmeli ve daha çok kazanabileceğinizi, bunun mümkün olduğunu bil-melisiniz.

90 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 91: Aktivist Dergi 6. Sayı

bir sonraki sayıda… arınma… yaratım… enerjiyi yükseltme…

noktaları ile yazın.

üBu çalışmayı birkaç ay yaptıktan sonra en baştan okuyun inceleyin, algılayın kendi yargılarınızı, olayların akışını, bağlantısını ve size öğrettiklerini kendi bilinçaltınızdakileri görün…

Mekânlarınızın Size Verdiği Etkileri Değiştirin

üHer şeyde bir düzen, tertip yaratın

üEviniz, ofisiniz kısaca ortamınız daima te-miz olsun

üKullanmadığınız eşyaları evlerinizde tutma-yın.

üFerah bir ortam kurun

üCanlı ve dinamik renkler kullanın.

üEvde kullandığınız eşya, resim, tablo ve heykellerde yarımlık duygusu veren kesik imajlar ya da olumsuz duygular olmamalı. Mesela kolu ya da bacağı olmayan heykel-ler ya da sadece kafa heykelleri bilinçaltını-za olumsuz mesajlar iletir.

üSizi mutlu eden müzikler dinleyin.

üOkuduğunuz kitaplar ve seyrettiğiniz f ilm-lerin bilinçaltınıza olan etkisine dikkat edin.

Ruhsal Onarımlar

üGeçmişiniz de ki veya çevrenizdeki insan-ları affedin.

üKüs olduklarınızla barışın.

üBorçlarınızı ödeyin.

üYaptığınız haksızlıkları telafi edin.

üİnsanlara yardım edin.

üSevgi ile yaklaşın.

üKucaklaşın, sevgi gösterin.

Hayata Bakışımız ve Gerçekte ne istediğimiz

Çoğu insan zengin olmak istediğini söyler ama gerçekte istemez. Sorumluluktan kaçar, ailesi ve çevresi ile arasında oluşacak olan farklılıktan dolayı istemez. Zenginlik ile ilgili sadece lüks yaşamı dü-şünür ama kendini oraya da ait hissetmez çünkü yargıları ve üstünde başkalarından yansımalar vardır. Bazı insanlar evlenmek istiyorum der

ama asla istemez çünkü annesinden ya da babasından ayrılmak istemez. Yahut özgürlüğünü kaybedeceğini veya ailesi gibi

bir evliliği olacağını düşünür. Bunlar gibi birçok farklı versiyonlarda bilinçaltında olan sistemler vardır.

Bunlar öyle kalıplaşmış, öyle kendilerini gizle-miş sistemlerdir ki, kişinin hayatını yönetir

ve kişi bunu kabul etmez. Algılamak iste-mez çünkü bir insanın kendisi ile kendi

gerçekliği ile yüzleşmesi çok zor bir şeydir.

Hayat Döngüleri

Hayatımızın içinde farklı dön-güler vardır. Vedik astrolojide bunlara maha dashalar denir bunları mutlaka öğrenmenizi ve bunlarla ilgili farkındalık sahibi olmanızı çok tavsiye ediyorum. Bunların dışında numerolojik döngüler var gerçek bir uzmanla bu dön-

güleri incelemek sizin için de şaşırtıcı olacaktır. Tabii bir de

hayatımızda, bizim kendimiz için kafamızda kodladığımız döngüler

de varJ. Kararlarımız, planlarımız ve geleceğe dönük hedeflerimizi kur-

gularken, bilmeden ne çok engeli de varsayar, olacak olanı bile öte bir tarihe

atarız; hiç düşündünüz mü? :)

Zihinsel ve Ruhsal Blokajlarınızdan Özgürleşin

üYanınızda ufak bir defter bulundurun, her saat başı aklınızdan geçen düşünceleri yazın.

üRüya defteriniz olsun. Her sabah kalkar kalmaz rüyalarınızı yazın tarihi ile beraber ve eğer geçmişte sizi etkileyen, hala hatırladığınız rüyalarınız varsa onları da yazın.

üGünlük tutun.

üBütün hayat hikâyenizi başından bugüne dek, sizin için önemli olan

91

Page 92: Aktivist Dergi 6. Sayı

Floor Plan Light SwitchBu durum hangi evde yaşanmıyor ki. Kimi binalarda ha-

reket sensorleri ile kısmen bu sorun çözülmüş durumda. Ancak bu çözümün özellikle sık hareket edilmeyen yerlerde kullanıldı-ğında biraz sinir bozucu olduğu bir gerçek.Taewon Hwang bizlere başka bir çözüm daha sunuyor: Floor Plan Light Switch.  Bu sistemle artık hangi odanın aydınlatmasının açık kaldığını kumanda panelinden görebilir ve hatta o odaya gitmeden kapatabilirsiniz.

Kişisel Cihazlar Dünyası

Alper Ürersoy

[email protected]

Teknoloji

teknolojinintasarruf hali

Dört bir yanımız teknoloji ürünleriyle dolu. 

Sadece kendileri de değil. Enerji kab-loları, şarj üniteleri, bağlantı kabloları, taşıyıcı standlar, daha fazla kablo… 

Herkes bilir. Stand-by yani bekleme mo-dunda çalışan cihazların harcadıkları enerji korkunç büyüklükte olabilir. Kimi firmalar bunu dert edinip geliştirecek çözümler üretirken kiminin umurunda bile olmaz. Dünya devlerinden birinin yakın za-manda ürettiği, henüz Türkiye’de satıl-mayan, televizyona bağlanarak çalı-şan bir cihazın çok ısındığını fark edince açma-kapama düğmesinin neden ol-madığını sorgulamıştım. Dayanamayıp üretildiği ülkedeki merkezine bir şikâyet e-postası göndermiş ve özetle şu yanıtı almıştım: 

“Bir yılda harcadığı enerji 60 Watt bir ampulün 1 saatte harcadığı enerjiye eşittir ve göz ardı edilebilir” 

Peki, göz ardı etmeyip açma-kapama tuşu koysaydınız daha iyi olmaz mıydı?

Peki, bu teknoloji denen şey hiç mi tasarruf ettirmez?

Ettirenleri de var elbette. Kimi elektrik ve su kimi yer ve zamandan tasarruf et-tiren değişik yenilikleri derledim bu ay sizlere. 

Kim bilir belki biri sizin içindir.

“Yatak odanızın ışığı yine neden açık kal-mış? Evde elektrik santrali işletiyoruz da

haberim mi yok?”

Eco Cleaner ile deterjansız

bulaşıkTabaklarınızın hiç olma-dığı kadar temiz ola-cağını düşünün. Eco Cleaner, içine dizdiği-niz tabakları ultrasonik ses dalgalarıyla temiz-liyor.  Üstelik faydası sa-dece deterjan kullanı-

mını ortadan kaldırmasıyla da sınırlı değil. Tabaklardaki yemek artıklarını işlemden geçirip doğal gübreye dönüştürüyor. Bir taşla iki kuş.

92 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 93: Aktivist Dergi 6. Sayı

Document Extractor – Combi MonitorOnca elektronik arasında boğulmadan yaşa-mak için yerden tasarruf etmek hepimizin or-tak derdi. Bu nedenle hepsi bir arada cihazlar oldukça popüler.Multi-Touch destekli dokunmatik monitör, yazıcı ve tarayıcı özelliklerini içinde barındıran Docu-ment Extarctor-Combi Monitöre bayılacaksınız.

Sony EclipseBütün gün müzik dinlemekten zevk alanlar

için şimdi elektrik tasarrufu zamanı. Hoang M Ngu-yen ve Anh Nguyen tarafından tasarlanan Sony Eclipse, basit bir şekilde cama takılabiliyor. Hatta tutturuluyor demek daha doğru. Ön yüzü medya player arka yüzü ise güneş enerjisi panellerinden oluşan bu harika tasarım kendi enerjisiyle çalışa-biliyor.

Q Alarm clock - Uyanmak artık zorunluAlarmımızı tek tuşla erteleyip uykuya daldığımızda sonuç-

larına da katlanmak zorunda kalıyoruz. Ancak eğer böyle bir alarmlı saatiniz varsa işler değişir.iQ Alarmlı clock’da alarmı ertlemenin tek yolu var o da saatin sorduğu soruya doğru cevabı vermek.

Sony HTX-T1 2.1 Sound Bar (Built in subwoofer) 

Yerden tasarruf etmek için mükemmel çözümlerden biri daha. Televizyonun altına yerleştireceğiniz 170 W maksimum çıkış gücüne sahip bu cihaz, içinde S-For-ce PRO Front Surround teknolojisine sahip hoparlörler ve subwoofer barındırıyor. Ses kalitesi çok etkileyici. 3 HDMI girişi, 1 HDMI çıkışı, Optik ses girişi olması onu diğerlerinden daha öne çıkartıyor. Bluetooth ve NFC destekliyor olması sayesinde tüm mobil cihazlar ile uyum gösterebilecek şekilde tasarlanmış. Sadece yer tasarrufu sağlamakla kalmıyor. Sizi onlarca bağlantı kablosu kullanmaktan da kurtarıyor.

93

Page 94: Aktivist Dergi 6. Sayı

Green Smart GlassŞaşırtıcı bir yenilik daha. Resimde gördüğünüz bar-

dak herhangi bir sıcak içecek bardağı değil. Bu bardak, içine konulan kaynama derecesindeki içe-ceğin sıcaklığını saniyeler içinde içilebilir seviyeye in-diriyor. Bitmedi. İçeceğinizi soğuturken açığa çıkan ısıyı ise daha sonrası için saklıyor. Sakladığı ısıyı barda-ğınızı soğutmamak için yavaş yavaş kullanıyor.

WAT LampÇiçekleri sularken gece lambanızı da sakın unut-mayın. Çünkü bu lamba suyla çalışıyor. İçindeki su ile kombine çalışabilen hidro-elektrik pil elektro-kimyasal reaksiyon ile ışığın yanmasını sağlıyor. 

Water MeterKullandığınız miktarı dijital olarak göste-rerek su kullanırken suçluluk duymanızı sağlayacak bir mus-luk kullanıyor olsanız su tüketiminiz azalır mıydı acaba?

1limit FaucetEğer su tüketimini azaltmada Water-Meter işe yara-

mazsa bir de bunu deneyin. Tek seferde en fazla 1 litre su akıtan bu musluğu kul-lanırken her bir damlanın önemini anlayacaksınız.

94 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 96: Aktivist Dergi 6. Sayı

Elif Bayar

“Eğer kendi köşenize çekilirseniz,

bildiklerinizin insanlığa hiçbir faydası olmaz”

Yaco

uba

Saw

adog

o

güncel

96 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 97: Aktivist Dergi 6. Sayı

Bereket insanlık tarihinin en başından bugüne gelen bir miras bana göre. Konu bere-ket olunca, sürekli kadınlar-dan bahseden biri olarak ka-dınlarla ilgili bir yazı yazmak geçti aklımdan. Ne de olsa toprak ve kadın arasında ku-rulan bereket ilişkisi binlerce yıldır pek çok kültüre hayat vermiştir. Tarım yaşamına ge-çen toplumlardan kalan arke-olojik verilerde bile bereketle ilişkili geniş kalçalı kadın figü-rinleri* oldukça fazladır. Böyle bir durumda bereketi anlata-cak en iyi konu kadın olmalı diye düşünmüştüm.

Ancak bu yazı, bir erkekle alakalı olacak. İnsanın sade-ce yıkım getirmediğinin kanıtı olan bir erkeği anlatacak. Doğayı öldüren insanın bı-raktığı çölden tekrar yaşam çıkartan bir insanı ve onun mucize gibi yeteneğini. Bu yazı Yacouba Sawadogo hakkında olacak ve aslında insanın neler başarabileceği hakkında.

Bilmeyenler için Afrika’da yaşanan kuraklıkla başlamak en doğrusu olacak. 1970’ler-de bereketi ve yaşam verme gücüyle insanlığın dünyaya yayıldığı düşünülen ve bu yüzden “Ana” olarak bilinen kıta Afrika’da insan etkisi ile gerçekleşen tarihin en acı çevre felaketi yaşandı. Etkisi bugün bile Afrika ülkelerinde kendini gösteren bu kuraklık, yüzbinlerce insanın ölümüne, milyonlarca hayvanın telef ol-masına sebep oldu. Üstelik bu başlangıçtı. Aşırı otlatma, aşırı nüfus ve aşırı tarım nedeniyle, kurak iklim ve yağışlı iklimin kesiştiği Sahel bölgesi bitmek bilmeyen kuraklığa mahkûm oldu. Çöl giderek iç bölgele-re doğru yayıldı. Doğa yavaş yavaş ölürken üzerinde yaşa-yan bütün canlılar, canlılara hayat veren su kaynakları da bundan şiddetle etkilendi. Bütün dünya bu felaketi eli

kolu bağlı izlerken ve modern yaşam bu duruma hiçbir çare bulamazken insan eliyle oluş-muş bu felaketin karşısında bir kişi büyük bir fedakârlıkla di-rendi: Yacouba Sawadogo!

Bolluk bize dünyanın mirası!Burkina Faso, dünyanın en fakir ülkelerinden birisi. Çöl-leşmenin en çok etkilediği ülkelerden, Nijer, Sudan, Mali, Nijerya gibi. Anlamı “Onurlu İnsanlar Ülkesi” demek olan Burkina Faso’da yaşayan Ya-couba Sawadogo, doğaya yaptıkları yüzünden yerlerde sürünen insanlık onurunu kur-taran kişi olarak tarihe geçti. . Yacouba Sawadogo, son yıllarda tanınmış olmasına rağmen aslında 1980’lerden beri çölleşme ile mücadele ediyor. Çölleşme ile durmak bilmez mücadelesinde ise sadece geleneksel yöntemler kullanıyor. Afrika’da çok eski-den beri süregelen bir teknik olan “Zai” tekniği, başarısının sırrı. Basitçe anlatmak gere-kirse, kuraklıktan neredeyse betonlaşmış olan toprağa bü-yük bir çukur açılıp içine bitki artıkları ve gübreden oluşan bir karışım yerleştiriliyor; daha sonra bölgenin şartlarına uy-gun tohumlar konarak çukur kapatılıyor. Üstüne kapatılan toprakta küçük delikler açı-lıyor ve bu delikler yağmurlu mevsimde yağan yağmur suyunu tutarak içerideki to-humun canlanmasını sağlıyor. İçerideki bitki artıkları ve güb-reler de uzun yıllardır süren çölleşme sebebiyle toprakta-ki besin yetersizliğini önlüyor. Burada önemli olan çukurun kurak mevsimde açılması ve açılan çukurlara tek çeşit to-hum konmaması.

Bu kadar basit ve ilkel bir yöntem uygulayan Yacouba Sawadogo başlarda bu ça-bası ile dalga konusu olmuş

ve pek de destek görmemiş. Ancak çabasından vazgeç-memiş. Yaklaşık 120 hektarlık alanı tekrar canlandırmayı başarınca Yacouba Sawa-dogo hakkında bir belgesel * yapılmış. Bilim çevreleri hala bu olaya şaşadursun çevre köylerden gelenler bu tekniği öğrenerek başka yerlerde de uygulamaya başlamış.

Sınırsız ve sonsuz tüketimde, etrafımıza ne kadar zarar ver-diğimizi hiç düşünmediğimiz zamanlarda sarsıcı bir tokat gibi yüzümüze vurup, yaşam-larımızı sorgulatan bu adam başka bir yaşamın mümkün olduğunu gösteren bir bilge. Öğretilerini birilerine kabul ettirme derdine düşmeden, günü kurtaracak çıkarlarını tatmin etme derdinde ol-mayan Sawadogo insanın sadece yıkımdan ve tüketim-den ibaret olmadığını bize gösterdi. Bolluk bize dünyanın mirası! Dengeyi korumak ve başka yaşamlara saygı duy-mak ise sahip olduğumuz tek sorumluluk. Bu nedenle bu sayının konusu bereket, bolluk iken yaşayan en bilge adamı, bolluk ve bereket getirmenin aslında çok da zor olmadığını gösteren “insan”dan bahset-memek olmazdı.

Şimdi Afrika’da büyük bir di-reniş var. Köylerden koşarak gelen insanlar yaşanan bu felaketin telafisi için, doğaya duydukları özür borcu için Yacouba Sawadogo’dan geleneksel tarım pratiklerini öğreniyorlar.

Çözüm basit, Gandhi’nin de dediği gibi “Sade yaşa ki başkaları da var olabilsin.”

*Antik döneme ait, kilden veya taştan yapılmış, insan veya hayvan biçiminde hey-kelcikler.

* Belgesele buradan ulaşabilirsiniz

97

Page 98: Aktivist Dergi 6. Sayı

Hakan AyvazPara Psikoloğu

[email protected]

finans

Sabah Erken Kalkanın Bereketi Bol Olur…

Bereket ile ilgili inanç kalıplarımızı ifade eden ve gün-lük hayatta bolca kullandığımız sözler vardır.Allah bereket versin.Nerede hareket, orada bereket…Sabah erken kalkanın bereketi bol olur…Ömrüne bereket deriz mesela.Bir de “Bereket Duası” vardır çok bilinen ve kullanılan.

Şahsen benim en çok inandığım söz “sabah erken kalkanın bereketi bol olur”. Benim inancıma paralel bir mesaj veriyor çünkü. Benim inancıma gelmeden önce, “bereket” konusunu biraz irdeleyelim istiyo-rum.

Sizce bereketi tanımlayan başka bir söz ne olabilir? İşinizde daha çok kar elde etmek mi? Daha çok sa-tış yapmak mı? Bir koyup on, yüz, belki de bin almak mı? Sadece maddi bir unsur mu? “Bereket=daha çok” olabilir mi?

“Görünmez El: Bereket”

Bereket etiketi, çoğunlukla ve genellikle ticarette kullanılıyor günlük hayatta. Bir tüccarın, gereken her şeyi yapıp medet umduğu bir şeydir “bereket”. Gözünüzün önüne getirin. Mesela sabah dükkânı-nı açar, ilk siftahını yapar ve o aldığı parayı yüzüne sürüp “Allah bereket versin” der. Bir ritüeldir bu. Ve sonra da ilk siftahı yaptığı kişiyi sınar. Onun siftahı ile gününün nasıl geçtiğini izler. Eğer o gün çok satış yapmışsa siftah ve siftahı yaptığı kişi bereketlidir artık onun için. Gördüğünüz gibi, bu değerlendirmede tüccarın ve ticarethanesinin hiçbir şekilde perfor-mansı, hatası veya hatasızlığı yok. Sonucu belirleyen tamamen görünmez bir el olan “bereket”.

Bereket ile ilgili inançlarımız, yargılarımız çoğunluk-la maddi unsurları içerir. Ve toplumumuzda maddi unsurlar üzerinde etkin olan ilahi bir eldir bereket. Dinimizce belirlenmiş çerçeveler içerisinde hak gö-rülen veya görülmeyen bir destek elidir. Bu destek elinin yaşamınıza dokunması kişinin inançlarına göre bazı kriterlere bağlıdır. Dokunduysa bunun sebepleri ile ilgili yargılar olduğu gibi dokunmamasının da se-bepleri ile ilgili çeşitli yargılar mevcuttur. Biz burada bu yargı ve çerçeveye girmeyeceğiz. Uzmanlık ala-nımız değil çünkü.

Bereket bir Enerjidir

Farklı açılardan baktığımızda bereketin yaşamımız-daki varlığını ve nasıl çalıştığını analiz edeceğiz. Bu-rada bir tanım yapıp bereketten nasıl faydalanabi-leceğimizi açıklayalım diyorum.

Yaşam içerisinde kendimiz için belirlemiş olduğumuz duruş çerçevesinde genel sisteme olan inancımız ön şartı ile korkularımızdan arınabildiğimiz sürece kendi öz hayatımızın her alanına davet edip kullanabil-diğimiz, herkes için var olan son derece faydalı bir enerjidir “bereket”. Bereket, bir enerjidir. Kimseye ait olmayan, yaşam içerisinde asla tükenmeyen hatta çoğaltılabilen bir enerji. Ancak, her enerjide oldu-ğu gibi yaşamımıza davet edip kullanabilmemiz için belli şartların yerine gelmesi gerekiyor.Öncelikle yaşam içerisinde hepimiz için geçerli olan ve mükemmel çalıştığına kayıtsız şartsız inandığım bir şey var: Sisteme inancımızın tam olması gerekiyor.

Korkularımız, Kör İnançlarımız ve Sisteme Güvensizliğimiz Bereketle Buluşmamızı Engelleyebilir

Hz.Mevlana’nın düsturu olan “Her işte bir hayır vardır” yaklaşımını yaşamımızın geneline yerleştirmemiz ge-

yaşam maratonunda

çekilinkendi önünüzden

98 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 99: Aktivist Dergi 6. Sayı

rekiyor. Biliyorum, hiç kolay değil. Karşılaştığımız öyle olaylar ve sorunlar oluyor ki, öyle çaresizlikler içerisin-de bulabiliyoruz ki kendimizi, bu yaklaşım içerisinde olabilmek neredeyse imkânsız görünüyor bize. Ama geçmişe dönüp baktığımızda aslında pek çok olum-suzlukta bile bir hayır olduğunu tespit edebiliyoruz. İşte bu noktada birbirine bağlı diğer unsur geliyor karşımıza. Korkularımız. Bize öğretilen, bizim yaşam içerisinde hayrı tespit edemememizden kaynakla-nan, yerleşmiş korkularımız. Ve bu korkularla haya-tımıza yerleştirdiğimiz yargılarımız. Kısaca, sisteme olan güvensizliğimiz sonucunda oluşan korkularımız ve geliştirdiğimiz yargılar, yaşamımızdaki enerji akışı-nı olumsuz etkiliyor. Bu sebeple, bereket enerjisinden faydalanmak istiyorsak korkularımızı tespit etmek ve yanlış yargılarımızı onarmak durumundayız. Okudu-ğum bir kitaptan çok güzel bir söz hatırlıyorum; kendi önünüzden çekilin. Evet, yaşam maratonunda ken-di önümüzden çekilmemiz şart.

Bu bahsettiğim evrendeki tüm enerjilerin yaşamımı-za akışı için bir ön şart. Bu ayki konumuz olan bere-ket enerjisini yaşamımıza davet edebilmemiz için ise özel bir şart daha var. O da “kabulleniş”. Sistemden geleni kabul etmek. Bereket enerjisinin neden ben, neden benimki bu kadar gibi sorularla ördüğümüz duvarı aşması imkânsız. Bunu yapabilmek için de kendi öz yaşamımızı, sahip olduklarımızı sevmek ge-rekiyor. İşimizi, iş yerimizi, kazancımızı, sağlığımızı, sta-tümüzü, dostlarımızı sevmek, bütün bunları yaşamı-mızda onurlandırmak gerekiyor. Bunu başardığımız takdirde, evrendeki sonsuz bereket enerjisi yanımız-da, her an bizimle olacaktır. Bundan hiç şüpheniz ol-masın. Çünkü aynı para enerjisi gibi bereket enerjisi de güvenli alan arıyor kendine. Bu alanı siz sağlayın, sizinle olsun. Bu kadar basit.

Bereket Enerjisi, Sadece Parasal Değildir

Peki, iki sorum olacak size. Bereket enerjisi sadece parasal mıdır? Bereket enerjisinin yanı başımızda olduğunu nasıl anlarız? İkinci soruya bir ek; 1 bere-ketsizlik midir veya 1000 bereketli mi demektir? Yani sayısal bir değerle ifade edilebilir mi?Birlikte cevaplayalım.

Sabah erken kalktınız. Yaşamın o taptaze enerjisini kullanma fırsatını kullandınız. Bu arada ben bu yüz-den “sabah erken kalkanın bereketi bol olur” sözü-nü benimseyenlerdenim. Ve güne başladınız. O gün çok fazla işiniz var. Tam bir koşturmaca günü. Şöyle alt alta koyup baksanız korkarsınız. O düzeyde. Ama

siz halledemeyeceğinizi hiç düşünmediniz. Erken-den giriştiniz işlere. Gün içerisinde sizin bu güveninizi sınayacak aksilikler olur gibi olsa da oralı olmadınız. Ve akşam olduğunda yapmanız gereken işlerin tü-münü layıkıyla halletmiş durumdasınız. Hatta bütün bunları yaparken bir dostunuzun da işini kotardınız. Mutlu oldu. Bir de uzun zamandır sürüncemede ka-lan bir işi de başardınız. Sizce yaşamınızdaki iş alanı-nızda bereketli bir gün geçirmiş olmadınız mı? Ben-ce son derece bereketli bir gün geçirmiş oldunuz. Tüm işleri bitirdiniz, zor bir işi başardınız ve üstelik bir dostunuzu da mutlu ettiniz. Bereket enerjisi, sadece parasal değildir. Yaşamınızın her alanında var ola-bilen bir enerjidir. Ve inanın, paradan daha değerli kazanımlar elde ettirebilir insana.

Bereketi Sınamayın, Baskılamayın

Diğer soru zincirine bir cevap arayalım şimdi.Bereket enerjisi, sizin tarafınızdan sınanmaktan hoş-lanmaz. Yaşam yolculuğunda sizin her an yanı ba-şınızda olduğunu bilmeniz ve acaba dememeniz gerekiyor. Bakın bu çok önemli. Çünkü sınamaya kalkmanız demek, kendi öz yaşamınızdan ayrılma-nız, karşılaştırma yapmanız, kıyasla kendi sahip ol-duklarınıza olan sevginizi zayıflatmanız demektir. Bundan kaçınmamız gerekiyor. Bereket enerjisinin her an yanınızda olduğunu bilin lütfen. Dolayısı ile öl-çülmesi imkânsızdır. Sayısal değer koymak imkânsız-dır. Mesela, yine sabah erken kalktınız. Ve erkenden iş yerinizi açtınız. Rafları düzenlemeye, etrafı topar-lamaya başladınız. Siz çalışırken, erken saat olduğu halde açık olduğunuzu gören bir müşteri geldi. Bir satış yaptınız. İş yerinde gününüz sürekli olarak böyle geçti. Gün sonunda kasayı toparladınız. Temizliğinizi yaptınız ve kapatıp evinize gittiniz. Buraya kadar ba-kıldığında gayet güzel bir gün geçirdiğiniz görülüyor. Ama sabah geldiğinizde “Bugün ya hiç iş olmazsa, acaba dünden daha fazla satış yapabilecek mi-yim, dün kötüydü, önceki gün daha kötüydü” gibi düşüncelerle duvar örerseniz, bereket enerjisinin ka-pıdan bile giremeyeceğine emin olabilirsiniz. İşte o zaman 1000 bereketli mi acaba, bugün bereketimiz çok olacak mı acaba gibi soruları soruyor olursunuz. Bereket enerjisini de uzaklaştırmış olursunuz kendiniz-den.

Bu ayki yazımın sonuna gelmiş bulunuyorum. Son olarak dergimize dikkatinizi çekmek istiyorum. Oku-makta olduğunuz bu dergi, bereket enerjisinin dai-ma yanında olduğu bir dergidir. Bereket, dergimizin başından beri yanında olmuştur.Hepimize bereketli bir yaşam diliyorum. Özellikle sev-gi alanınızda bol bereket olsun.

99

Page 100: Aktivist Dergi 6. Sayı

ne o?röportaj ne o?

SEO Nedir? Nasıl SEO Yapılır? SEO’nun Faydala-rı Nelerdir? Google’da İlk Sayfada Çıkmak için Neler Yapmak Gerekir?

Hepsini ve daha fazlasını, Aktivist’in web üzerin-de yapılması gereken her şeyini yapan, sabır abi-demiz, ekibimizin biricik Web Uzmanı Hakan Sert anlattı. Hem de öyle bir anlattı ki, bu röportajı az daha uzatsak Adım Adım SEO adlı bir roman olur-du:) SEO ile ilgili merak ettiklerimizi sorduk, Hakan da cevapladı.

100 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 101: Aktivist Dergi 6. Sayı

Aktivist: Selam Hakan:) Öncelikle merak ettiğimiz her şeyi önceGoogle’da arıyoruz. Google, bize sunduğu arama sonuçlarını nasıl derliyor?Hakan Sert: Arama motoru Google şu an artık bir dünya devi haline geldi. 19 yıldan beri bir çok siteyi kayıt ediyor kendi datasına bu dataların her birinde 10 sayfa olduğu düşünülürse, şu an trilyon sayfa datası olan bir kütüphane düşünün, bu kütüphanede veriler; en önemlisi sayfa içeri-ğinin zenginliği ve kopya içerik olmaması, yaşı, kategorisi, hiti ve kendi kategorisinden aldığı referans linkler kriterleri-ne göre bize sunuluyor.

Aktivist: SEO nedir? Ne işe yarar?Hakan Sert: İngilizce kısaca SEO (Search Engine Optimi-zation) Türkçe karşılığı olarak Arama Motoru Optimizas-yonu olarak ifade edilmektedir. Bununla birlikte arama motorları, arama sonuçlarını listelerken algoritmik yani matematiksel bir yapı kullanmaktadır. Bu nedenle web geliştiricileri yazmış oldukları sayfaları bu ayrıntıya dikkat ederek oluşturmak durumundadır. İnternetin ekonomik anlamdaki gücünün artması neticesinde hızla yaygınlaş-maya başlamıştır.Site dışı SEO yapmak için çok sayıda farklı teknikler vardır. En popüler olanları ise siteye Backlink almaktır. Backlink sayınızı artırmak için çeşitli yollar kullanabilirsiniz. Fakat Mayıs ayında Panda 4.0 ile backlinklerin sayısı kadar içeriklerinizin de orantılı olarak çoğalması gerekmektedir. Çoğalmaz ise sıralamalarda gerilemeler söz konusudur. Başka sitelerle link değişimi yapmak, sitenizi dizin ve top-listlere eklemek, bloglardan yorum backlink almak, Fa-cebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde siteniz adına grup açarak makale veya içeriklerinizi tanıtmak ve sitenize link vermek, Yahoo! Answers gibi soru-cevap sitelerinde soruları olanlara yardımcı olmak ve referans olarak sitenizi göstermek bunlardan sadece birkaçıdır. Peki, bunları yaptığımızda sitemizde ne gibi değişiklikler olur. Sitenizin içeriğinin tamamı Google üzerinde gösteril-mesi artar, bununla birlikte Google üzerinde tıklamalar ve sitenizdeki ziyaretçiler buna paralel artmış olacaktır.

Adını Google’a Yazdım YarimAktivist: Bir firma ya da kişi için, Google’da ilk sayfa-da çıkmanın önemi nedir? Hakan Sert: Burada önemli olan konu, yapılan işle ilgili aramalarda çıkılması. Misal verecek olursak, firmaların belirli bir müşterileri mevcutken yaptıkları işte Google da ilk sayfada çıkmaları yeni müşterilerin geleceğinin ha-bercisidir. Tabii sitenize gelen müşterilerinizin sayfanızda istediğini bulması çok önemli bir faktördür. Aktivist: Peki, bunun formülü nedir?Hakan Sert: Aslında bunun formülü Google, zaman zaman yaptığı güncellemeler ile birlikte sayfalarda da nelerin etkileneceğini belirtiyor. Bunları devamlı takip etmek ve sayfanın yeni gelen güncellemelerinden zarar görmeden geçmesini sağlamak gerekiyor. Fakat bunu bir firma ya da site sahibi takip etmesi biraz güçtür. Çün-kü firma kendi işi ile gelen müşterilerine mi bakacak, işleri ile mi ilgilenecek? Yoksa Google’ın güncellemeleri ile mi ilgilenecek? Bu işte gerçek bir profesyoneller ile çalışıl-ması gerekiyor. SEO ile ilgili şu an konu hakkında çok da bilgisi olmayan ve bu işi yapıyorum diyen de birçok kişi

var. Bunlar ile çalışmalarda sitenin yükselmesini beklerken çoğu firmanın karşılaştığı durum, “İlk ay birinci sayfaday-ken şuan sayfamız yok oldu” oluyor. SEO işleminin de-vamlı takip edilmesi gerekmektedir. Bu sebeple bir kere çalışma sadece o anlık sizi yukarı taşır, sonrası her zaman hüsran olmuştur.Aktivist: İnsanların merak ettiği şeyleri ararken, Go-ogle arama çubuğuna yazdıkları şey ile bir sitenin içeriği arasında nasıl bir eşlik/denklik olmalı?Hakan Sert: Sitede sağladığınız ürün veya hizmetlerin her biri için ayrı ayrı metalar oluşturmanız gerekmektedir. Google’ın en büyük arama kriterlerinden biri Meta kısa açıklamalara dayalı arama yapmaktadır. Burada say-faya özel kısa bir açıklama yazmalısınız. Kısa açıklama o sayfanın ne üzerine olduğunu anlatmalı. 160 karakterden oluşmalı. Aktivist: Google’da üst sıralara çıkmak için, site sa-hipleri mutlaka profesyonel destek mi almalı? Kendi-miz ne gibi çalışmalar yapabiliriz?Hakan Sert: Profesyonel destek alınması gerekip gerek-mediği sayfanın arama kelimeleri ve rekabeti ile alakalı-dır. Profesyonel destek almadan ben bir şeyler yapaca-ğım derseniz. Sayfanızda mutlaka bir bloğunuz olmalı, bu blogda periyotlar halinde içerikler girmelisiniz. Verdiğiniz hizmetler ve ürünler hakkında yazılar yazılmalısınız. Bu yazıların resimli, videolu olması daha çok o makalenizin özgünlüğünü çıkartır, en önemlisi kopya içerik olmamalı. Kopya içerikten kastım başka bir sayfada geçen bir ma-kaleyi kendi bloğumuzda yayınlamamalıyız. Bu bize yarar değil zarar olarak dönebilir.Aktivist: Bir sitenin ilk sayfada yer alması ortalama ne kadarlık bir süreç gerektirir?Hakan Sert: SEO biraz sabır işidir. Ortalama süreç 3 (üç) aydır. Bu süreç rekabete ve aranılan kelimeye göre de-ğişmektedir. Aranan kelimenin zor olması süreci uzatabilir. Aktivist: Google’ın ilk sayfasında sunduğu sonuç sa-yısı belli sanırım. Peki, aynı arama sonucunda görün-tülenmek isteyen şirketler arasındaki rekabette galip

101

Page 102: Aktivist Dergi 6. Sayı

gelenleri öne çıkaran şey nedir?Hakan Sert: Rekabet oluşturan terimler için üst sıralarda yer alabilmeniz amacıyla kaç tane link oluşturmanız ge-rekiyor? Çok fazlasına aslında ihtiyacınız yok, asıl ihtiya-cınız olan zaman. SEO’da yavaş ve dengeli ilerleyenler galip geliyor. Sitenize aldığınız backlinklerin %1’ i ana sayfaya diğerleri iç sayfalarınıza konunun geçen yerleri-ne vermenizde yarar bulunmaktadır. Eğer ki gözünüz ilk sıralarda ise bunu yaparsanız başarılı olabilirsiniz.

Google ile Ciddi Düşünenler için Adım Adım SEO

Aktivist: SEO sadece Google arama motoruna mı etki ediyor? Yandex, Yahoo, MSN için de aynı kriterler ge-çerli mi?Hakan Sert: SEO aslında tüm arama motorlarına etki ediyor. Fakat Google çok geniş bir kullanıcıya sahip oldu-ğundan arama motoru algoritması sayfaları daha detaylı ve sık dokuyor. Nasıl mı? Yandex veya Yahoo Search gibi aramalarda ilk sayfada olan bir site Google’ da 2. Veya 3. Sırada olma olasılığı çok yüksek.

Aktivist: Yeni Başlayanlar için SEO diye bir makale yazacak olsan, site sahiplerine neler önerirdin?Hakan Sert: İlk önce bilmeleri gereken, SEO’ya site içi SEO’dan başlanılır. Çünkü site dışına geçmeden gelen kişilerin sayfada rahat bir şekilde gezinmesini sağlamamız gerekmektedir.

Aktivist: Hadi bize küçük bir sözlük yap, bunlar nedir?On-page: Sitenin ilk sayfası üzerinde yapılan anahtar kelime odaklı iyileştirmeler için kullanılır.Alexa: Amazon‘a ait bir site sayacıdır… Bu sayaç hitleri farklı bir sıralamada gösteren ve bugün Google’ın dikka-te aldığı, sayılı sayaç sitelerinden biridir… Alexa’nın man-tığına kısaca gelirsek… Tüm dünya üzerinde kurulu siteleri numerik olarak bir sıralamaya alır… En çok girilenden en az girilene doğru bir aritmetik sıralamadır..PageRank (PR): Google’ın sayfalara verdiği sayısal de-ğer. / Yeşil çubuktaki sayı.Back Link: Başka sitelerden, size verilen bağlantı, köprü, link. / Pagerank’ın temel taşı.SandBox: Google, optimizasyon uygulamalarında illegal yolları seçenleri cezalandırır bu, sandbox’tur.Google Panda: Google, bu uygulaması ile internet si-telerini belirli kriterlere göre sınıflandırır. Bu sınıflandırma neticesinde çıkan sonuçlara göre de sitelere arama so-nuçlarında yer verir.Adsense: Google’ın webmaster’lara sunduğu bir reklam sistemidir. Sayfa içeriğine göre reklam konulur, tıklanma oranı arttığı için tercih edilir.Adwords: Google Adsense’in reklam verenlere yönelik bölümüdür. Ücret karşılığı reklamınızı adsense kullanıcısı sitelerinde yayımlatabilirsiniz.Spam: Arama sonuçlarında yükselme elde etmek için içeriklerin ve anahtar kelimelerin yüksek sayıda yinelen-mesidir.

Site İçi SEODoğru Title (Sayfa Başlığı) Belirlenmesi

Doğru Description (Sayfa Açıklaması) Belirlenmesi

Doğru Keywords (Anahtar Kelimeler) Belirlenmesi

Sayfa içeriğine uygun, içinde anahtar kelimeyi barındıran adres satırları oluşturulması (Url iyileştirilmesi)

Diğer Meta Tag ların (Veri Etiketlerinin) doğru olarak Belirlenmesi

İçerik ve sayfa sayısının artırılmasına yönelik danışmanlık.

H Tagların ve konulması gereken doğru yerlerin belirlenmesi

Site içeriğinde ilişkili kelimelerin kullanılma yoğunluğunun iyileştirilmesi

Yazı içi önemli anahtar kelimelerin belirlenip bold ve linkli olmasının sağlanması

Harici Link Kontrolü ve No Follow Verilmesi

Hatalı Link Analizi (404 Sayfaları)

W3C İnternet Sitesi standartlarına uyumluluğun sağlanması

Site Dışı SEOYurt İçi Arama Motorlarına Kayıt

İşleminin Yapılması

Yurt Dışı Arama Motorlarına Kayıt İşleminin Yapılması

Yurt İçi Arama Dizinlerine Kayıt İşleminin Yapılması

Yurt Dışı Arama Dizinlerine Kayıt İşleminin Yapılması

RSS Feed (Rss Kaynağı) İle İçerik Alınabilmesinin Sağlanması

Web 2.0 Siteleri İçin Web 2.0 Sitelere Kayıt Yapılması

Site İle İlgili Blogların Oluşturulması

Article Submission (Site İle İlgili Özgün Ve Güncel Makaleler Oluşturup Dış Sitelerde Yayınlayıp O Sitelerden Link Alınması)

Hakan [email protected]

102 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 104: Aktivist Dergi 6. Sayı

Yazar: Steve Comer

Çeviri: Özlem Oskay

[email protected]

Bolluk-Bereket kelimeleri kişisel gelişim ve metafizik çemberlerinde kulağımıza sık sık çalınan kavramlardan bu aralar. Peki gerçek-ten bereket bilinciyle yaşamak ne demek dersiniz? Gerçek şu ki birçoğumuz haliha-zırda bolluk içinde yaşıyoruz zaten.. Stres, borç, korku, endişe, depresyon bolluğunda. Zihinlerimiz hayatımızda olmasını istemedi-ğimiz şeylerin yeteri kadarından fazlasını ya-ratmaya ve sürekli sahip olmadığımız şeyleri istemeye şartlandırılmış durumda.

Hayat tecrübelerimizin kalitesi zihnimizin kalitesine bağlıdır. Zihin ancak kıtlık bilincin-den özgürleştiğinde bolluk ve bereketi ger-çek anlamda tebrübe etmeye açık olabilir. Zor olan şu ki hepimiz kıtlık bilincine tapan, finans, ticaret ve hükümet sistemlerini reka-bet ve arz talep prensipleri üzerine kurmuş bir dünyaya doğmuşuz bir kere..

Kıtlığa şartlanmış zihnimiz bizi sürekli aynı şe-yin değişik versiyonlarını yaşamaya mahkum eder. Ne kadar zamanımız, paramız, sevgili-miz, anlayışımız, huzurumuz olursa olsun, ne

kadar sağlıklı ve mutlu olursak olalım kıtlık bi-lincinde takılıp kalan zihnimiz bize “bu sahip olduğum bana yeter “ dedirtmez bir türlü ve bunun temelinde öyle ya da böyle bir şekilde yeterli olmadığımız inancı yatar.

Kıtlığın her türünü tecrübe etmemizin tek sebebi kendimizin kıt olduğuna olan inan-cımızdır ki bu da bir yanılsamadır. Günlük hayatımızda gün geçtikçe daha sık görmeye alıştığımız yeme bozukluğu yaşayan anorek-sik birini düşünün.. Anoreksik kişi aynaya baktığında ne kadar zayıf olursa olsun kendi-ni hep şişman görür. Şimdi tüm dünya nüfu-sunun anoreksik olduğunu varsayın. Onlara aynada gördüklerinin gerçeği yansıtmadığını, sandıkları gibi kilolu olmadıklarını nasıl anla-tırdınız? Sonuçta herkes kendini aynı yanılsa-manın filtresinden gördüğü için bu yanılsama artık “norm” halini almış olacaktır.

Kendi yetersizliğimize inanmak bir anlamda ruhumuzun anoreksiya olmasına benzer. Neyi başarırsak başaralım, ne kadar para kazanırsak kazanalım farketmez, kendimizi yetersiz görmeye devam ederiz. Acaba bu dünyanın sakinleri olarak bir yetersizlik salgı-nına yakalanmış olabilir miyiz? Ya bu nesilden nesile geçen bir programlama/şartlanma ise? Babamızın kendi kendisi ile ilgili bozuk algısı ya ona da babasından geçti ise? Bu şart-lanma ne zaman başladı dersiniz? Daha da önemlisi bu nerede son bulacak?

En temel Budist öğretileri insanlığın tüm ıs-tırabının kendini olduğu gibi görememesin-den kaynaklandığını anlatır. Kıtlık bilincini bir bilgisayar işletim sistemine benzetebiliriz. Bu sistem gelen bilgiyi öyle bir şekilde proses eder ve hayat tecrübelerini öyle bir şekilde yorumlar ki günün sonunda kendimizi sürek-li birşeylerin eksik olduğu fikrini pekiştirir ve birşeyler ister halde buluruz. Bir şeyin hep daha fazlasını isteriz ya da hep elimizde olan-dan başka bir şeyi. İstemeye bayılırız, bağım-lıyız. Bütün dünya adeta bize ne istememiz gerektiğini dikte eder.

Bu bilinçaltı işletim sistemi bize mutluluk ge-tirmez, daha fazlasını isteme arzusu getirir. “Mutluluk arayışı” bize mutluğun dışarıda aranacak birşey olduğunu ima eder. Şu an mutlu değiliz çünki bizi mutlu edecek şeye sahip değiliz, ona kavuşmak için onun pe-şinden koşmamız ve ona sahip olmak için ne gerekiyorsa yapmamız gerekir ki mutlu “OL”abilelim. YAP-SAHİP OL- OL Tüm kollektif gerçekliğimiz bu formulü den bes-lenir..

Bolluk Bereket bilincine götüren formül ise OL-YARAT-KATKI OL formülüdür.

Bereket demek bizim dışımızda olan hiçbir şeyin bizi tamamlayamayacağını, bizi mutlu edemeyeceğini idrak etmektir. Önce aslında şu an tam ve bütün olduğumuzu ve mutlu olacak bir sürü sebebimiz olduğunu fark edip, bu alandan kendimize sormalıyız.. Şim-di bu hayatta ne yaratmak istiyorum? Nasıl katkıda bulunabilirim?

OL’MAKHayatımızda bereketi hissetmek için bellirli şeylere sahip olmak gerekmez. Bereketi tec-rübe etmek için sadece kendimize izin vere-biliriz, arzu ettiğiniz her ne ise onun hayatını-za gelmesi için kapıları ve pencereleri açarak. Rasyonel ve analitik beynimize bu saçma gelebilir ama bereket daima zaten ona sahip olana gelir, bereket bilincinin kendisi olabile-ne gelir. Evrende hiçbirşeyin kısıtlı olmadığını bilenlere ve ihtiyaç olduğunda gerekenden fazlasının orada olacağına güvenene gelir.

YARATMAKBereket oluş halimizin tüm gerçekliğimizi ya-ratacağının idrakidir ve oluş halimizin, yani o an kendimizi nasıl hissettiğimizin tek sorum-lusu da bizleriz. Her an kendimizi nasıl his-sediyorsak öyle hissetmeyi seçtiğimiz içindir. Eğer oluş halimiz başkaları tarafından dikte ve manipüle ediliyorsa, yani duygusal halim, hissettiğim öfke veya kırgınlık için karşım-

kişisel gelişim

bereket bilinciyle

İstemeye bayılırız, bağımlıyız. Bütün dünya adeta bize ne istememiz gerektiğini dikte eder. Bu bilinçaltı işletim sistemi bize mutluluk getirmez, daha fazlasını isteme arzusu getirir.

kıtlık bolluğundayaşamak mı?

yaşamak mı?

104 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 105: Aktivist Dergi 6. Sayı

105

Page 106: Aktivist Dergi 6. Sayı

dakileri suçluyorsam, bütün gücümü onlara vermişimdir. Bu kıtlık bilincinin ta kendisidir. Bereket bilinci duygusal olgunluk getirir ve artık hayatımızı sonsuz isteklerimiz, ihtiyaçla-rımız, bağımlılıklarımız ve duygusal dalgalan-malarımız yönetmez.

KATKI OLMAK Katkı olmak demek eşzamanlı olarak bize sunulanları sevgiyle alıp kabul etmek ve verdiğimiz her şeyi tıpkı bir hediye verir gibi karşılık beklemeden sevgiyle sunmak de-mektir. Enerjetik olarak bu klasik alma-ver-me olgusundan çok farklıdır. Alışveriş mo-deli zaten kıtlık bilincinden, bir şeylerden kısıtlı miktarda olduğu fikrinden türemiştir. Sunmak bolluk bereket hissinden işlemektir. Evren neye ihtiyacınız varsa, sayısız yolla size bunu sunacaktır ve sizi destekleyecektir ama bize sunduklarının farkına varıp onları kabul edecek miyiz? Kendimizi bize sunulanı kabul etmeye açabilecekmiyiz? Ya da yargılarımız bize sunulanları görmemize ve kabul etme-mize engel mi olacak? Ya arzu ettiğimiz her şeye sahip olmak bizim doğuştan hakkımızsa ve evren bize bunu sunmak için sadece bunu hak ettiğimizi idrak etmemizi bekliyorsa?

***Roma’da bir sergiye davet edilmiştim ve ser-giyi gezerken gördüğüm bir parça nefesimi kesti. Bu beyaz porselenden yanlamısına uzanmış bir kadın heykeliydi. Heykelin boylu boyunca arkasına dizilmiş onlarca farklı be-yaz mum yandıkça eriyor ve çok elegan bir şekilde heykelin üzerinden yere damlıyordu ve görüntü gerçekten muhteşemdi. Bir ara heykeli yapan sanatçı yanıma geldi ve bana hayranlıkla izlediğim bu heykelin hikayesini anlatmaya başladı. Heykele poz veren genç kadını Londra metrosunda görmüştü ve on-dan bir şekilde çok etkilenmişti. Ve hiç çe-kinmeden gidip kendisini tanıtıp ona kendisi için modellik yapmasını teklif etmişti. Genç kadın hiç düşünmeden teklifi reddetti. Daha

sonra bir kaç defa daha karşılaşmışlardı ve sanatçı o kadar ısrarcıydı ki genç kadın en sonunda bir gün ona evet deyivermişti. Eser ortaya çıkmaya başladığında sanatçı ilham perisi hakkında daha fazlasını merak etmeye başladı ve zaman içerisinde genç kadının hi-kayesini dinleyince neden onun enerjisinden bu kadar etkilendiğini anladı. Çok fakir bir aileden gelen ilham perisi son iki yılda muaz-zam bir servet yaratmıştı hem de hiç aklınıza gelmeyecek çok yaratıcı bir yolla. Tesadü-fen tanıştığı biri ona Londra’da çok saygın ve varlıklı bir kitlenin bir kadınla güreşmek için –evet yanlış okumadınız- sadece güreşmek için çok çılgın paralar ödediklerini anlattı ve genç kadın o anda bunu bir iş haline getirme-nin tohumunu attı ve kısa zamanda bu çev-rede aranılan kişi haline geldi. İşi asla cinsellik içermiyordu ve o bunu bir terapi yöntemi haline getirdi. Stresi azaltan fetiş ve fantezi arası benzersiz bir hizmet veriyordu. Hikaye-yi dinledikçe genç kadının mevcut kalıpların dışından düşünebilme yeteneğinden, yaratı-cılığından, kimsenin yapmayı düşünmeyece-ği bir şeyi yapma ve risk alma cesaretinden kendi adıma ben de çok ilham aldım.

Hayatta kalmaya çalışmak günümüzde çok yaygın olan bir yaşama daha doğrusu düşün-ce biçimidir. Bu örnek bana hayatta kalma modunu seçmek yerine, yani şartlanmaları-mızın ve kalıplarımızın dışına çıkmamak için kendimizi kısıtlı versiyonumuzda tutmak ye-rine, nasıl kendimiz için kapılar açabileceğimi-zi hatırlatır. Bu Bereket Bilincidir.

Bir şeylerin kıt olduğu inancıyla yaşarken fizyolojimizi hep “hayatta kalma” modunda tutarız. Yani beynimizin sürüngen beyin de-diğimiz alt kısmı şovu yönetir. Hayatta kal-ma modunda yaratıcı düşünemeyiz ve farklı olasılıkları keşfetmek için kendimize farklı sorular soramayız. Beynimizin neokorteks dediğimiz daha evrilmiş, yaratıcılığımızı kö-rükleyen kısmından bağlantımızı kesmişiz-dir. 8-10 yaşlarında çocukları olanlar bir iki senedir çocukların dünyasında olay yaratan Minecraft oyununu duymuşlardır. Bu online bilgisayar oyununu oynarken çocuklar iki moddan birini seçer: Hayatta kal modu ya da Yarat modu. Yarat modunda oynayanlar etrafı dolaşıp köprüler, yeraltı şehirleri, şa-tolar dizayn ederler. Hayatta kal modunda oynayanlar ise ancak zombilerden kaçmakla meşgullerdir ve bir şey yaratamazlar. Burada sorabileceğimiz aşikar soru acaba biz haya-tımızı hangi modda yaşıyoruz? Ya hayat bu video oyunu gibi iki moddan birinde oyna-ma zorunluluğu getirmiyorsa bize? Evrilmek için önce hayatta kalmak zorundayız. Ama

yaratıcı moda geçmek için daha ne kadar bekleyeceğiz?

Bereket bilinci beynimizin belirli bir bölü-münü aktive etmeyi gerektirir. Yani bey-nimizin yaratıcı kısmının hayatta kalmayı sağlayan kısmıyla başbaşa verip ona “An-lıyorum hayatta kalmamız lazım ama belki bunu başka bir yoldan da yapabiliriz” diye-bilmesidir.

Bereket demek o anda daha farkına varma-dığımız bir sürü olasılığın olduğunu bilmek ve bunun peşine düşmek demektir. Önü-müzde o an göremesek de farklı yolların olduğuna güvenmek, mutluluk hissiyle doğ-ru orantılıdır. Tek yapmamız gereken farklı sorular sormaktır.

Dünyadaki en şifalı ilaç hayatımızı istediğimiz gibi yaşamak değil midir? Bu bereket bilin-ciyle yaşamaktır. Kıtlık bilincine takılı kaldığı-mızda yaşam ile ölüm arasında takılı kalırız. O zaman da tam da bahsettiğim oyundaki gibi zombilere dönüşüyoruz. Sadece orta-lıkta koşuşup önümüze çıkanları yiyip tüke-tip yokedip kendi yoksunluğumuzdan yada bozulmuş algımızdan kaynaklanan duygusal boşlukları doldurmaya çalışarak var olmaya çalışıyoruz.

Nöröbilimciler der ki beynimizde gökyü-zündeki yıldızlar kadar çok nöron var ve bu nöronlar sonsuz yolla biribirlerine bağlana-bilirler. Düşünce biçimimiz hangi nöronların bağlantı kuracağını belirler ve hangi nöron-ların bağlantıya geçtiyorsa bu bizim ne gör-düğümüzü ve nasıl gördüğümüzü etkiler.

Kendimizi nasıl görüyorsak herşeyi öyle görürüz. Bilmeliyiz ki kendimizi ve dışdün-yayı nasıl göreceğimizi etkileyen bilgisayar işletim sistemini biz yaratmadık. Doğduğu-muz andan itibaren beyinlerimiz gelişirken bu sistem bize ebeveynlerimiz, ailemiz, kültürümüz, dinimiz ve çevremiz tarafından yüklendi. Düşündüğümüz düşünceler, inanç sistemimiz ve davranışlarımız hangi nöron-ların hangi nöronlarla ahbaplık kuracağını söylerler.

OL-YARAT- KATKI OL formülünü işledi-ğimizde, içinde yaşadığımız gerçekliği bizim bilincimiz yaratır. Kendimiz ile ilgili eksik olduğumuz ve yeterli olmadığımız algısını değiştirdiğimizde, kendimize kabul verip kendimizi olduğumuz gibi sevmeye başla-dığımızda kendimizi, şartlandığımız kollektif yanılsamalardan özgürleştiririz ve kendi be-reketimizi tecrübe etmeye başlarız. İşte o zaman neşe, keyif, mutluluk, huşu, aşk bol-luğunda yaşamamız işten bile değildir.

İnsanoğlu “bana yeter” demeyi bildiğinde herzaman yeteri kadarına sahip olacaktır.

Lao TZU

106 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 108: Aktivist Dergi 6. Sayı

Himalaya Ma

astroloji bolluk diyor mu?Para göstergeleri ve gökyüzü potansiyelleri astrolojik araştırmalarında ve sohbetlerin-de hem astrologların hem de dinleyicilerin hayli ilgisini çeken konulardan biri. Kadim Doğu bilgeliği yazıtları olan vedaların bir dalı olan vedik astroloji de para, kariyer ve genel olarak maddi kazançlar konusun-da hayli enteresan göstergeler sunuyor.  En önemli  para göstergesi Jüpiter’dir. Ve-dik terminolojisinde “Karaka” olarak adlan-dırılan parayı işaret eden karaka Jüpiter’iniz haritada olumlu yerleştiyse çoğunlukla iki yakanız bir arada demektir.  Jüpiter’in yanı sıra harita potansiyelleri hakkında fikir yan-sıtan yoga görünümleri, incelenebilecek en önemli  göstergelerdir. “Yoga görünümleri” dediğimiz göstergeler hayli gerçekçi açıkla-malar getirebiliyorlar.

Yogalar, doğum anında gezegenlerin bir-biriyle olan uyumu veya uyumsuzluğunu belgeleyen kalıplar demektir. Bir doğum haritasında 10’larca yogaya aynı anda rast-layabiliyoruz. Örneğin Venüs Balık’ta olup Başak burcu yükselenle doğan kişi için bu güzel yoga “Malavya” ismiyle adlandırılır, yine Venüs Boğa burcunda iken birkaç saat sonra doğan kişi de Yay yükselen olduğun-da bu yogaya o da sahip olur. Bu yoga rahat ve konforlu yaşama lüksü sevmeyi gösterir.

Doğum haritamızın genel özelliklerini bil-memiz yaşama daha gerçekçi yaklaşabilme-mizi sağlayabilir. Ticaret yeteneğiniz olup olmadığına objektif bakabiliyor muyuz? Ortaklı işlerden zarar görme potansiyeline sahip bir harita sahibi bir iş fırsatı potansiyeli geldiği dönemde yıllardır çok iyi tanıdığı bir arkadaşı ile ortaklık yaptığında zorlanabilir. Bu tarz hikâyeleri çok duyarız, “ortak olduk arkadaşlığımız bozuldu!”.

Bazen şans oyunlarından üst üste para ka-zanan kişilerin haberlerini duyarız ama bu uzun sürmeyebilir, kişi şansını değerlendire-mezse bu potansiyeli yakalaması mümkün olmayabilir. Şans oyunlarından büyük para

kazanma potansiyeli için doğum haritasında 5-8-9-11. Ev yerleşimleri ve burada yer-leşmiş gezegenlerin dönüm yılları kontrol edilebilir. 

Doğum anındaki potansiyelleri bilmemiz kadar verimli başlangıç anında işe koyulmak belki daha önemli bir etmendir. Eğer çok güçlü doğum anı etkilerine sahip değilseniz çoğu zaman iş kurmak, ortak seçmek veya bereketli bir zamanda o işi başlatmak için doğru zamanlamayı yakalamakta zorlana-bilirsiniz. Olumlu yogalar dolayısıyla bazen zenginlik çocuk yaşta gelebilir, bazen de çok uzun süren sancılı dönemler sonucu oluşa-bilir. Bazı kişiler uzun yıllar büyük gelirlere sahip olup sonra birden bu gelirleri kesile-bilir. Yanlış yatırımlar yanlış ortaklar yüzün-den bazen kayıp kaçınılmazdır, kişi kendi haritasındaki bereketli ve bereketsiz potan-siyelleri hakkında fikri varsa  kayıplarını bir oranda minimize edebilir.  Sanskrit terimde “Muhurta” seçimi, bereketli zamanda işe koyulmak, adım atmak demektir.   

Kişi arzu ettiği konuya ilişkin iyi bir başlan-gıç anı seçebilirse gökyüzü konumlarındaki olabildiğince en   zararsız zamanda eylem yapabilme özgürlüğünü elde edebilir, prob-lematik olaylardan zarar görme riskini kendi hak ettiği doğum planı çerçevesinde azalt-maya başlayabilir.

Örneğin doğum anındaki etkilere göre kazanç potansiyeli çok yüksek olmayan bir harita sahibi olumlu görünen bir anda başlangıç yapsa, seçtiği olumlu başlangıç anı onu bir yere taşıyabilir ama unutmamak gerekir ki; bu seçim özgürlüğü de ancak kişinin doğum anında aldığı etkilere paralel oranda yardımcı olabilmektedir.

Kazançlar ve olumlu potansiyellerin dö-nemleri konusunda vedik astroloji, tran-sitlerin yanı sıra “daşa sistemi” olarak adlandırılan çok orijinal özel bir teknikle

çalışmaktadır. Pozitif olumlama yapmak, hayırlıyı, iyiyi düşünmek her zaman tavsi-ye edilmekle birlikte, doğum haritamızda-ki sorunlu veya bolluk dönemleri bu daşa dönemleriyle paralel gitmektedir. Vedikle ilgilenenleriniz bilirler, en çok kullanılan Vimsottari daşa sistemi motivasyonumu-zun evrelerini vermektedir. Aydınlık, umut-lu bir zihin halinde yüksek motivasyonda olmamız yaşamın zorluklarına karşı müca-dele gücümüzü arttırabilir, vimsottari daşa sistemi bu konuda fikir yansıtabilir, fakat maddi kazançlar ve kayıplar konusunda bu daşa tek başına güçlü bir gösterge değildir. Özellikle Sudaşa ve Narayan Daşa sistem-leri kazançlarla ilgili verimli veya problema-tik dönemler konusunda daha geniş vizyon sunabilmektedir. Bu dönemler bazen iki, bazen dört yıl sürebildiği gibi bazen üst üste gelen iki verimsiz daşaya rastlanırsa on ile yirmi yıl da sürebilmektedir. Bu durum tamamen doğum anındaki etkilerle ilgilidir ve hiçbir harita diğer kişinin haritasıyla aynı etkilere sahip olmamaktadır.

Bereket, bolluk konusunda   yaşanmış kişi harita örneklerini web sitemden de takip edebilirsiniz.

Yeni HareketlerBu yılın yaz aylarında gökyüzü kıpır kıpır hareketli. Bolluk karakası Jüpiter 19 Hazi-ran’da 12 yılda bir yüceldiği Yengeç burcuna adım attı. Bu çok önemli.

Yine materyal zenginlik verebilecek kader noktası Rahu’nun, Başak burcuna girmesi-ne az kaldı, 13 Temmuz’dan sonraki 1,5 yıl; 6. hislerde artış, evrensel sevgide idrakin artışını getirebilirken, bütçemize dair çok radikal kararları alabiliriz. Maddi konularda kılı kırk yaran Başak ve Rahu ikilisi yatırımlar yapmak için çok çekici fırsatlar getirebilir. Rahu’nun Başak burcuna girişi anında Şans ve kısmet haritası olan Navamsada da Ra-

Jüpiter’iniz

108 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 109: Aktivist Dergi 6. Sayı

hu’nun Başak Amsasına düşmesi müthiş, parlak sonuçları barındırıyor kanımca.

Yeni Aya Yaklaşırken Yükselmedeyiz… 4, 3, 2, 1 derken bugün 4 gezegenin güçlü durumu, kalplerimize sevgi, anlayış, iş haya-tımızda belirgin çarpıcı gelişmeler getirme-ye müsait görünüyor. Bugün aynı zamanda karanlık ay günü olması dolayısıyla  etrafı-mızı sadece izlemeliyiz, kim yaşamımda ol-malı veya kimi çıkartmalı? Hangi işe nokta koymalı? Bugün ayın sonu, 27 gün önceki hareketlerimizle ilgili bazı sonuçlar görülür hale gelebilir, Ay, İkizler burcunda yeni bir döngüye giriyor, bugün ne tip hareketler yapmamızın daha doğru olacağında radikal kararlar ve yoğun istek var. Başlangıçlar için bekle çünkü bugün bize masal yazanları an-lamak için güzel bir gün.

Venüs Boğa’da kendi evinde yücelmiş Ay ile birlikte, Ay (26 Haziran 2014) 12:30 civa-rında yücelikten çıkıyor, yüksekten inerek İkizler burcuna adım atacak, hızlı duygu de-ğişimleri getiren en hızlı göstergecin sahibi Ay olduğu için, vedik astrolojide Ay hare-ketlerine çok önem veriyoruz. Yücelmiş gezegenlerin olduğu dönemlerde kendimizi üstün hissettiğimiz zamanlar artar ama her zaman yükselerde olamayız. Yaşam aynı bir sinüs eğrisi şeklinde dalgalanır, Ay yer değiştireceği için günün en dikkatli zaman-ları bugün (26 Haziran 2014) 12.30-15.30 saatleri arasındadır; ciddi bir kararı vermek için çok da uygun görmüyorum. Çünkü ye-niaydan önce birçok şeyin garantisi olmaz diyebilirim. 

Temmuz ayının yeniayı İkizlerin Aridra nakşatrasında oluştu. Merkür Güneş ka-vuşu da yeniaya eşlik etti. Merkür İkiz-ler’de kendi yönettiği evde arabulucu ve anlaşmaları sağlayan güçlü Mitra Güneş ile birlikte… onun önünde Jüpiter, yeni girdiği Yengeç burcunda yücelmiş pozis-yonda. 12 yılda olan bir sevinç harekâtı!  Bu pozisyonlara bakarak diyebilirim ki; cid-di ve önemli kararları verenimiz çok olacak. Aridra Nakşatrası (İkizler’de olan bir yıldız bölgesidir) yabancıları yönettir, hayatımı-za daha çok yabancı kültürden konu bu ay girebilir, uluslararası ilişkilerde ve politik kararlarda güçlü adımlar atabiliriz. Elbette sorunlarımız da vardır muhakkak. Bazen evdeki hesap çarşıya uymamıştır, yıllar önce

başlattığımız konular artık bizi sıkıyor olabi-lir veya sert bir gezegen dönemi daşada olabilirsiniz.

Bu ay içinde özellikle en sıkı-şık günlerden olabilecek 13-14 Temmuz Rahu ve Mars birleştiğinde kestirip atma enerjisi ayyuktadır, dikkat-li olmalıyız. Bu iki güne ve yakınındaki haftalara da dikkat etmeli. Yavaş hare-ket eden Rahu yüzünden aslında 5-20 Temmuz ara-sında bu enerji aktif olacak; 13-14’ünde değil sadece! Rahu’dan çok endişe etmi-yorum bu sefer çünkü Başak burcuna girmiş oluyor ve kendi zorluklarını siliyor, iyicil etkide ola-cak; anlamı; yabancılarla politikacıla-rın gerçekten yarar sağlayacak derecede adımları oluşabilecek önümüzdeki aylarda.  Genelde olumlu zamanı kollayarak bir baş-langıç yapmak iyi kader sonucu oluşuyor. Benim durumum hala belirsiz veya olumsuz diyenleriniz varsa; şu dönemdeki gezegen-lerin seçilmiş pozitif yerleşimlerini lehinize kullanma şansı olarak değerlendirin diyebi-lirim. Yaşamınızda ters giden konuları dü-zeltmek için özellikle yücelimdeki Jüpiter ve kendi yerindeki yöneticiler; Merkür-Venüs, yardımcı olacak size… 

Derin Analiz Çitra…Yazımın bu kısmından sonra düşündüklerim, astroloji bilmeyenlerinize Japonca konuşu-yorum gibi gelebilir ama azıcık da Jyotişilere (vedik astrologlar) ve Şişyalara öğrencileri-me (vedik astrolog adayları) hitap edeyim: Mars’ın cumartesinden sonraki Çitra nak-şatrası geçişi bazılarımız için tehlikeli . Mars bu cumartesi 28 Haziran 14:30:26’da Çit-ra’ya girecek. Rahu önünde, Satürn onun da önünde… Mars’ın çok fazla hareketli yönüyle aktif olacağını görüyoruz. Mars hareket demektir, olumlu anlamda pek çok işin çabuk bitmesini sağlar, hızlı ve atiklikle her şey hemencecik olur ters enerjisinde dikkatsizlik ve öfke enerjisini de barındırır. Temmuz ortasında Rahu’yla birleşecek olan Mars özellikle yaz aylarında bana bo-ğulmalarla ilgili tehlikelerin daha da artabi-leceğini, hızlı araç kullananların çok tehlikeli kazalara açık olabileceğini düşündürtüyor. İnşaat alanlarında tehlike var yine; Çitra mi-marların yıldızı, mimari konularda çok daha

faz-la dik-kat gerekiyor. Her yaz karşılaştığımız tehlike orman yangınları, ama bu sefer çok olağan-dışı olanları! Patlamalar, gaz kaynaklı aman dikkat Soma bizi kendimizden geçirdi, izleri yıllara yayılacak… Ben öksüz ve yetim bü-yüdüm, özellikle o çocukların acılarını de-rinden hala yaşıyorum. Bunu ancak yaşayan bilir, uzaktan üzülmek gerçeği değiştirmez. Birileri gittiyse onlar bir daha yanınızda asla olmazlar. Onun için bir yenisini daha iste-miyoruz. Madenlerde tedbirlere bu ay daha fazla dikkat edilmeli. Rahu-Mars’ın birle-şimdeki anlamı; genel olarak patlamalarla ilgilidir, bir çeşit terörü barındırır. İçsel veya dışsal bu ay bir şeyleri değiştirme gücünde artış var, lehimize kullanabilirsek harika ola-cak! Hırsızlıklar ve öfkeli insanlar artabilir. Sanat camiasını da Çitra yönetiyor. Sanat-çıların Temmuz ayında korunmaya ihtiyacı var.

İçimizdeki bombaya bu ay dikkat edelim derim. Meditasyon yap, hayır işi işle ver ver ver ve en önemlisi oruç tut. Oruç en büyük karma – olumsuz kaderi silen reçete vedik astrolojide. Tedbir bizden takdir Yüce’den elbette ve huzurlu bir yeniay dilemek isti-yorum, kuvvetli gezegen potansiyellerini olumlu gücüyle kullanmayı seçiyorum ve OLDU! :)

Vedik Astroloji Hakkında Daha Fazla Şey Öğrenmek İçin Burayı Tıklayabilirsiniz

109

Page 110: Aktivist Dergi 6. Sayı

röportaj

Yeryüzünün en büyük problemi insanların sade-

ce kendisi için yaşaması olabilir bence siz ne dersiniz? Kâinatta başka canlılar yok-muş gibi, sadece kendi neslinin devamı için diğer tüm canlıları ve

doğayı sömürmek-ten bahsetmiyorum

hayır. Bunu elbette yapıyor ve bunu ya-parak da zaten kendi sonumuzu getiriyo-ruz hali hazırda. Ve neslimizin devamlılığı

için yaptığımızı sana-rak üstelik, böyle bir

yaman çelişki. Ama dediğim gibi bu değil kast ettiğim şu an. Ben insanın diğer insana olan duyarsızlığından bah-sediyorum.

Ama işte bizim öyle bir yaradılışımız var ki kendi konforumuz ve ihtiyacımız dışında başka insanların ne durumda olduklarıyla ilgilenmiyoruz hiç. En fazla, çoğu zaman, o da mecburen akrabalar ya da bilemedin alt komşu. Geriye kalan ne yaparsa yapsın, herkes ancak kendi değirmenini döndürüyor. Hem zaten buna ayıracak bütçemiz de yok değil mi? Zenginler yapsın işte yardım filan. Zaten kendimize zor yetiyoruz. Bir de zaman da yok ki. Üstelik güven de olmuyor hiç kimseye. Verdiğimiz paranın nereye gideceği ne malum?

İşte böyle böyle bencilleşip devam edi-yorken biz hayatımıza, tüm bu baha-nelerin arkasına saklanmayan ve hayatı

kendi ailesinden ibaret görmeyen

bir çocuk daha okusun diye

21. Yüzyıl Eğitim ve Kültür VakfıYEKÜV

1992’ den bu yana her şey Röportaj: Hande Ceyhun

110 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 111: Aktivist Dergi 6. Sayı

şahane insanların yaptıkları şahane şeyler de var, ne mutlu onlara!

YEKÜV (21. Yüzyıl Eğitim ve Kültür Vakfı), böyle özel insanlar tarafından kurulmuş bir vakıf olarak 1992 yı-lından beri ihtiyaç sahibi çocukların eğitim alabilmesi için çalışıyor. Vakfının kurucularından ve halen vakfın başkan-lığını yapan Av.Gülbin Sözen ve başkan yardımcısı emekli öğretmen Tülay Er-kan ile kuruluşundan bugüne YEKÜV’ü konuştuk.

İnanılmaz bir fedakârlık, idealizm, iyi kalplilik ve çalışkanlık ile o sımsıcak ellerini ihtiyacı olan çocuklara uzatan şahane insanlar onlar. Ve anlatacak bir sürü hikâyeleri var. Duyduğumuzda hiçbir şey yapmadığımızdan dolayı oturduğumuz yerde huzursuzca kıpır-danmamıza neden olacak hikâyeler. Dünyanın duyarlılığa ihtiyacı var. Çün-kü o zaman biz de daha mutlu olacağız biliyorum, daha rahat uyuyacağız, kendimizi daha işe yarar hissedeceğiz, dünya o zaman daha güzel bir yer olacak.

Aktivist: 1992 yılında 10 tıp öğrencisine eğitim ve öğretim bursu vererek başlayan YEKÜV ‘ün kuruluşunu, amaçlarını ve işleyişini anlatır mısınız? Hikâye nasıl başladı?

Av. Gülbin Sözen: Hikâyemiz aslın-da tıp fakültesi son sınıfta okuyan bir çocuğun imkânsızlıklar yüzünden okulu bırakma aşamasına gelmesiyle başlı-yor. Bu öykü bir gün Nilüfer Hanım ( Nilüfer Gökay ) ile otururken geldi bize. Van’ın bir köyünden tıp fakültesi kazanarak İstanbul’a gelen babasız bir kız çocuğunun hikâyesiydi bu. O güne dek dayılarının sağladığı maddi imkân-larla okuyan ve bir sebepten dayısının desteğini çekmesi üzerine öğrenimini bırakmak durumunda kalan bir kız çocuğu. Kızcağız son sınıfta ne kitap alabiliyor ne harç yatırabiliyor ne de yemek yiyebiliyor durumdaydı. Hikâ-yeyi dinlediğimizde çok duygulandık.

Nilüfer Hanım rahmetli eşi-nin adına bu çocuğa burs vermeye karar verince kızı yanımıza çağırıp konuştuk. Ni-lüfer Hanım’ın da eşi

rahmetli Ordinaryüs Profesör Fahret-tin Kerim Gökay, eski İstanbul valisi ve belediye başkanlarından biliyorsunuz.

Anlatacağım hikâyenin burası bilhassa dokunaklıdır; kızcağız yanımıza geldi-ğinde durumu iyice öğrendik ve sonra üçümüz hesap yapmaya başladık; yurt parası şu kadar, kitap parası bu kadar, akşam yemeği parası şu kadar dedi-ğimiz anda kız orada hemen devreye girdi ve dedi ki “Bu kadar çok para vermenizi kabul edemem, gelirken annem yanıma bir teneke pekmez ver-mişti ben akşamları bununla idare ede-rim”. Böyle de bir Anadolu nezaketi ve gururu vardı kendisinde.

Vakıflaşma yolunda ilk adımlar…

Böylece biz bu kızın hikâyesinden yola çıkarak ve bir on çocuk daha seçerek burs vermeye başladık. Fakat bu arada bu hayra vesile olduğu dönemlerde oldukça yaşlı idi Nilüfer Hanım, 85 yaşında, bir gün bana “Peki” dedi “ben ölsem ne olacak bu çocuklar?” Çünkü kalan 10 öğrenciyi 1. sınıftan seçmiştik. İşte böyle düşünerek bu on öğrenci-nin 1. sınıftan 6. Sınıfa dek olan tüm masrafını toplu olarak bana verdi. Bu bahsettiğim para bugünün hatırı sayı-lır bir meblağıdır. Bana “Sen benden gençsin, ben bu parayı sana vereyim, sen hesabını kitabını iyi yap, bu çocuk-lar tıp fakültesini bitirene kadar her sene bu çocukların masraflarını karşı-la“ dedi. Nilüfer Hanım ölüm ihtimalini düşünerek, yaşından dolayı böyle dü-şünmüştü ama neticede ben de ölümlü bir insanım. Bu durum bize bu parayla bir vakıf kurma fikrini düşündürdü. Çünkü bu işin devam edebilmesi için bir kurumsal yapıya ihtiyaç olduğu muhakkaktı. Yani kimsenin bu paraya el sürmemesi ve Nilüfer Hanım’ın bu idealinin devam edebilmesi için. Bu birinci sebepti. İkincisi de bu çocukla-rın takip etme ihtiyacıydı. Bu yüzden bir kurumsal bir yapı kurmak üzere harekete geçtik.

Nilüfer Hanım bana çok güvenirdi, ben 20 sene kendisinin avukatlığını ve baş danışmanlığını yapmıştım. Bu sebeple bu ihtimalleri bertaraf edecek şekilde hazırlıklara başladık.

Aktivist: Dinlediği zaman herke-

sin içini titretecek kadar duygulu bir başlangıç bu gerçekten. Ne mutlu ki 22 yıldır da devam edi-yor. Peki, vakfınızın burs alacak öğrencileri seçerken ön şartları nelerdir? YEKÜV ile burs alan çocukların diğerlerinden farkı nedir?

Tülay Erkan: Tabii burs almanın belli kriterleri var. Bir kere en önemli kriterimiz gerçekten ihtiyaç sahibi ol-ması. Bilhassa Anadolu’dan ve bilhassa da kırsal kesimden olması. Bunlardan sonra derslerindeki başarısı geliyor. Ailenin durumu, mesela anne ya da babadan bir tanesinin kayıp olması da öncelik sağlıyor. Böylece ön elemeye tabi tutup elediğimiz çocuklar ile mü-lakat yaptıktan sonra burs vereceğimiz çocuğumuzu belirliyoruz. Çocuğumuz diyorum çünkü biz bursiyer kelimesini sevmiyoruz, onlar bizim çocuğumuz oluyorlar.

Aktivist: Bursların devamlılığı

Çok uzak değil, yani öyle Anadolu filan gibi,

burada burnumuzun dibinde, Ümraniye’de bir

okulda bu 23 NİSAN Projesini gerçekleştirirken, kıyafetleri aldık, çocuklara

giydireceğiz, mesela pantolon değiştirecek bir bakıyoruz içinde iç

çamaşırı yok, o derece bir yoksunluk ya da mesela

ayakkabı denetiyoruz küçük geliyor, çocuklar

çıkarmak istemiyor, zannediyor ki çıkarınca

tekrar sahip olamayacak, küçük ayağını sıkan

ayakkabılara ‘oldu oldu’ diyerek razı oluyor.”

111

Page 112: Aktivist Dergi 6. Sayı

nasıl sağlanıyor?

Tülay Erkan: İlk seneki seçimden sonra tabii ki her yıl başarının devamlı-lığına bakıyor ona göre yardıma devam ediyoruz

Aktivist: Herhangi bir ideoloji ya da siyasi görüş bekleniyor mu çocuklardan?

Tülay Erkan: Biz çocuklarımızın siyasi görüşlerine, inançlarına hiç bir zaman karışmayız ve böyle bir ayrımcılık yap-mayız. Ancak bir yaşam biçimi sunarız, bizim bir tek yolumuz vardır o da Ata’mızın bize çizdiği çağdaş uygarlık yoludur. Onun ötesindeki tüm fikirler ideolojiler inançlar herkesin kendi ter-cihidir.

Aktivist: Öğrencilerle etkinlikler yapıyor musunuz?

Tülay Erkan: Kullandığımız bir kültür merkezi var. Her ay burada bir toplantı yapar ve çocuklarımızla buluşuruz. Bi-zim orada kiraladığımız bir odamız var. Ve ayda bir defa bize 300 kişilik konfe-rans salonunu verirler. En az 150-200 kişi gelir. Onlara bazen eğitimler de veririz. Bugüne dek NLP kursları, proje hazırlama seminerleri verdik. Bazen konser veriyoruz. Mesela Erol Büyük-burç bizim vakfımızın marşını yapmış-tır. Yıllar sonra, geçenlerde bir toplan-tımızda kendisini davet ettik. Çocuklar da çok mutlu oldu. Bu toplantılara kimi zaman da rol modeli olacak, alanında başarılı kişileri çağırırız. Kimi zaman iş dünyasından küçük ama önemli tüyolar verebilecek kişiler gelip eğitim verirler.

Aktivist: Yılda kaç öğrenciye burs sağlayabiliyorsunuz?

Tülay Erkan: Bu sayı her gün değiş-tiği için zor ancak mesela bu yıl 650 kişiye ulaşmıştık. Şu an itibariyle yani 21 yılda 21.680 çocuğumuza burs ve-rerek dokunmuşuz. Bu bizim çorbada tuzumuz.

Aktivist: Bursları nasıl veriyorsu-nuz?

Tülay Erkan: Her yıl belirli miktarda bir çocuğun masraflarını karşılamak üzere yönetim kurulumuzun belirlediği

bir bütçemiz var, o bütçeye göre o yılın masraf miktarı göz önüne alınarak burs verilecek rakam belirleniyor. Baş-vurular internet üzerinden yapılıyor. Mesela bu yıl 4300 müracaat oldu.

Aktivist: Burs yardım sadece üniversite öğrencilerine mi veri-liyor?

Tülay Erkan: İlk kurduğumuz yıllarda ağırlıklı olarak üniversite talebelerine burs veriyorduk şimdi ne mutlu bize ki ilkokullara dek indik. Pilot okullarımız var.

Aktivist: Burs dışında ne tür pro-jeleriniz var?

Tülay Erkan: Okuryazarlık kursu vermiştik 10. CumhurbaşkanımızSayın Ahmet Necdet Sezer Bey’in değerli eşi Semra Sezer ile gerçekleştirmiştik. Bu ülke çapında bir şeydi. Hala da bu pro-jeye devam ediyoruz. Bunun dışında mesela Anadolu’ya armağan projemiz vardır. Anadolu’daki kızlarımıza “Umut Kızlar Projesi “adı altında ulaştık. Bu her bir kızımızın adına düzenlediğimiz, okul için gerekli olan tüm malzemele-rin olduğu bir hediye paketiydi.Her yıl İstanbul genelinde düzenlediğimiz bir 23 Nisan projesi yapıyoruz. İbrahim Zaman gibi ünlü bir fotoğrafçı, her yıl 23 Nisan’da İstanbul genelinde çok imkânsızlığı olan bir okulda 23 Çocuğu giydiriyor.

Aktivist: Çocuklar ile ilişkileriniz nasıl?

Tülay Erkan: Bizler burada bir anne bir abla gibiyiz. Asla sadece bir maddi yardım kuruluşu olmadık. Şayet bir sorunları varsa bizi gelip bulabiliyorlar her zaman. Buradan burs alarak giden çocuklarımız hiç bizleri unutmazlar. Biz burada çok büyük bir maddi imkân sağlayamasak da her zaman şefkatle sarılmışızdır. Her yıl mutlaka buluşu-ruz, eğer yılbaşı ise yeni yılı kutlarız, ya da bir konser düzenleriz ve ya birlikte bir pasta keseriz. Orada da dokunuruz birbirimize, gelirler hocam bir elinizi öpeyim derler. Bir sorunu varsa bir kenara çeker anlatırlar. Sanıyorum bizim diğer Vakıflardan en önemli far-kımız da budur. Verdiğimiz maddi yar-dımın dışında manen de desteklemeye

çalışmamızdır. Yani biz bir bankamatik değiliz. Biz maddi manevi destekliyor ve bununla öğünüyoruz.

Aktivist: Burslardan başka yapı-lanlardan bahsediyorduk.

Tülay Erkan: Okullar yaptırdık yıllar içerisinde. Önümüzdeki hafta 2.’si açılmak üzere olan bir kız yurdumuz var Kadıköy’de mesela. Bunun dışında ekstralarımız da var. İşbirliği yaptığımız firmalar sayesinde giyim yardımı da yapabiliyoruz. İnanın insan evladına ne yapmak istiyorsa bu çocuklara da onu yapmak istiyor ama her şey imkânlarla sınırlı tabi. Aramızda çok ünlü tanınan isimler olmadığı için bazen de bu vakfı tanımıyoruz engeliyle karşılaştığımız da çok oluyor. İşte o zamanda biz bir acı

112 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 113: Aktivist Dergi 6. Sayı

yaşıyoruz doğrusu çünkü bu çocukları alıp medyaya çıkmıyoruz, biz şu kadar çocuğu giydirdik falan diyerek reklam yapmak istemiyoruz. Bu durumda medya da ilgilenmiyor falan hanımın peşinden koşuyor paparazzi olarak. Maalesef benim gibi 41 yılını eğitime vermiş bir öğretmen onların pek de ilgisini çekmiyor.

Aktivist: Kurumun gelir kaynak-ları nelerdir?

Tülay Erkan: Çok büyük kısmı bağış-lardan tabii. Bu bağışların çok önemli bir bölümü de rahmetli Nilüfer Gökay’ ın yaptığı bağışlar. Bizim iktisadi işlet-memiz yok, bağışlanmış gayrı menkul-lerden gelen kira gelirleri var. Mesela bir defasında, bir bağışçımız çocuksuz-du, katını bize bağışladı. Kendisi kanser hastasıydı tapusunu bize verdi, tapu dairesinden inerken “Oh artık çocukla-ra verdim rahat ölebilirim, üzerimden büyük bir yük kalktı dediği günü hiç unutamam. Onun anısını eğitim alan-larımızda ve burslarda yaşatıyoruz. Nurten Kuşçu hanımefendi, nur içinde yatsın.

Aktivist: Bursların da çeşitleri var galiba.

Tülay Erkan:Evet, mesela bakın bizim anıya burslarımız var, yeri gel-mişken ondan da bahsedeyim. ( Vakfın girişindeki duvarda isimler yazılı pla-ketlerin olduğu yere götürüyor beni) Burada isim plaketlerini gördüğünüz herkes hayatını kaybetmiştir. Onla-rın ardında aileleri, her kimin ismine istiyorsa, o kişi adına bir bağış yapı-yor. Vakıf yaşadıkça bir çocukta bu bağışlarla okuyor. Bunun için günün koşulları neyse toplu bir para bağışla-nıyor. Ve böylece o çocuk ilkokuldan üniversite bitirene dek o isimle burs alıyor. Bu çocuk hayata atıldıktan sonra bir diğer çocuk aynı şekilde aynı isimle burs almaya devam ediyor. Bu insanla-rın hepsine rahmet olsun. Bu bizim için çok önemlidir.

Sanat Fonu ve Üstün Zekâlılar Fonu…

Anıya burslardan başka bir de sanat fonlarımız var. Bu fonlardan da daha çok sanatçı olacak çocuklar faydalanı-

yor. Mesela vakfa bağış yapacak olan kişi vereceği yardım ile bir çocuğun bir sanat kurumunda öğrenim görmesini isteyebiliyor. Diyelim ki falanca bey diyor ki ben sanat fonu kuruyorum ve her ay oraya şu kadar bir para gönde-riyorum. Bu para bankada fon olarak kayda giriyor.

Bir YEKÜV Organizasyonu: Vasfi Rıza Zobu Tiyatro Ödülleri

Bu sene Darülbedayi’ninkuruluşu-nun100. Yılı. Biliyorsunuz Darülbeda-yi’nin kurucularından, tiyatroya çok emeği geçmiş olan bir kişi de Vasfi Rıza Zobu. Mesela bizim bir Vasfi Rıza Zobu ödülümüz var, onun adına ku-rulmuş bir fonumuz var. O fondan biz her sene tiyatroda başarılı bir gence ödül veriyoruz. Küheylandaki oyunuyla Tolga Çevik ile başladık sanıyorum 15 yıl önce. Sonuncusunu Mert Turak aldı bu sene. Geçen yıl da Ayça Varlıer’di. Bizden sonra da zaten Afife Jale ödü-lünü aldı.

Bunların dışında Emine Etener tarafın-dan kurulmuş üstün zekâlılar fonumuz var. Ve bu fondan yetişen çocuklarımız var.

Sabahleyin kendi aramızda konuşuyor-duk, modern dilencilere döndük diye. Kendimizi insanlara anlatıp bir çocu-ğumuza daha fazla burs verebilir miyiz diye uğraşıyoruz. Keşke imkân olsa da daha çok çocuğa yardım edebilsek çünkü mülakata gelen çocukları gördü-ğünüz zaman evinize hasta gidiyorsu-nuz. Gönül hepsini kabul etmek istiyor. Birini diğerinden ayırmak o kadar zor ki, mesela mülakattan sonra bir çocuk gelip de benim Ahmet’ten ne farkım var dediği zaman ona verilecek bir cevabınız yok aslında. Sadece diyebili-yoruz ki elimizdeki imkân bu, sadece keşke diyebiliyoruz, keşke.

Aktivist: Bitirmeden bir de Av-rupa Birliği Projesi’nden bahse-delim.

Tülay Erkan: Bu proje ilköğretim çağındaki çocuklarda demokrasi ve haklar için bir farkındalık yaratma ça-lışmasıdır. Işın Özdemir Hanım hem vakfımızın mütevelli heyetindedir hem de Avrupa projesinin başındadır.

‘Demokrasi ve Haklarım için Buraday-dım, Buradayım ve Burada Olacağım’ başlıklı bu Avrupa Birliği Projesiyle, İstanbul’da Kadıköy, Avcılar, Beyoğlu, Adalar ve Şişli olmak üzere beş farklı ilçede beş okulda 11-14 yaş arası 200 öğrenci, 200 veli ve 100 öğretmenden oluşan toplam 500 kişiyle çalışıyo-ruz. Proje, Demokratik Vatandaşlık ve İnsan Hakları Eğitimi Programı kapsamında Türkiye’de T.C. Hazine Müsteşarlığı’na bağlı Merkezi Finans ve İhale Birimi ile Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülüyor. Drama etkin-likleri, çalıştaylar, seminerler, afiş çalış-malarıyla sürdürdüğümüz bu projeyle eğitimde bir kez daha fark yaratmayı başardık. Bu proje ve çalışmayla ço-cuklarımızın insan haklarını ve demok-rasiyi içselleştirmelerini hedefledik.

Aktivist: Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Tülay Erkan: Aslında tabii ki çok şey var ama inanın ne yazacak yer yeter ne de zaman. Ancak şunu içtenlikle söylü-yorum ki bizim en çok, bu gönüllülük ateşini bizden yavaş yavaş devralarak daha da ileriye götürecek güzele ina-nan, genç yüreklere ihtiyacımız var.

Vakıf Koordinasyon MerkeziOrtaklar Caddesi Bahçeler Sokak

No:2 Daire: 9Mecidiyeköy / İSTANBUL

Tel: 444 28 39Faks: 0212 275 52 44

E-Posta: [email protected]

113

Page 114: Aktivist Dergi 6. Sayı

Canku Yaşlak

[email protected]

BİR DEV(R)İN SONUADIOS ESPANA

2008 ve 2012 Avrupa şampiyonluklarının ardından son Dünya Kupası’nı da müzesi-ne götüren ve FIFA dünya sıralamasında ilk sırada yer alan İspanya Milli Takımı, 2014 Dünya Kupası’na grup aşamasında üst üste aldığı iki mağlubiyetle erken veda ederek dünya futbolunda şok etkisi yarattı.

Hollada’nın İntikamı

2010 Dünya Kupası’na fırtına gibi başlayan Hollanda finalde İspanya karşısında iyi futbol sergilemiş olmasına rağmen uzat-ma dakikalarında Inıesta’nın golüne engel olamamış ve şampiyonluğu İspanya’ya kaptırmıştı. Aradan geçen 4 yılın ardından iki takım bu kez grup aşamasında karşı karşıya geldi. Bu yıl Şampiyonlar Ligi Kupa-sı’nı İspanyollara kaptıran Bayern Münih’in yıldızı Robben ve sezon içerisinde taraftar-larını hayal kırıklığına uğratan Manchester United’ın forveti Van Persie, İspanyollara acımadı. Savunma oyuncuları ve yıllardır koruduğu Real Madrid kalesini son dö-nemde Diego Lopez’e kaptıran Casillas’nın yaptığı kritik hatalar rakibi karşısında 1-0

öne geçmiş olmasına rağmen 90 dakika sonunda Hollanda’ya 5-1 mağlup olan İspanya’ya hezimeti getirdi.

Şili Mucizesi

Gurubun zayıf takımı olarak gösterilen Şili, ilk maçta bir diğer zayıf ekip Avustralya’yı 3-1 mağlup ettikten sonra İspanya ile kader maçında karşı karşıya geldi. Bakıl-dığında karşısındaki ekip dünyanın en iyisi olmasına rağmen kadrosunda barındırdığı Alexis Sanchez, Arturo Vidal ve Vargas gibi tecrübeli isimlerle Şili, İspanya karşısında 2-0 galip gelerek rakibine kabus yaşatmış oldu. Maçın hemen ardından benim aklıma gelen ise Şili’li maden işçilerinin takımları için hazırladıkları destek videosu olmuştu

İspanya Neden Kaybetti?

Gelelim işin özüne. Son dönemde dünya futboluna damga vurmuş bir takımın ne-

den elendiği ise çok açık: Yüksek enerji tüketimi.

İspanya milli takımının iskeletini oluşturan Barcelona takımı bu sezonu kupasız ka-patmış olsa da La Liga’daki şampiyonluk mücadelesinin son haftaya kadar sürmesi, oyuncuları bir hayli yıprattı diyebiliriz. Orta alanda yer alan Barcelonalı oyuncular Inies-ta, Xavi Hernandes ve Sergio Busquets’in düşük performansı takımının Diego Cos-ta’ya gol yollarında destek vermesini olum-suz anlamda etkiledi. Kimilerine göre ise Diego Costa doğru tercih değil. Atletico Madrid forması giyen golcü oyuncu daha çok kanat futboluna alışkın. Brezilya do-ğumlu olan yetenekli isim geçtiğimiz aylar-da seçimini İspanya Milli Takımı’ndan yana yaptıktan sonra Brezilya hükümeti tarafın-dan vatandaşlıktan ihraç edilmişti. Diego Costa’nın brezilyalı taraftarlar tarafından maç boyunca yuhalanması ve protesto edilmesi onun adına bir diğer handikaptı. Öte yandan Bu yıl La Liga’da şampiyonluk serüveni son haftaya kadar devam eder-ken Şampiyonlar Ligi Finali’nde ise yine iki

FIFA Dünya Kupası Brezilya’da tüm hızıyla devam ediyor. Son dönemdeki turnuvalara oranla bu Dünya Kupası’nın bol gollü geçiyor olması futbolseverler adına doyurucu olsa da yine de birçok kişi İspanya adına şaşkınlıklarını gizleyemiyor.

spor

114 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 115: Aktivist Dergi 6. Sayı

İspanyol Ekibi karşı karşıya geldi.

İspanya milli takımına önemli oyuncular gönderen Real Madrid ve son şampiyon Atletico Madrid. İspanya Milli takımı savun-masının bel kemiği olan Sergio Ramos’un sezon içerisinde harcadığı yüksek enerjiyi Dünya Kupası’nda da tekrarlaması bekleni-yordu ama maçların ardından hep birlikte farkına vardık ki onlar da insan. Hollan-da’nın attığı ikinci golde müthiş bir sprintle Sergio Ramos’nun yaklaşık 5 metre geri-sinden gelerek topu kazanan Robben’nin yeniden İspanyol oyuncuyu çalımlaması ve takımını öne geçirmesi sırasında Ramos’un ne kadar yorgun olduğu gözlerden kaç-madı.

Aslında çok pas yapan hatta izleyenleri kimi zaman bayıltma noktasına kadar getiren İspanya milli takımının orta sahası kaybedilen maçların başrolünde yer alıyor. Sakatlıktan yeni çıkmış Xabi Alonso’nun önünde forma giyen iki maestro Inısesta ve Xavi Hernandes’nin mecazi anlamdaki yokluğu doğal olarak gol yokluğuna neden oldu.

Bu yıl ligde, Şampiyonlar Ligi’nde, Kral Kupası’nda ve Dünya Kupası Elemeleri’nde yaklaşık 60 maça çıkan İspanyolların tüken-mesi belki de çok doğal.

Kaybedilen maçların ardından Teknik Di-rektör Vicente Del Bosque kendini so-rumlu göstermiş olsa bile belki de sürekli ilerleyen ve güçlü bir dinamizm ile gelişim gösteren Dünya Futbol’u; içerisinde, çok pasa dayalı olan İspanyol icadı “Tiki-Taka”yı artık barındırmak istemiyordur…

115

Page 116: Aktivist Dergi 6. Sayı

tarih

Hande CeyhunEvvel Zaman İçinde

[email protected]

116 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 117: Aktivist Dergi 6. Sayı

Prokopius ( M.Ö …… )

DENIZ; BU KENTIN ÇEVRESINDE

BIR ÇELENKTIR.

117

Page 118: Aktivist Dergi 6. Sayı

BURADAN BAŞKA İSTANBUL VAR MI?

İstanbul’un hazin bir yolculuğu var sanki. Nedim’in “Bir sengine yekpare acem mülkü fedadır” diyerek methiyeler düzdüğü İstan-bul’dan, Türkiye’nin her yerinden akın akın insanların gelip, “Seni yeneceğim İstanbul” dediği İstanbul’a doğru. Nereden nereye değil mi? Her gelen aileyle beraber biraz daha büyüyen, kaçak kondular ile başlayıp, boyasız, sıvalı, inşaat demirleri gözüken çirkin binalarla devam eden, plansız ve çar-pık bir kentleşmeyle her geçen gün daha da kötüye giden bir İstanbul’a. Buradan başka İstanbul var mı? Yok tabii ama sanki varmış gibi tarumar ediyoruz o başka. Üstelik bugüne dek verilmiş tüm bu zarar ziyan yetmezmiş gibi, bir de, icraat olarak inşaat mantığıyla hareket eden bir siyaset ile kalan son güzel alanların da talana açıldığı, Kuzey Ormanlarının havalimanları ya da yollara kurban edildiği İstanbul’a doğru da son hızla da yol alıyoruz. Gün oluyor, nereyi koruyacağımızı şaşırıyoruz. Topografyanın Yarattığı Kent İstanbul bütün yaşamı boyunca güzelliğine destanlar yazılan bir sultan gibidir. Bugün bir insan deposuna dönüşmesine, yüksek yapı, yapı yoğunlaşması ve ulaşım baskısı altında yer yer çirkinleşmesine karşın, Boğaz’ın iki yakasında ve sur içi platosunun kıyıya inen vadiler çerçevesinde oluşturduğu siluetle

hala dünyanın en güzel kentlerinden biri olarak varlığını sürdürmektedir. Geçmişteki Yunan, Roma, Bizans ve hatta bir ölçüde Osmanlı yapılarını yok etmişse de, topografyanın diriliği bütün o geçmiş-lerin anılarını hayalimizde canlandırmamıza yardım etmektedir.

Lamartin 19. yy da bile “Tanrı, insan ve doğa bir araya gelip bu dünyada eşi olmayan peyzaj yaratmış” diye yazarken İstanbul’un eşsiz coğrafyasının insan eliyle henüz bozul-madığını da söylemektedir. Kentin topografyasının göz alıcı, zaman zaman nefes kesici görüntüsünü hatırlayın şöyle bir, mesela sade bir boğazı düşününce bile nasıl da güzel, insan bakmaya kıyamıyor. Hele bir de kenti efsaneleri, hikâyeleri ile düşününce; Sarayburnu, Üsküdar, Galata Kulesi, Yıldız, Bebek, Fenerbahçe, Anadolu Hisarı, Rumeli Hisarı ve bu yerlerin üzerine yerleşen yapılar kadar önemli topografik özellikleriyle de SİTin destanını oluştururlar. İstanbul’u nasıl topografya yaratmışsa, İstanbul yaşamını da deniz yaratır. Deniz İstanbul’un iki yakasını ayırmaz, birleştirir. Eski İstanbullu her çağda bir deniz kıyısı adamıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanında bu bahsi geçen deniz ve İstanbul ilişkisi ince ince işlenmiştir. O zamanki İstanbullular kışları, artık durum-larına göre, Eyüp, Pera, Nişantaşı, Vefa gibi semtlerde ikamet ederken, yaz aylarında boğaz kıyısı ya da sırtlarındaki köşklerine ya-lılarına geçer, sıklıkla boğazda sandal sefaları yapar, her fırsatta da adalarda keyfederlerdi. Yani bir nev-i denizi görmeden ya da ondan uzak yaşandığı zaman, İstanbullu olunmazdı. Bir de bugünü düşünün sade bir ucundan ötekine gitmek bile bir zulüm.

Ne var ki 1950 sonrası İstanbul’u böyle bir İstanbullu yaratmıştır. Ümraniye’den Alemdağ’ına gitmekle İzmit’ten Bolu’ya gitmek arasında bir fark olmayan bir şehir artık burası. Çatalca ya da Hadımköy İstan-bul değildir, İstanbul olmamıştır. Büyük bir

kentin tarihinden söz ederken 2500 yıllık tarih bir kenara bırakılıp 50 yıllık plansız bir gelişme temel alınamaz. Başka bir anlatımla İstanbul, denizden görü-nen karalar ya da karadan görünen denizler kadar İstanbul’dur. İmparatorluklar başkenti olmasını buna borçludur. Akdeniz’de Haliç kadar büyük başka bir liman yoktur. İstanbul yarımadasını Marmara ve Haliç, Galata’yı Boğaz ve Haliç, eski kentin dış mahallelerini de Boğaz ve Marmara kıyıları tanımlar.

Bu kentin çağdaş planlaması da denizin tanımlandığı tarih çekirdeğini odak alan bir planlama olmalıdır.

Hal böyle iken düşünüyorum da şimdi, bu durumda biz İstanbul’u yıkıp yeniden yapsak yeridir. Çünkü göç ve siyasi çıkarlar uğruna verilen tavizler sonrası bugün gelinen hal içler acısıdır. Bırakın denizi ve tarihi baz alan bir planlama yapılmasını, herhangi bir plan-lama bile yapılmadan büyümüştür bu şehir. Deniz ortalama bir İstanbullunun hayatında Anadolu yakası ile Avrupa yakasını ayıran bir şeydir ve yine İstanbul bu iki yaka arasın-da bir yerden bir yere gidebilmek için de şu sıralar üçüncüsü yapılmaya başlanmış olan köprüler ve trafik çilesi demektir. Ne kıyılar-daki güzel evler ne de boğazdaki tekneler onun hayatında yer alır. En fazla işte doğma büyüme Boğazlı ise eğer hala hafta sonları ara sıra denize girer veya kıyısında bir yürü-yüş yapıp balık ekmek yer.

Ancak topografyaya bağlı olarak gelişen

Zarafeti ile büyüleyen bir İstanbul olabilirmiş bu şehir. Ne yazık olamamış. Ama tabii yine de güzel, ille de güzel, şairin dediği gibi “sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel”.

118 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 119: Aktivist Dergi 6. Sayı

kent tarihi kenttir. Bu durumun en güzel örneklerini Avrupa’da görürüz. Oysa İstan-bul’da topografya çağdaş gelişmenin ve yapı spekülasyonunun dışladığı bir kavramdır. Bunun temel göstergesi de yüksek yapıdır.

Nüfus, yapı boyutlarının azmanlaşması ve ulaşım, doğal yapının sanayi döneminden önce yerleşme düzeniyle kurduğu bütün ilişkileri tehdit etmekte ve ortadan kaldır-maktadır. Kentin tanımında deniz ve topog-rafyaya bağlı olarak saptanacak öncelikler öne çıkmazsa burada sözü edilen hiçbir kentsel özelliğin geleceğin İstanbul’unda yaşaması öngörülemez.

Sizi bilmiyorum ama ben bugün hala her nasılsa keyif alarak yaşadığım bu şehirde, bil-hassa eski yerleşim yerlerinde gezerken içim sızlamadan edemiyorum. O güzelim bo-ğazdaki yeşillikler, sultan saraylarının, büyük yalıların ya da zamanında konsolusluklara verilmiş büyük tarihi yapıların bahçelerinden ibaret. Ya da yine aynı şekilde eski semtler-deki eski zaman görkemi taşıyan binaların birçoğu azınlık vakıfları tarafından hala korunmakta. İnsan düşünmeden edemiyor ya bu vakıflara ait olmasaydı buralar, hiç kuşkusuz hepsi birer TOKİ olacaktı. Sade şimdi böyle değil bu elbette, misal, Tarlabaşı Caddesi’nden yol yapılacakken yitip giden binaları bile düşünseniz yeter.

Bugünkü İstanbul ile 19. yy başındaki İstan-bul arasında topografyaya uyum açısından büyük fark vardır. Örneğin topografik özel-likleri vurgulayan büyük camiler kadar kıyı-ları bezeyen yalılar da İstanbul’un en özgün verileriydi. 19. yy İstanbul’unu sergileyen gravürlerde bunu açıkça görebiliriz. Bunların hemen hepsi iki üç katlı yalıların ve saray-ların ve boğaz ve Haliç kıyılarındaki ağaçlı tepelere yaslanan dar kıyı şeritlerinde, tepe-lerin hareketli çizgisi altında bir gerdanlığın taneleri gibi uzanan dizileri Melling’in ya da Sranz’ın gravür ve suluboyalarında vurgula-nan bir canlılıkla sadece bu kente özgü bir yerleşme karakteri sergiler. Böyle bir ahşap yapı şöleninin Avrupa’da eşi yoktur Oysa biz bugün bunları adeta hunharca katlediyoruz. Hatırlarsanız bunlardan en görkemli olanlarından olan Galatasaray Üniversitesi’ni daha geçenlerde yaktık.

.

Şimdi siz kendinizi Megaralıların, Septimus Severus’un, Costantinus’un, Fatih’in yerine koyun. Sarayburnu iki yanı denizlerle çevrili

ve kıyıdan yükselen bir yarımada ve bir yanında uzun ve derin bir liman (Haliç, Ke-ras, Altınboynuz) ve karşısında Karadeniz’e uzanan bir suyolu ( Boğaz) ile bakmaya kıyamayacağınız kadar doğal güzelliği olan bir şehir karşısın da sizin de fetih ve yerleş-me duygularınız kabarmaz mıydı? Bu yüzden belki de İstanbul’un makûs talihi sürekli büyümek; o kadar güzel ki ve o kadar cez-bedici, sürekli göç alıyor. Buna bu kadar bir itirazımız olmayabilirdii tabi şayet planlı bir büyümeyle gelişebilseydi.

Neyse ki, yine de bugün, surlar içinde ve Boğaz kıyılarında, Bizans ve Osmanlı yapıla-rıyla geçmiş özelliklerini bir ölçüde sergile-yen bir İstanbul’dan söz edilebiliyor.

En Güzel İstanbul Bugüne dek bildiğimizin aksine bu kentin topografyası, tarih yazarlarının Roma kenti-nin yedi tepesine atıf yaparak uydurdukları gibi yedi tepeli değildir. Planı Gllius’un deyi-miyle başı Sarayburnu’nda olan bir kartala benzeyen sur içi, Haliç kıyısını oluşturan ve Marmara kıyısına dönen plato ile Bayram-paşa deresinin ( ki bu dere de ne zaman bir cümle içinde geçse inanın içim sızlıyor kim bilir İstanbul’da böyle kaç dere öldü gitti yerini saçma binalara bırakarak diye) geniş vadisi ile ondan ayrılan bir Güneybatı pla-tosundan oluşur. Haliç ve kısmen Marmara kıyısındaki plato, Haliç kıyısında birçok va-diye bölünmüştür. Bu vadilerin oluşturduğu sırtlar “tepeler” olarak algılanır. Aslında bunlara tepe adını verdiren, üzerlerine inşa edilen anıtsal yapılardır. ( Süleymaniye, Fatih, Sultan Selim gibi )

Ayvansaray ile Eyüp arasında daha geniş bir vadi vardır. Unkapanı ile Yenikapı’yı birleş-

tiren boyun, Şehzade-Saraçhane’de plato ile buluştuğu noktadan başlayarak Edirne-kapı’ya kadar yükselir. Bayrampaşa deresi vadisi Yayla ile Fatih- Edirnekapı platosu arasında oldukça geniştir.

Bayrampaşa vadisi, Aksaray’da dere çev-resinde Yenikapı’ya iner. Kostantinopolis’in buradaki büyük limanı Eleutherion kısa zamanda dolmuştur.

İstanbul’un tarihi gelişmesi hem Konstantin kentinin ana çizgilerine, hem de topograf-yanın verilerine göre olmuştur. Bizantion (

Şimdi siz kendinizi Megaralıların, Septimus Severus’un, Costantinus’un, Fatih’in yerine koyun, bakmaya kıyamayacağınız kadar doğal güzelliği olan bir şehir karşısında sizin de fetih ve yerleşme duygularınız kabarmaz mıydı?

119

Page 120: Aktivist Dergi 6. Sayı

bugünkü Topkapı Sarayı) Boğaz, Marmara ve Haliç’e bakan manzaraya egemen bir koloni kentidir. Topkapı Sarayı’nın Bab-ı Hümayun’a uzanan dış avlusu Ayasofya berzahında düzleşir. Septimus Severus bu düzlüğü batıya doğru büyütmüş fakat bu-nun için, batı yönünde büyük bir dayanma duvarı inşa etmek zorunda kalmıştır. Seve-rus’un kentinin hipodromu ve Bizantion’un limanını içine alan ve Çemberlitaş’da biten surları vardı.

Costantinus, Bayrampaşa deresinin verdiği liman şansını kullanmak için yeni başken-tin surlarını Aksaray’a kadar uzatmış ve onları kuzeyde Unkapanı’na bağlamıştır. II.Theodosius ise Ayvansaray vadisine inen yamaçlara kadar kenti batıya ve kuzeye doğru büyütmüş, daha düz olan batı kesi-minde ise Marmara- Edirnekapı arasında antikitenin en görkemli surlarını inşa etmiş-tir. İstanbul’un tarihi yapısını bir çeyiz san-dığı gibi koruyan bu surlar, özellikle kara surları 16.yy boyunca tamir görmelerine karşı kentin tarihi karakterini korumasına yardım eden önemli unsurlar ve başkent destanının ve mitolojisinin ayrılmaz par-çalarıdır.

Bu destanın içinde Hunlardan başlayarak Avrasya bozkırının göçerleri de vardır. Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Vikingler, Haç-lılar ve Türkler, kenti savunan Bizanslılar ve Latinlerle birlikte bu destanın hikâyele-rinin kahramanlarıdır. Bu bağlamda Kos-tantinopolis Avrasya halklarının tarihinde efsaneleşmiştir.

Surlar Ve Siluetler

Bugün Sarayburnu’nun Marmara kıyısın-daki birkaç bölümü dışında deniz surlar; bütünlüklerini kente göre ölçülerini ve denizle ilişkilerini yitirmişlerdir. Fakat kara surları Ayvansaray’la Yedikule arasında (Vatan Caddesi çıkışındaki yıkım dışında) dünyanın en dramatik askeri tesislerinden birisi olarak tarihi ve peyzaj değerlerini

koruyor. İstanbul’da topografya mimari-nin kurduğu en güzel kent siluetleri kuş-kusuz büyük camii ve külliyelerdir.

İstanbul Suriçi’nin Haliç ve Marmara kı-yıları üzerindeki görüntüsü dünyanın en özgün ve ünlü tarihi kent siluetlerindendir. Bunların etkisi dört temel ögeye dayanır: Deniz, surlar, Topkapı Sarayı, büyük kub-beli yapılar ve minareler…

Deniz silueti sadece Marmara’dan Topka-pı, Ayasofya- Sultanahmet- Cerrahpaşa- Yedikule değildir. Suriçi’nin Ayasofya’dan Sultan Selim’e uzanan ve merkezi Süley-maniye olan akıllardan çıkmaya silueti, Galata, Haliç kıyıları, Kandilli’den Salacak’a kadar Anadolu kıyılarından algılanan kent siluetidir.

Bütün bu siluetlerin fonunda Topkapı Sarayı yapılarının alçakgönüllü ölçülerine karşın değişik yerleşme dokusu ve kule-siyle bir hükümdarlık tacı kimliği sergiler.

Yani bırakın bugünkü teknik ve bilgi biriki-mini sadece bu geçmiş mirası bile rehber edinse imiş bu şehrin planlaması, bugün bambaşka bir zarafet ile büyüleyen bir İstanbul olabilirmiş bu şehir. Ne yazık olamamış. Ama tabi yine de güzel, ille de güzel, sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel.

Referans: Doğan Kuban Prof., İTÜ Mimarlık Tarihi emekli öğretim görevlisi

Derleyen Hande Ceyhun

İstanbul Suriçi’nin Haliç ve Marmara kıyıları üzerindeki görüntüsü dünyanın en özgün ve ünlü tarihi kent siluetlerindendir. Bunların etkisi dört temel ögeye dayanır: Deniz, surlar, Topkapı Sarayı, büyük kubbeli yapılar ve minareler,

120 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 121: Aktivist Dergi 6. Sayı

diye...spor

olsun

Yaptığımız Spor Sahaları ve Çevre Düzenlemeleriyle 30 yılı aşkın süredir, şehre değer katıyoruz...

Adres: Bağdat Cad. No: 57/8 Altıntepe Maltepe İstanbulTelefon: 0216 367 34 39 GSM: 0532 403 56 39Web: www.sportesisi.org E-mail: [email protected]

Page 122: Aktivist Dergi 6. Sayı

Dicle Tigris

[email protected]

bulutların arasından sızan

resim

: vla

dim

ir ku

sh

Umut, spiritüalite

122 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 123: Aktivist Dergi 6. Sayı

Mayıs ayı, umuda sık sık geri dön-meye çalıştığım ve f ırtınanın içinde kendi sakinliğime hayret ederek geçirdiğim bir ay oldu. Annem, gözümün önünde zihinsel/ruhsal bir buhran geçirdi ve düzelip düze-lemeyeceğini söyleyebilecek kimse çıkmadı karşımıza. Buna rağmen hiç paniğe kapılmadım.

Mayıs, anneler günüyle ve dengesini tamamen yitirmiş annemle yılın ilk yarısına damgasını vurmuş oldu. Annem 75 yaşında ve yalnız yaşıyor. Evlerimiz çok yakın ama düzenleri-miz ayrı. Çok içli dışlı değildik. Ben babam gibi ağırkanlıyım, annem ve ablam, ikisi tez canlı. Ablam 2500 km uzakta yaşadığı halde, annemle benden daha yakın. Ben de altı yıl önce aramızdan ayrılmış babişkomla iyi anlaşıyordum. Ama iki “taraf ” arasında köprü kopuktu.

İki yıl öncesine kadar annemle çok az görüşüyorduk. Görüşmelerimiz de pek gergin ve bazen de çok yük-sek sesli geçiyordu. Ta ki, ilk buhra-nını geçirip bana gerçekten ihtiyacı olana kadar. İşte o zaman, telaş ve korku içinde onun Alzheimer oldu-ğunu sanarak oldukça yıpranmış ve sakin kalmayı başaramamıştım, onu o halde görmeye uzun süre katlana-mamıştım.

Ev işlerini yapsın diye, oğlumun bakıcısını anneme devretmiştim. Çünkü hızla düzeleceğine dair bir umudum yoktu. O ana kadar anne-mi ne kadar sevdiğimin ve iyiliğini istediğimin farkında değildim.

Annem de ona ne kadar büyük bir tutkuyla yardım etmeye çalıştığı-mı anlamıştı ve ilk kez duvarlarını yumuşatıp benden yardım kabul etmeye başlamıştı. Belki bu size çok garip gelecektir. Ama şunu da unut-mayın ki, bazı insanların kaderinde anneleriyle ilgili “iyi” bir ilişki olma-yabiliyor. Her işte bir hayır vardır, her ilişkide bir Karma vardır. Neyse ki, annemle benim için hala umut varmış. Benim sevgimi belki ilk kez görünce, aramız birden düzeliver-mişti. Zihinsel kargaşası da bir ayda

dağılıvermişti.

Bu kez, iki yıllık bir aradan sonra yine aynı tarihte, doktora başvu-racak kadar karışmıştı aklı. Almaya başladığım Derin Anı Süreci eğitimi nedeniyle her davranışta tekrarlayan kalıplara bakma eğilimi edindiğim için, iki yıl önce de aynı gün doktora gittiğimizi hemen anımsadım ve bu “buhranın” arka planında gizlenen daha derin, daha eski bir travma olduğunu varsaymaya başladım. Bedeni, “o gün” geldiğinde olanları anımsayıp düğmeye basılmış gibi aynı tepki dizisinin içine giriyordu.

Bu kez, kendi ağzıyla bana ipucu vermiş oldu: Kötü hissettiği, giyin-mek gibi basit bir işi bile yapama-yacak kadar karmaşık bulduğu bir anda “O eşek adam benden ayrıl-dığında da aynen böyle hissediyor-dum” dedi. İşte o zaman yapbozun parçaları bende yerine oturdu.

Ve öğrendim ki, annem muhtemelen bu tarihte babasını kaybetmiş ama asla yasını tutmamış, ağlamamış. Bu duygulardan kaçmış çünkü 13 yaşındaymış. Onun yerine birine aşık olmayı ve çılgınlar gibi bağlan-mayı seçmiş. O kişi de yıllar sonra annemden ayrılınca annem çok ciddi bir buhran geçirmiş, hastane-lik olmuş, aşırı kilo kaybetmiş. On dokuz yaşındaymış ve kendine zarar vermeye çalışmış. Ama bunu, 6 yıl boyunca çok uzaktan ve platonik olarak sürdürdüğü “aşkı” için yaptı-ğını sanmıyorum. Kaçtığı, hatta inkar ettiği bir baba yası var; bu çok daha derin. Bugün bile o konuda pek ko-nuşmak istemiyor. Bu da kuşkumu daha da doğruluyor.

Bu kez kendimi çok çaresiz ve güç-süz hissetmedim. İki yıl önce, bu durumu yakından uzaktan kavraya-bilecek bir bilgim, deneyimim yoktu. Şimdi gözlemlerim, deneyimlerim ve vaka bilgilerim var, o yüzden kendi-mi yalnız hissetmedim. Meditasyon denen muhteşem dinginlik havuzu sayesinde de kendi dinginliğimle temasa geçmeyi bazen becerebiliyo-rum ve buna şükrediyorum. Eğitim-

ler aldığım merkez de annem konu-sunda bana muazzam yardım etti, annemle ilgili kendi kör noktalarımı görmemi sağladı. Derin şükranlarımı sunuyorum. İyi ki varsınız.

Mayıs’ın ilk günlerinde dakikalar, sa-atler.. killi, yapışkan, ıslak toprakta, üzerimde ağırlıkla adım atmak kadar güç ilerliyordu... umudu kırıntı kı-rıntı toplayıp biriktirmeye çalışıyor-dum. Derin bir acı hissediyordum. Bu acı, zaman zaman yoğunlaşıp sıcak gözyaşlarına dönüşüyordu. Oysa şimdi, Haziran’ın 13’ünde, annemle birlikte zeytinyağlı dolma yapıp yemiş olmanın, oğlumun tak-dirli güzel karnesini almış olmanın, dolunayı yaşamanın ve yaz tatilinin tatlı ferahlığı içindeyim.

Bir önceki buhran, bana “anneyle iyi ilişki ” adında değerli bir meyve bahşettiği için, bu kez de “acaba bu buhran ilişkimizde nasıl çiçekler aç-tıracak?” diye merak ediyorum.

Şu anda “ödev olarak” Sogyal Rinpoche’nin “Tibetlilerin Yaşam ve Ölüm Kitabı”nı okuyorum ve öğren-dim ki, insan ilişkilerinde yardım-laşma ve destek karmik derslerin tamamlanmasını sağlıyor. Tabii ki anneme isteyerek yardım ediyorum. İstemeden, salt “Karma hallediyor” diye yardım edemezdim. Bu konu-da kendime karşı dürüst olmaktan başka çare olduğuna inanmıyorum. Ama “şansım” (veya kaderimde) varmış ki, içimden geliyor. Ve es-kisine göre kendimi “Dicle” kişisi olarak daha rahat ve güvende hisse-diyorum. Bu yaz 39 yaşım dolacak ve itiraf etmeliyim ki, kendi kade-rime ancak alıştım sayılır. Yaşamımı kabul ediyorum ve aynadaki aksime sevgiyle gülümsüyorum.

Tüm deneyimler gelip geçiyor. An-cak önce hepsi yaşanmak, hissedil-mek istiyor. Ne kadar yorucu olursa olsun, yaşıyoruz onları saygıyla.

Şimdiki hayalim, annemle aynı apart-manda oturmak ve sık sık birlikte yemek yemek. Yaşasın ebeveynler! Yaşasın umut!

123

Page 124: Aktivist Dergi 6. Sayı

Clemens BehrSteve Sabella

Ramazan BayrakoğluPravdoliub Ivanov

Hani Zurob

Page 125: Aktivist Dergi 6. Sayı

Carlos Aires

Ralf Peters

Tony Cragg

Gohar Dashti

Caroline Heider

ArtInternational 26-28 Eylül tarihlerinde Haliç Kongre Merkezi’nde

içinde sanat var

Page 126: Aktivist Dergi 6. Sayı

röportaj

ruhunşifasıdır

müzik

Eskiler “Müzik ruhun gıdasıdır” derken, gerçekten de bir bildikleri var-mış. Tüm dünyada büyük bir kitle tarafından takip edilen New Age akı-mının bir parçası olan Mantra Müziği, ülkemiz geneline bakıldığında hala tam olarak bilinmiyor. Ancak son zamanlarda sıkça karşılaş-tığımız Seda Bağcan’ın müziklerine şöyle bir kulak kesildiğimizde, mantralardaki hikmeti bizzat deneyimleyebiliyorsunuz.

126 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 127: Aktivist Dergi 6. Sayı

127

Page 128: Aktivist Dergi 6. Sayı

Aslı, binlerce yıllık bir bilgiye da-yanan mantraları dil ve nefes aracılığıyla gerçekleşen damak akupunkturu gibi düşünmek yan-lış bir benzetme olmaz sanırım. Zira, dinlediğimizde anlamsız gelen seslerin her birinin Sans-kritçe’de bir anlamı var ve bu sesler, dil-damak-nefes iş birliğiyle 84 farklı sinir merkezine etki ede-rek, beynimizdeki farklı bölgeleri uyarıyor. Tüm dünyada binlerce insan, Mantralar ile ruhsal ve yaşamsal pek çok blokaja dair açılım yaşıyor.

Mantralar ile ilgili merak ettikle-rimizi, Seda Bağcan’a sorduk. Konuyla ilgili daha geniş medya içeriğine, dergimizin güncel ha-ber portalı www.aktivistanbul.com ile ulaşabilirsiniz.

Aktivist: Yaptığınız mantra mü-ziği çok beğeniliyor. Bize, mant-ra nedir; mantra müziği nasıldır anlatır mısınız?Seda Bağcan: Merhaba tüm okuyucularımıza. Mantra Sans-kritçe bir kelime. Man; zihin, dü-şünce, tra ise serbest bırakmak anlamına gelir. Her iki anlamı bir-leştirirsek zihni serbest bırakmak için kullandığımız titreşimler diye-biliriz kısaca. Mantra müziği ise ses ve oluşan titreşimler aracılığı ile kişinin daha yüksek bir bilince ulaşmasını, aklın hayallerden ve günlük safsatalardan kurtulma-sını amaçlar, zihni boşaltmak, konsantrasyonu artırmak, huzura ermek, zorluklardan kurtulmak için “tekrarlanan hece, sözcük ve sözcük gruplarının melodiyle birleşmesi” olarak tanımlanabilir. Kendi mükemmel titreşimimize uyumlanmak için zihinde boşluk anı yaratmaya yarar mantra müziği. Ses titreşimleri hücreleri-mizin titreşimini düzenler. Seslerin ve kelimelerin belirli şekillerde tekrarı beynin farklı bölgelerini uyarır. Damağımızda 84 tane sinir merkezi vardır, bunların uyarılması beynimize farklı sinyaller gönde-

rir. Böylece hem beynin kimyası hem de düşüncelerin frekansı değişir.

Aktivist: Mühendislik, Tıp ve Müzik. Bu üç disiplini aynı pota-da toplamayı nasıl başardınız?Seda Bağcan: Ben müzisyen bir ailenin bildiğimiz kadarıyla üçün-cü kuşağındanım. Müzik bizim doğamızda var.  Halam Sel-da Bağcan’ı hemen herkes tanır. Babam, annem, amcalarım, kardeşlerim,  kuzenlerim herkes bizde, önce müzisyendir. Aile ge-leneği olarak da hepimizin başka bir mesleği var.  Örneğin ablam Sonat diş hekimidir,  diğer ablam Serenad (Sevgili Fazıl Say’ın İlk Şarkılar albümünün solisti) ecza-cıdır. Ben de elektrik ve elektronik mühendisliği okudum.  İnsan sağ-lığı hep benim için çok önemli ol-muştur. Böylece Biyomedikal (Tıb-bi elektronik) dalında Türkiye’de ve Almanya’da şirketler kurdum ve yönettim.  Çocukluğumdan beri klasik müzik, pop, jaz her türlü müziği denedim ama new age müziğin yeri her zaman farklı oldu. Mantra müziği ile tanıştığım-da ve etkilerini öncelikle kendi bedenimde ve hayatımda dene-yimledikten sonra herkesin bunu deneyimleyebilmesini gerçekten çok istedim. Böylece mühendis-lik, müzik ve tıp bir araya geldi ve tüm bilgilerim, deneyimlerim bir hediyeye dönüştü. Şimdi birçok kişi bana teşekkür mektubu yollu-

yor; müziklerimle iyileştiklerini, ha-yatlarını değiştirdiklerini, huzuru, ilahi aşkı bulduklarını, çocuklarını kolayca uyuttuklarını, birçok has-talığı yendiklerini, korkularını bı-raktıklarını, daha neler neler dile getiriyorlar. 

Aktivist: Sizin müziğinizin özel-likle doğumhanelerde ve tra-fikte  kullanıldığını duydum. Ancak bakıldığında pek çok konuda müziğinizle yol almak mümkün. Böyle bir tekniği kul-lanmak isteyenlere neler öne-rirsiniz? Özellikle ilk kez dene-yecekler, nasıl başlasınlar?Seda Bağcan: Mantra müziğini hem dinlemenizi hem de söyle-menizi tavsiye ederim.  Dinlemek-le de belirli titreşimler alınıyor olsa da beraber söylendiğinde; kafa-tasındaki titreşim, beynin sol ve sağ hemisferlerini dengelemenizi, kullanılmayan beyin hücrelerinin aktive olmasını, hormon ve en-zimlerin daha dengeli salgılan-masını sağlıyor. 

128 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 129: Aktivist Dergi 6. Sayı

Damağımızda 84 tane sinir

merkezi vardır, bunların uyarılması

beynimize farklı sinyaller gönderir.

Böylece hem beynin kimyası hem

de düşüncelerin frekansı değişir.

Konunun uzmanları, “Genç, uzun ve sağlıklı yaşamak için günde en az 7 dakika şarkı söyleyin!” diyorlar. Araştırmalar ancak 7 dakikada enerji alanımızın değiş-meye başladığını gösteriyor.

Mantra müziğinin toplulukla bir-likte söylendiğinde daha da etkili olduğu, bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış: Bireylerin -teker teker ölçüldüğünde- her biri farklı olan beyin dalgaları, mantra medi-

tasyonu sırasında bir daha ölçül-düğünde tümünün eşitlendiği gözlemleniyor. Bu bulgu, birlikte şarkı söylemenin tek bir titreşimde buluşmayı sağladığını ve ne ka-dar önemli olduğunu kanıtlıyor.

129

Page 130: Aktivist Dergi 6. Sayı

Birlikte söylemenin oluşturduğu bu mucizevi sinerji, mantra medi-tasyonlarından sonra katılımcıla-rın ifade ettikleri gibi; rahatsızlık-ları, sıkıntıları yok ediyor, dileklerin ve düşüncelerin kısa sürede ger-çekleşmesini sağlıyor, hayatlarda bir iyileşme ve hızlanma yaratıyor.

Bir de Japon Bilimadamı Masaru Emoto’nun Japonya’daki labo-ratuarında müziklerim üzerine yaptığı araştırma  sonuçlarından bahsetmek istiyorum.Dünyada su moleküllerinin kris-talizasyon fotoğrafları ve video-larıyla tanınmış olan Japon Bili-madamı Masaru Emoto Sunrise ve Remember albümlerindeki mantraların suyun moleküler yapısını ne yönde değiştirdiğini araştırdı. Bozulmuş moleküler ya-pıya sahip su örneklerine  mant-ralar çaldılar ve su moleküllerinin tekrar uyumlu hallerine geri  döndüklerini gözlemlediler.. Bu sonuçla; bu mantraları dinledi-ğimizde, ortalama %75-%80’i su olan vücudumuzun moleküler yapısının daha uyumlu hale gel-diği kanıtlanmış oldu.

Aktivist: Mantralar sanırım Sanskritçe, yanlışsa lütfen beni düzeltin Söylediğiniz cümleler-de neler diyorsunuz? Seda Bağcan: Birçok dilde hatta her dilde mantralar var.  Şu ana kadar 4 albüm çıkardım. Bunlar-dan ‘Sunrise’, ‘Remember’ ve ‘I am That I am’ mantra müziği albümleri. Bu albümdeki mant-ralar Gurmukhi dilinde. Kuzey Hindistan’da eski zamanlarda kullanılmış bir dil. Binlerce yıldır aktif olarak kullanılan mantraları seçiyorum albümlere koyarken. Şu anda dünyada bilinen en et-kili şifa mantraları kullandıklarım.  Sunrise albümünde Ra Ma Da Sa Sa Say So Hung diye bir mantra var örneğin, Ra; Güneş, Ma; Ay, Da; Dünya, Sa; Sonsuzluk, Say; Sonsuzluğun Bütünlüğü, So Hung da Ben Benim demek. Ben güne-

şim, ben ayım, ben sonsuzluğum, ben sonsuzlukla bütünüm ve ben benim diyorsunuz. Tüm evrenle, tüm yaratımla bir olduğumuzu hatırladığımız bir mantra. İnanıl-maz şifalandırıcı gücü vardır. Remember albümümde ‘Sa Ta Na Ma’ mantrası yaşam döngü-sünü anlamamıza ya da hatırla-mamıza yarar. Sa; sonsuzluk aynı zamanda doğum demektir. Ta; yaşam, Na; ölüm, yeni başlangıç, yeniden doğuş anlamındadır. Bu mantra panik atak, Alzeimer, Par-kinson hastalarına çok iyi geliyor.  Son albümüm ‘I am That I am’ deki ‘Ben Benim’ mantrası insan-lığa verilmiş ilk mantradır. Sınırlı kimlikle sonsuz kimlikleri birbirine bağlar.  ‘Ben’ zihin tarafından soru olarak algılanır ve Benim cevabı ruhun tüm olasılıklarını ve rollerini öze sunar. Sınırlı kimlik al-gısını evrende yaratılmış her zerre ile birlik algısına yükseltir Sınırlı kimliğin senfonisini sonuzluğun senfonisine uyumlar, farkındalığı yükselterek kişinin özünün ger-çeğini yaşamaı olanakları sunar. Yaşam yolunda GERÇEĞİi, ÖZÜ ve BİRİ hatırlatır. Yine son albümde ‘Sa Re Sa Sa Har Re Har Har’ diye bir mantra var. Sonsuz Tüm burada ve her yerde. Tanrının yaratımı burada ve her yerde anlamında. Sa; sonsuzluk, RE; tüm. Har; dünya-nın yaratımı, yaratım gücüdür. Bu bütün mantraların temel, kök mantrasıdır. Etkili iletişim kapasite-sini geliştirir,  konuşmada üstatlık sağlar Geçmiş, gelecek ve şimdi bilgeliğinin kapılarını açar. Barış, huzur ve refah getirir. Negatifliği alarak sonsuz yaratım enerjisine uyanış sağlar ve yüksek bilince giden yolda tüm engelleri kal-dırır. Bir başka mantra da ‘Sat Narayan Wahe Guru Hari Na-rayan Sat Nam’. Sat Narayan; gerçek destekleyici. Wahe Guru; tarif edilemez bilgelik, en büyük mutluluk ve sevinç. Hari Narayan; yaratımı destekleyen. Sat Nam; gerçek kimlik. Bu mantra da iç huzuru yaratarak dış dünyada

da huzur, barış, mutluluk ve iyi ta-lih getirir. Narayan sonsuzluğun su elementiyle ilgili suretidir. Akışda kalarak dünyanın da ötesinde sonsuzluğun deneyimlerine taşır.

Aktivist: Mantralar binlerce yıllık, siz bunları besteliyor ve aranje ediyorsunuz. Melodileri nasıl belirliyorsunuz?Seda Bağcan: Önce mantrayı çok iyi araştırıyorum, hangi çak-ralara nerelere iyi geliyor diye. Vücudumuzun ve enerji alanımı-zın belirli titreşimlerde değişimler gösterdiği biliniyor. Bestenin han-gi tonda, hangi ses aralıklarında olması gerektiği ortaya çıkıyor zaten sonra da uzun bir meditas-yonun ardından güzel melodiler geliyor. Sonra yoga öğrencilerim üzerinde denemeler yapıyorum, en etkili olanları, en içe işleyenleri albüme koymaya karar veriyo-rum. Bir de doğadaki etkisine bakıyorum. Eğer kuşlar cıvılda-maya, kurbağalar vıraklamaya ve köpekler ulumaya başlıyorsa besteler doğru tonda ve etkide demektir. Besteleri yaptığımda aranjelerinin nasıl olması gerektiği de aşağı yukarı kulağımda olu-yor. Sonrası çok değerli müzisyen arkadaşlarımın kendi ruhlarını ve üstatlıklarını eklemesiyle oluşu-yor. Bu arada söylemeden dura-mayacağım; mantra albümlerini kaydederken bizim bahçede-ki  tavuklarımız günde 2 yumurta veriyorlar. Kayıtlar bittiğinde ise tekrar günde bir yumurta verme-ye başlıyorlar. Benim için bütün bunlar doğru yolda olduğumu gösteren evrenin işaretleri.

130 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 131: Aktivist Dergi 6. Sayı

bütün kediler Bir an gözlerinizi kapatın ve bir kediye dönüş-tüğünüzü düşünün. Birisinin kedisi ve kimin kedisiyseniz onun adıyla anılıyorsunuz… Fı-rıncının kedisi, bakkalın kedisi, okulun kedisi, gazetenin kedisi…

Elbette kimin kedisiyseniz o ortamdan nasip-lenecek ve bir kedi olarak kültürünüz de öyle gelişecektir.

Kediler sahiplerinden nemalanır çünkü. Sokak kedisi ise kendi özgürlüğünden vazgeçmez ve kolay kolay da kimselere güvenmez. Ancak tüm kedilerin, sahiplerinin haberi bile olmaksı-zın bir araya geldikleri, buluştukları bir yer ve bir zaman vardır. Ve orada insanların dediko-dusu en gerçek haliyle yapılır.

İşte ben de bir kedi olsam kedilerarası süre-gelen o gerçek dedikodulara kulak verir ve aynı Minus’un yaptığı gibi, “iyi bir insan”ı ken-dime sahip olarak seçerdim. Ve tabii bu kişi neden adı Tibe olan iyi bir gazeteci olmasın ki… Çünkü o sadece kedilerle haber yapan ve bu yüzden işini kaybetmek noktasına gelmiş, iyi bir insandır. Biraz çekingen fakat oldukça dürüst.

Annie M. G. Schmidt’in hayal gücünün şahane örneklerinden biri olarak yazdığı Kedi Kız Minus romanı hem büyükler hem de çocuklar

için benim açımdan okunması şart olan sevimlilikte.

Ancak kedi kız Mi-nus, benim hayal et-menizi istediğimin tam tersine, kediden insana dönüşmüştür. Vincent Bal tarafından sinemaya da uyarlanmış olan Kedi Kız Minus, insana dönüşmüş olsa da kedi özelliklerinden vazgeçmeyen, vazgeçemeyen, mukavva bir kutu içinde uyuyup, yalanarak temizlenen ve fare kovalayan ve elbette mırıldayan güzel, kızıl saçlı bir kadındır.

Kedilerin gözünden hayatın nasıl şekillendiğinin ve insanlık felsefesinin maharetle yapıldığı bir baş yapıt diyebiliriz. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadı-ğı, iyi sanılanın kötü, kötü sa-nılanın iyi olabildiği gerçeğinin Kedi Haber Ajansı ve filozof kediler tarafından su yüzüne çıkartılmasının keyfine varmak istiyorsanız mutlaka okumanızı öneririm… Kedilere başka bir gözle daha bakmaya başlayacağı-nıza kuşku duymuyorum. Bir kedi edinmek hakkında da derin derin düşünebilirsiniz.

Tabii çevreye, yaşadığınız mahalleye, insanlara, dostluklara, iyilik ve kötülüğe ve kimyasal atıklara da… İnsana dönüşmek, iyi bir kedi için kabusu pembe bir rüyaya dönüştürmek de olabilir aslında.

Hollandaca’dan Gül Özlen’in titizlikle di-limize kazandırdığı Kedi Kız Minus Çınar yayınlarından çıkmış. Çocuk edebiyatının önemli kalemi Annie M.G.Schmidt’in, Hans Christian Andersen Ödülü sahibi olduğunu ve bu ödülün çocuk edebiyatı için Nobel sayıldığını da ekleyelim…

filozoftur… kitap

Feryal Çeviköz

[email protected]

131

Page 132: Aktivist Dergi 6. Sayı

kitap

Ölüleri Anmak | Ian Rankin

İskoç polisiye edebiyatının en başarılı yazarı Ian Rankin, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Başkasının Mezarı kitabının ardından bu kez de Ölüleri Anmak’la karşımızda.Gerçek olaylarla eşzamanlı yayımlanan Ölüleri Anmak’ta Londra’da G8 zirvesi sırasın-da patlayan bombalar ve George W. Bush’un polislere el sallarken bisikletten düşmesi gibi bazı gerçek olaylar var. Suçun topluma nasıl nüfuz ettiğini gösteren roman, bir suç/polisiye romanından daha fazlası. Ölüleri Anmak, Rankin’in şimdiye kadar yazdığı en zengin ve karmaşık kitap olarak görülüyor.

İlk Üç Dakika | Steven Weinberg

Nobel ödüllü ünlü fizikçi Steven Weinberg’in 38 yıl önce yazdığı İlk Üç Dakika kitabı güncelliğini koruyor. Kitabın yazıldığı 1976’da evrenin kabaca 14 milyar yıllık öyküsüy-le ilgili ana kuram, Büyük Patlama Kuramı, ana hatlarıyla ortaya çıkmıştı. Bu öykünün özellikle ilk birkaç dakikası 1960 ve 1970’lerde büyük ilerlemeler kaydetmiş olan temel parçacıklar fiziğine dayanır; temel parçacıklar fiziğinin “Standart Model”i o tarihlerde, özellikle Weinberg’in önemli kuramsal katkılarıyla tamamlanmıştı. Kitapta evrenin tüm evrimine değinilmekte; örneğin, “Evrenin kütlesi tekrar gerisin geri Büyük Çökmeye ye-tecek midir, yoksa Soğuk Ölüme mi yol açacaktır?” gibi henüz yanıtsız olan sorular da ele alınmaktadır.

Deliduman | Emrah Serbes

On yedi yaşındaki Çağlar İyice konuşuyor. Kız kardeşi Çiğdem’i, onu meşhur etme ümitlerini, belediye başkanı dayısını, yakın arkadaşı Mikrop Cengiz’i, taşra muhab-betlerini, depresyonun eşiğindeki annesini, eski sevgilisini, hiç unutamadığı dede-sini, hatırlarken kahrettiği babasını anlatıyor. Deliduman, dermansız ve güdük bir ilçeden haykırmaya başlıyor, İstanbul’a uzanıyor. Çocukluğumuzun, hatıralarımızın ve bütün sokaklarımızın üzerinden dangır dungur geçen imar ve para iştahına lanet! Riyakâr dünyaya, Allahsız sermayeye, martılara, küçük bir kızın kalbini kıranlara isyan ediyor. Barikatların arkasında, soluk soluğa, yapayalnız, erken kaybeden bir delidumanın öfkesini çemkiriyor. Emrah Serbes, zamanın ruhunu, Gezi’nin isyan-cılarını, hürriyetleri için öksürenleri, yerinde duramayanları, küfredenleri, ağlamayı unutmak için yumruğunu sıkanları resmediyor. Deliduman, büyük zamanın ve her zaman kenarda kalanların romanı.

132 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 133: Aktivist Dergi 6. Sayı

Andrés Fava’nın Güncesi | Julio Cortazar

Andrés Fava’nın Güncesi yazarlık yaşamının ilk yıllarında, genç Cortàzar’ın, roman kişisi Andrés Fava aracılığıyla sorduğu sorularla dolu bir kitap. Yazarın işi nedir? Yazar kafa-sında kurduklarını nasıl dile döker, okura nasıl ulaşır? Metin nedir? Nasıl oluşur? Kitabın içine serpiştirilen metinlerarası göndermeler, bu büyük Arjantinli yazarın çıraklık yılla-rında neler okuduğunun, hangi metinlerle, hangi düşünsel birikimle yoğrularak kendi hamurunu kardığının ipuçlarını veriyor.Kitabın kurmaca soyağacını izleyince, Cortàzar ‘in ilk romanı El Examen ile karşılaşı-yorsunuz: Günceyi tutan Andres Fava kurmaca yaşamını bu romanda sürüyor. Okur günceyi okurken hem Cortàzar ‘in kendi yaşamına giriyor. Cortàzar, Arjantin edebiyatı, dünya edebiyatı, müzik, düşün, sanat, bir kuşağın kültürel geçmişi gibi bilindik bilinme-dik bir daldan öbürüne sıçrayarak ardından sürüklüyor.

satın al

Varlık ve Öz | Thomas Aquinas

Varlık ve Öz, Aquinas’ın metafizik üzerine görüşlerini derlediği temel bir eserdir. “Öz” ve “varolan” sözcükleriyle neyin tanımlandığı, özün değişik nesnelerde nasıl bulundu-ğu ve mantıksal kavramlar olan cins, tür ve fark karşısındaki yerleri ele alınır. Varolanın anlamından özün anlamına doğru ilerlenen metinde, cinsin, türün ve farkın doğada maddeye, biçime ve birleşik-olana niçin uygun düştüğünün nedenini ortaya koyar; özün tözler, özgülükler, birleşik ve yalın tözler karşısındaki durumunun nasıl olduğunu ve mantıksal genel kavramların nasıl oluştuğunu açıklar.

Kahraman Köpekler | Mario Bellatin

Meksikalı yazar Mario Bellatin, Türkçedeki üçüncü kitabı Kahraman Köpekler’de tu-haf bir dünya yaratıyor. Köpekleriyle konuşan hareketsiz adam, boş plastik torbaların sınıflandırılmasıyla uğraşan annesi ve kız kardeşi, başlıca işi hayvanlara bakmak olan hemşire-eğitmen. Ama asıl dünya köpeklerin çevresinde dönüyor, otuz Belçika Mali-nois çoban köpeğinin.

Pablo Neruda, Julio Cortázar okumamış insanın saçları dökülür, der. Bellatin içinse tam tersi geçerlidir: Bellatin okumuş insanın saçları dökülür. Bellatin okurunu sakat bırakır, aksayarak yürürsünüz kelimeler arasında, belki de sakatlığın ne demek oldu-ğunu kendi vücudundan bildiğinden. Kahraman Köpekler’de hareketsiz adamınki bir çöküşün anlatısıdır ama yukarıdan aşağı inen bir çizgi olarak kurgulanmış dramatik bir çöküş hikâyesi değil, öncesi ve sonrası olmayan ezeli bir çöküşün kırıntıları.

133

Page 134: Aktivist Dergi 6. Sayı

Tayfun Lübeten

[email protected]

bizi bekliyor!Son zamanlarda yapılan albümler ve şarkıları konuşulacak olanlar arasın-da ilk sırada sanırım Hande Yener var iyi bir emeğin karşılığı olan bu albüm müzikseverlerin beğenisine sunuldu bakalım beğenilecek mi?

Hande Yener Poll Production etiketi ile Polat Yağcı’nın yapımcılığını üst-lendiği, Hande Yener prodüktörlüğü ile sunulan yeni albümü “Mükem-mel” ile müzik marketlerde yerini aldı! 14 yeni ve 2 cover şarkının yer aldığı albüm 2 CD’den oluşuyor.

“Mükemmel” albümü için Selim Akar’ın marka danışmanlığında Tay-fun Çetinkaya’nın objektif ine “Mü-kemmel” pozlar veren Hande Yener, fotoğraf ve kıyafetleri ile de çok konuşulacağa benziyor.

Sezen Aksu’nun “Bir Kış Masalı” eseri ve sözü Fikret Şeneş, müziği

Peter Yellowstone’a ait olan, daha önce de Ajda Pekkan taraf ından yorumlanan “Bir Köşede Yalnız” adlı cover şarkıların yeni düzenlemele-riyle kulaklarımıza yenilik katacak.

Sözü Berksan, müziği Turaç Berkay Özer & Berksan imzası taşıyan

“Unutanlar Gibi”de, son dönemin etkili yorumcusu Mehmet Erdem ile yaptığı düet ise çok konuşulacak gibi .

İkinci SıraKlibini izlediğim bir parça Sıla’dan. Parça “Yeni Ay” albümünün ilk video klibi “Vaziyetler”

Müzik dünyasının sevilen ismi Sıla, albümün ikinci video klibi için; söz-leri kendisine, müziği Efe Bahadır’a,

düzenlemesi ise İskender Paydaş’a ait olan “Yabancı” adlı şarkıyı seçti.

Klip İTÜ Taşkışla Kampüsü’nde çe-kildi ve çekimler yaklaşık bir gün gibi kısa bir sürede tamamlandı. Yönetmenliğini Ergin Turunç’un üstlendiği bu çalışmanın görüntü

yönetmenliğini ise Soykut Turan yaptı.

Diğer seçeneklerimiz ise…

Heyecan yüklü bir parça Katy Per-ry ’den Roar… Bu enerjiye yeni par-ça da eklenerek izlenme rekorları kırmış Youtube listelerinde

Yaz Mevsiminin heyecanı uyandıra-cak bir diğer albüm One Love, One Rhythm - The Off icial 2014 FIFA World Cup. Albüm yaz sıcağına uyarlanan ve futbolun bu coşkusu-nu müziğe taşıyan, kıpırdayan bir

hareket olarak nitelendirilebilir, Çalışırken dinlemenizi öneririm.

Steven Wilson - Cover Version gibi dinlenilesi parçalar var, albümdeki sadelik ruhta haf if dokunuşlarla yol alıyor. Bu albüm en beğendiklerim arasında.

Sizin için dinledim; yaz mevsimi bu hallerde olacak.

müzik

müzik dolu bir yaz

134 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 135: Aktivist Dergi 6. Sayı

Konserler…Görünürde beklenen ik i şahane konserimiz var. İzleyiciyi ayakta tutacak ik i konserden biri Metal-l ica… Metall ica By Request dünya turnesiyle İstanbul’da! Bu kaçırı l-mayacak Metall ica konseri, Poziti f Live organizasyonuyla 13 Temmuz Pazar günü İTÜ Stadyumu’nda ger-çekleşecek. Şimdiden rahat giyinin sıkış sıkış yol alabilmeye hazır olun diğer konserimiz ise iddial ı bir seyir sunacak.

Avea ile Yıldızlar Açıkhava Sahnesi’nde!Harbiye Açık Hava Sahnesi, 19 Haziran - 25 Eylül tarihlerinde sev-diğiniz sanatçıları sıra sıra konser sahnesine çağırıyor, kimler mi var?

Türk pop müziğinin aşk devrimcileri MFÖ, Sıla, Zülfü Livaneli, dinamik

topluluk Anadolu Ateşi, Gülmek için Güldür Güldür, Sertap Erener, Erol Evgin, Kenan Doğulu, fazla Söze gerek duyulmayan Kardeş Türkü-ler Sahnesi’nde Sezen Aksu - Ara Dinkjian, Süper Star Ajda Pekkan, Muazzez Abacı, Karadeniz müziğinin genç temsilcisi Selçuk Balcı, Nilüfer, güldürme garantisi veren Tolga Çe-vik Arkadaşım Hoş Geldin, müziği ve felsefesi ile 41 yıldır zirvede olan sanatçı İlhan İrem, Göksel, Ziynet Sali ve Despina Vandi bu konserler-de dinleyicileri ile buluşacak…

Sürpriz…Yeni sürpriz albüm Harun Kol-çak’tan olacak.

İki buçuk yıl süren kanserle müca-delesini yenen Harun Kolçak, şimdi-lerde ilk kez post-rock tavrından bir albüm çıkartacak olmanın beklenti-sini ve heyecanını yaşıyor. Albümün

prodüktörü ise ünlü sanatçı Niran Ünsal oldu… Mayıs ayında çıkması planlanan Ünsal’ın sahibi olduğu Nü Müzik’ten çıkacak olan albüm sevenleri hala bekletiyor. Harun Kolçak’ın son albümü birçok sürprizi de içinde barındırıyor bilginize olsun iyi dinlemeler.

135

Page 136: Aktivist Dergi 6. Sayı

etkinlik

“Masum Bir Kent” | 18 Temmuz - 3 Eylül Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi | İstiklal Caddesi İletişim: 0 212 393 60 61

Günlük yaşamlarımızdaki sıradan nesnelerin farklı anlamları ve ortak önemi üzerine düşündürmeyi amaçlayan “Masum Bir Kent: Gündelik İstanbul Üzerine Mütevazı Fikirler” sergisi Masu-miyet Müzesi’nden seçilen 12 nesneyi inceliyor. Çay bardağı, saat, saç tokası gibi gündelik eşyaların hikayeleri; haritalama, illüstrasyon, fotoğraf ve kent sakinlerinden ödünç alınan obje-ler aracılığıyla anlatılıyor. Amerikalı sanatçı Mark Dion’un “The Jenks Society for Lost Museums” (Jenks Yitik Müzeler Topluluğu) adına Masumiyet Müzesi’ne ithafen gönderdiği kartpostalın da yer aldığı sergi, kurguyla gerçek hayat arasındaki çizgiyi de derinleştiriyor. Sergide yer alan çalışmaların fotoğraf sanatçısı Hasan Deniz’in İstanbul’un tarihi sokaklarında çektiği fotoğraf-lar eşliğinde kurgulanması, nesnelerin hikayelerinin çıkış noktası olan İstanbul’la ve kentin sokaklarıyla olan bağını güçlendiriyor.

Atların Efendisi | 28 Haziran - 30 Eylül

Ulusoy Arena Belek, Antalya‘Atların Efendisi’, Dünyaca ünlü binicilik ustası Alex Giano ile seçkin Endülüs Atları’nın duygusal hikayesini ve ustaların onlarla olan güzel ilişkisini anlatıyor. Almanya, Fransa, Mo-naco, İspanya, Las Vegas gibi dünyanın birçok ülkesinde yüzbinlere ulaşan seyirci sayısıyla tüm dünyayı dolaşmaya devam ediyor. Alex Giano nun mükemmel ekibi eşliğinde çağdaş at sanatının en iyi paylaşımı ile büyülü bir yolculu-ğa çıkacaksınız. ‘Atların Efendisi’ gösterisinde ki biniciler eki-binde Alejandro Barrionuevo , Manolo Zumariva , Ricardo Navas ve Voltige Sherzod Mamatov da yer alıyor. ‘Atların Efendisi’ sanat, güç ve gurur dolu bir gösteri… Usta ve atı birleştiren koşulsuz sevgi, Muhteşem ışık ve görsel show ile dev bir gösteriye dönüşüyor. Gösteride 60 at görev yapıyor. Çocukluk hayallerinin anılarını, adrenalin tutkularını, özgür-lük içinde koşan ve akrobasi yapan atları, komik midilli ve ponileri, kuyruklu yıldızları, mistik dervişlerin fantezilerini, hız ve cesaret arasında görünmez bağlantıları izleyeceksiniz.

Turkcell Yıldızlı Geceler | 01 - 31 Ağustos

Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu, İstanbulTürkiye’nin en uzun süreli konser serisi olan Turkcell Yıldızlı Geceler, bu yıl olağanüstü bir atmosfer ve heyecanla ger-çekleşecek. Yalnızca İstanbul’un değil, Türkiye’nin de en ünlü ve prestijli sahnesi olan Harbiye Cemil Topuzlu Açıkha-va Tiyatrosu, Turkcell’in 20. yılı şerefine birbirinden ünlü yerli ve yabancı sanatçılarla dolup taşarken ilk kez özel sahne gösterilerine de ev sahipliği yapacak.

136 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 137: Aktivist Dergi 6. Sayı

izle satın al

Figüratif Yaz Sergisi | 17 Haziran – 30 Ağustos

ARTNEXT ISTANBUL Çağdaş Sanat Alanı İletişim: www.artnext.org

İstanbul’da çağdaş sanatın güncel örneklerini takip eden her kesimle bu-luşturan Artnext Istanbul; 2013-2014 sanat sezonunun final sergisinde do-kuz sanatçının farklı medyumları kullanarak ürettiği, figürü merkeze alan eserlere yer veriyor. İstanbul çağdaş sanat ortamının etkin bir platformu haline gelen ARTNEXT ISTANBUL’un “FİGÜRATİF YAZ SERGİSİ // FIGURATIVE SUMMER EXHIBITION” başlıklı grup sergisinde yer alan sanatçılar, Bulut Ba-gatur, Nurettin Erkan, Taşkın Esin, Deniz Gökduman, Ayşecan Kurtay, Ka-ğan Toros, Mert Yavaşca, Çiğdem Yılmaz, Baysan Yüksel.

Andre Rieu | 27 Kasım - 29 Kasım

Klasik müziğin Madonna’sı André Rieu, Johann Strauss Orkestrası ile birlikte sürprizlerle dolu yepyeni performan-sıyla İstanbul’da...

Dünyanın tüm müzik otoritelerince bu yüzyılın en önem-li müzisyenlerinden biri kabul edilen André Rieu, yoğun istek üzerine dünyanın en ünlü orkestralarından Johann Strauss Orkestrası ile birlikte yeniden İstanbul’a geliyor. André Rieu, bu kez 27 Kasım 2014’te Sinan Erdem Spor Salonu’nda ve 29 Kasım 2014’te Ülker Sports Arena’da iki özel konser ile sevenleriyle buluşacak.

Neil Young | 15 Temmuz

Küçük Çiftlik Park, İstanbul

Rock müzik efsanesi Neil Young, İstanbul’daki ilk konserini Vodafone Red sponsorluğunda, 15 Temmuz’da KüçükÇiftlik Park’ta gerçekleştiriyor.İstanbul Kültür Sanat Vakfı, müzikseverlerin uzun yıllardır merakla beklediği rock müzik efsanesi Neil Young’ı Crazy Horse grubuyla birlikte İstan-bul’da ağırlıyor. Tek günlük bir festival vadeden konserin ön grupları ise Midlake ve Büyük Ev Ablukada... 15 Temmuz gecesinde, canlı performanslarıyla ses getiren Büyük Ev Ablukada izleyicileri karşılaya-cak. Ardından da daha önce Salon İKSV’de art arda iki kapalı-gişe konser gerçekleştiren Teksaslı ünlü grup Midlake sahneye çıkacak.

137

Page 138: Aktivist Dergi 6. Sayı

Mert Turak

hepsi hikaye

O ve ben…resim

: ale

xan

de

r ja

nss

on

138 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 139: Aktivist Dergi 6. Sayı

Arkamdaydı… sesi git gide yaklaşı-yordu… gıcırtılı ve topraklıydı sesi… su belime kadar yükselmişti, bir insan boyundaki tünelin ucundaki ışık, ben yaklaştıkça uzaklaşıyordu. Adımlarım ağırlaştıkça kalbim daha hızlı çarpmaya başladı, nefesini ensemde hissettiğim-de elham okumak geldi içimden… su yükseliyor o yaklaşıyor ve ben çok kor-kuyordum, su göğsüme kadar gelince yüzeyim dedim, dalıp çıkarak debelene debelene kaçmaya çalışıyordum suyun rengi kırmızıya döndüğünde tünelin ucundaki ışık söndü… debelenmeyi bıraktım… doğruldum önümü arkamı artık ayırt edemediğimden çaresizce önce sağa sonra sola döndüm… suyun altında ayak bileklerimde onu hisset-tim… su çeneme kadar yükselip dur-muştu… bir kurban gibiydim… şarkı söylemek geldi içimden… kırık dökük bir şeyler geveledim… durdu, kurba-nının son isteğine saygı duyan bir cellat gibiydi… etrafımda yavaş yavaş dön-meye başladı.. “nımını.. ta bibi..” deyip kaldım… şarkının sözlerini tam olarak hatırlamıyordum… ama arabın yalelli-si gibi hep aynı şeyi söylemeye devam etmekten başka çarem yoktu. Şarkı bitmeden beni öldürmeyecekti! Öl-düremezdi! “ Vista ybi” “talavist eybi” daha yüksek sesle söylemeye başladım! “astalavista beybi!” artık sözleri duyabi-liyordum evet!

Komşunun ergen irisi oğullarının odası yatak odamla yan yanaydı! Çocuk yine Youtube’dan Hande Yener mix açmış roma hukuku çalışıyordu! Bu bir ka-rabasandı ve ben uyanmıştımJ hemen bu Hande Yener şarkısına eşlik edesim geldi “Yıkıla yıkıla!” Dedim önce son-ra “astalavista beybi!” diyerek uyan-dım.. Bir haftada gördüğüm üçüncü karabasandı bu… korkudan uyuyamı-yordum… onun yüzünden diye geçir-dim içimden esnerken, sonra bir ses duydum anahtar sesi gibi… !!! Çenem kilitlenmişti, neyse ki buna da tıpkı ka-rabasan sendromum gibi alışmıştım… ona… sesine… tenine alıştığım gibi… bir süre ağzım açık bekledim… tek-rar uyumayı düşündüm… keza onun yüzünden sabaha kadar uyuyamamış-tım… çenem biraz rahatladığında ço-pur ailenin sarı ergeni, müziği kapattı bir an hala rüyadaymış gibi oldu ve kor-

kudan ağzım açık şarkıyı mırıldanmaya başladım “attahitta heybii” kalbim yine hızlandı, çenem gevşemiş ama ben hala kaskatıydım avuçlarım terliyor ve her şey için kendimi suçluyordum, neye dönmüştüm böyle? O eski Mert gitmiş korkak, özgüvensiz ve ezik bir Mert gelmişti! Ondan başka arkadaşım, dos-tum, tanışım yoktu… yazık… beni ken-dine bağlamış, kendisi bir eli yağda bir eli balda, yediği önde yemediği arkasın-da, hayatın tadını çıkarıyordu. Şerefsiz!

Artık zamanı gelmişti, bıçak kemiğe dayanmış hatta kırıp geçmişti… benli-ğimi… beni… konuşacağım ulan! de-dim kendime var gücümle, kalbim çok hızlı atıyordu, Buna razı olamazdım… Sustuğum her saniye kendimden kop-maya… daha fazla acı çekmeye artık katlanamazdım! git ve patla! hadi dur-ma öyle! Desem de far yemiş tavşan gibi kalakalmıştım, her tarafım kasılmış, hala nefesim normale dönmemişti… Ikea gardırobumun aynasında parmak izlerime bakarken kendimi gördüm… kendimden geriye kalanı yani… bu ben miyim tanrım? Dedim kendi kendime, Mick Jager’ a dönmüşüm ya lan! Bu su-ratın hali ne? Peki ya bu çizgiler? 1000 yaşındaydım sanki… dudaklarım titre-meye başladı, AĞLAMAYACAKSIN! Diye telkin ettim kendimi! Evet ağla-mayacaktım… aksine gidip bir kere de olsa ben onu ağlatacaktım! Bir Ağlata-cak! Pir Ağlatacaktım! O bunca zaman benim sakalımı kesmiş ama ben şimdi gidip onun kolunu kesecektim! Ayrıca Ikea’dan alınmış tek tarafı aynalı üs-tünde “en ucuz” yazan bir gardırobun yalan yansımasına pabuç bırakacak de-ğildim! Kalktım yattığım yataktan, aylar-dır kara büyünün etkisinde bağlandığım yataktan! İçimde bir güç hissettim! Bana dair! Ezelden beri bildik ama hiç cesaret edip de yakılmamış bir fitil tutuşmuştu!

Yürümeye başladım, ilk başlarda zor-du, yıllardır içinde olduğum o kozadan çıkmak, ama başarıyordum işte! Attı-ğım her adımda üstümdeki kabuktan bir parça düşüyordu sanki! Mutluydum çünkü bu bana giden bir yoldu, keder-liydim çünkü attığım her adım onu daha çok özleyecektim… kendime kaçıyor-dum… uzak bir şehrin sokaklarında Çın Sabahta başlayan bir devrim gibi, yavaş yavaş uyanıyordum o ölüm uy-

kusundan… yürüyordum… cıbıl ayak-larımın laminant parkede çıkardığı sese aldırmadan… hazırdım! Hazırdım artık! Onun yüzüne kendimi haykırmaya!

Sesini dudum… yine benden önce uyanmış, salonda her zamanki yerinde durmuş, bana arkasını dönmüş dışarı bakıyordu… içimden bir şeyler yüksel-meye başladı… nasıl yapacaktım? Söze nasıl başlayacaktım? Gözlerimi kaçırma-dan onu artık hayatımda istemediğimi nasıl söyleyebilirdim ki dostlar? ...bur-num karıncalandı, gözlerim doldu… mutfak kapısına yaklaştığım sırada içim-de yükselen şeyin, bir tsunami gibi yak-laşan hapşırık olduğunu anladım dost-lar, bahar alerjim var benim, her sabah normal bir insan evladının bir ömürde aksırdığı kadar aksırmadan güne başla-mam! Haaa! …bir de aylardan Mayıs ve Haziransa alayını tanımam! Tıksırıksız bir hayata hayat demem! Önce aksırıp sonra tıksırıp en sonda hapşırdıktan sonra üçün ne garip bir sayı olduğuna takıldım, avuç içlerimle gözlerimi kaşır-ken. 3, üç…

Kutsal bir sayı her şeyden önce, her şeyin ilk üç saniyedeki etkisi geldi ak-lıma… sana bir sürpriz yaptıklarında mesela, o üç saniyedeki gibi hisset-mezsin bir daha… bir arkadaşın sınav sonucu ya da yatacak bir miktar parayı bekler, sen müjdeyi verince, onun yü-zündeki o ilk 3 saniyede geçen fener alayı…

Merak… şaşkınlık… mutluluğun birbi-rine geçtiği o düşsel 3 saniye…

Ya da kötü bir haberdeki 3 saniye… ay-rılık gibi…

Hiç inanmadığınız 3 saniye… hala inan-madığınız 3 saat…

Eşe dosta “biz bu ara acık limoniyiz” dediğiniz 3 gün…

3 hafta… 3 ay… birazdan başlayacak olan gibi…diye geçirdim aklımdan… önce hafiflemiş hissedeceğim! Gülüp geçeceğim… sonra karşıdan karşıya geçemez hale geleceğim… METANET OĞLUM! Metanet! Toplan bakalım! Gelmişin 34 yaşına! Acıma kendine bu kadar be! Ölüm var hayatta ölüm! Şurada alacağımız 3 nefes! Der de-mez! Ergen çocuk Demet Akalın’ın

139

Page 140: Aktivist Dergi 6. Sayı

son bombasını verdi kolonlara! Bu bir işaretti! Tanrı bana hadi diyordu! Ade-ta! Duyduğum sözler sanki benim için yazılmıştı! Saabwuufer’ın bas tiz ayarı tadında! Bahar alerjim geçmiş! Hayat bana HAYDİN ARTIK! Diyordu sanki! Bir an hazdan ve coşkudan ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim, Allaahh-hıımm! Sana şükürler olsun! Artık hazır-dım! Savaşa giden bir general gibiydim! Savaş ve zafer marşları içinde tekrar yürümeye başladım. Güneş benim için parlıyor! Demet benim için okuyordu! “Yarına kalsa da! Yanına kalmaz!” kal-mayacaktı! Neyse konuyu dağıtmayalım dostlarım. Keza lafı uzatıp konuyu dağı-tan yazarlardan hiç haz etmem Sevgili Aktivist Okurları!

Hiç birinizin aklında “Lan bu herif de ne uzatmış” gibi bir etki bırakmak is-temem. “Süslemiş de püslemiş de… oohhh! Bakmış işin içinden çıkamıyor, başka bir yere atlayayım! Aman efen-dim oradan da bir hikâye çıkarayım! Ya-man efendim! Metaforların tozunu attı-rayım!” Bu insanlardan hiç haz etmem Sevgili Okurlar! Oldum olası bu insan-lardan tiisirmişimdir. Pardon, tiksinmi-şimdir. Ucuz gardırop peşinde koşarım ama asla ucuz espri peşinde koşmam! Koşmadım! Çalmadım! Çırpmadım!

Evet… Özür dilerim sevgili okurlar, kendimi kaybetmişim bildiğiniz üzere kolay zamanlar geçirmiyorum. Biraz agresifim mazur görün ne olur, evet… nerde kalmıştık? biraz rahatladım ama… iyi oldu o…

Ona arkadan yaklaştım, sinsice değil dostlar! Gizlice hiç değil! Kendim gibi… 34 yıldır ilk defa ismimdeki her harfin hakkını vererek! Emin, kararlı, vakur! Durdum, o her zamanki gibi ben yok-muşum gibi olduğu yerde yavaş yavaş sallanıyor, sanki çok önemli bir şey düşünüyormuş gibi uzaklara bakmaya devam etti… anlamıştı sanki… konuş-madan, göz göze gelmeden anlamıştı artık gitmesi gerektiğini… içim burkul-du. Yaklaştım yine, arkasını döndü, içim acıya, etim yana yana, söyleyiverdim bir anda..

“bitti…”

“buraya kadarmış…”

dedim sonunda. Bana döndü… göz göze geldik… “ Duyamadım! Ne dedin sen? Maçan yiyorsa bir daha kur bakiyim o cümleyi!” der gibi kafasını bana doğru afili afili uzattı! Gözleri fal taşı gibi açılı-vermişti! Bakışları beni delip geçiyordu sanki! Heyecanlandım birden, ne diye-ceğimi bilemeden, “biti! biti!” dedim yine ama! “Ne var lan! Ne var! Havan kime lan senin!” diye bağırdım yüzü-ne! Bunu nasıl yaptım dedim kendime? Afalladı, hazır kaptırmışken durmayım dedim. Ok yaydan çıkmıştı dostlar! “ YETER! NEDİR SENDEN ÇEKTİĞİM! HASTA ETTİN LAN BENİ! HASTA!” Geri çekildi, o büyük gözleri küçülüver-di birden. Öpücük attı sonra… buna dayanamayacağımı biliyordu hain! Kö-şeye sıkışınca hep yapar bunu. İkinciyi attı arkasından o etli dudaklarıyla. Bir an şaşırsam da, YEMEZLER! YEMEZ-LER! diye patladım! “KAZ MI YAZIYO LAN BURDA? diyerek sağ elimin baş parmağının tırnak kısmıyla alnımda sol-dan sağa hayali bir çizgi çekerek niyeti-mi daha açık belli edince, akvaryumun bana en uzak yerine seğirtti! “N’OLDU LA? NOOOLDU?” diyerek akvaryu-mun diğer tarafına da ben seğirttim. Bu sefer diğer tarafa yüzdü artist! BİTİR-DİN LAN BENİ BİTİRDİN! UYANIYO-RUM SEN! YATIYORUM SEN! NİYE RÜYAMA GİRİYOSUN OLUM SEN? NİYE KABUS GÖRDÜRÜYON OLUM BANA? SANA BEN BAKMIYOM MU LA! HAA?? NE ALIP VEREMEDİĞİN VAR SENİN BENLE? NEYİN KARMASI LA BU? NE İSTEDİN DE VERMEDİK? AZDIM DEDİN SANA DİŞİ GETİRDİK SABAHINA HAYVANIN NE YÜZ-GECİNİ BIRAKTIN NE KUYRUĞU-NU? NEDEN BÖYLESİN OLUM SEN? ADINDA HAYIR YOK LA SENİN! GREEN TERRÖR DİYE BALIK CİN-Sİ Mİ OLUR LA? HİÇ BAKMA ÖYLE BUGÜN YEMEK YOK SANA! GEBER! BOK YE! HEM BALIKLAR KENDİ BOKLARINI YİYORLARMIŞ ZATEN! SENİ ALDIĞIM GÜNE LANET OL-SUN! Sonuncusu ağır gelmiş olmalıydı ki, ölü taklidi yapmaya başladı kuntiz, ters döndü birden, bir an tırsmadım değil çünkü bayağı uzun zamandır ters dönmüş hatta kulakçıkları bile hareket etmiyordu. İlgilenmiyor-muş gibi yap-tım, telefonumu aldım elime ama bir gözüm bizimkinde, yavaş yavaş suyun

üstüne çıktı, korktum, bildiğin göbeği suyun üstünde öylece hareketsiz duru-yordu, ölüyordu… “Oğlum” dedim! Ses vermedi, gidip camına tık tık yaptım, tık yok! Uzatma lan şaka yaptım dedim, yine bir hareket yok, ölemezdi! Şu sa-nal dünyada ondan başka kimsem yok-tu ki! ÖLME LAN! ŞŞŞ!!! N’APARIM BEN SENSİZ? Dedim hiç tepki yoktu… bileğime damlayan su akvaryumun suyu değildi dostlar… ağlıyordum, hıçkıra hıçkıra hem de… utanmadan! Çopur komşunun sarı ergeni bile Fener kazara şampiyon olduğunda böyle ağlamamış-tı… akvaryumun yanına çöktüm. Ona şu ana kadar söyleyemediğim her şey dudaklarımın arasından dökülmeye başladı:

Ben seni üzmek istemedim… hiç… beni bırakma.. sakın… bu ikimizin dünyası… ben sensiz ne yaparım? arkadaş dedik-lerin bu eve PS4 için, NBA2K için gel-miyorlar mı? Sevgili dediğin şahsiyetin dudakları hiç seninki kadar kalın olabilir mi? Tamam burcu balık ama senin kadar anlamlı bakamaz! Arkadaşım! Uyan be! Uyan be Joni Wayt! Bak yemin de bura-da deyip yem kutusuna uzanır uzanmaz o dakikalardır ölü gibi yatan balık, yu-nus gibi zıplamasın mı? Arkasından bir tane daha! Yemi görür görmez koluna kanadına kan yürümüştü! Hadi bugün torpillisin deyip acık fazla attım yemini, deli gibi yedi hepsini, biraz bakıştık… seni gördüm rüyamda dedim... bir sağa bir sola yüzdü, güldüm, kusura bakma dedim bu ara iş yok güç yok manitayla da limoniyiz dedim. Öpücük attı yine. Ben de 250 TL’lik akvaryumu sanki dep-rem oluyormuş gibi sallamaya başladım. Bu oyuna bayılıyordu bizimki. O suyun içinde bir yukarı bir aşağı yüzüyor ben akvaryumdan üstüme sıçrayan sulara aldırmıyordum. Sonra aklıma son şam-piyon İspanya’ nın kupaya 2. Maçında veda ettiği geldi, bıraktım oynamayı, bir sigara yakıp kendimi Xavi’ nin yerine koydum… Iniesta’nın.. peki ya Casillas? Gözlerim doldu… sonra Volki aradı, açtım. “Moruk bu gece Urugay-İngiltere maçını izler miyiz” diye sordu. Zaten şu ana kadar hangi maçı beraber izleme-dik ki VOLkan! Sabah akşam berabe-riz! Yetti artık! Diye geçirdim aklımdan, sonra “Delisin hadi atla gel! Tantuni de söyleriz! “ dedim, örttüm telefonu.

140 Temmuz - Ağustos / 2014

Page 141: Aktivist Dergi 6. Sayı